GÖRÜŞ

Hindistan’ın Keşmir kararı ve beraberinde getirdiği tartışmalar

Yayınlanma

Hindistan Yüksek Mahkemesi, 16 gün süren duruşmanın ardından 11 Aralık 2023 tarihinde oybirliği ile aldığı bir kararla Narendra Modi hükümetinin 5 Ağustos 2019 tarihinde Hindistan Anayasası’nın eski Jammu ve Keşmir devletine özel özerk statü garanti eden 370. Maddesini iptal etme kararını onadı. Aynı zamanda, aynı yılın Ağustos ayında merkezi hükümetin Jammu ve Keşmir’den ayrı bir Ladakh birlik bölgesi oluşturma yönündeki hamlesinin de geçerli olduğunu ilan etti.

Hindistan Birlik hükümeti 2019’da Anayasa’nın 370 ve 35(A) Maddelerini iptal etmişti. 370. Madde, Hindistan Birliği’nin devletlerinden biri olan Jammu ve Keşmir devletine kendi Anayasası ile “benzersiz” nitelikte özel, ayrıcalıklı, özerk bir statü sağlıyordu ve ona savunma, iletişim ve dış ilişkiler dışındaki tüm konularda karar alma haklarını veriyordu. Kaldırılması, devletin özel statüsüne son verdi. Daha da önemlisi, 370. Madde, eski devletin kimleri daimi ikamet sahibi olarak kabul ettiğini tanımlamasına izin veren ve devlette iş ve mülk sahibi olma gibi özel haklar veren 35A Maddesini içeriyordu. Dolayısıyla özel statü, buraya Hindistan’ın başka bölgelerinden “yerleşme amaçlı” gelişin kapalı olduğu anlamına geliyordu. Yani, özel statü sayesinde Hindistan’ın Jammu ve Keşmir dışındaki vatandaşlarının burada gelişigüzel herhangi bir toprak, arazi, arsa, mülk vb. satın alması, iş kurması, buraya yerleşmesi yasaktı. Ve bu sayede bu bölgenin “kendine özgü” demografik özelliği korunuyordu. Ki Hindistan’ın Müslüman çoğunluklu tek bölgesi idi.

Ve son dört yıldır tartışmalar da özellikle bu noktadan patlak verdi. 370. Maddenin iptali, diğer bölgelerden Jammu ve Keşmir’e yerleşimin önünü tamamen açmış oldu. Ve bunun anlamı, Hindu milliyetçisi Modi hükümetinin buradaki Müslüman çoğunluklu demografiyi Hindu yerleşimcileri ile dengeleme veya hatta bozma planı olarak algılandı ve tartışmaların fitili çoğunlukla bu noktadan ateşlendi. Bu, çoğunlukla iç gündemi meşgul ediyordu.

Pakistan, Hindistan’ın 5 Ağustos 2019 tarihli eylemlerini “tek taraflı” ve “yasadışı” olarak nitelendirerek “uluslararası hukukun” bu eylemleri tanımadığını ileri sürerken Çin, Keşmir sorununun çözümü için Hindistan ile Pakistan arasında “diyaloğun” gerekliliğini vurguladı.

Modi hükümetinin iç gündeme dönük savunmasındaki temel argümanı kısaca şöyle özetleyelim: “demografik değişim değil, aksine bölgesel kalkınma planı”. Hindistan Başbakanı Narendra Modi bunu şöyle özetliyor: “Madde 370 ve 35(A), Jammu ve Keşmir halkının geri kalan Hintlerin sahip olduğu haklara ve kalkınmaya asla sahip olamayacağını garanti ediyordu. Bu maddeler nedeniyle aynı ulusa mensup insanlar arasında mesafe yaratıldı… Daha önce Jammu, Keşmir ve Ladakh’ın durumuyla ilgili bir soru işareti vardı: Artık sadece rekor büyüme, rekor gelişme ve rekor turist akışıyla ilgili ünlem işaretleri var… hayal kırıklığının ve umutsuzluğun yerini kalkınma, demokrasi ve onur aldı.”

Pakistan’ın tutumuna karşı, Hindistan konuyu zaten hiçbir zaman “uluslararası” olarak görmemiştir. Çin’in dikkati çektiği Hindistan ile Pakistan’ın ikili diyaloğuna karşı, “Hindistan’a göre” bu, zamanında arabulucu aktör(ler) de dâhil olmak üzere denenmiş ve başarı sağlanamamış bir yoldur ki bunun da nedeni Pakistan’ın kendisidir. Ayrıca Pakistan’ı bir terör devleti olarak gören Hindistan’a göre zaten bu bölgede -hatta Pakistan’ın kontrol ettiği kısımlar da dâhil- Pakistan’ın bir hakkı yoktur ki dolayısıyla Pakistan ile diyaloğun da bir anlamı yoktur.

Hindistan’ın kontrol ettiği Jammu ve Keşmir bölgesi üç bölgeden oluşuyor: Hindu çoğunluklu Jammu, Müslüman çoğunluklu Keşmir Vadisi ve Budist çoğunluklu Ladakh. Bunlar bir bütün olarak Hindistan Birliği’nin bir devletini oluştururken bugün Jammu ve Keşmir ile Ladakh olmak üzere iki ayrı birim olarak Birliğin, yani Merkezî hükümetin doğrudan yönetebildiği Birlik toprakları hâlini aldı. Ancak Jammu ve Keşmir Birlik toprağında meclis açık olacak ve seçimler devam edecek. Beş yargıçtan oluşan bir heyetin oybirliğiyle aldığı karar da bu oluşumu onadı ve burada seçimlerin yapılması için gelecek yıl 30 Eylül’e kadar son tarih belirledi.

Karşı çıkanlar, bölgenin özel statüsüne yalnızca Jammu ve Keşmir “kurucu meclisinin” karar verebileceğini ileri sürdüler ve parlamentonun bunu iptal etme yetkisinin olup olmadığını tartışmaya açtılar. Mahkeme, özel statünün “doğası gereği” parlamento tarafından iptal edilebilecek “geçici” bir anayasa hükmü olduğunu söyledi.

Jammu ve Keşmir’in yirmi yılı aşkın bir süredir “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) gündeminde kalan uluslararası olarak tanınan bir anlaşmazlık” olduğunu belirten Pakistan, Hindistan’ın, Keşmir halkının ve Pakistan’ın iradesine aykırı olarak bu ihtilaflı bölgenin statüsü konusunda “tek taraflı karar alma hakkına sahip olmadığını” vurguluyor.

Diğer yandan Hindistan Yüksek Mahkemesi Jammu ve Keşmir’in 1947’de Hindistan’a katılımından sonra herhangi bir “egemenlik unsurunu” elinde tutmadığına ve 370. maddenin, “içinde yer aldığı tarihsel bağlamın okunmasına ilişkin geçici bir hüküm” olduğuna karar verdi. 1951’de Jammu ve Keşmir için, Hindistan Anayasası çerçevesinde Jammu ve Keşmir anayasasını ve “devletin Hindistan Birliği’ne katılımı ile ilgili konuları” formüle etmek üzere bir Anayasa Meclisi seçilmiş ve 370. maddenin bundan sonraki seyrini belirleme yetkisinin de bu Meclise ait olacağı yorumlanmıştı.

Yargıç Khanna, Madde 370’in asimetrik federalizmin bir örneği olduğunu ve Jammu ve Keşmir’in egemenliğinin göstergesi olmadığını ve ayrıca 370. maddenin yürürlükten kaldırılmasının federalizmi aşındırmadığını söylüyor. Yargıç SK Kaul ise 370. Maddenin amacının Jammu ve Keşmir’i yavaş yavaş diğer Hindistan devletleri ile aynı düzeye getirmek olduğunu söyledi.

DY Chandrachud, SK Kaul, Sanjeev Khanna, BR Gavai ve Surya Kant olmak üzere beş yargıçtan oluşan heyet pazartesi günü üç temel konuyu ele aldı: Bunlardan ilki, Jammu ve Keşmir’in “benzersiz” ve “özel” statüsü idi ki Heyet, Jammu ve Keşmir’in 1947’de Hindistan’a katılımından sonra “herhangi bir egemenlik unsurunu elinde tutmadığına” karar verdi. Bir diğeri, 370. maddenin Anayasa’nın geçici mi yoksa kalıcı bir hükmü mü olduğuna dair idi ki Heyet, 370. maddenin “geçici” bir hüküm olduğuna karar verdi. Ve üçüncüsü ise 370. maddenin “fiilen yürürlükten kaldırılmasına ilişkin” konulardı ki Heyet, Ağustos 2019 tarihli Cumhurbaşkanlığı ilanlarının her ikisini de onadı.

Parlamento, 2019 Cumhurbaşkanlığı emirlerinde “Jammu ve Keşmir Kurucu Meclisi”ne, “Jammu ve Keşmir Yasama Meclisi” anlamına gelen yeni bir anlam kazandıran bir hüküm getirmiş ve ardından Cumhurbaşkanı’nın 370. Maddeyi yürürlükten kaldırma kararı ile Yasama Meclisinin yetkilerini üstlenmişti. Yargıç Chandrachud, Jammu ve Keşmir’in kurucu meclisinin kalıcı bir organ olmasının amaçlanmamış olduğunu, yalnızca Anayasayı çerçevelemek için kurulmuş olduğunu ve Kurucu Meclis’in tavsiyesinin Cumhurbaşkanı için bağlayıcı olmadığını söyledi. İtiraz edenler, bu eylemlerin Birliğin, Cumhurbaşkanının yönetimi altındayken devletin yetkilerini üstlenerek yapıp yapamayacağını sorgulamışlardı.

Ayrıca Yargıç Sanjay Kishan Kaul, “Jammu ve Keşmir’de 1980’lerden bu yana hem Devlet hem de Devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen insan hakları ihlallerini araştıracak ve rapor edecek ve uzlaşma tedbirleri önerecek” bir “Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu”nun kurulmasını önerdi. Ancak bu noktada bir başka tartışma konusu da gerçekten işe yarayıp yaramadıkları noktasında yaşanıyor. Aslında 1970’lerden bu yana Şili, Güney Kore, Sierra Leone ve El Salvador gibi 40’tan fazla ülkenin bu komisyonları bölünmüş toplumları iyileştirmeye çalışmak için kurduğu tahmin ediliyor.

Bunun en ünlü örneğine Güney Afrika’da tanıklık edildi. 1948’den başlayarak, Güney Afrika hükümeti apartheid olarak bilinen bir ırk ayrımcılığı politikası başlatmıştı. Apartheid, Hintlerin yanı sıra siyahi Afrika nüfusunun çoğunluğuna karşı da sistematik olarak ayrımcılık yapmış, politik ve ekonomik güç Güney Afrika’daki beyaz azınlığın elinde yoğunlaşmıştı. Bu dönemde aynı zamanda hükümetin güçsüz gruplara karşı -aktivistlere ve sivillere karşı yargısız infazlar, işkence ve diğer suçlar da dahil olmak üzere- insan hakları ihlallerine de tanık olunmuştu. Ve bu durum, apartheid rejiminin sona erdiği ve Güney Afrika’daki beyaz azınlık hükümetinin, yurtiçinde ve yurtdışındaki yoğun baskıların ardından çoğunluk yönetimine geçtiği 1990’lara kadar devam etmişti. Ancak Güney Afrika’nın Nelson Mandela liderliğindeki yeni hükümeti bir sorunla karşı karşıya kalmıştı: Ülke, şiddet uygulayanların yanı sıra acı çekenlerle nasıl başa çıkmalı? Farklı yaklaşımlar gündeme gelmiş olsa da Güney Afrika kendine özgü bir yöntem ile 1995’te “Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu”nu kurmayı seçmişti. Görevi, insan hakları ihlallerini araştırmak, mağdurları rehabilite etmek ve faillere af verilip verilmeyeceğine karar vermekti. Komisyon, mahkeme salonunda duruşmalar düzenlemek yerine Güney Afrika genelinde halka açık duruşmalar düzenlemiş ve istismar mağdurlarına hikâyelerini kamuoyuna anlatma şansı, faillere gerçeği söyleme ve işledikleri suçlardan dolayı özür dileme şansı verilmişti. Amaç, herkesin apartheid döneminde olup bitenlerle ilgili gerçeği duymasıydı. Bu itirafların affedilmeye yol açacağı ve ulusun iyileşmesi için bir fırsat olacağı umuluyordu. Cumhurbaşkanı Nelson Mandela, hükümet adına tüm istismar mağdurlarından özür dilemişti.

Uluslararası alanda, Güney Afrika’nın Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu ile yaptığı deney büyük ilgi görmüştü ki ilgi gösterenlerden biri de Hindistan. “Konu yalnızca adaletsizliğin tekrarını önlemek değil, aynı zamanda bölgenin sosyal dokusunu tarihsel olarak temel aldığı şeye, bir arada yaşama, hoşgörü ve karşılıklı saygıya yeniden kavuşturma yüküdür” diyen Yargıç Kaul, pazartesi günü açıklanan 370. Madde kararında Güney Afrika Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nu defalarca övdü ve benzer bir Komisyon’un Keşmir için de kurulmasını tavsiye etti. Görünen o ki bu iyileştirme ve bağışlamanın ilk adımı olarak devlet ve devlet dışı aktörlerden gelen insan hakları ihlallerine ilişkin raporları inceleyebilecek bir Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu öne çıkıyor. Ancak yine Güney Afrika örneğine bakılarak bunların ulusal bölünmeleri iyileştirmede işe yaramadığına dair yaygın bir kanı da söz konusu ki zaten Güney Afrika’nın beyaz nüfusunun çoğu bu Komisyonu siyahi vatandaşlarının uzlaşma çabası olarak görmek yerine bunu, kendilerine zulmetmeyi amaçlayan bir “cadı avı” olarak gördüler.

Güney Afrika’daki mağdurlar kendi sözlerini söyleme şansına sahip olsa da hükümet kendilerine söz verilen tazminatları vermekte yavaş davrandı. Ve Güney Afrika güvenlik teşkilatları ve polisinin bazı üyelerine af çıkarıldı, ancak bu affı almayanlar da çok fazla soruşturmayla karşı karşıya kalmadı ki bu durum birçok kişide “adaletin ulusal birliğe feda edildiği” hissine yol açtı. Ayrıca böyle bir Komisyon’un kurulması ne Güney Afrika toplumunda ne de ekonomisinde herhangi bir yapısal değişikliğe yol açtı. Irksal eşitsizlik ülkeyi bölmeye devam ediyor ki Dünya Bankası’na göre Güney Afrika dünyanın en eşitsiz toplumu ve ülkedeki zenginliğin yüzde 80’i nüfusun yüzde 10’unun elinde. Kısacası gerçek şu ki bugün Keşmir için gündeme gelen böyle bir komisyonun ilham alınan örneğinde dahi apartheid’ın sıradan kurbanlarının yaşamlarını iyileştirmek için başarıdan söz etmek pek olası görünmüyor.

Ve bir başka gerçek de şu ki Narendra Modi’nin sözleri ile sonlandıralım: “Jammu, Keşmir ve Ladakh’ın nefes kesen manzaraları, sakin vadileri ve görkemli dağları nesiller boyunca şairlerin, sanatçıların ve maceracıların kalplerini büyüledi. Yüceliğin olağanüstüyle buluştuğu, Himalayaların gökyüzüne uzandığı, göl ve nehirlerinin tertemiz sularının gökyüzüne ayna tuttuğu bir yer. Ancak son yetmiş yıldır bu yerler şiddetin ve istikrarsızlığın en kötü biçimine tanık oldu; bu harika insanların asla hak etmediği bir şey. Ne yazık ki, yüzyıllarca süren sömürgeleştirme, özellikle de ekonomik ve zihinsel boyunduruk nedeniyle bir nevi kafası karışık bir toplum haline geldik. Çok temel konularda net bir pozisyon almak yerine ikiliğe izin verdik, bu da kafa karışıklığına yol açtı. Ne yazık ki Jammu ve Keşmir böyle bir zihniyetin büyük kurbanı oldu.”

Çok Okunanlar

Exit mobile version