GÖRÜŞ

“Kimlik siyasetine itiraz” mı yoksa yeni bir “terör dönemi” mi?

Yayınlanma

Irkçı bir Fransız’ın Paris’te Ahmet Kaya Kültür Merkezi’ne yaptığı saldırı sonucu üç Kürdün öldürülmesi üzerine Paris’te patlak veren olaylara ilişkin kapsamlı bir siyasi değerlendirme yapmak için şimdilik erken olabilir.

Amma velakin Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu ahval ve şeraiti dikkate aldığımızda bu olayları çok fazla zaman yitirmeden; güncel siyasetin popülist retoriğini bir kenara koyup soğukkanlılıkla ve ülkede siyasi tahkimat için kullanılan ezber dışında ele alma zorunluluğumuz bulunuyor

Çünkü gerek Türkiye’nin seçim sathı mailine girmiş olması gerek, dış siyaset paradigmasının değişmesi, yeni bir döneme adım attığımızı gösteriyor ki, bu çerçeveden baktığımızda Paris’te yaşanan olayların siyasi ve sosyal etkilerinin görünenin çok ötesinde bir noktada uç vermesi olasılığı bulunuyor!

Böyle bir girizgâhtan sonra Paris’te sokakların alev almasıyla birlikte Ankara’da güvenlik ve istihbarat kulislerine yansıyan değerlendirmelere bakalım.

Öncelikle altını çizelim ki, Paris’te yaşanan olaylar Türkiye açısından sürpriz olmadı. Kürt diasporasının siyasi, sosyal ve belki de en önemlisi psikososyal bir sıkışmışlık içinde olduğu zaten uzun süredir biliniyordu.

Paris’teki olaylarda görüldüğü üzere PKK ve türevlerinin Kürt diasporasını kolayca domine edebilmiş olması sürpriz değil.

Çünkü Avrupa ülkelerindeki Kürtler arasında en siyasileşmiş olanları Fransa’da yaşıyor.

Bugüne kadar Fransız sağı da Fransız solu da Kürtlerden ilgisini esirgemedi. Fransa Kürt kartını özellikle Türkiye ile ilişkilerinde önemli bir konu başlığı yaptı.

Bu da, siyasi olarak Kürtlere kayda değer bir güç verdi. PKK/KCK da bu fırsatı kullandı ve bu gücü kendisine devşirdi.

Fransız solcuları Kürtleri kanatları altına alınca, vatandaşlık hakkı kazanmış olanlar verdikleri oylarla, vatandaşlık hakkı kazanmamış olanlar da yürüttükleri siyasi faaliyetlerle Fransız solunu destekledi. Böylece Fransa’daki sol siyaset kendisine oldukça hareketli bir kitle, bir taban bulmuş oldu.

Diğer yandan Fransa’da yaşayan Kürtlerin kanı önderi olarak kabul ettiği kişilerin önemli bir bölümü hakkında Türkiye’de açılmış dava, davalar, gözaltı veya tutuklama kararları bulunuyor.

Bu kişilerin güçlü örgütsel bağları da var. Böylece daha az siyasallaşmış Kürtleri kolayca yönlendirebiliyorlar. Bu kişiler aynı zamanda, Fransa’daki Türkler ile Kürtler arasında siyasi ve toplumsal cepheleşme yaratıp, Türkiye göçmenlerinin aynı çatı altında bir araya gelmesini engelliyor. Böylece, Fransa’daki Kürtlerin hızla radikalleşmesine zemin hazırlıyorlar.

Kürtler, sekülerleşip Fransız toplumuna uyum sağlamak yerine “Kürtçülük” üzerinden kendilerini tanımlamaya gidiyor ve bir takım siyasi taleplerle ortaya çıkıyor.

Aynı zamanda Kürtler, ülkenin en hassas konularından biri olan yabancılar meselesini Fransa yönetimini zora sokabilecek şekilde “kaşıma” gücüne sahip.

Bu güç aynı zamanda Fransa’nın Kürtleri dikkate almadan müstakil bir Türkiye siyasetini belirlemesini de engelliyor.

Yani, yarın öbür gün bir Fransız siyasetçi çıkıp, “Türkiye ile ilişkilerimizi, Fransa’da yaşayan Kürtlerin beklentilerine göre şekillendiremeyiz” derse, Paris’te yaşanan olaylarda olduğu gibi, ortalığın karışması ihtimali bulunuyor. Fransız siyasetçilerin ise bunu göze alması şimdilik mülkün görünmüyor.

Fransa’nın Türkiye ile ilişkilerinin Kürtlerin tekeline geçmesi ihtimali, Fransa Dışişleri Bakanlığı’nın ilgili daireleri için adeta bir kâbus senaryosu.

Çünkü er ya da geç faturanın kendilerine çıkacağını biliyorlar.

Konunun uzmanlarına göre bu talepler üzerinden yapılan tartışmalar, Fransa’da Kürtler ve siyasetçiler arasında kamuoyunda çok görünür olmayan ancak ciddi bir siyasi çatışmayı beraberinde getiriyor.

Bir anlamda biriken siyasi basınç patlamak için bir kıvılcım bekliyor.

İşte, Paris’teki saldırı sonrasında olan tam da bu!

Peki, bu ne anlama geliyor?

Bunun ne anlama geldiğine ilişkin bir değerlendirme yapmak için öncelikle şu iki sorunun yanıtını vermek gerekiyor.

Kürtler, Paris’te sokağa çıkıp polisle çatışarak kendileri üzerinden yürütülen “kimlik siyasetine” güçlü bir itiraz mı ortaya koydular yoksa Avrupa’nın tamamını terörize edebilecek bir güce sahip oldukları mesajını verip, siyasal talepleri konusunda el mi yükselttiler?

Ankara’da bu iki soruya şimdilik rasyonel yanıt veren yok. Perde arkasında bekle-gör politikası, kamuoyu önünde popülist retorik üzerinden Fransa’nın Kürt siyasetine yönelik eleştirilerini görmek mümkün.

Ancak, yasa dışı göç hareketlerinin, yabancılar meselesinin Avrupa’nın deyim yerindeyse iliğini kemiğini yerinden oynattığı bir dönemde Paris’te yaşanan olaylar; yaşlı kıtadaki siyasi, sosyal fay hatlarının daha da kırılganlaşmasına neden olduğu, Avrupalı siyasetçilerin bu hassas konularda şapkalarını önlerine koyarak bir kez daha düşünmeleri gerektiği değerlendirmesini yaparak yazımıza noktayı koyalım.

Çok Okunanlar

Exit mobile version