İsveçli bir sosyal medya fenomeni, kadınlardan eşlerine ne sıklıkla Roma’yı düşündüklerini sormalarını ister. Aynı soru, diğer Batılı erkeklere de sorulmaya başlar. Ortaya çıkar ki Batılı erkekler, haftada en az birkaç kere Roma İmparatorluğunu düşünüyor. Bu ilginç durum için getirilen çeşitli açıklamalar var. Mesela Batı medeniyetinin bireyciliğinden tükenmişlik ya da daha maskülen bir estetiğe olan özlem, motivasyonu bitmiş Batılı erkeği “eski güzel günleri” düşünmeye itebilir. Yine de bunun arka planında son zamanlarda daha fazla konuşulmaya başlayan jeopolitik bir tartışma da söz konusu.
Amerikalılar sadece birey olarak değil, devlet olarak da kendilerini Roma İmparatorluğu’yla kıyaslamayı severler. Batı’nın Yeni Dünya’da inşa ettiği bu ulusu, medeniyetin öncüsü ve koruyucusu olarak tanımlarlar. Aynı Roma gibi militarist ve genişlemecidirler. Barbar kavimlere medeniyet (demokrasi) götürmeyi kendilerine hak bilirler. Devlet binalarında bile Roma estetiğini devam ettirirler. Washington D.C’de kongrenin olduğu bölgenin adı aynı Roma’nın kurulduğu tepe gibi Capitol Hill’dir.
Daha önemli bir benzerliği Roma’nın resmi adında görebilirsiniz. SPQR; Yani Roma Halkı ve Senatosu. Cumhuriyetten devasa bir imparatorluğa uzanan bu medeniyetin sonsuz bir kavga içindeki iki yapıtaşını temsil eder; halk ve elitler. Amerikan ve Roma medeniyeti arasında yapılan bu kıyas, doğal olarak Roma’yı temsil eden temel tartışmanın bir benzerini de ABD’ye getiriyor.
Amerikalının Öfkesi
Amerika’nın elitler ve halk arasındaki tartışması, aynı Roma gibi doğumundan bu yana devam ediyor. Ancak son yıllar, Amerika’nın müesses nizamına karşı nefretin büyüdüğü ve genişlediği bir dönem olarak tarihe geçti. Kutuplaşma öyle boyutlara vardı ki Amerikan halkı şu soruyu tekrarlamaya başladı; ABD çöküyor mu?
Amerika şu an hala dünyanın en güçlü ülkesi. Hala benzersiz bir ekonomiye, rakibi olmayan devasa bir orduya sahip. Dünya hegemonyasını sürdürmek için bu iki büyük gücü kullanmaktan da çekinmiyor. Peki kendi vatandaşında neden böyle bir algı var? Bazılarına sorsanız bu tartışma hep vardı. Soğuk Savaş’ı kazanmak üzereyken bile birçok Amerikalı “bizim medeniyetimiz çökmek üzere” gibi cümleleri tekrar eder dururdu. Yine de o zamandan bu zaman değişen bazı durumlar var.
Başta Roma olmak üzere birçok büyük medeniyeti çökerten dört ana başlık sayabilirim. Fazla genişleme, kendini büyük yapan değerlerden uzaklaşma, zamanın ruhuna uyum sağlayamama ve tabii kaçınılmaz olan; göç. Roma, çöküş evresine girdiğinde kendi tanrılarını bırakıp Hristiyanlığa geçmişti. Sınırları kuzeyde İskoçya’dan doğuda Kafkasya’ya kadar uzanıyordu. Kavimler göçüyle birlikte önceden “medeniyet” götürdüğü barbar topluluklar, onların topraklarına akınlar düzenliyordu. İstilacıları atamayacağını anlayan Romalıların bu barbarları ordularına katmaktan başka çaresi yoktu. Ne Roma lejyonlarını güçlü yapan disiplin kalmıştı ne de İmparatorluğu büyük yapan kültürel bir bütünlük…
M.S 3. Yüzyıl’da imparatorluk çatırdadı ve üçe bölündü. Sezar’ın fethinden sonra ilk kez Galyalı kimliği taşıyan Galya Krallığı kurulmuştu. Doğuda ise hak iddiasında bulunan Kraliçe Zenobya Palmira İmparatorluğu’nu inşa etmişti. Yani Roma, devasa topraklarına, sonsuz askerlerine ve bitmek tükenmek bilmeyen ekonomik gücüne rağmen parçalanmaktan kendini koruyamamıştı. Dönemin büyük lideri İmparator Aurelian, isyancıları yenmeyi ve Roma’yı birleştirmeyi başardı. Ancak İmparatorluğun düşüş süreci başlamıştı bile.
Özellikle 2. yüzyıldan sonra Roma’nın her yılı tarihinin en zor yılı oldu. Bir kerede parça pinçik olmadı ama 200 yıl etrafa savruldu durdu. M.S 476’da da yüzyıllar süren egemenliği son buldu.
Tarihin en zor yılı
Tarihçiler Roma-ABD kıyasını pek sevmiyorlar. Bilimsel açıdan haklı da denilebilirler. Neticede kültürden teknolojiye, dünyanın küreselleşmesine kadar belki yüzlerce değişken var… İki medeniyeti karşılaştırmak kolay değil.
Yine de Roma bize küçük ipuçları verebilir. 2023 yılına girildiğinde ABD’li vatandaşlar atlatılan her krize rağmen ülkelerini iyi yolda görmüyorlar. Ülkeleri, dün ABD’yi galip kılan düşünce özgürlüğü gibi liberal fikirleri bir kenara bırakıp kimlik siyaseti temelli “woke” ideolojisini benimsedi. Düşünce özgürlüğü “beyaz üstünlükçülüğün aygıtı” olarak lanetlendi. Bu yeni ideoloji, topluluktan ziyade bireyi hedef alıyordu. İnsanlar, cinsiyetleri ve ırkları üzerinden daha da ciddi bir şekilde kamplaştılar. Hatta askeri ve askerliği “şoven” bulan bu ideoloji askere alımları da vurdu. CIA ve Pentagon’un kimlik salatalı reklam filmlerine rağmen yıllık askere alım hedeflerinin yüzde 25’i doldurulamadı.
Amerikan dış politikası ise bir felaketti. “Beyin ölümü gerçekleşti” denilen NATO sadece bir yıl önce Rusya’nın Ukrayna işgali yüzünden konsolide olmuşken bu yıl tekrardan zayıflama belirtileri gösterdi. Avrupa’da birçok ülke, NATO’ya karşı kuşkulu liderler seçmeye başladı.
Ukrayna’nın üstüne reklam filmleri çekilen karşı taarruzu adeta bir duvara çarptı. NATO askeri doktrinleri Rusya’nın savunmalarını delmekte başarısız oldu. Ukrayna’nın tüm yüksek iradesine ve savaşma kabiliyetlerine rağmen Batı’nın destek verirken gösterdiği yarım yamalak istek giderek daha da azaldı. Biden’ın Ukrayna’ya ayırdığı ödenek tükendi. Rakipleriyse yeni bütçeye karşı çıkıyor.
Bu sırada ABD’nin en yakın dostu büyük bir krize sürüklendi. 7 Ekim sonrası İsrail’in çevre ülkelerle normalleşmesi bir anda durdu. Gazze’de katliama devam ettikçe yalnızlaşmaya devam ediyor. Hatta ABD’yi de yanında sürüklüyor. Geçen yıl Ukrayna’da demokrasi ve insan hakları üzerinden kurulan bütün retorik, birkaç ay içerisinde Gazze’de enkazın altına gömüldü. Amerika, kendi uymadığı “kurala dayalı düzeni” artık kimseye anlatamıyordu.
Sonra bir de Yemenli Husiler ortaya çıktılar. İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü katliama karşı savaş ilan ettiler ve Kızıldeniz’de ticaret gemilerine el koymaya başladılar. Küresel şirketler Güney Afrika’yı dolanmak zorunda kalmıştı. “Düzenin hamisi” ABD, saldırıları durdurmak için görev grubu kurdu. Operasyona birçok müttefiki katılmayı reddetti. Bu ülkeleri doğrudan ilgilendiren bir meselede dahi fikir birliği sağlanamamış, ABD neredeyse yalnız kalmıştı.
Daha bir de yaptırımlar var. Ukrayna işgali sonrası getirilen ekonomik yaptırımlara küresel çapta birçok ülke uymadı. Türkiye, Hindistan ve Brezilya gibi gelecek vadeden bölgesel güçler Rusya’yla iş yapmaya devam ettiler.
Ukrayna üzerinde bu belirsizlik sürerken bir de Tayvan meselesi yaklaşıyor. Çin, bu konuyu askeri yolla mı diplomatik yolla mı çözer bilmiyoruz. Ama olası bir karşılaşmada Avrupa, ticari bağlarını koparmak istemeyecek gibi gözüküyor.
Tüm bunların üzerine Amerikan vatandaşı soruyor; biz neden dünyayı kontrol etmeye çalışıyoruz? Kendi gençliğimiz sokakta uyuşturucudan başını kaldıramıyor. Altyapımız tarihi eserden hallice bir durumda. Ordumuz, tuhaf ideolojilerle zayıflatılıyor. Sınırlarımız ardı arkası kesilmeyen göçlerle delik deşik hale getiriliyor. Neden bir 100 milyar dolar daha Ukrayna için harcamalıyız?
Bu sorular ABD halkını elitlere karşı popülizme yönlendirdi. Tüm bu sorunları görmezden geldikçe popülist kanat güçlenecek. Ancak ABD’nin küresel hegemonyası zayıflamaya devam edecek.
ABD’nin müesses nizamı, Trump kaynaklı popülizmin ABD’nin sonu olacağını düşünüyor. Ancak Trump olsa da olmasa da kapılarının önünde biriken sorunlar her yıl üstüne koyarak artacaktır.
İşte bu yüzden 2023, imparatorluğun en zor yılı. ABD, iç savaş yaşamış, 11 Eylül’ü geçirmiş bir ülke ama dünyanın dört bir tarafından bu kadar zorlandığı hiç olmamıştı. Bir anda paramparça olmasa da en güzel günlerini çoktan geride bıraktı bile. Bundan sonra her yıl bir öncekinden daha da zor geçecek. Kutuplaşma artacak, nüfuz zayıflayacak, müttefikler kendi yollarına bakacaklar.
Peki bundan bir kaçış var mı? Evet var. ABD, kendini güçlü yapan öğelere odaklanır, küresel trendlere uyum sağlar ve dünya hegemonyası arzusundan vazgeçerse ömrünü kat ve kat artıracaktır. Ancak Roma gibi kendisinden önce gelen medeniyetler bize bunu denemeyeceğini söylüyor. Roma’nın zayıflayışı sadece Roma için değil dünya için de çok sancılı olmuştu. Belli ki 2024 küresel siyaset adına daha da zor geçecek. Umarım yanılırım.