GÖRÜŞ

Hindistan’da genel seçimlere doğru-4 / Dış politika

Yayınlanma

Hindistan, iktidardaki Hindistan Halk Partisi (BJP) hükümeti ve ana muhalefetteki Hindistan Ulusal Kongresi (kısaca Kongre Partisi veya Kongre) başta olmak üzere 18. genel seçimlere hazırlanıyor. Seçimlerin kazananının yine BJP hükümetinin olacağı yönünde güçlü bir beklenti söz konusu olsa da muhalefetin başa geçmesi durumunda da özellikle dış politika bağlamında Hindistan’da büyük bir değişiklik yaşanmayacaktır. Çünkü Hindistan’da hem BJP hem de Kongre dış politika veya ekonomi gibi belirli konularda pragmatik ve ideolojik olmayan bir yaklaşım sergiler. Bu, aralarında ideolojik farklılıklar olmadığı anlamına gelmez ama bunlar genellikle çok açıktır ve ülkenin iç politikasında, özellikle de kimlik siyaseti söz konusu olduğunda önemli bir rol oynar. Ancak iki parti örneğin eğitim gibi alanlarda sıklıkla farklı fikirleri savunurken dış politika söz konusu olduğunda yaklaşımları ideolojik değil çıkar odaklıdır.

Hindistan’da genel seçimlere doğru-3 / Politik ekonomi

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Rusya ile ilişkiler bunun açık bir örneği. Hindistan dış politikasının mevcut değişmez gidişatlarından biri hem ABD hem de Rusya ile “müttefik olmadan” ortaklıkları sürdürme çabasıdır. Örneğin, Kongre Partisi geçmişte şimdikinden çok daha sol eğilimliydi. Ancak Kongre, ABD’nin Hindistan’ın en önemli ekonomik ortaklarından biri, önemli teknolojilerin sağlayıcısı, Çin’e karşı önemli bir destekçisi ve Hint diasporasının etkili ve zengin bir kesiminin üssü olduğu gerçeğini göz ardı edemez. Hem zaten çoğunlukla Modi’ye veya Modi hükümetine atfedilen günümüz Hindistan-ABD yakın ortaklığının temelleri aslında Kongre hükümeti döneminde atılmıştı. Benzer şekilde sağcı ve milliyetçi bir parti olan BJP de Sovyet komünizminden pek hoşlanmıyordu. Ancak iktidara geldikten sonra çoğu Hint silahının hâlâ Sovyet ya da Rus yapımı olduğu ve Rusya’nın nükleer enerji konusunda önemli bir ortak olmayı sürdürdüğü gerçeğini göz ardı edemezdi. Yani hangi parti iktidarda olursa olsun Hindistan dış politikada ılımlılığı korumaya çalışan bir ülkedir; Batı ile Rusya arasında (ve İsrail ile Arap devletleri arasında da) orta konumda kalmak isteyen bir ülke. Bu nedenle, paradoksal olarak, Hindistan’daki olaylar bazen öngörülemezken ve ülkenin çeşitli bölgeleri çoğunlukla siyasi veya sosyal açıdan istikrarsızken Yeni Delhi’nin dış politikası büyük ölçüde partiler/hükümetler üstü, istikrarlı ve öngörülebilir bir nitelik taşır.

Diğer yandan, Hindistan’da seçim anketleri dikkate alındığında Başbakan Modi’nin ve iktidar partisinin muhalefete karşı zaten çok büyük avantajları olduğu görülüyor; çok daha büyük mali kaynaklar, esnek bir medya ve bunların arasında uzlaşılmış bir bürokrasi. Ancak Modi hükümetinin yine de hiçbir şeyi şansa bırakmadığı da görülüyor. Bunlardan üçü ayrıca muazzam bir biçimde öne çıktı. İlki, Hindistan’ın eylül ayında ev sahipliği yaptığı G-20 Zirvesi idi. Hindistan hükümeti zaten dönüşümlü olan G-20 başkanlığını Hint halkına çok muazzam bir dış politika başarısı olarak, dünyaya ise “süper güç adayı” Hindistan’ın “dünya liderliğinin” gösterişli bir avatarı olarak pazarladı. Hem zaten Hindistan’ın G-20 sürecinde de uluslararası basın Modi hükümetinin azınlıklara ve siyasi muhaliflere yönelik saldırılarına pek de ilgi göstermedi. İkinci olarak, tüm Hintleri TV’ye kilitleyen, onlar için hem en sevilen spor hem de en çekici eğlence biçimi olan ve tüm milliyetçi duyguları ortak paydada buluşturup alevlendiren Kriket Dünya Kupası geliyor. Ancak ne yazık ki Hindistan’ın ev sahipliği yaptığı turnuvaların sonucunda 19 Kasım’da Hindistan’daki Modi’nin de memleketi olan Gujarat’ın Ahmedabad kentindeki Narendra Modi Stadyumu’nda Avustralya’ya karşı oynanan final maçı kaybedildi. Hindistan kazansaydı eğer, Narendra Modi’nin, Narendra Modi Stadyumu’nda Narendra Modi’ye övgüleri büyük bir coşkuyla selamlayarak, Dünya Kupası’nı büyük bir gururla alıp Hindistan takımına takdim etmesi hiç kuşkusuz büyük bir gösteri olacaktı. Ancak yine de Hindistan’ın tartışmasız süper güç olduğu bir alan olan kriketin Hindistan’a getirdiği prestij hâlâ büyük bir kazanç. Ve üçüncüsü ise ocak ayında Hindu tanrısı Rama’ya adanmış yeni ve devasa bir tapınağın açılışı oldu. Bu gösterişli açılış hiç kuşkusuz BJP hükümetinin çoğunlukçu gündemini daha da ileriye taşıyor.

Aynı zamanda Hindistan’ın dış politikası kısa zaman içinde birçok diplomatik zorlukla karşılaştı. Ancak görevdeki Modi rejimi bu birtakım zorlukları kendi lehine avantaj olacak bir biçimde bir seçim stratejisine dönüştürmeyi başardı. Örneğin, bunlardan Hint basınını en uzun meşgul edeni, Sih ayrılıkçılığı anlamına gelen Khalistan hareketi konusunda Kanada ile yaşamakta olduğu kriz ve BJP hükümeti bu kriz üzerinden Sih ayrılıkçılarını olduklarından daha büyük bir güvenlik tehdidi olarak resmederek tabanını genel seçimler öncesinde harekete geçiriyor. Yeni Delhi hükümeti zaten son yıllarda 2020-21 çiftçi protestosundan başlayarak Khalistan hareketine yönelik korkuyu körüklemeye başlamıştı. Çoğunlukla Punjab ve Haryana devletlerinden Sih çiftçiler, hükümetin Eylül 2020’de çiftlik ürünlerinin satışı, fiyatlandırılması ve depolanmasıyla ilgili onları serbest piyasadan koruyan kuralları gevşeten üç Çiftlik Yasası’nı yürürlüğe koymasına karşı protesto başlatmış, Ocak 2021’de Hindistan hükümeti, Khalistan hareketinin protestolara sızdığını iddia etmişti. 1970’lerin sonlarından 1990’ların başlarına kadar Punjab, Sih militanların yürüttüğü terör kampanyası ve onlara karşı çıkan Hindistan güvenlik güçlerinin uyguladığı vahşet ve aşırılıklar nedeniyle felaketi yaşamıştı. Bu felaket yaklaşık 25 bin kişinin yaşamına mal olmuştu. Günümüzde Punjab’da Khalistan hareketi fiilen öldü ama Batı’daki Sih diasporasının küçük ama son derece sesli ve görünür kesimleri arasında hayatta kalmaya devam ediyor. Yeni Delhi için bu durum BJP hükümetinin politik ihtiyaçlarına hizmet eden ve Başbakan Narendra Modi’ye “güçlü bir adam olarak” bir kez daha kendini kanıtlama şansı sunan yararlı bir seçim stratejisi haline gelmiş görünüyor. Normalde verilere göre, 2000-2022 yılları arasında Khalistan bağlantılı şiddet, daha düşük bir profilde: Son 22 yılda Punjab’da en az bir ölümle sonuçlanan 33 olay yaşanırken Jammu ve Keşmir’de 11 bin 892 ölümcül olay ve Maocuların dahil olduğu 5 bin 247 ölümcül olay yaşandığı kaydedilmiş. Ancak bugünkü iktidar söylemlerine kulak verildiğinde Khalistan hareketinin çok daha ciddi bir tehdit olduğu düşünülür.

Modi’nin tabanındaki popülaritesinin en güçlü nedenlerinden biri de Hindistan’ı güçlü ve iddialı bir Hindu devleti olarak yeniden düzenleme fikri. Modi hükümeti, 2015’te Hindistan’ın Manipur ve Nagaland’daki ayrılıkçıları hedef almak için Myanmar topraklarında nokta operasyon düzenlediğini büyük manşetlerle duyurmuştu. Eylül 2016 sonlarında gündeme Pakistan topraklarındaki “militan fırlatma rampalarına” karşı nokta operasyon düzenlendiği büyük harflerle yansıdı. Modi bu saldırının türünün ilk örneği olduğunu iddia ederken yine Hint basınında Pakistan kontrolündeki bölgeye daha önce yapılan dokuz saldırı belgelenmişti. Daha sonra Modi’nin, grubun Şubat 2019’da Pulwama’daki Merkezi Yedek Polis Gücü (CRPF)  konvoyuna düzenlenen ve 40 kişinin ölümüne yol açan intihar saldırısına misilleme olarak Hindistan’ın Jaish-e-Mohammed (JeM) eğitim kampına düzenlediği hava saldırılarıyla ilgili haberler yansıdı. Ancak Pakistan’ın Hayber-Pahtunhva eyaletindeki “Balakot’taki en büyük JeM kampının” yok edildiği ve “Hindistan’da daha fazla terör saldırısı planlayan çok sayıda teröristin, eğitimcinin ve JeM komutanının” öldürüldüğü iddialarını, uydu görüntülerini kullanan çok sayıda bağımsız çalışma doğrulayamadı. Daha sonra Pakistan’ın cezalandırıcı hava saldırılarına yanıt olarak Hindistan kendi savaş uçaklarını harekete geçirdi. Ardından Pakistan, bir MiG-21 Bison’u düşürmüş ve sonrasında zarar görmeden Hindistan’a dönen pilotu Abhinandan Varthaman’ı kurtarmıştı. Ancak Hindistan, Varthaman’ın düşmeden önce Pakistan’a ait bir F-16’yı düşürdüğünü ve hatta düşen uçak için “inkar edilemez deliller” sunduğunu iddia etmişti.

Hint analistler, Şubat 2019’da CRPF konvoyuna yapılan Pulwama saldırısının ardından bir JeM kampını ortadan kaldırmanın ve bir F-16’yı düşürmenin ikiz zaferinin Modi’nin zaferini mühürlediğini ve Modi’yi seçimin gidişatına ilişkin kaygılardan koruduğunu savunmuş, Pulwama’daki terör saldırısı ve hükümetin tepkisi derin bir milliyetçilik duygusunu harekete geçirmişti. Benzer şekilde yine Hint gözlemciler Modi’nin “güçlü adam” imajını bir kez daha pekiştirebileceği bir sonraki güvenlik krizi olarak Khalistan hareketini kurmaya çalıştığını düşünüyor. Hatta Modi yanlısı medya yorumcuları Kanada’nın “bir sonraki Pakistan” olduğu fikrini dile getirmişti. Kanada Başbakanı Trudeau’nun Hindistan hükümetini suçlayan iddiaları kanıtlansa da kanıtlanmasa da Modi ve partisine genel seçimlerinde bir avantaj sağlamış gibi görünüyor: Ottawa’nın Modi hükümetini suçlayan iddiaları Trudeau hükümeti tarafından kanıtlanamazsa Modi Kanada’nın ikiyüzlülüğünü açığa çıkarmış olur, eğer Hindistan’ın kendisine suikast düzenlediğine dair ikna edici kanıtlar ortaya çıkarsa bu kez Hindistan’ın artık yabancı topraklarda kendi ülkesine yönelik olduğu iddia edilen tehditleri ortadan kaldıracak kadar güçlü olduğu algısı geliştirilebilir.

Çok Okunanlar

Exit mobile version