Editörün notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, Americas Quarterly‘de yayınlandı. Merkezi New York olan bu derginin, Latin Amerika’da Küba Devrimi’nin etkisine karşı koymak için John F. Kennedy’nin isteğiyle David Rockefeller tarafından kurulan Business Group for Latin America’nın devamcısı Council of the Americas tarafından çıkarıldığını not edelim. Dolayısıyla bu dergi, “açık toplum” ve “serbest ticaret”i Güney Amerika ülkelerine “sevdirmek” için var. Bu notu düştükten sonra şunu vurgulamak gerekiyor: Brezilya lideri Lula’nın, Venezuelalı mevkidaşı Nicolas Maduro’nun seçim zaferini hâlâ tanımamış olması ve yeni seçim çağrısı yapması, yazar için yetmemektedir. ABD’de bir grup, belli ki Lula’nın tutumunun Maduro’ya zaman kazandırdığını düşünüyor. Aynı kesimin, Başkan Joe Biden’ın Lula’ya benzer bir çağrı yapmasını da eleştirdiğini hatırlatmak istiyoruz. Görünen o ki, Lula’nın Biden yönetimi ile uyumlu davranması bile kimilerine yetmiyor.
Brezilya’nın Venezuela seçimleri karşısındaki tutumunu nasıl anlamalı?
Oliver Stuenkel
Americas Quarterly
8 Ağustos 2024
Çev. Leman Meral Ünal
Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva yönetimi, Venezuela’daki hileli olduğu anlaşılan 28 Temmuz seçimlerinin ardından, Meksika ve Kolombiya’ya katılarak Maduro yönetimi ile muhalefet arasında bir diyalog zemini kurulması için harekete geçti.
Bu durum Brezilya’nın dış politika stratejisine ilişkin bilindik tartışmaları yeniden alevlendirdi. Brezilya bu noktada, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline verdiği tepkiye benzer şekilde, “tarafsız bir strateji” benimsemeye çalıştı; bu da tarafsız kalmanın mazur görülemeyeceğini düşünenleri kızdırdı. Yakın zamanda otuz kadar eski Latin Amerika devlet başkanı Lula’yı Venezuela’da demokrasiyi savunmak için çok daha sert bir duruş sergilemeye çağırdı. Batı ile Çin arasında artan gerilim, Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş ya da Venezuela’nın tam bir diktatörlüğe dönüşmesi söz konusu olduğunda Brezilya –tıpkı Hindistan ve Endonezya ya da Küresel Güney’deki diğer büyük güçler gibi– tüm kapıları açık tutmak için genellikle muğlak bir duruş sergilemeyi yeğliyor. Bu tutumu, destekçileri tarafından “pragmatizm” olarak tanımlansa da, eleştirmenler açısından ikiyüzlülük ya da ahlaki açıdan sorgulanabilirlik olarak görülüyor.
Lula’nın Maduro’nun zafer iddiasını kabul edip etmemeye karar vermeden önce Venezuela’nın seçimden sorumlu yetkililerini oy sayım cetvellerini yayınlamaya ikna etmeye çalışmasına karşı çıkanlar bunu Venezuela başkanının ekmeğine yağ sürmek olarak algılıyor. Ne de olsa, düzgün işleyen denge-denetleme mekanizmaları veya bağımsız bir seçim siteminin ve iyi işleyen bir adalet sisteminin olmadığı bir ülkede “sonuçların tarafsız bir şekilde doğrulanması” çağrısında bulunmak, sanki tarafsız bir doğrulama mümkünmüş gibi, otokratik bir hükümete meşruiyet cilası kazandırmaktan başka bir anlama gelmiyor. Lula’nın geçmişinde Rusya hakkında da benzer açıklamaları var. Örneğin bu yılın başlarında Putin muhalifi Aleksey Navalnıy’ın işkenceye varan cezaevi koşullarında hayatını kaybettiği olaya ilişkin bağımsız bir soruşturma başlatılması çağrısında bulunmuştu.
Başka bir yandan, Brezilya, Kolombiya ve Meksika’nın girişimleri Maduro’ya ciddi şekilde zaman kazandırıyor, zira uluslararası toplumun başka bir kriz çıktığı anda dikkatini başka yere çevireceğini umuyor/biliyor. Nitekim bu Maduro’nun yıllardır başarıyla sürdürdüğü bir strateji. Lula’nın Venezuela seçimlerini “standart ve usule uygun” bir süreç olarak tanımlaması ve Brezilya İşçi Partisi’nin önemli bir kısmının Venezuela diktatörüne verdiği coşkulu destek, Lula’yı eleştirenlerin pozisyonunu doğrulamış oldu. Nitekim onlara göre Brezilya, Maduro’nun “Ortega tarzı” yönetime geçişini kınamakta isteksiz davranarak onun Batı’da daha geniş bir diplomatik tecritten kurtulmasına –istemeden de olsa– neden oldu ve nihayetinde Maduro’nun “kullanışlı aptalı”na dönüştü. Lula’nın diplomatik danışmanı Celso Amorim’in muhalefetin yaptığı oy sayımlarına “güvenmediği” yönündeki yorumunun bu tür eleştirileri daha da derinleştirmesi muhtemel.
Lula’nın savunucuları ne diyor?
Lula’nın stratejisini savunanlar ise Maduro’yu kınamak için aceleye gerek olmadığını ve Brezilya Devlet Başkanı’nın böylesi bir tutumla yalnızca ihtiyatlı davrandığını söylüyorlar. Brezilya hükümetinin argümanı, Caracas ile tüm diplomatik bağların kesilmesinin Venezuela’nın tecridini derinleştireceği ve bunun da onu Rusya, İran ve Çin gibi ülkelere daha da yakınlaştıracağı yönünde. Bu hakikaten dikkat kesilmeye değer bir argüman. Brezilyalı diplomatlar, Batı’nın ve Latin Amerika ülkelerinin birkaç yıl önce Venezuela’nın eski muhalefet lideri Juan Guiadó’yu tanıma stratejisinin trajik şekilde başarısızlıkla sonuçlanması ve Maduro’nun iktidarı elinde tutmada beklenenden daha sağlam çıkmasıyla birlikte hükümetlerin, Venezuela rejimiyle yeniden bağ kurmaya zorlandığını –haklı olarak– vurguluyorlar. Son olarak hem ABD hem de Avrupa hükümetlerinin öncelikler listesinde daha üst sıralarda yer alan başka jeopolitik zorluklarla karşı karşıya olduğu bir dönemde, Brezilya’nın Venezuela’daki krizle başa çıkmak gibi pek de takdire şayan görülmeyen bir göreve öncülük etmesi birçok Batılı ülke tarafından memnuniyetle karşılandı.
Ancak nihayetinde en olası senaryo, dış aktörlerin Maduro ile muhalefet arasında arabuluculuk girişimlerinin hiçbir somut etki yaratmayacağıdır. Uluslararası toplumun Maduro’ya baskı girişimleri başarısız olurken, onu diyaloğa dahil etmek de somut bir netice vermedi. Ve bu sefer de durumun farklı olacağını gösteren çok az işaret var.
Brezilya’nın Güney Amerika topraklarında kapladığı alanın büyüklüğüne rağmen –kıtanın GSYİH’sinin, nüfusunun ve topraklarının yaklaşık yarısını temsil ediyor– Caracas’taki olayları şekillendirme kapasitesi oldukça sınırlı. Diğer bir deyişle Brezilya’nın hem sol hem de sağ hükümetleri Venezuela’nın son yirmi yılda otokrasiye ve ekonomik çöküşe doğru uzun ve tamamen öngörülebilir inişi karşısında bir hayli etkisiz kaldı.
Venezuela’yı Mercosur’a [Güney Ortak Pazarı] davet ederek dizginleme girişimleri, tıpkı Bolsonaro’nun Caracas’ı dışlamak için Trump’ın arkasına takılma kararı gibi başarısız oldu. Bu arada bu önerinin ilk olarak –pek de Chavez sempatizanı sayılamayacak-–Brezilya’nın eski devlet başkanı Fernando Henrique Cardoso tarafından yapıldığını hatırlatmakta fayda var. Brezilya her ne kadar Paraguay ve Bolivya gibi ülkelerde önemli bir diplomatik nüfuza sahip olsa da –her iki ülkede de 1996 ve 1999’da demokrasinin korunmasına dönük başarılı adımlar atmıştı– Çin, Rusya, ABD ve Küba’nın çok daha fazla söz sahibi olduğu Venezuela’da seyirci konumundan öteye gidemiyor.
Elbette bu durum Maduro’nun iktidarda kalmasının garanti olduğu anlamına gelmiyor. Bangladeş’teki son gelişmelerin gösterdiği gibi, otokratlar bir an zapt edilemez gibi görünürken bir sonraki an kitlesel protestolar karşısında kontrollerini apansız kaybedebilirler. Fakat Venezuela merceğe alındığında, Maduro için sadece üç senaryo hakiki bir tehdit oluşturuyor/oluşturacak gibi görünüyor: Birincisi, Moskova ve Pekin’in Maduro’dan olası bir uzaklaşma yaşaması. İkincisi, geniş çaplı protestoların etkisiyle silahlı kuvvetlerin başkanı görevi bırakmaya zorlaması. Üçüncüsü ise güvenlik teşkilatının dokunulmazlık karşılığında taraf değiştirmeye ikna edilmesi.