Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, London Review of Book’un Mayıs ayında çıkacak yeni sayısında yayınlandı. Makale, Fransa’da emeklilik reformu etrafında kopan fırtınanın geçmişine de atıflarda bulunuyor ve Sovyet Birliği’nin çözülüşünden itibaren Avrupa’da sosyal güvenlik sistemine yönelik liberal saldırıların bir bilançosunu sunuyor. Yazar, AB’nin ‘bütçe dengesi’ konusunda Emmanuel Macron’a güvendiğini, ama Macron’un tartışmalı reform planının başka emekçiler ve gençler olmak üzere, toplumun büyük kesiminin tepkisiyle karşılaştığına dikkat çekiyor. Fransa’da iktidar, çağdaş tüm kapitalist toplumlarda olduğu gibi, yasama yerine yürütmenin kararnameleri ile tartışmalı yasaları halktan kaçırmaktadır. Görünen o ki, Le Pen öcüsü ile iktidar olan Fransa Cumhurbaşkanı, şimdi kendisine oy veren milyonlara savaş açmış durumdadır. Son olarak, metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.
Macron, milyonlara karşı
Jeremy Harding
London Review of Books
Cilt 45, Sayı 9, 4 Mayıs 2023
Emeklilik –ve ‘yaşlanmanın mali etkisi’ AB’yi uzun zamandır rahatsız ediyor. Avrupa Komisyonu’nun 2016 yılında yayınladığı bir raporda ‘çoğu AB üye ülkesinin’ emeklilik sistemlerini reforme etmekte olduğu rahatlıkla belirtilmişti. Fransa da bunlardan biri. Emmanuel Macron görevdeki ilk döneminde iddialı bir reform planı öngörmüş, fakat Covid-19 buna engel olmuştu. 2022’de yeniden seçilen Macron masaya farklı bir plan koydu; planın özünde emeklilik yaşının 62’den 64’e çıkarılması vardı. Bu plan tahmin edilebileceği gibi popüler olmadı. Emeklilik maaşları Fransız devlet harcamaları listesinde üst sıralarda yer alıyor. Fransa’nın kamu hizmetleri yapısının temel taşlarından biridir ve bu nedenle çekiç ve matkap sesleri çoğu yurttaşın tüylerini diken diken ediyor.
1993 yılında Elysée’de sosyalist bir başkanla birlikte yaşayan muhafazakâr bir hükümet, 60 yaşında emekli olan bir bireyin tam emekli maaşı almaya hak kazanması için çalışması gereken süreyi 37,5 yıldan 40 yıla çıkardı. Ayrıca emekli maaşının hesaplanma şeklini de değiştirdi: artık çalışan bir kişinin hayatının en kârlı on yılı değil, en kârlı 25 yılı esas alınıyordu. Édouard Balladur bu reformu gerçekleştiren başbakandı. Kısa bir süre sonra cumhurbaşkanlığı için adaylığını koyduğunda, ilk turda kaybetti. Sonraki on beş yıl boyunca emeklilik ödemeleri yaklaşık yüzde 6 oranında azaldı. Fakat hakları güçlü sendika üyeliği ve kamu sektörünün cumhuriyetçi değerler için hayati önem taşıdığına dair süregelen bir his tarafından korunan kamu sektörü çalışanları için durum böyle değildi.
Herkes aynı fikirde değildi. Jacques Chirac 1995’te Mitterrand’ın yerine geçtikten sonra başbakan Alain Juppé ile birlikte memur maaşlarında reform yapmaya çalıştı ve Fransa’da 1968’den bu yana görülen en etkileyici grev dalgasını tetikledi. Yaklaşık üç hafta boyunca ülkenin büyük bir bölümü durma noktasına geldi. Özel sektör çalışanları endüstriyel eylemi destekledi çünkü hükümet diğer sosyal güvenlik yardımlarını da azaltmayı öneriyordu. Juppé emeklilik reformundan vazgeçmek zorunda kaldı ama diğer sosyal yardımlarla ilgili yaptığı düzenlemelerin çoğu yasalaştı.
Tam emekli maaşı ile emekli olabilmek için sisteme ödeme yapılması gereken yıl sayısının 41’e çıkarıldığı 2003 yılına kadar bir durgunluk yaşandı (Birleşik Krallık’ta tam emekli maaşı 35 yıl prim ödendikten sonra, şu anda 66 yaşında alınabiliyor). Her zamanki protestolar başladı ama Chirac istediğini elde etti. Macron gibi o da reformu, Fransa’daki sistemin temel prensibini (çalışan insanların, işverenlerin –devlet de dahil olmak üzere– ek ödemeleriyle emeklilikteki insanlar için ödeme yapması) korumanın ve yönetilen emeklilik fonlarıyla büyük ölçüde özel bir sisteme sürüklenmeyi önlemenin tek yolunun bu olduğu temelinde gerekçelendirdi. 2010 yılında Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığı döneminde emeklilik yaşı 62’ye yükseltildi. Grev ve iş bırakma eylemlerine ve altı ay boyunca ülke çapında düzenlenen bir düzine gösteriye rağmen, üye sayıları zaten düşmekte olan sendikalar geçişi engelleyemedi. 1993’ten bu yana her hükümet, yaptığı değişikliklerin emeklilik açığını on yıllar boyunca çözeceğini öne sürdü, fakat yaşlanmanın mali etkisi geniş çapta anlaşılmış olsa da, emeklilik haklarıyla uğraşmak nefret edilen bir şey idi: servet ve üst düzey gelirler üzerindeki daha yüksek vergiler sendikalar ve halkın çoğu için tercih edilebilir görünüyordu. Ama 2014 yılında Sarkozy’nin sosyalist halefi François Hollande hükümeti, tam emeklilik maaşı için gereken ödeme süresini kademeli olarak arttırdı: 41 yıldan 2035 yılına kadar her yıl artarak 43 yıla çıkacaktı. Bir bireyin katkı payları da marjinal olarak daha pahalı hale geldi. Yine protestolar ve kesintiler oldu ama savaş yorgunluğu baş göstermişti.
Macron’un Ocak ayında sunduğu proje, halkın mücadele azmini yeniden uyandırdı. Emeklilik yaşının iki yıl yükseltilmesinin yanı sıra, Hollande döneminde öngörülen 41’den 43’e aşamalı geçiş hızlandırılacak ve daha fazla sayıda vatandaşa (1972 yerine 1964’ten sonra doğanlar) uygulanacaktı. Artık kamu hizmetinde çalışanlar ya da devletle sözleşme yapanlar için -çoğu zor durum gerekçesiyle- çok az istisna vardı. İşe erken giren kişiler için kolaylıklar sağlanmıştır: 16-20 yaşları arasında işe başlayan herkes 64 yaşından önce emekli olabilecektir, ama paradoksal bir şekilde 16 yaşında işe başlayan ve yeni tekliflerin verdiği 58 yaşında emekli olma hakkına sahip olan bir kişi 43 yıl boyunca sisteme ödeme yapmak zorunda kalacaktır. Fakat aritmetik (16 artı 43) bunun emeklilik hakkını 59 yaşına kadar geciktireceğini göstermektedir. Bu, Ulusal Meclis’te sol ittifak ve Marine Le Pen’in aşırı sağ partisinin muhalefet çığlıklarıyla karşılanan yasa taslağındaki pek çok anomaliden biriydi. Merkez sağ –Gaullizm’in acınası kalıntıları– ikiye bölünmüş durumdaydı. Bir yandan Macron’un göreceli çoğunluğunu zayıflatmak istiyorlardı; diğer yandan sosyal yardımları keserek Fransa’nın bütçe açığını azaltmaya ideolojik olarak bağlıydılar. Tüm partiler değişiklik önergeleri ve yeni maddeler sunmaya başladılar: çocuk yetiştirme nedeniyle ödenmeyen katkılar için kadınlara tazminat ödenmesi; 21 yaşında iş piyasasına giren insanlar için yeni bir erken emeklilik dilimi; belirli iş türlerini yapan insanlar için özel bir fon (gece vardiyaları, fiziksel ve zihinsel yıpranma ve aşınma içeren işler) – liste uzayıp gitti.
Kamuoyu ve basının büyük bir kısmı, emeklilik sisteminin gizemli labirentinin yeniden gözden geçirilmesi anlamına geldiği için başından beri reforma şüpheyle yaklaştı. Basın için bu ekstra ev ödevi meselesiydi (buraya kadar takip ettiyseniz ne demek istediğimi anlayacaksınız). Çalışan insanlar içinse değişikliklerin kendilerini nasıl etkileyebileceğini anlama meselesiydi. Sendika uzmanları ve Fransız medyasında yayınlanan emeklilik hesaplayıcıları çok iyi çalışmalar yaptılar, ama sadece birçoğunun kaybetme olasılığı haricinde kimse neyin beklediğini kesin olarak söyleyemez. Muhalif iktisatçılar Macron’un yeni emekliler için aylık brüt 1200 avro emekli maaşı vaadini incelediklerinde, diğer sosyal güvenlik yardımlarını dengeleyen indirimlerle birlikte uygunluk koşulları, çok sayıda katılımcıyı dışlıyor gibi görünüyordu. Thomas Piketty, vatandaşların yüzde 3’ünden daha azının hak kazanabileceğini öne sürdü.
Çok geçmeden, kendi emeklilik haklarınız ve diğer herkesin emeklilik haklarıyla ilgili hesaplamalarınızın bir hataya ya da hükümet ve kamu hizmetlerinin kötü bilgilendirmesine dayanıyor olabileceğinden endişelenmeye başlıyorsunuz. Bu durum, zarif ve yenilenmiş Gare St-Lazare’dan geçerek sizi doğuya giden Ligne 3’e bindirecek metro platformuna ulaşmaya çalışmaktan farklı değil: merdivenlerden bir kez inin, merdiven boşluğundan dönün, tekrar merdivenlerden çıkın, doğru koridoru bulana kadar son kez inin. Daha eski, daha inatçı düzenlemeleri müzakere etmek daha kolaydır. Macron’un en büyük hedeflerinden biri karanlığa ışık tutmaktı, fakat aldığı önlemlerin yaptığı gibi, siyasi tozu dumana katmak sadece daha fazla bulanıklık yaratıyor.
Bu sadece emeklilik sisteminin ana bileşeni olan ve Fransız emekli maaşlarının büyük çoğunluğunu işleyen ‘genel rejim’ için değil, aynı zamanda birçoğu (enerji işçileri, noter katipleri, Paris ulaşım personeli gibi) birleşik bir sistem adına ortadan kaldırılan düzinelerce ‘özel rejim’ için de geçerlidir. Macron’un adamları bile reform projelerinin ayrıntılı sonuçlarını kavramakta zorlanıyor. Ulusal Meclis’te tasarı üzerinde yirmi bin kadar şaşırtıcı değişiklik yapıldı. Bunların çoğu sol blok tarafından sunuldu ve yasayı doğarken boğmak üzere tasarlandı. Fakat bazıları –örneğin kadınları etkileyen emeklilik eşitsizlikleri hakkında– hükümetin varsayımlarında önemli düzeltmeler yaptı. Ayrıntıları takip etmek zorlaştıkça, savaş hatları da keskinleşti: Macron tasarının sistemi iflastan kurtaracağını iddia etti; bir dizi muhalifi ise koruyucu devleti parçaladığını iddia etti. Sendikaların üyelerine ve kamuoyuna verdiği mesaj son derece basitti: Bu, çalışan insanların haklarına vurulan bir başka darbedir. Kimsenin ikna edilmesine gerek yoktu. Opéra de Paris ve Comédie Française çalışanları bile öfkeliydi.
Fransa’daki yorumcular reform sürecini bir darbe ya da en iyi ihtimalle bir el çabukluğu olarak nitelendirdi. Plan ‘sosyal güvenlik bütçe düzenlemesi’ olarak ortaya kondu ve bu da parlamentodaki tartışmalar için bir zaman sınırı olmasını sağladı. Eğer süre kesin bir oylama yapılmadan dolarsa, önlemler kararname ile geçirilebilecekti. İşte tam da böyle oldu. Mart ayının üçüncü haftasında, iki güvensizlik oylamasını atlatan hükümet, 49.3 sayılı maddeyi devreye sokarak tartışmaları sonlandırdı ve tedbirleri kanun haline getirdi. On gün önce reformlara karşı düzenlenen bir protesto milyonlarca kişiyi sokaklara dökmüştü. Bu, Ocak ayından bu yana toplu taşıma, kimya endüstrisi ve petrol rafinerilerindeki grevlerle birlikte altıncı eylem günüydü; bunu daha fazlası izledi. Paris sokaklarında binlerce ton çöp yığıldı.
Anayasa Konseyi yasayı onaylamaya hazırlanırken, muhalifler protestoları sürdürmek zorunda kaldı. Bunu birkaç gün daha süren eylemler izledi. Hem kararnameden önce hem de kararnamenin yayınlanmasından bu yana gösteriler büyük polis yığınaklarıyla karşılaştı. Baskıcı şiddet, tıpkı gilets jaunes [sarı yelekliler] için olduğu gibi katılımcılar için de endişe kaynağı. Dört yıl önce polisin yol açtığı yaralanmaların büyüklüğü tekrarlanmadı, ama birkaç ciddi olay yaşandı; bunlardan birinde bir göstericinin kafasına isabet eden bilye testislerinden birini kaybetmesine neden oldu. Çevik kuvvetin sayısı –ve giderek daha tehditkar bir hal alan kitlesi– İçişleri Bakanlığı’nın hükümet politikalarına karşı çıkan toplumsal hareketlere yaklaşımı hakkında kabaca bir fikir veriyor.
İçişleri Bakanı olarak selefi Christophe Castaner gibi Gérald Darmanin de yönetimin otoriter eğilimini talep üzerine artırmaktan mutluluk duyuyor. Kısa bir süre önce ‘islamo-goşistler’ olarak adlandırılan istenmeyen insanlar kategorisine –Fransız tarih müfredatı, sömürgeciliğin erdemleri, göçmen politikası, dış politika ya da Charlie Hebdo’nun yerel azınlıkları rencide etme konusundaki tartışılmaz hakkı hakkında çekinceleri olan herkes– daha sinsi bir başka düşman tanımlayarak ekledi. Buna ‘entelektüel terörist’ adını verdi: Parti Socialiste’in [Sosyalist Parti] solunda siyasi görüşleri olan herkes.
Soldaki pek çok kişi, radikal bir Fransız yayıncı olan Ernest Moret’nin geçen ay Londra Kitap Fuarı’na giderken St Pancras istasyonunda tutuklanmasının arkasında Darmanin’in olduğundan şüpheleniyor. La Fabrique’de yabancı haklar müdürü olan Moret, Andreas Malm’in How to Blow Up a Pipeline [Bir Boru Hattı Nasıl Patlatılır] adlı kitabını satın almıştı. Macron’un cumhurbaşkanlığına ilişkin görüşleri de dahil olmak üzere diğer olası düşünce suçları hakkında sorgulandı. Moret’nin tutuklanmasından her kim sorumluysa –ki Darmanin de olabilir– doğru düğmeye basmıştır: düşünce de eylem kadar iyidir.
Mitinglerde ve yürüyüşlerde, Darmanin’in fiziksel polisliği, kolluk kuvvetlerinden oluşan kalabalık saflarıyla, düşünce polisliğinden daha korkutucu geliyor. Darmanin, sağ popülist ideoloji ile materyalist bir düzen vizyonunu sokaklarda, okullarda ve üniversitelerde, toplumsal cinsiyet çalışmalarında ve hatta futbol sahalarında sentezlemek için uzun vadeli hedefleri olan 40 yaşında bir dahi: 2012’de FIFA’nın Müslüman kadın oyuncuların maçlar sırasında başörtüsü takmalarına izin verilmesi önerisine karşı çıkmıştı.
Darmanin’in entelektüel teröristleri arasında çevre aktivistleri de bulunuyor. Reform karşıtı protestoların ortasında, Mart ayının üçüncü haftasında, İçişleri Bakanlığı La Rochelle’in doğusunda entansif tarım çiftlikleri için yapılacak mega rezervuara karşı bir gösteriyi yasakladı. Organizatörler yasağın kaldırılmasını sağlayamadı ama gösteri yine de devam etti. Atv motorları üzerinde gezici jandarma ekipleri göstericileri göz yaşartıcı gaz bulutlarıyla kuşattı. Bunu izleyen çatışmalarda çevik kuvvet polisi ambulans görevlilerinin yaralı göstericilere ulaşmasını engelledi. Darmanin, Macron’un ikinci dönemi kötü hisler ve çekişme dalgaları arasında ilerlerken izlenmesi gereken bir figür.
13 Nisan’da, Anayasa Konseyi’nin emeklilik reformlarına ilişkin kararının açıklanmasından bir gün önce, bir başka kitlesel hareketlilik yaşandı. Madde 49.3’ün yürürlüğe girmesinin ardından azalmakta olan saflara katılan öğrencilere rağmen katılım düşmüştü. Gençler, solun sağdan daha sık başvurduğu bir araç olan kararnamenin hükümet tarafından kullanılmasından rahatsız. Mitterrand’ın ikinci döneminde başbakanlar Michel Rocard ve Edith Cresson yirmiden fazla kez kararnameyi kullanmıştır. Liseliler ve üniversite öğrencileri bunun anayasaya aykırı olmadığını anlıyorlar ama demokratik olduğuna ikna olmuş değiller. SOAS’a eşdeğer olan Inalco’dan öğrenciler düzinelerce farklı dilde ‘Hayır’ yazılı bir pankart taşıdı. Yürüyüşçüler, Opéra caddesinin yakınındaki Montpensier sokağında bulunan Anayasa Konseyi binasının önünden geçtiler. Protestocular günün erken saatlerinde giriş yolunu çöp kutularıyla kapatmışlardı. Bunlar kaldırılmıştı; bunun yerine konsey görüşmeye devam ederken kapıları koruyan çevik kuvvet polisleri vardı.
Öğrencilere, emekli büyükleri için para harcama ihtimalini neden umursamadıklarını sorduğunuzda şaşırıyorlar. “Benim yaşımdaki insanlar mı?” Onlara kuşkulu bir bakış atarak ısrar ettim. Bir liseli bunun ‘kuşaklar arası dayanışma’ olduğunu savundu; genç kuşağın da zamanı geldiğinde kendi yaşıtları için aynı şeyi yapacağını umuyordu. Panthéon-Sorbonne’da tarih ve sanat tarihi okuyan Yohan da aynı fikirdeydi, ama emekli maaşlarının, Fransa’nın dezavantajlı vatandaşları için oluşturduğu düzensiz güvenlik ağına zorunlu katkılar da dahil olmak üzere başka tür dayanışmaları temsil ettiğini düşünüyordu. Hükümetin iklim krizine göz yumması (Macron neden uçak yakıtına Avrupa vergisi getirilmesi için bastırmıyor?) ve süper zenginlerin ayrıcalıkları (Macron neden emeklilik açığını azaltmaya yardımcı olabilecek finansal portföyler üzerindeki varlık vergisini kaldırdı?) gibi öğrencileri rahatsız eden pek çok sorun var. Reform karşıtlığı aynı zamanda iklim adaleti, mütevazı yaşam tarzları, servetin yeniden dağıtımı, Macron’un Fransızlardan enerji tüketimlerinde uygulamalarını istediği ‘itidal’ ve elbette ‘demokrasi’ için yüceltilmiş bir savunma. Yohan, Madde 49.3’ün kullanılmasının kendi yaşındaki insanlar için bardağı taşıran son damla olduğunu söyledi. Ortalama ya da düşük gelirli ailelerde doğan gençlerin yaşlılarla ölümcül bir dansa kilitlendiği ve küçük ortak için bedelin yüksek olduğu endişesinden kurtulmakta zorlanıyorum. Palmiye avlusu orkestrası(*) çalmaya devam ettikçe, sadece varlıklı ebeveynlerin çocukları başarılı olmaya devam ediyor.
14 Nisan’da Anayasa Konseyi, herkesin beklediği gibi Macron’a yeşil ışık yaktı. Konseyin görüşüne göre, ‘bütçe düzenlemesi’ yasasının bir parçası olarak nitelendirilemeyecek bağımsız önlemler olan, işletmeleri yaşlı çalışanları tutmaya teşvik etme planı da dahil olmak üzere sadece bir avuç madde iptal edildi. Bu küçük bir yenilgiydi. Ancak emeklilik yaşının 64’e uzatılması Macron için bir zaferdir. Fransa’daki toplu yenilgi iç çekişini keskin bir nefes alış takip etti. Macron yasayı birkaç saat içinde, konseyin lehte karar verdiği gün akşam saat 8 sularında (ya da düşmanlarının deyimiyle gecenin köründe) yayınladı. Yoluna devam etmek için acele ediyordu ama bu o kadar kolay olmayabilir. Sendikaların ve sosyal hareketlerin 1 Mayıs’ta yasaya karşı bir ‘tsunami dalgası’ ile ortaya çıkma çağrısı, 20 Nisan’da tren seferlerinde kesintiler ve Euronext borsasının Paris şubesinde üç yüz grevcinin kendiliğinden ortaya çıkmasıyla bir kostümlü prova ile karşılandı.
Madde 49.3 ile ilgili için için yanan öfkenin yanı sıra, reformun tasarruf erdemleri ve Macron’un siyasi muhakemesi hakkında şüpheler var. Örneğin, gerçek emeklilik yaşı zaten artarken, neden eşiği iki yıl yükseltmek istesin ki? Fransa’da teknik eğitim öğrencileri de dahil olmak üzere ileri eğitim görenlerin sayısı 2000 yılında iki milyon civarındayken üç milyona yükseldi: hepsi yirmili yaşlarında iş hayatına atılacak ve bazıları 67 yaşından önce emekli olmayabilir. Görünüşe bakılırsa reform, daha az maaş alan ve daha kısa yaşam beklentisi olan çalışanların haklarına zarar veriyor: 35 yaşında yönetici konumundaki bir erkek, işçi sınıfındaki meslektaşından altı yıl daha fazla yaşamayı bekleyebilir; kadınlar için fark üç yıldır; işçi sınıfı emeklilerinin yüzde 30’undan fazlası emekli olduklarında zaten bir tür iş göremezlikten muzdariptir.
Macron’un hesapları denkleştirme arzusu da mercek altına alındı. Başbakan Élisabeth Borne, önümüzdeki on yıl içinde 150 milyon avroluk bir emekli maaşı açığı olasılığından bahsetti. 2020 yılında sistem 10 milyar avrodan fazla açık verdi. Korkunç yıllar olan 2021 ve 2022’de ise fazla vermişti. Fakat bu yıl ve önümüzdeki on yıl için tahminler daha az pembe. 2032 yılına kadar 20 milyar avroluk bir açık öngörülüyor. Borne’un en kötü senaryosundan muhtemelen daha güvenilir olan bu tahminler, sistemin performansını ve beklentilerini izleyen bağımsız bir organ olan Conseil d’orientation des retraites’in çalışmalarıdır. Uzun vadeli tahminlerine göre fon, belki 2040’ın eşiğinde ya da her halükarda 2070’e kadar, sağlık ve sosyal bakanlıklar için resmi istatistikler sağlayan DREES’e göre her emekli için çalışan katılımcı sayısı 1,2’ye düşmüş olsa bile, neredeyse dengeye dönecektir. Avrupa Komisyonu, muazzam 2021 Yaşlanma Raporu’nda 2030’dan sonra Fransa’nın emeklilik harcamalarının GSYİH’ye oranında yavaş ama istikrarlı bir düşüş öngörmektedir.
Enflasyon 2022’nin son çeyreğinde yüzde 7’ye, gıda enflasyonu ise bu yıl yüzde 15’e yaklaşmışken Macron’un neden bu siyasi riski almak istediğini merak ediyor insan. Covid krizinin zirvesinde dağıtılan cömert kamu finansmanı için geri ödeme zamanının geldiğine ve akabinde ikinci sırada, Putin’in savaşının yol açtığı ve hükümeti iç piyasalara müdahale etmeye zorlayan enerji fiyatlarındaki artışlara yanıt vermeye mi karar verdi? Elbette Brüksel, altın çocuğu Macron’un Fransa’yı 1992 Maastricht Antlaşması kurallarına geri getireceğini umuyor: kamu açığı GSYİH’nin yüzde 3’ünü geçmeyecek. AB Macron’un seleflerine geniş bir hareket alanı bıraktı. Otuz yıl sonra Fransa, Maastricht eşiğinin üzerinde açık veren tek ülke değil. Fakat uyumluluğa geri dönülmesine öncülük edebilecek biri varsa onun da Macron olacağı düşünülüyordu. Macron bu zorluğun üstesinden geldi ve Marine Le Pen’i Elysee’den uzak tutmak için onun cumhurbaşkanlığına oy veren Fransız seçmenlerin gözünde kendini mahvetti.