GÖRÜŞ

Kosova gerginliği savaşa yol açar mı?

Yayınlanma

Kosova’da gerginlik eksik olmaz. Ortasından geçen İbar nehrinin ikiye böldüğü Mitrovitsa şehrinin kuzey yakasından başlayarak Sırbistan’a doğru uzanan topraklarda yaşayan ve çoğunluk oluşturan Sırp nüfusun Kosova devleti ve hükümetinin yönetimi altına girmekten kaçınması sorunun kaynağını oluşturuyor. NATO’nun 1999 yılında Sırbistan’a yönelik hava harekâtının ardından haziran ayında Sırp yönetiminin çekilmesi sırasında Kosova’da yaşayan Sırpların bir kısmı Mitrovitsa’nın kuzey yakasına kaçarak yerleştiler. O bölgede zaten Sırp yoğunluklu bir nüfus söz konusuydu. Diğer bölgelerden kaçan Sırp nüfusun bir kısmı daha önce Arnavutlara karşı yürütülen baskı ve katliam politikalarından dolayı bu defa da sıranın kendilerine gelmiş olabileceğinden korkuyorlardı. Bazıları da sırf Sırp oldukları için saldırıya uğramaktan korkarak kaçmışlardı. Kosova’da BM Güvenlik Konseyi kararıyla kurulan yönetim (UNMIK) ve ABD de dahil olmak üzere NATO kuvvetlerinden oluşan KFOR zamanında etkili girişimler yaparak bölgenin kendi başına buyruk hale gelmesine engel olmadılar.

Kuzey Kosova’nın madenler açısından en zengin yataklarına sahip olan Mitrovitsa’nın İbar nehri sınır gibi kabul edilerek adeta ikiye bölünmesi ve kuzeye yani Sırbistan’a doğru uzanan bölgenin zaman içinde ve ağırlıklı olarak Arnavutlardan oluşan Kosova yönetiminin kontrolüne alınması için yürütülen sivil toplum faaliyetleri fazla bir sonuç vermedi. Orada Sırbistan’ın desteğiyle bir tür ‘paralel’ yönetim kurmak isteyen Sırplar ile bölgeyi Kosova’nın egemenliği altına almaya çalışan yönetim güçleri arasında sıklıkla gerginlik yaşanıyor. Bu defaki olaylar bölgedeki Sırpların Kosova’da yapılan genel yerel seçimleri boykot etmesiyle başladı. Boykot ettiler; çünkü oraları Kosova’nın parçası saymıyorlar. Hatta Kosova’nın tümünün kendilerinden zorla koparılan ve Sırbistan’a ait olması gereken bir eyalet/vilayet olduğunu düşünüyorlar. Öte yandan bu bölgede bir ‘paralel’ yönetim oluşmaması Kosova hükümeti açısından son derece önemli. Sırbistan’ın 1990’larda Yugoslavya anayasasının ruhuna aykırı bir şekilde Kosova’nın otonomisini ortadan kaldırıp bölgeyi doğrudan Belgrad’a bağladıktan sonra nüfusun yüzde doksanını oluşturan Arnavutlar kurdukları ‘paralel yönetim’ ile zorluklara rağmen kendi işlerini görmeye başlamışlar ve özellikle Sırbistan’da yapılan hiçbir seçime Kosova’nın Sırbistan olmadığı gerekçesiyle katılmayarak boykot etmişlerdi.

ESKİ YUGOSLAVYA: ALTI KURUCU CUMHURİYET VE İKİ TAM ÖZERK BÖLGE

Batılı medyada ve zaman zaman Türkiye’de de dile getirildiği gibi Kosova Sırbistan’ın sıradan bir eyaleti/vilayeti değildi. Tito 1944 yılında Nazi Alman birliklerinin ülkeden çekilmesinin/çıkarılmasının ardından Kraliyet Yugoslavya’sı tecrübesinden de ders alarak altı kurucu cumhuriyet (Sırbistan, Makedonya, Karadağ, Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Slovenya) ve beş millet (Sırplar, Makedonlar, Karadağlılar, Hırvatlar ve Slovenler) temeline dayanan sosyalist bir federasyon kurmuştu. Böylece etnik sorunları çözmüş olduğunu düşünüyordu; ancak 1950’li yıllarda Kosova’da Sırbistan içişleri bakanının izlediği politikalar nedeniyle patlak veren gerginlikler ve Boşnakların kendi kimliklerinin tanınmamasından kaynaklanan sebeplerle ortaya çıkan sorunlar bu meselenin henüz çözülmediğini ortaya koymaktaydı.

Sonuçta Tito 1974 yılında Yugoslavya anayasasını adeta yeniden yazılırcasına tadil etti. Altı kurucu cumhuriyete ilaveten Arnavutların yüzde doksanlarda olduğu Kosova ile kuzeyde Macarların çoğunluk olmasa da güçlü bir azınlık (%46 civarı) oluşturduğu Voyvodina bölgeleri tam otonom bölgeler haline getirildi ve Boşnak milli kimliği tanındı. Tam otonom bölgeler ile cumhuriyetler açısından anayasal ve idari açılardan pek fark yoktu. Örneğin bu iki bölge de kendi anayasaları, kendi parlamentoları, kendi hükümetleri ve bütünüyle kendilerine ait iç yönetimlere (polis ve yargı da dahil) sahiptiler. Ayrıca anayasal olarak başka devletlerle ekonomik, ticari, eğitim-öğretim ve değişim anlaşmaları yaparak uygulama hakları bulunuyordu ve örneğin Kosova yönetimi 1975 ve 1976 yıllarında bu hakkını Dünya Bankası ve eski Doğu Almanya Cumhuriyeti ile yaptığı anlaşmalarla uygulamaya da koymuştu.

Öte yandan Yugoslavya anayasası altı cumhuriyet ve iki tam otonom bölgeden bahsederken bunları ‘Yugoslavya’yı oluşturan altı anayasal ünite’ olarak sayıyordu ve aralarında hiyerarşik farklar olmadığını ortaya koyuyor ve zaten Yugoslavya’nın temel anayasal kurumlarında (örneğin Yugoslavya anayasa mahkemesi, Tito’nun ölümünden sonra önemi artan Yugoslavya Başkanlık Konseyi) kurucu cumhuriyetler ile tam otonom bölgeleri eşit konumda tutuyordu; ancak yine de teorik olarak cumhuriyetlerin bağımsızlık ilan etme hakları varken tam otonom bölgelere söz konusu hakkın verilmediği gibi garip bir anayasal sorun vardı. Nitekim Tito’nun ölümünden sonra Kosova’da patlak veren olaylarda Kosova halkı başlangıçta kurucu cumhuriyet olmak için mücadele etmiş; bütün Yugoslavya’da tırmanan gerginlik ve giderek çatışmaların ardından sorun çetrefil hale gelmiş; 1989-1990 yıllarında Miloşeviç ve ekibi tarafından Yugoslavya anayasasına aykırı bir şekilde Kosova’nın otonom statüsü ortadan kaldırılmış; artan gerilim ve Kosova Parlamentosu’nun zorla kapatılmasının ardından milletvekilleri Kosova Cumhuriyeti adıyla bağımsız devlet ilan etmek zorunda kalmışlardı. Başlangıçta çok zor görünen bağımsız devlet olma süreci Yugoslavya’nın kanlı çatışmalar ile dağılması ve Miloşeviç ile Bosna’daki hempaları Karaciç/Miladiç ikilisinin başını çektiği katliamlar ve soykırımların ardından gelen Dayton Antlaşmaları’na rağmen Sırbistan’ın, Kosova’da tansiyonu düşürecek adımlar atmaması, örneğin Sırbistan, Karadağ Cumhuriyeti’ni üçlü hale dönüştürerek yeni ve küçük bir Yugoslavya kurmamakta direnmesi (Sırbistan, Kosova ve Karadağ), Kosova’da adeta ırkçı bir yönetim oluşturmakta ısrar etmesi işleri daha da içinden çıkılmaz hale getirdi ve NATO’nun müdahalesine giden olaylar zincirinin önünü açtı. Bu arada Yugoslavya’nın dağılması Voyvodina hariç büyük ölçüde eski Yugoslavya anayasasına göre gerçekleşmiş oldu. Altı cumhuriyet bağımsız olurken Kosova da Sırbistan’ın bölgeden çekilmeye zorlanmasının ardından adım adım ilerleyerek 2008 yılında bağımsız oldu ve yüzden fazla devlet tarafından tanındı; fakat Rusya’nın vetosundan dolayı BM’ye (henüz) üye olamadı.

YENİ BİR BALKAN SAVAŞI KAPIDA MI?

Arnavutlar bu sebeplerden dolayı Mitrovitsa’nın kuzeyinde bir ‘paralel’ yönetim oluşmasına izin vermek istemiyorlar. Buna karşılık Sırbistan’da zaman zaman yönetimler şimdiki Vuçiç örneğinde olduğu gibi bu sorunu sanki Kosova’yı geri alabilirlermişçesine gündeme getirip sonra da geri adımlar atıyorlar. Vuçiç’in bizzat kendisi de bir önceki araba plakaları krizinin ardından aynısını yapmıştı ve muhtemelen belediye krizinin yatışması sonrasında da geri adımlar atacaktır. İşin doğrusu şudur ki, nüfusunun yüzde doksandan fazlası Arnavutlardan oluşan Kosova’nın Sırbistan egemenliğine dönmesi/döndürülmesi Balkanlarda şimdilerde mevcut olan statükoyu adeta tektonik bir deprem gibi altüst eder; ancak böyle bir ihtimal neredeyse yok gibidir.

Çok kutuplu dünyada Sırbistan’ın çoğu zaman iç politikaya yönelik çıkışlarını bir tarafta Rusya ve diğer tarafta da Batı/NATO olarak algılayan medya Rus yetkililerin Balkanlar’da önceki yıllarda NATO’nun yaptıklarına yönelik eleştirilerden hareketle Moskova’nın Belgrad yönetimlerini kışkırttığını düşünüyor olabilir; ama bu tür eleştiriler açıktan silah ve mühimmat yardımı anlamına gelmediği gibi Rusya’nın Sırbistan’ı bir savaş çıkarmaya teşvik ettiği şeklinde de yorumlanamaz. Sonuçta Rusya bugünlerde istese bile Sırbistan’a askeri yardım yapamaz; çünkü bu ülkeyi çevreleyen devletler bırakın yardım geçişine izin vermeyi geçen yıl Lavrov’un Sırbistan’a yapmak istediği resmi ziyarete dahi hava sahalarını Rusya Dışişleri Bakanını taşıyan uçağa kapatarak engel olmuşlardı. Araç plakalarından kaynaklı o krizin atlatılmasının ardından Vuçiç Rusya ile birlikte adım atmayı düşünmediklerine dair açıklamalarda bulunmuştu.

Peki NATO Arnavutları Sırbistan’ın üzerine sürer mi? Bu da çok zayıf bir ihtimal; çünkü, o zaman her halükârda Bosna-Hersek’i oluşturan Sırp Cumhuriyeti (Republica Sırpska) ayrılmaya kalkabilir; Hırvat güçler ve Hırvatistan ile Boşnaklar, Sırplarla karşı harekete geçebilir ve Bosna-Hersek’teki parçalı yapı kırılabilir. Öte yandan Arnavutların çok güçlenmesi Yunanistan’ı ve hatta Makedonya’yı bile rahatsız edebilir; çünkü Sırpların tabi müttefiki gibi hareket eden Yunanistan Türkiye’nin tabi müttefiki durumundaki Arnavutların güçlenmesini istemez. Kendi nüfusunun üçte birinden fazlasını oluşturan Arnavutların güç ve zemin kazanması Makedonya’yı da kırılgan hale getirir. Kısacası NATO’nun Sırbistan’ı Arnavutlara dövdürmesi senaryosu imkânsız olmasa da pek akla yakın değil. Ayrıca Amerika ve AB’nin Sırbistan’ı dışlamak yerine NATO’ya ve AB’ye entegre etmek istediklerini de sürekli aklımızda tutmak gerekir. Kısacası Sırbistan Kosova’yı mevcut sınırları içinde tanıyıncaya kadar artan ve azalan oranlarda bu bölgeden gerginlik ve sokak hareketliliği haberleri gelmeye devam edecektir; ancak bunu Rusya ile Batı arasındaki bir satranç tahtasına döndürecek dinamikler en azından şimdilik kaydıyla mevcut değil. Türkiye’nin krizleri yatıştırmaya yönelik girişimleri her zaman yerinde olur; ancak buradan kesin sonuç alınamayacağını bilerek hareket etmekte fayda vardır. Ayrıca kısmi sonuç alabilmek için bile alternatif çözümler üzerinde yoğun çalışmalar yapılmasında mutlaka faydalar vardır.

Çok Okunanlar

Exit mobile version