Çevirmenin notu: Çöküş döneminde olduğu hiçbir şekilde inkâr edilmeyen Britanya Krallığının, “İngiliz Milletler Topluluğu” marka adı altında yer alan sömürgelerinde kıpırdanmalar var gibi görünüyor. En son Jamaika Hukuk ve Anayasal İşler Bakanı Marlene Malahoo Forte, bu ayın başında “2024 gibi erken bir tarihte” referandum düzenleyerek İngiliz kraliyetinden tamamen bağımsız olmayı planladıklarını açıklamıştı. Bakan, Jamaika halkının Kraliçe 2. Elizabeth’e sevgi duyduğunu ve onunla özdeşleştiğini, ancak Kral 3. Charles için durumun öyle olmadığını belirtmişti. Bunun bir tür domino etkisi yaratıp yaratmayacağı hakkında fikir yürütmek için belki erken olabilir ama Britanya’nın köleleştirdiği halklar bir asırdır mahkûm edildikleri prangadan kurtulmaya başlayacak gibi görünüyor. Şu linkteki tercüme belki okurun ilgisine nail olabilir. Black Agenda Report, George Padmore’un 1938’de yazdığı, o dönem Batı Hint Adaları’ndaki emekçilerin durumunu anlatan makaleyi anımsatmış.
1938’de Pan-Afrikanist George Padmore, Batı Hintli emekçi kitleleri İngiliz emperyalizmine karşı ve kendi kaderini tayin hakkı için mücadeleye çağırdı. Neredeyse bir asır sonra Karayipler hala ıstırap çekiyor, kendi kaderini tayin hala bir hayal ve şu an Charles’ın idaresinde Kraliyet hala hüküm sürüyor.
“Kral” Charles’ın taç giyme töreni olarak adlandırılan grotesk orta çağ seremonisi, İngiliz Kraliyeti döneminde kölecilik ve sömürgecilik suçlarından ıstırap çekmiş ve çekmeye devam eden dünyanın dört bir yanındaki tüm Afrikalı halklara karşı korkunç, çıplak yumruklu bir hakaret. Charles’ın taç giyme töreninin dünyanın dört bir yanındaki bazı Afrikalılar tarafından kutlanması, zihinsel köleliğin hala devam ettiğini ve zenci zihninin henüz dekolonize edilemediğini anımsatan çirkin bir hatırlatma. Kutlanacak ne var? Halkın kesesinden geçinen ve yüzyıllarca süren kölelik, vahşet, soykırım ve yozlaşmanın meyvelerini toplayan solgun, pörsümüş, ahlaksız ve ne idüğü belirsiz bir aile mi?
Charles’ın adaşlarından — I. Charles ve II. Charles — ilk Charles, Afrikalı halkların Amerika’ya satılmasına izin verirken, ikinci Charles bu ticareti genişletti. I. Charles mutlak monarşik tüneğinden indirilip alenen başı kesilerek Kralların İlahi Hakkı inancına mutlak olarak son verilirken son Charlie seleflerinin Afrikalı kâr paylarını miras almaya devam ediyor. (Hey Chuck: Güney Afrikalılar çalınan elmasları “Afrika’nın Büyük Yıldızı”nı derhal geri istiyor!)
Ailenin Kaliforniya’ya sürgün edilen Harry ve Meghan’a bile kraliyet çiçeği bulaşmış durumda: Onlar, Oprah Winfrey’e ve dinleyen herkese ırkçı kraliyet mikro saldırganlıklardan yakınırken kahverengi tenli halkın toplu katliama uğratıldığını itiraf eden narsist kan emiciler. Yuh a**** k******. Eğer gerçekten ilerici olsalardı, isimlerinden, servetlerinden ve utanç verici Netflix dizilerinden feragat ederlerdi. Bu konuda iyi şanslar onlara.
Her halükârda bu görkemli yapıların tamamı modası geçmiş ve çağ dışı bir toplumsal formu temsil ediyor. Tek işlevleri bir yandan, aksi halde bu soğuk ve kasvetli kuzey Atlantik adasını ziyaret etmek için hiçbir gerekçesi olmayacak olan saf Amerikalı turistler için Marka Britanya yaratmak. Diğer yandan da küresel süper elitin ve onların dünya çapındaki daha zengin kraliyet mensuplarının süper yüklü finans kapitalizminin altın yaldızlı eşleri olarak hizmet etmek. Ancak İngiliz kraliyeti mensupları kendi saraylarında birer soytarıdan ibaretken kandırılan, tazminat parasının tek kuruşunu bile göremeyen ve bazı durumlarda hala onların kokuşmuş ve kangrenli yönetimine tabi olan bizleriz.
1938’de köleliğin sona ermesinden bir asır sonra Britanya, Batı Hint Adaları’ndaki siyah ve kahverengi tenli halklar sömürge yönetiminden ve onun bekasını sağlayan yerel uşaklardan bıkmış ve usanmışlardı. George Padmore’un Workers Age’deki sivri dilli makalesinde yazdığı gibi: “Trinidad ve diğer Batı Hint sömürgelerinin halkı, hala idarecilerin otokratik yöntemleriyle daha da ağırlaşan bir dizi iktisadi ve sosyal mağduriyet ile kıvranıyor. Kendi kaderini tayin etme yolunda köklü bir değişimin tam zamanı. Bu, tarihin Batı Hint Adaları’nın emekçi kitlelerine, Hintlilere olduğu kadar siyahlara da yüklediği bir görevdir; zira Batı Hint burjuvazisi en gerici sömürgeci egemen sınıflardan biridir ve zorlanmadıkça asla taviz vermeyecektir.”
Ve yine… Neredeyse bir asır sonra, Karayipler hala ıstırap çekiyor, kendi kaderini tayin hala bir hayal ve Kraliyet hala hüküm sürüyor; şu an başa Charles var, kunduz postlarından ve kanlı elmaslardan, kepekten ve pis kokulu nefesten oluşma, altın tahtından haksız servetini inceleyen, Kraliyet Mücevherlerini ovuşturan ve kraliyet asasını ailesinin kanlı geçmişine ve kolektif talihsizliğimize sallayan o dayanılmaz kukla ile. Artık gitmesinin zamanı geldi. Bu arada, George Padmore’un makalesini aşağıda okuyabilirsiniz.
***
Batı Hint Adaları’nda İngiliz Emperyalizmi
George Padmore
Trinidad’daki çalışma koşullarını soruşturmak üzere bir Kraliyet Komisyonu atanmasına rağmen bu kolonideki genel siyasi durum kötüden daha kötüye gidiyor. Yetkililer yeni bir Fitne Yasası çıkarılmasını önerdi; halka açık gösteriler yasaklanıyor, gazete editörleri kovuşturmayla tehdit ediliyor, İngiliz birlikleri adanın sanayi merkezlerini garnizonlaştırmak üzere karaya çıkarıldı, kazanılmış çıkarları korumak için özel bir orta sınıf gönüllü gücünün silahlandırılması amacıyla bir miktar bütçe geçirildi, Britanya İmparatorluğu İşçileri ve Yurttaşları Özerk Yönetim Partisi Başkanı Uriah Butler da dahil olmak üzere pek çok sendika lideri cinayet, fitne ve isyana teşvik suçlamalarıyla Ağır Ceza Mahkemesine çıkarıldı. Yetkililerin terör ve sindirme dalgası ülkeyi kasıp kavuruyor.
Batı Hindistanlı işçiler, siyahlar ve Doğu Hindistanlılar, dünyada en kötü ücretlerle çalışan işçiler arasında ve bunun sonucunda yaşam standartları son derece düşük. Son yıllarda işsizlik ve hayat pahalılığının artması nedeniyle koşulları neredeyse dayanılmaz hale geldi. Örgütsüz ve herhangi bir siyasi haktan yoksun oldukları için herhangi bir sosyal yardım alamıyorlar.
Geçtiğimiz mayıs ayında Trinidad İşçi Partisi Başkanı ve Yasama Konseyi’nin seçilmiş bir üyesi olan Yüzbaşı Cipriani, hükümet tarafından koloninin Taç Giyme Törenindeki iki temsilcisinden biri olarak atandı. Onun yokluğunda özellikle petrol sahalarındaki işverenler sanayide verimi artırmaya başladı ve çaresizliğe sürüklenen işçiler 19 Haziran’da grev ilan etti. Grev ilan edilir edilmez şirketlerin yöneticileri hükümeti grevi ezmek için kendilerine yardım edilmesi çağrısı yaptı. Port of Spain’den petrol endüstrisinin merkezine polis gönderildi. Oraya vardıklarında grevcileri dövmeye ve onları petrol sahalarından sürmeye başladılar. Bir sahada on işçi öldürüldü ve on altı işçi yaralandı.
Hükümetin halkı sindirmek için seferber ettiği tüm askeri gösterilere rağmen grevciler mağduriyetleri giderilene kadar işe dönmeyi reddettiler. O zamana kadar grev ada geneline yayılmıştı. Büyük şeker tarlalarında çalışan binlerce Doğu Hintli tarım işçisi çalışmayı reddetti. Ülkenin pek çok yerinde motorlu taşıtlar akaryakıt yokluğundan durmak zorunda kaldı, Port of Spain limanına gelen gemiler yüklerini boşaltamadı. Ülkenin tüm ekonomik hayatı durma noktasına gelmişti.
Petrol sahalarındaki muazzam petrol israfından endişe duyan şirketler, grev liderleriyle müzakere etmeye karar verdi. Fakat hükümet, saklanmaya başlayan grev lideri Butler’ı tutuklamakla tehdit ederek görüşmeleri engelledi. Adamlarını yakalamaya kararlı olan polis, liderlerine ihanet edecek her işçiye 100 pound teklif edecek kadar ileri gitti. Ancak grevciler bu teklifi reddetti ve işverenlerle görüşmek üzere bir heyet görevlendirdi. Uzun pazarlıklardan sonra şirketler bazı taleplerini kabul etti ve işçiler işlerine geri döndü.
Başta bayındırlık işleri olmak üzere kamu daireleri de çalışanlarının ücretlerini artırdı ve sekiz saatlik iş günü uygulamasını başlattı. Port of Spain Belediye Meclisi tarafından istihdam edilen çöpçülerin bile ücretlerine zam yapıldı.
Tepkisel dürtü
Başarılarından ilham alan işçiler, kazanımlarını korumak ve toplu pazarlık hakkı için baskı yapmak amacıyla ada tarihinde ilk kez sendika örgütlemeye başladılar. Ancak bekleneceği gibi güçlü bir Ticaret Odası şeklinde örgütlenmiş olan işverenler sendikacılığa şiddetle karşı çıktılar ve sendikaları yasa dışı organlar, fitne yuvaları ve Bolşevizm olarak addedip kınadılar ve onlarla hiçbir ilişki kurmadılar. Öte yandan hükümet, sendikaları tanımakla birlikte devam etmesi halinde işçilerin ekonomik çıkarlarını savunmadaki etkinliklerini ve yararlılıklarını azaltacak bir politika benimsedi.
Tüm karşı çıkışları bastırmak için valinin yaptığı ilk şey, grev sırasında basına sansür uygulamak ve yerel editörleri, aldığı askeri tedbirler ve özellikle de deniz piyadeleri ve gönüllülerin desteğini alan polisin İngiliz ve diğer grev liderleri için başlattığı av hakkında yorum yapmaya cesaret ederlerse yargısız hapisle tehdit etmek oldu. Bütün köyler kuşatıldı ve ev ev aramalar yapıldı.
O zamandan bu yana daha doğrudan bir hamleye girişilerek sendikaların faaliyetlerini engellemek için onlara kamuya açık toplantı yapma imkânı tanınmadı. Ardından çoğunluğu hükümet yetkilileri ve vali adaylarından oluşan ve petrol, tarım, ticaret vb. gibi geniş çıkar gruplarını temsil eden Yasama Konseyi’nin 13 Kasım’daki toplantısında, yeni bir fitne yönetmeliği ilk kez okundu. Üç gün sonra Butler ve diğer sendika liderlerinin Ağır Ceza Mahkemesindeki davalarının duruşmasına denk gelecek şekilde Vali, H.M.S. York’u Port of Spain’e gönderdi ve halka “iyi bir jest” olarak Bermuda’dan Kanada hükümetine ait bir vapurla bir Sherwood Foresters bölüğü getirdi. Bu birliklerin bakım masrafları da vergi mükellefleri tarafından karşılanacak.
İngiliz emperyalizmine karşı mücadele
Gözdağı verme öyle bir aşamaya geldi ki, Yasama Konseyi üyeleri bile hapse atılma riskini göze almadan ağızlarını açamıyorlar. Mesela Yasama Konseyi’nin son toplantısında vali, İngiliz garnizonunun bakımına ek olarak koloninin yabancı istilasına karşı kendini hazırlaması gerektiği bahanesiyle gönüllü ve yerel birliklerin yeniden silahlandırılması için 51. bin dolarlık bir meblağı oyladı. Fakat Yüzbaşı Cipriani, işçilerin ekonomik bunalımdan mustarip olduğu dönemde bu kadar büyük bir meblağın askeri amaçlarla harcanmasına itiraz etti. Tedbiri, işverenlerin çıkarları doğrultusunda işçi huzursuzluğunu bastırmak için kuvvetleri silahlandıran sınıf mevzuatı olarak nitelendirdi. Vali, Cipriani’nin açıklamasına itiraz etti ve konuyu Başsavcıya ileteceğini söyleyerek Yasama Konseyi üyelerine iltimas geçilmediği uyarısında bulundu.
Yerli bir gazeteci ve Sunday Chronicle’ın editörü olan Bay Lloyd Smith, eski bir devlet memuru tarafından imzalanan ve hizmeti aşağılayıcı olduğu iddia edilen bir mektubu yayımladığı için kışkırtıcılıkla suçlanıyor. Bay Smith bir sonraki Ağır Ceza Mahkemesine çıkacak.
Benzer bir baskı dalgası, son zamanlarda işçi gösterilerine sahne olan Trinidad yakınlarındaki Barbados adasını da kasıp kavuruyor. Bir dizi işçi lideri şu anda ceza mahkemeleri önünde isyan ve ayaklanma ile suçlanıyor. Tüm sanıkların yargılanması henüz tamamlanmadı ama Ulric Grant adında bir kişi, Bridgetown’da işsizlerin düzenlediği ve altı işçinin vurulduğu ve birkaçının da yaralandığı gösteriye katıldığı gerekçesiyle on yıl hapis cezasına çarptırıldı. Adaya deniz piyadeleri de çıkarıldı.
140 yıllık Kraliyet sömürge yönetiminden sonra Trinidad ve diğer Batı-Hint kolonilerinin halkı, yöneticilerin otokratik yöntemleriyle daha da ağırlaşan bir dizi iktisadi ve sosyal mağduriyetin altında ezilmeye devam ediyor. Kendi kaderini tayin etme yolunda köklü bir değişimin tam zamanı. Tarihin Batı Hint Adaları’nın emekçi kitlelerine, Hintlilere olduğu kadar siyahlara da yüklediği görev bu, zira Batı Hint burjuvazisi en gerici sömürge yönetici sınıflarından biri ve zorlanmadıkça asla taviz vermeyecektir.
İngiliz sosyalistlerinin ve sendikacılarının görevi bu sömürge işçilerine yardım eli uzatmaktır.
George Padmore, “British Imperialism in the West Indies,” Workers Age, no. 10 (5 Mart 1938).