İsrail’deki Netanyahu yönetimi, 7 Ekim’de Hamas’ın terör saldırısıyla yediği darbenin intikamı için toplu cezalandırmaya giriştiği Gazze Şeridi’nde sırtını ABD’ye dayayarak görülmemiş bir yıkım yaratıyor. ABD’deki Biden yönetimi ise Amerikan hegemonyası için elzem gördüğü anlaşılan kilit müttefiki için göğüslediği diplomatik darbeler eşliğinde bölgesel ve küresel bir büyük savaşın sınırlarında geziniyor.
Dünya kamuoyu; İsrail’in Gazze Şeridi’ne yalınkılıç kara harekatına girişeceği beklentisiyle Amerikan medyasına yansıyan ‘erteleme’ yorumları ve ‘sivillere insani yardım’ temalarıyla iştigal ederken, iş işten geçti. 27 Ekim Cuma akşamı, Netanyahu’nun söz ettiği ‘ikinci aşama ile kara operasyonlarının genişletildiği’ duyuruldu. Bu İsrail’e çoktan ulaşmış ABD özel güçleri ile ortaklaşa girişildiği anlaşılan nokta operasyonlarının derinleştirildiği anlamına gelirken, üç gün sonra ‘üçüncü aşama’ duyurusu geldi. İsrail özel güçlerinin Gazze içlerine baskınlarla, Hamas ve Filistinli gruplarla çatışmalara giriştikleri, tüneller ve sığınakları yok etme hedefli operasyonlara yöneldikleri anlaşılıyor. Axios haber sitesine göre, İsrail cuma gününden bu yana en az iki zırhlı ve piyade tümenini Gazze’ye sokmuş durumda. 20 binden fazla bir güçten söz ediliyor.
İsrail ordusunun küçümsenmemesi gereken gücüne -şimdilik nükleer gücü saymıyoruz- Felluce, Musul, Rakka deneyimli ABD’li danışmanlar ve özel birliklerin eklendiği bir ortamda, Hamas’ın 400 km’yi bulduğu söylenen tüneller ağı eşliğinde sergileyebileceği mukavemetin sonuçlarını anlamak için zaman geçmesi gerekecek. Netanyahu yönetimi ve İsrail askeri yetkilileri açık açık ‘uzun ve zorlu bir çatışma’ öngörüyorlar. Ancak İsrail’in Gazze’deki sivilleri dikkate bile almadan giriştiği ağır bombardımanlar, kara harekatında ‘her yolun mübah görüleceği’ bir zemini döşedi bile. Beyaz Saray Stratejik İletişim Direktörü John Kirby, kara harekatı ve olası sonuçları bakımından sorulara ‘İsrail için kırmızı çizgileri bulunmadığını’ açıkça ifade ederek yanıt verdi.
Bunun karşısında Hamas’ı destekleyen ‘Direniş Ekseni’nin bugüne kadar Ortadoğu’da ABD’ye karşı yürüttüğü vekalet savaşının ötesine geçmenin işaretini verdiği söylenemez. İlk günlerde Lübnan Hizbullah’ından gelen ‘güçlü açıklamalar’ yerini Lübnan’da Şii nüfusun bile yarısının yeni bir savaştan yana olmadığına işaret eden anketlere bırakmış görünüyor. (El Akbar anketi bölünmüş Lübnan’ın olası bir sıcak çatışmada yaşanabilecekleri yansıtıyor gibi) İran’dan ise ABD’ye genişletilmiş bir çatışmayı arzu etmediği yolunda mesajlar ağırlık kazandı. Bunun yerine Ortadoğu, İran ve Körfez ülkeleri dahil diplomatik cephede birlik görüntüsü çiziyorlar. Yine Rusya Federasyonu ile Çin Halk Cumhuriyeti de bu vesileyle Ortadoğu diplomasisindeki etkinliklerini artırmış durumda. Fakat ABD karşısında askeri bir denge unsuru görünmüyor.
DİPLOMATİK DARBELER
Biden yönetiminin üç haftalık süreçte IŞİD’la eşdeğer görülen Hamas’ın kınanması ve İsrail’in ‘meşru müdafaa hakkı’ teması üzerinden yürüttüğü küresel diplomaside ağır darbe yediği muhakkak. Fakat bunu ne kadar umursadığı tartışmalı.
ABD, BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya Federasyonu’nun ve Rusya ile dirsek temasıyla hareket ettiği anlaşılan BRICS ortağı Brezilya’nın karar tasarılarını veto etti. Bütün dünya Gazze’deki sivillerin derdine düşmüşken, ateşkes istemeyen ABD ‘Hamas’ın da kınandığı’ Brezilya tasarısına bile geçit vermedi. Oluşan ‘yalnızlaşma’ görüntüsü ‘insani cephedeki’ hamlelerle savuşturulmaya çalışılıyor. Dünya çapında pek çok yorumcunun naifçe ‘geri adım’ olarak yorumladığı İsrail’e ‘insani hukuk’ uyarıları ve ‘Gazze’deki sivillere yardım’ temalarının kara harekatının aşamaları ile eşzamanlı olarak öne çıkarılması dikkat çekici.
Diplomatik bilek güreşinin sonuçları uzun vadede ABD lehine görünmüyor. Kolektif cezalandırma ve hiçbir hukuk yahut insani değer taşımayan bir güç algısı ortaya konulmuş durumda. Ancak gücün konuştuğu dünyada belirleyici faktör askeri zafer olacak. Görünen o ki, ABD/İsrail cephesi askeri zafer için her şeyi göze alıyor. Gazze sahasında yaşananlara dair bir örnek aydınlatıcı olabilir. 17 Ekim’deki El Ehli Baptist hastanesi katliamının çektiği tepkilerin hiç de umursanmadığını sergilemesi bakımından İsrail ordusunun 31 Ekim tarihinde Cebeliye mülteci kampını vurması… İsrail Savunma Güçleri (IDF) askeri sözcüsü Teğmen Richard Hecht, bu saldırıyla ilgili olarak CNN televizyonuna hedeflerinin Hamas’ın üst düzey bir askeri komutanı olduğunu ilan etti. Kamptan gelen can kaybı iddiaları 100’ü buluyordu. İsrail’e yakınlığıyla tanınan Wolf Blitzer, yayında 1 Hamaslı’ya karşılık yüzlerce sivile işaret eden kayıpları sorgularken, şaşkınlığını gizleyemez haldeydi.
ABD yönetiminin İsrail üzerinden aldığı diplomasi darbelerini karşılarken cambazlığı da bugüne kadarki savaşlarda yaptıklarının çok ötesine geçmiş durumda. BM Güvenlik Konseyi’ndeki ateşkes girişimlerinin sonuç vermemesi üzerine 27 Ekim Cuma günü bu kez BM Genel Kurulu’nda ‘çatışmaların durdurulmasına yol açacak acil, kalıcı ve sürekli bir insani ateşkes” çağrısına dönüştü. ‘Gazze’ye insani yardımlara geçit verilmesi, rehinelerin koşulsuz serbest bırakılması ve İsrail’in sivil nüfusa yönelik güneye göç etme talimatının geri alınmasını’ da içeren karar, ABD öncülüğünde 14 ülkenin ‘aleyhte’, 45 ülkenin ‘çekimser’ oylarına karşılık 120 ülkenin onayıyla kabul edildi. Elbette bağlayıcılığı yok. Ancak dünya kamuoyundaki eğilimi yansıtması bakımından dikkat çekici oldu. ABD’nin tüm çabalarına rağmen, İsrail’le birlikte hayır diyen AB ülkesi sayısı sadece 4 (Avusturya, Hırvatistan, Çekya, Macaristan) olurken, Belçika, İrlanda, Fransa, Lüksemburg, Malta, Portekiz, Slovenya ve İspanya dahil 8 AB üyesi lehte oy kullandı. Almanya ve Yunanistan dahil 15 AB üyesi ise çekimser kaldı. Esasında bu karar Rusya Federasyonu’nun 16 Ekim’den bu yana insani ateşkes için BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine taşıdığı karar tasarılarının ruhunu da yansıtmakta. Ne ki Biden yönetimi çok da etkilenmiş görünmedi.
BM Genel Kurulu’nda Arap ülkelerinin tümünün destek verdiği bu karar üzerine Biden yönetimi, İsrail yönetimini ikna ederek pazar gününden itibaren Mısır’ın Refah kapısından bir kısım yardımın yapılmasını sağlayan güç görüntüsü çizdi. Bu yardımlara hastaneler için artık elzem hale gelen yakıt dahil değil.
Bütün bu gelişmeler karşısında Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby, abluka altındaki Gazze’ye yönelik İsrail saldırılarının durmasının ‘doğru cevap olmayacağını’ ve ‘şu anda Hamas’a fayda sağlayacağını’ söyledi. Ateşkesi bırakın ‘geçici insani duraklama’ diye icat edilen ‘molaya’ da sıcak bakmadıklarının altını çizdi.
ZORUNLU GÖÇ PLANLARI
Yine eşzamanlı olarak Sicha Mekomit isimli İsrail dergisi sayesinde dünya Netanyahu yönetiminin Gazze’deki Filistinli Arap nüfusu Mısır’ın Sina Yarımadası’na sürme planlarından haberdar oldu. Önceki Harici yazımda krizin ilk iki haftasında yürütülen diplomasinin ayan beyan ortaya serdiği bu ‘zorunlu göç’ pazarlığını ve bu göçün ilk hedefi olan Mısır ile Ürdün’deki yönetimlerin ‘kırmızı çizgi’ olarak ifade ettikleri direnişlerini aktarmıştım. İsrail sitesi ise bunun bizzat İsrail İstihbarat Bakanlığı’na ait olan belgesini yayınladı.
13 Ekim tarihli belgeye göre, İstihbarat Bakanlığı Gazze’deki Filistinli Arap nüfusun kalıcı olarak Sina’ya zorla naklini öneriyor. Belge, Gazze’deki sivillerin Mısır’a zorla göç ettirilmesinin ‘olumlu ve uzun vadeli stratejik sonuçlar doğuracağını’ öne sürüyor. Sina’da çadır kentlerin kurulması ve insani koridorun açılmasını içeren üç aşamalı bir süreci, ardından Sina’nın kuzeyinde geri dönüşün olmayacağı yeni kentlerin inşasını ve bir de tampon bölgeyi öngörüyor. Şöyle ifadeler yer alıyor: “[Gazzelilere] verilecek mesajlar toprak kaybı etrafında dönmeli, yani İsrail’in yakın gelecekte işgal edeceği topraklara geri dönme umudunun kalmadığını açıkça ortaya koymalı. İmaj şu olmalı: ‘Allah, Hamas liderliği yüzünden bu toprakları kaybetmenizi sağladı – Müslüman kardeşlerinizin yardımıyla başka bir yere taşınmaktan başka çareniz yok.”
İsrail basınına hemen, bu belgenin ‘ilk düşünceleri’ temsil ettiği ve şu an için değerlendirilmediği yansıtıldı. Washington Post Mısır ve ABD’nin Filistinli nüfusun Gazze’den zorla çıkarılmasını engellemenin yollarını görüştüğünü yazdı. Nitekim Biden’ın pazar günü Mısır lideri El Sisi ile görüşmesine dair ABD açıklamasına da bu konu “Gazze’deki Filistinlilerin Mısır’a veya başka bir ülkeye göç ettirilmemesini sağlamının önemini görüştüler” olarak yansıdı. Ne ki dönüp yine John Kirby’nin açıklamasına bakıldığında “ABD’nin ateşkes yerine Gazze’de şiddetten kaçmak isteyen sivillerin tahliyesinden” yana olduğu ısrarı göze çarptı. Yani aslında ‘zorunlu göç’ meselesi Mısır ve Ürdün’ün direnişi ve BM insani yardım örgütlerinin ‘imkansızlığına’ dair uyarılarına rağmen tam olarak kapanmış değil. Anlaşılan o ki bu konu da İsrail ordusunun Gazze’deki askeri performansıyla paralel olarak gelişecek.
İsrail ordusu 2006’da Lübnan’da Hizbullah karşısında acı bir yenilgi yaşadı. 2005’te tek taraflı çekilmiş olduğu Gazze’de 2008-2009 hamlelerinin ardından 2014’de 51 gün süren savaşta da darbeler aldı. Bu kez ABD yönetiminin Ortadoğu’da son yıllarda görülmemiş düzeydeki askeri yığınağı eşliğinde mesele bambaşka bir boyuta taşınıyor. Akıllara Netanyahu’nun çok değil 22 Eylül’de BM Genel Kurulu’nda gösterdiği ‘yeni Ortadoğu haritası’ düşüyor.
USS Ford’un ardından USS Eisenhower uçak gemisi grubu da Doğu Akdeniz’e ulaşmak üzereyken, gelişmelerden iki uçak gemisi ile çok sayıda savaş gemisi ve savaş uçağını İsrail kıyılarına ‘demirleyen’ Biden yönetiminin İsrail’in ‘yeni Gazze’ planlarını küresel hakimiyetinin olmazsa olmaz parçası gördüğü ve her şeyi göze alındığı sonucu çıkıyor.
İsrail-Filistin çatışması şimdiden diplomatik ve askeri cepheleri eşliğinde çok kutuplu dünya mücadelesinin önemli bir cephesi haline gelmiş durumda.