Çevirmenin notu: Başta Almanya olmak üzere Avrupa’da (neo-)faşizmin yükselişine dair çok şey yazılıp çiziliyor. Geleneksel faşist hareketlerin 21. yüzyıl versiyonlarının palazlanması sürerken, özellikle Almanya’da, faşizmin/nazizmin mütemmim cüzü militarizmin kim tarafından yaygınlaştırıldığına biraz daha dikkatli bakmak gerekiyor. Yeşiller’in içinde bulunduğu ‘trafik lambası’ koalisyonu, hem Ukrayna’da hem de Gazze’de savaşın en büyük destekçileri arasında olmakla kalmıyor; bu savaşlarda egemenlerin anlatısı dışında fikir beyan edenleri de siyasetin ve kültürün dışına itmekten çekinmiyor. Mathew D. Rose’un, faşizmin/nazizmin taşıyıcı kolonları arasında ‘liberal kentli profesyonel elitlerin’ bulunduğunu hatırlatması da önemli; zira bunlar aynı zamanda NATO ve AB gibi emperyalist kurumların kendi ülkelerindeki mümessilliğini de yapmaktadır. Bunlar, neoliberal dönemde semirmiş, Prabhat Patnaik’in tanımlamasıyla, ‘uluslararası orta sınıf’ın mensuplarıdır ve bugün yükselen faşizmde önemli bir rol oynamaktadır.
Faşizm bir kez daha Almanya’nın liberal metropolitan eliti arasında moda
Mathew D. Rose
Brave New Europe
17 Aralık 2023
Üstün ırkın ahlaki kibri Almanya’ya geri döndü. Bu ‘Yeni Faşizm’, aşırı sağcı AfD tarafından değil, ‘iyi Almanlar’, orta sınıf, otoriter liberal metropol elitleri tarafından sürükleniyor.
Alman Yeşiller Partisi’ne bağlı Heinrich Böll Vakfı, 13 Aralık’ta Masha Gessen’e verilecek Hannah-Arendt edebiyat ödülü töreninden çekildi. Bunun nedeni, Yahudi yazarın New Yorker dergisi için Gazze’yi II. Dünya Savaşı sırasında Almanların Avrupa’da yarattığı gettolarla bir tuttuğunu belirten bir makale yazmasıydı. Böll Vakfı’nın ‘iyi Almanları’ için bu antisemitikti.
Yanis Varoufakis, Adam Tooze ve Daniela Gabor gibi Avrupalı ilericiler, sıcak ilişkiler sürdürdükleri bir örgütün –ilerici ruh ikizlerinin– bunu yaptığına inanmadıklarını açıkladılar.
Bu, Almanya’da neredeyse günlük bir olay gibi görünüyor. Son aylarda Alman liberal kurumları, çoğu Yahudi olan antisemitleri ortaya çıkarmak ve kınamak konusunda birbirlerine fark atıyorlar. Müze sergileri, konuşmalar, kitap ödülleri ve sanatçı komisyonları, Almanlar bunları sanatçıların ve yazarların antisemitik duyguları olarak gördükleri için iptal edildi. Kasım ayında, Britanya İşçi Partisi’nin eski lideri Jeremy Corbyn’in, ‘Ortadoğu konusundaki duruşu’ nedeniyle ev sahibi devlet tiyatrosu tarafından Berlin’deki bir konferansta konuşması yasaklandı.
Bu çok dikkat çekicidir. Şimdi Holokost’un faillerinin çocukları ve torunları, Yahudilerin Almanya’da toplum içinde konuşmasını bir kez daha yasaklamakla kalmadı, aynı zamanda hangi Yahudilerin ‘antisemitik’ olduğunu ve hangilerinin olmadığını belirleme hakkını da kendilerine verdi. Almanya’da ifade özgürlüğü engellendi. İsrail’in soykırım ve etnik temizlik gibi insan hakları ihlallerine yönelik eleştirileri nefret suçu olarak görülüyor. Daha da iyisi, bu ‘İyi Almanların’ İsrail’i eleştirenleri Nazi olarak damgalaması yaygındır. Üstün ırkın ahlaki kibri geri döndü.
Almanların her zaman tarihin yanlış tarafında görünmeleri de aynı derecede dikkat çekicidir. Varşova Gettosu’nun yıkılmasına ve Üçüncü Reich’ta Yahudilere, Romanlara ve Slavlara karşı bir şiddet cümbüşü içinde soykırıma verdikleri sınırsız desteğin ardından, bugün Gessen’in Gazze Gettosu olarak adlandırdığı yerin yıkılmasına ve Filistinlilere karşı bir şiddet cümbüşü içinde soykırıma koşulsuz destek veriyorlar.
Peki buraya nasıl geldik ve Almanya’nın ‘Yeni Faşizmi’nin kahramanları kimler? İşin garibi, en çok kimden, Yahudilerden mi yoksa Müslümanlardan mı nefret ettiğinden emin olmayan aşırı sağcı AfD değil. Bunlar, Heinrich Böll Vakfı’ndakiler gibi ‘iyi Almanlar’, orta sınıf otoriter liberal metropol elitleridir. Vakıf, son on beş yıldır, Yeşiller Partisi ile birlikte, özellikle de giderek artan savaş çığırtkanlığı konusunda, amansız bir şekilde sağa kayıyor. Almanya’da Ukrayna’ya karşı savaşı bu kadar hararetle propaganda eden ve müzakere edilmiş bir barışı yüksek sesle kınayan hiçbir siyasi parti yok. Böll Vakfı’nın bu son kararı, bu yönde atılmış küçük bir adımdı.
Fakat bu sadece Yeşiller ve onların çömezleriyle ilgili değil. Ukrayna’daki ve Gazze’deki savaşlar, devlet ve şirket medyası bir yana, Almanya’nın siyasi sınıfına ve siyasi partilerine egemen olan Almanya’nın metropol profesyonel sınıfı tarafından fanatik bir hırsla yürütülüyor.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, 13 Ekim’de yetkisi olmadan sıradan ayrılarak, İsrail’in Gazze’ye yönelik bombardımanı sırasında çoğu çocuk ve kadın olmak üzere yaklaşık 2.000 Filistinli sivilin hayatını kaybettiği sırada, Yahudi devletiyle dayanışma içinde olduğunu göstermek amacıyla İsrail’i ziyaret etti.
Von der Leyen, “İsrail AB’ye güvenebilir!” sözünü verdi ve ertesi gün, ‘İsrail’in uluslararası insancıl hukuka tam saygı göstererek, kendisini Hamas teröristlerine karşı savunma hakkına’ desteğini ifade etti.
Demek istediği, İsrail’in ne isterse yapabileceği ve arkalarının siyasi olarak korunacağı ve AB’nin cephaneliğini doldurmaya yardımcı olacağıydı. Almanya, ABD’den sonra İsrail’in ikinci büyük silah tedarikçisi.
Bu açıklamalar daha da şaşırtıcıydı, çünkü Leyen’in yakın zamanda Rusya’yı Ukrayna’daki savaşta tüm kalbiyle kınadığı eylemlerini İsrail için birdenbire haklı çıkardı. Avrupa Komisyonu Başkanı, Rusya’nın geçen yıl Ukrayna’yı işgal etmesinin ortasında, Moskova’nın doğu komşusuna yönelik saldırılarını ‘saf terör’ ve ‘savaş suçu’ teşkil eden eylemler olarak nitelendirmiş ve bunları birçok kez kınamıştı.
Örneğin von der Leyen, Rusya’yı Ukrayna’da sivil altyapıya yönelik hedef gözeten saldırılar düzenlemekle ve soğuk kışa rağmen erkekleri, kadınları ve çocukları su, elektrik ve ısınmadan kesmek gibi ‘net bir amacı’ olmakla suçlamıştı.
Ukrayna’nın Ukrayna ordusu için korkunç kayıplara yol açan feci Bahar Taarruzu’nun ardından, NATO ülkeleri Ukrayna ordusunun daha büyük kazanımlarından vazgeçtiğinde, kasım ayı sonundaki NATO dışişleri bakanları zirvesinde 2024’teki bir sonraki Ukrayna saldırısı için hazırlık çağrısında bulunan bir kez daha Yeşiller’den Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock oldu. “Rusya’ya karşı savaşıyoruz,” diyen aynı Baerbock, İsrail’in Filistinlilere yönelik soykırımı konusunda da aynı fanatizmi gösteriyor: “Bugünlerde hepimiz İsrailliyiz.”
Alman medyası da farklı değil. Alman yayıncı Axel Springer’in CEO’su Matthias Döpfner’in İsrailli rapçi Ben Salomo ile yaptığı röportajda, Döpfner’in Alman amiral gemisi gazetesi Die Welt, podcast’i gururla ‘Özgür Filistin yeni Heil Hitler’dir’ başlığıyla manşet yaptı. Alman medyası normali.
Bir Alman gazetesi ‘İsrail’in kendini savunma hakkı var, yeni Heil Hitler’dir’ manşetini atsaydı, sonuçları ağır olurdu. Bugün bir Alman televizyonunu veya radyosunu açmak, bir Alman gazetesini veya dergisini okumak, Nazi Almanyası’nın propagandasına bir geri dönüşü ortaya koyuyor.
Bu ‘Yeni Faşizm’in bir geleneği var. Nazileri iktidara getirmede ve orada tutmada çok önemli olan Alman orta sınıfıydı. Avukatlar, akademisyenler ve doktorlar gibi birçok meslek erbabı Nazi Partisi’nde en yüksek üyelik oranlarına sahipti. Birçoğu, ABD ve İngiltere’deki meslektaşlarının müdahalesi sayesinde cezadan kaçtı. ABD, Sovyetler Birliği’ne karşı bir müttefik ve asker sağlayıcısı olarak Batı Almanya’ya ihtiyaç duyduğundan, neredeyse tüm kovuşturmalar düşürüldü ve Hitler’in bu sadık takipçilerinin Nazi rejimi sırasında Alman toplumunun onurlu üyeleri olarak konumlarına devam etmelerine izin verildi.
Doksan yıl önce Alman toplumu, Aryan olmayan her şeyi çürütmeye kararlıydı ve şimdi kendi tanımlarına göre ‘antisemitik’ olan her şeyi ortadan kaldırmak için yola çıktı. Her ikisinin de amacı aynıydı: Almanya’nın egemen sınıfına karşı her türlü siyasi muhalefeti yok etmek.
Almanya’nın siyaset sınıfı sırtını duvara dayamış durumda. Sosyal Demokratlar, Yeşiller ve Liberallerden (FDP) oluşan bir koalisyon olan mevcut Alman hükümeti, Almanya’da şimdiye kadar gördüğüm en sevilmeyen hükümet. Liberaller, Federal Meclis’e yeniden girmek için yüzde 5’lik engeli aşamayabilir. Sosyal Demokratlar, bir önceki seçimde yüzde 25’ten sonra yüzde 10’a doğru gidiyor. Sadece Yeni Faşizm tarafından temsil edildiğini hisseden Yeşil seçmenler partilerine sadık kalıyor. Muhafazakar Hıristiyan Demokratlar kazanımlar elde ediyor, ancak beklendiği kadar değil. Destek alan tek parti, Almanların yüzde 20’sinden fazlasının gerçek muhalefet olarak gördüğü aşırı sağcı AfD. Dolayısıyla mevcut hükümet, faşizmin temeli olan nefreti teşvik ederek hayatta kalmaya çalışıyor. Önce Ruslar, şimdi de antisemitik Yahudiler. Sırada kim var?
Antisemitizm hilesine başvurmak, Almanya’ya has bir özellik değil. 2019 Britanya genel seçimlerinde, kazanma şansı yüksek olan ilerici İşçi Partisi Başbakan adayı Jeremy Corbyn’in antisemitik olarak iftiraya uğradığı zaman çok benzer bir şey gördük. Suçlama saçmalığın ötesindeydi, ama bu önemli değildi. Bu, yönetici sınıfın egemenliğini koruma meselesiydi. ABD’de İsrail Lobisi tarafından finanse edilen ve hızlandırılan aynı yapay histeriyi görüyoruz. Fakat Almanya’da bu, Üçüncü Reich’ı iktidara getirmek için kullanılan aynı titizlik ve fanatizmle yürütülüyor.
Dürüst olmak gerekirse, Almanların çoğunluğunun veya çoğunluğuna yakınının Ukrayna’daki vekalet savaşını veya İsrail’in Gazze’deki soykırımını ve Batı Şeria’daki etnik temizliğini desteklediğini düşünmüyorum. Financial Times kısa süre önce bu yılın Mayıs ayında bir anket yayınladı.
Sonuç aydınlatıcıdır. Almanya’nın sadece yüzde 17’si İsrail’e sempati duyarken, neredeyse aynı oranda kişi, yüzde 15’i Filistinlilere sempati duyuyordu. Diğer üçte ikisi ya her ikisine de eşit derecede sempati duyuyordu (yüzde 26) ya da emin değildi (yüzde 43). Hamas’ın 7 Ekim’de sivilleri öldürmesinden (İsrail ordusunun kaç ölümden sorumlu olduğu giderek belirsizleşse de) ve aynı İsrail ordusunun hem Gazze’de hem de Batı Şeria’da kendini ‘savunmak’ için sivilleri katletmesinden sonra, bazılarının fikrini değiştirmiş olabileceği iddia edilebilir. Fakat propagandanın amacı budur, bir nüfus yalanlara ve yarı gerçeklere o kadar boğulur ki, onlara inanmaya başlarlar. Ayrıca, şu anda Almanya’da gördüğümüz gibi, başka herhangi bir bilgiye maruz kalmalarını yasaklamayı da içerir.
1. Dünya Savaşı’ndan önce birçok kişinin yaptığı gibi, Almanların istediklerini yapmasına izin verin diyebiliriz. Bu onların milletidir ve orada kaldığı sürece onların meselesidir. Bu, egemen sınıfın sıkıntılı zamanlarda iktidarını yeniden sağlamlaştırmasının bir alıştırmasıdır. Bunun kesinlikle arkasında bir mantık var, fakat geçen sefer yanlış mantık olduğu ortaya çıktı. Unutulan şey, bu arada 350 milyon Avrupalının, Almanya’nın hegemon olduğu ve esas olarak finanse ettiği bir AB olan AB üzerinden Almanya ile aynı gemide oturduğudur. Parayı veren söz sahibidir. Von der Leyen’in İsrail’deki açıklamaları buna bir örnektir.
Geçmişten bildiğimiz gibi, faşizmi görmezden gelmek, özellikle de Almanya’dayken, iyi bir fikir değildir.