DÜNYA BASINI

Martin Luther King’in yaşamı ve ölümü

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Öldürülmeden bir gün önce verdiği vaazda King, halkını atalarının getirildiği kölelik zincirlerinden kurtarmak uğruna ölmeye hazır olduğunu ilan etmişti: “Herkes gibi ben de yaşamak isterim, uzun bir yaşam; uzun yaşamın yeri vardır. Ama şu anda bunun için endişelenmiyorum. Ben sadece Tanrı’nın isteğini yerine getirmek istiyorum. O da bana dağa çıkma izni verdi. Ve oraya baktım. Ve Vaat Edilmiş Toprakları gördüm.”

Buradaki ima elbette, Tanrı’nın rehberliğinde İsrailoğullarını Mısır’dan çıkaran ve ölmeden önce Nebo Dağı’na tırmanarak asla giremeyeceği vaat edilmiş topraklar olan Kenan diyarını seyreden peygamber Musa’ydı: “Oraya sizinle birlikte varamayabilirim. Ama bu gece bilmenizi isterim ki, biz bir halk olarak Vaat Edilmiş Topraklara ulaşacağız.”

Bugün İncil artık Amerikalıların korkularını ve hayallerini bir zamanlar olduğu gibi şekillendirmiyor. King için yüce bir ilham kaynağı olan kitap, mevcut krizde esas olarak Başkan Trump tarafından baş aşağı tutulan bir destek olarak rol oynadı. Yine de Nietzsche’nin bir zamanlar yakındığı gibi Hıristiyan teolojisinin izleri her yere uzanıyor.

Azınlıklar bir kez daha nehri geçmeye çalışmak için Ürdün kıyılarında toplanırken, beyaz liberaller —çoğu zaman diz çöküp ellerini dua eder gibi kaldırarak— günahlarını itiraf ediyor ve bağışlanmak için yalvarıyorlar. Ancak tövbe ederek kurtuluşa ulaşabileceklerini vaaz edilmekte. Püritenlerin Atlantik’i aşarak New England’a yaptıkları ilk yolculuklardan bu yana Amerika’daki vaizlerin bakışları her zaman olduğu gibi onların bakışları da öteki dünyaya sabitlenmiştir. Onların çağrısı her yerdeki günahkârlara yöneliktir; Londra’da olduğu gibi New York’ta, Amsterdam’da olduğu gibi Los Angeles’ta da.


Dişleri sökülmüş

Eric Foner

London Review of Books

Ekim 2023

Martin Luther King Jr., Mart 1968’de, suikasta kurban gitmesinden sadece birkaç gün önce yerel bir NAACP liderinin daveti üzerine New York’un banliyölerinden Long Beach’i ziyaret etti. O dönemde pek çok banliyöde olduğu gibi Long Beach de Afro-Amerikan nüfusun küçük bir gettoda yaşadığı ve beyaz ailelerin evlerinde çalıştığı, fiilen ayrıştırılmış bir gruptu. Ben Long Beach’te büyüdüm ama 1968’de şehre taşındım. Ancak ailem hala orada yaşıyordu ve açık sözlü annem, normalde seçilmiş bir belediye başkanının sahip olduğu yetkileri kullanan, tarafgir olmayan bir yönetici olan kent müdürüyle görüşme ayarladı. “Büyük bir Amerikalı Long Beach’i ziyaret ediyor,” diyerek müdürü King için Belediye Binasında bir resepsiyon düzenlemeye çağırdı. Müdür bunu reddetti: “O bir baş belası ve onu burada istemiyoruz.”

Jonathan Eig’in King’in yeni biyografisinde bu küçük hadiseden elbette bahsedilmiyor. Fakat Eig’in birkaç kez döndüğü bir temayı gösteriyor. Artık her siyasi görüşten insan King’in atası olduğunu iddia ediyor. Ancak King ve sivil haklar hareketi, yaşadığı dönemde yalnızca Güney’de değil, tüm dünyada büyük bir muhalefetle karşılaşmıştı. Hükümet King’in itibarını yok etmeye çalışmıştı. John F. Kennedy ve Lyndon Johnson’ın izniyle FBI, King’in yakın arkadaşlarıyla yaptığı telefon görüşmelerini dinledi ve çevresine muhbirler koydu. Sivil haklar hareketinin komünist bir komplo olduğuna inanan J. Edgar Hoover’ın casusları, King’in kadınlarla yaptığı kaçamakların kayıtlarını topladı ve bunları, intihar etmesini öneren imzasız bir mektupla birlikte evine postaladı.

Eig’in önceki ilgi alanları arasında Muhammed Ali, Al Capone ve beyzbol yıldızları Jackie Robinson ve Lou Gehrig yer alıyor. Yorulmak bilmez bir araştırmacı olan Eig’in King kitabı, sivil haklar hareketinin önceki tarihçileri tarafından toplanan belgeler, yakın zamanda yayımlanan binlerce sayfalık FBI kayıtları, iki yüzden fazla mülakat ve King’in ölümünden sonra eşi Coretta tarafından kaydedilen ve daha önce bilinmeyen ses kayıtları da dahil olmak üzere eski ve yeni çok sayıda materyale dayanıyor. Tüm bunlar King’in çarpıcı biçimde yeni bir portresini mi ortaya koyuyor? Pek sayılmaz: King’in hayatının gidişatı nihayetinde bilindik. Fakat Eig, King’i ulusal bir figür haline getiren Montgomery otobüs boykotunu, Birmingham sokaklarında genç siyah göstericilerle “Bull” Connor’ın köpekleri ve yangın hortumları arasındaki çatışmayı ve Selma’dan Montgomery’ye oy hakkı için yapılan yürüyüşü etkileyici bir şekilde anlatıyor. Eig’in King’e duyduğu hayranlık bariz ama Chicago Özgürlük Hareketi ve sivil haklar hareketini tüm ırklardan Amerikalılar arasındaki yoksulluğu ele alacak şekilde genişletmeyi amaçlayan Yoksul Halk Kampanyası gibi başarısızlıklara işaret etmekten de çekinmiyor.

Eig’in üslubu gazetecilik tarzında, kısa paragraflar anlatıyı ilerletiyor. Ancak bu yapı bazen kitabın King’in tam bir portresini sunma arzusuyla çelişiyor gibi görünüyor; Eig’in hareketin tarihsel arka planı ya da King’in kendi fikirleri hakkında analiz yapmasını zorlaştırıyor. Fakat daha önceki bazı yazarların düştüğü tuzaklardan kaçınıyor; örneğin King’in önderlik ettiği “iyi”, ırksal olarak bütünleşmiş, şiddet içermeyen hareket ile Black Power’ın günün düzeni haline geldiği ve kentsel ayaklanmaların daha önce sempati duyan pek çok beyazı yabancılaştırdığı sonraki “kötü” hareket arasında son derece keskin bir karşıtlık çiziyor. Eig, King’in sivil haklar mücadelesini Bağımsızlık Bildirgesi ve Özgürlük Bildirgesi gibi aziz belgelerle ilişkilendirerek beyaz Amerikalıların desteğini almakta usta olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Ancak hareketi, ulusun kuruluşunda ortaya konan Amerikan özgürlük ve eşitlik inancının içkin mantığını yerine getiriyormuş gibi gösterme eğilimine direniyor (Bu ikinci yaklaşım için, Trump yönetiminin son günlerinde yayımlanan ve Amerikan ulusunun kuruluşunun köleliğin kaldırılması ve siyahlar için eşit vatandaşlık haklarının “tohumlarını ektiğini” iddia eden kısa bir Amerikan tarihi anlatısı olan 1776 Raporu’na bakınız). Eig, hareketin ne ortaya çıkışının ne de başarılarının önceden belirlenmiş olduğunu gösteriyor. Hem King’in liderliği hem de Jim Crow’un hukuki yapısını yıkmak için hayatlarını riske atan binlerce cesur erkek ve kadının harekete geçmesi gerekti.

King 1929 yılında Atlanta’da, Georgia kırsalında yoksulluk içinde büyüyen ve sıkı çalışma ve öz disiplin sayesinde Atlanta’nın siyah orta sınıfına katılmayı başaran önde gelen bir Baptist papazı olan Martin “Baba” King’in oğlu olarak dünyaya geldi. İhtiyar King, kentin beyaz güç simsarlarıyla güçlü bağlantılar kurdu; aslında o kadar güçlü ki, ırkçılığa karşı konuşurken bile, on yaşındaki Martin de dahil olmak üzere cemaat üyelerini köle gibi giyinerek Gone with the Wind (Rüzgâr Gibi Geçti) filminin 1939 galasına katılmaya çağırdı. Eig, Baba King’in “sosyal değişim adına mücadele ettiğini” ancak “takipçilerini sabırlı olmaya çağırdığını” yazıyor. Bir süre direndikten sonra babasının bakanlık yapması yönündeki baskısına boyun eğen King Jr., Atlanta’daki ayrımcılığa maruz kalan Morehouse College’a, Pennsylvania’da küçük bir okul olan Crozer Theological Seminary’e ve doktorasını yaptığı Boston Üniversitesi’ne devam etti. Morehouse’da King, öğrencileri ayrımcılığa karşı çıkmaya teşvik eden dekan Benjamin Mays’in derslerinden ilham aldı ve 19. yüzyılın sonlarında sosyal adalet için mücadelenin dini bir görev olduğunu savunan ilahiyatçı Walter Rauschenbusch tarafından popülerleştirilen Social Gospel hareketinden güçlü bir şekilde etkilendi. King Jr., ciddi bir felsefe ve teoloji öğrencisiydi, Gandhi ve Henry David Thoreau’nun yazılarından yararlanarak adaletsiz yasalara itaatsizlik için güçlü bir gerekçe geliştirdi. Siyahların sadece yüzde 2’sinin üniversite mezunu olduğu bir dönemde King, W.E.B. Du Bois’in ırksal liderlik için aradığı “yetenekli onda biri” örnekledi.

King, 1954 yılında, Eig’in “Ku Klux Klan’ın kalesi” olarak tanımladığı, katı bir şekilde ayrıştırılmış bir kent olan Alabama Montgomery’deki Dexter Avenue Baptist Kilisesi’nin papazı oldu. King geldiğinde, yerel liderler halihazırda siyahların durumunun iyileştirilmesi için kampanya yürütüyorlardı. Fakat 1955 yılında Rosa Parks, Alabama yasalarının gerektirdiği şekilde otobüsteki yerini beyaz bir yolcuya vermeyi reddedince, Montgomery bir yıl süren ve ABD genelinde sosyal değişim savunucularına ilham veren bir otobüs boykotuna sahne oldu. King’den boykota liderlik etmesi istenmesinin nedeni kısmen şehirde yeni olması ve siyah liderler arasındaki hizip çatışmalarına karışmamış olmasıydı. Eig, konut ayrımı nedeniyle orta sınıfa mensup King ailesinin hizmetçiler ve temizlik işçileri arasında yaşamaktan başka çaresi olmadığına ve King’in belki de ilk kez siyah işçi sınıfını deneyimlediğine dikkat çekiyor.

King, bir Baptist kilisesinde dolup taşan kalabalığa yaptığı konuşmada, sıradan Afro-Amerikalılardan oluşan dinleyicilerine anayasa ve Hıristiyan ahlakının kendilerinden yana olduğunu ve şiddetin beyaz failleri karşısındaki ahlaki üstünlüklerinin en büyük güçleri olduğunu söyleyerek kehanette bulundu: “Eğer cesurca ve yine de onurlu bir şekilde ve Hıristiyan sevgisiyle protesto ederseniz, gelecek nesillerde tarih kitapları yazıldığında, tarihçiler durup şöyle demek zorunda kalacaklardır: ‘Medeniyetin damarlarına yeni bir anlam ve haysiyet aşılayan büyük bir halk —bir siyah halk— yaşamıştı.’” King’in hitabeti, Montgomery’nin siyah sakinlerinin ayrımcı otobüslere binmektense bir yıl boyunca yürüyerek gösterdikleri kararlılıkla birleşince, sonunda Yüksek Mahkeme toplu taşımanın entegrasyonunu gerektiren bir karar aldı. King ülke genelinde üne kavuştu. Hayatının geri kalanında ülkeyi dolaşarak konferanslar verdi, gösterilere öncülük etti, para topladı ve sivil haklar hareketine katılımcı kazandırdı. 1960 yılında oturma eylemleri tüm Güney’de bir protesto dalgası başlattığında, liderlik genç nesil siyah aktivistlere geçti. Ancak basın, pek çok arkadaşını kızdıracak şekilde King’i hareketle özdeşleştirmekten asla vazgeçmedi.

Montgomery’den 1964 Sivil Haklar Yasası’na, bir yıl sonra Oy Hakkı Yasası’na ve 1968 Adil Konut Yasası’na —hareketin yasama zaferleri— giden yol hiç de pürüzsüz değildi. Eig, Yüksek Mahkeme’nin devlet okullarında ırk ayrımını anayasaya aykırı ilan etmesinden on yıl sonra, 1964’te Güney’deki beyaz çocukların sadece yüzde 1’inin siyahlarla birlikte okula gittiğine dikkat çekiyor. Daha sonra 1960’larda King hareketi Chicago’ya taşıdığında, yürüyüşçüleri White Power işaretleri taşıyan isyancılar tarafından karşılandı. Chicago Özgürlük Hareketi’nin kaderi King’in liderliğinin bazı güçlü ve zayıf yönlerini ortaya çıkardı. Unutulmaz konuşmalarıyla siyahları ve beyaz müttefiklerini harekete geçirdi ve hem derin dini inançları hem de kendilerinin maruz kaldığı muameleye katlanmaya istekli olması nedeniyle takipçilerinin saygısını kazandı. Yirmiden fazla kez hapse atıldı ve Montgomery’deki evinde bir bomba patlatıldı.

Ancak King hiçbir zaman güçlü bir yönetici olmadı ve Eig’e göre sonuç “örgütsel kaos” oldu. Yol arkadaşları, hareketin kentsel yoksulluk, gecekondulaşma ve iktisadi eşitsizliğin diğer tezahürlerine karşı bir kampanya başlatacak kaynaklardan yoksun olduğu konusunda uyardığında King dinlemeyi reddetti. Aralıksız seyahatler nedeniyle yorgunlukla mücadele etti ve kendinden şüphe duyma ve depresyon nöbetleri geçirdi. Eig, King’in daha az övgüye değer iki özelliğini tartışıyor. Bunlardan biri, lisede başlayan ve doktora tezinde açıkça görülen intihal zaafı; fakat Eig, Boston Üniversitesi’ndeki danışmanlarının King’in tanınmış teoloji ve felsefe eserlerinden dil devşirmesini yakalamış olmaları gerektiğine işaret ediyor. Eig, deneğinin “kötü alışkanlığı” olarak adlandırdığı bu durumu mazur görmeksizin, King’in intihalinin, kaynağı kaydetmeden bilgileri not kağıtlarına kopyalamak ve daha sonra bu materyalleri doğrudan metnine dahil etmek şeklindeki gelişigüzel araştırma yöntemini yansıttığını belirtiyor. “Örnekleme” —diğer vaizlerin vaazlarından özellikle etkili pasajlar ödünç alma— Baptist vaizler arasında nadir değildi.

Daha ciddi olan ise King’in kimi kısa kimi uzun süreli evlilik dışı ilişki geçmişi. FBI’ın King’in telefon görüşmelerini dinlemesi ve seyahatlerini gözetlemesi bu tür ilişkilerin boyutunu ortaya koyuyor. Hoover, King’in cinsel hayatını takıntı haline getirmişti, ancak bu takıntısının ulusal güvenlikle olduğu kadar fuhuşla da ilgisi var gibi görünüyordu. Kayıtlardan elde ettiği müstehcen bilgileri Kongre’nin seçkin üyelerinin yanı sıra Kennedy ve Johnson’la (konu sadakatsizlik olduğunda pek de koro çocuğu sayılmazlardı) paylaşmaktan zevk alıyordu. King’e yönelik en ciddi suçlama, bir kadının iş arkadaşlarından biri tarafından tecavüze uğradığı bir otel odasında bulunması. Bu suçlama, Hoover’ın yardımcılarından William C. Sullivan tarafından kaleme alınan bir telefon kaydı özetinde yer alıyor. King’in kariyeri üzerine çalışan uzmanlar Sullivan’ın anlattıklarının güvenilirliğini sorguluyor. Hoover gibi Sullivan da King’i “siyah halkının lideri olarak tamamen gözden düşürmeye” kararlıydı. Bir yargıç kayıtların, akademisyenlerin Sullivan’ın raporunun doğruluğunu değerlendirebilecekleri 2027 yılına kadar kapatılmasına karar verdi.

Eig, King’in ilişkilerini tartışırken gerçekçi bir yaklaşım benimsiyor. Çekici, güçlü ve geniş çapta saygı duyulan King’in pek çok kadının ilgisini çektiğine dikkat çekiyor ama haklı olarak King’in davranışlarının, en azından bazı ilişkilerden haberdar olan karısı üzerindeki etkisine odaklanıyor. Eig, Coretta Scott King’e önceki biyografi yazarlarından daha fazla ilgi gösteriyor ve onun kendi başına ırkçılık karşıtı bir radikal olduğunu vurguluyor. Başarılı bir siyah iş insanının kızı olmasına rağmen Alabama kırsalında akan suyu ya da elektriği olmayan bir evde büyümesi ve beyaz çocuklar otobüsle seyahat ederken okula gitmek için her gün sekiz kilometre yürümek zorunda kalması bize Jim Crow South’taki yaşam hakkında bir şeyler anlatıyor.

Coretta, Ohio’daki Antioch College’a devam etti ve burada siyasi aktivizmle ilgilenmeye başladı. 1948 yılında öğrenci delegesi olarak, başkan adayı Henry Wallace’ın ırksal adaleti savunduğu ve Truman yönetiminin gelişmekte olan Soğuk Savaş dış politikasına meydan okuduğu İlerici Parti’nin ulusal kongresine katıldı. 1952 yılında, flörtleri sırasında King’e Edward Bellamy’nin etkili sosyalist romanı Looking Backward’ın (1888) bir kopyasını verdi. Yetenekli bir şarkıcıydı ve Boston’daki New England Konservatuarı’na devam etti (İronik bir şekilde, Yüksek Mahkeme’nin “ayrı ama eşit” doktrinine uygun olarak, Alabama hükümeti bu tür bir eğitimi siyah öğrencilere sunmadığı için okul ücretini kısmen ödedi). Evde dört çocuğu varken ve kocası neredeyse her zaman evde yokken profesyonel bir kariyer yapmak imkansızdı ama bazen bağış toplama performansları sergiliyordu. King onun zekasına hayrandı ve strateji konularında sık sık ona danışırdı. Yine de daha sonra King’in kadınların asıl rolünün annelik ve ev kadınlığı olduğunu düşündüğünü yazdı. Hareket, tabandan gelen örgütçü Ella Baker ve Montgomery’de bir üniversite profesörü olan ve otobüs boykotunun kilit örgütleyicilerinden Jo Ann Robinson gibi yetenekli ve iradeli kadın aktivistlerden yoksun değildi. Fakat üst kademeleri neredeyse tamamen erkeklerden oluşuyordu. 1963 Washington Yürüyüşü’ndeki tüm konuşmacılar erkekti.

1957’de siyah bakanlar, Güney’deki ayrımcılığa karşı protestoları koordine etmek için başında King’in bulunduğu Güney Hıristiyan Liderlik Konferansı’nı (SCLC) kurdu. Ancak eyalet ve yerel yönetimler entegrasyona karşı “kitlesel direniş” yoluna girdikçe, ilerleme hızı yavaşladı ve basında “beyaz tepkisi” ifadesi yer almaya başladı. 1960’lar ilerledikçe direniş de sertleşti. Eig, “King her taraftan saldırıya uğradı,” diye yazıyor. 1966 yılında Chicago’da açık konut talebiyle düzenlenen yürüyüşün isyancılar tarafından hedef alınmasının ardından King, şunları söylemişti: “Bence Mississippi halkı nasıl nefret edileceğini öğrenmek için Chicago’ya gelmeli.”

Chicago kampanyası ve onu takip eden Yoksul Halk Hareketi, genelde King’in önceliklerinin ırksal eşitlikten iktisadi eşitliğe kaymasının işareti olarak görülür. Fakat King, uzun zamandır bu konuların birbiriyle ne kadar yakından ilişkili olduğunun farkındaydı ve sık sık “ekonomik adalet” ihtiyacından söz ediyordu. Pek çok sendikanın ırk ayrımcılığı yapmasına rağmen King, işçi hareketini siyahların en büyük potansiyel müttefiki olarak görüyordu. 1959’da, o zamanlar üyeleri haftada otuz dolar kazanan New York’taki İlaç, Hastane ve Sağlık Çalışanları Sendikası Local 1199’un örgütlenme çalışmalarına adını verdi. Sendikanın yönetici sekreteri amcam Moe Foner’e “Yapabileceğim ne olursa beni arayın,” dedi.

King bazen “fiziksel getto”nun tamamen ortadan kaldırılmasından söz ediyordu. Washington Yürüyüşü’nün sivil haklar hareketi ve liberal işçi sendikalarının ortak bir girişimi olduğu ve talepleri arasında, etkinliğin resmi başlığı olan “İş ve Özgürlük”ün tüm ırklardan yoksullara sağlanması için büyük bir bayındırlık programı olduğu genellikle unutulur. 1960’ların ortalarında King ve tecrübeli aktivist Bayard Rustin, tam istihdam ve evrensel bir temel gelir garanti ederek yoksulluğu ortadan kaldıracak Dezavantajlılar için Haklar Bildirgesi’ni önerdiler. Solun bazı kesimleri, FDR’nin 1944 yılında İktisadi Haklar Yasası’nı önermesinden beri bu tür politikaları destekliyordu. King 1967’de Riverside Kilisesi’nde, Vietnam’daki savaşın sona erdirilmesi çağrısında bulunduğu konuşmasında, “dünyadaki en büyük şiddet uygulayıcısı” olan ABD hükümeti hakkında alışılmadık derecede öfkeli bir dil kullanmakla kalmadı, aynı zamanda çatışmanın, başka bir yerde ülkenin “trajik eşitsizlikleri” olarak adlandırdığı şeye karşı verilen mücadelenin kaynaklarını kuruttuğu uyarısında bulundu.

Eig, King’in üniversite öğrencisiyken “demokratik sosyalizme” ilgi duyduğunu belirtiyor. Evlenmeden önce Coretta’ya “ekonomi teorimde kapitalist olmaktan çok sosyalistim,” diye yazmıştı. Ancak Eig, King’in ekonomiye dair fikirlerini açıklamak için yeterince çaba göstermiyor. Hayatının son yıllarındaki yoksulluk karşıtı kampanyaların ekonomik analiz kadar Hıristiyan ahlakına da dayandığı doğru. Onu, savunucularının çoğu zenginlik ve güç eşitliği çağrısında bulunurken bile siyahların durumunu görmezden gelen Social Gospel’ın ilkelerini Afrikalı Amerikalılara yaymanın yollarını arayan biri olarak görmek en iyisi olabilir. King, “gerçek eşitliğin iktisadi eşitlik” anlamına geldiği konusunda ısrarcıydı. Bu tür yorumlar, Hoover’ın King’in Birleşik Devletler’deki “en tehlikeli siyah” olduğuna dair inancını pekiştirdi.

Hoover’ın endişe verici bulduğu şeylerden biri de King’in yakın danışmanları arasında bir zamanlar Komünist Parti üyesi olan New Yorklu avukat ve iş insanı Stanley Levison’ın bulunmasıydı. Hoover, Levison hakkındaki uyarılarını Kennedy’ye iletti ve o da King’i bu ilişkiyi kesmeye çağırdı. Ne Hoover ne de Kennedy Afro-Amerikan tarihi hakkında fazla bir şey biliyordu. Eğer bilselerdi, eski bir komünistin hareket içindeki varlığını şaşırtıcı bulmazlardı. Parti, 1930’lardan beri ırksal adaleti temel bir mesele haline getiren, çoğunluğu beyazlardan oluşan birkaç örgütten biriydi. Levison, SCLC’nin kurulmasına yardım etmek için saatlerini harcamıştı. King’in yıllık vergi beyannamelerini de o hazırlamıştı. Levison, esasında King’i sık sık ılımlı bir yöne itiyordu. Beyaz Amerikalıların sosyal düzende bazı değişiklikleri desteklemeye istekli oldukları ama “devrimi” desteklemeyecekleri konusunda King’i uyardı ve hareketin kaynaklarının Yoksul Halk Kampanyası’na kaydırılmasına karşı çıktı. Levison Riverside Kilisesi’ndeki konuşmayı odaktan yoksun olmakla eleştirdi ve King’i “temelde bir barış lideri değil bir sivil haklar lideri olarak kalmaya” çağırdı (Bu durum Hoover’ın Johnson’a konuşmayı King için Levison’ın yazdığını bildirmesini engellemedi). Yaptığı hacimli araştırmaya rağmen Eig, Martha Biondi, Glenda Gilmore, Michael Honey ve diğerlerinin, Hoover’ın hareketin Moskova’dan yönetildiği fantezisini benimsemeden sivil haklar mücadelelerinde komünistlerin rolünü tanımlayan son kitaplarından yararlanmıyor. Eig’in metninde ya da notlarında bu tarihçilerin hiçbirine atıfta bulunulmamış.

Eig, King’in ölümünden önce 1968 yılında New York’ta Du Bois’in doğumunun yüzüncü yıldönümü kutlamalarında yaptığı son önemli konuşmaya da değinmiyor. King, Du Bois’in Black Reconstruction in America (Amerika’da Siyahların Yeniden İnşası) adlı kitabını “anıtsal bir başarı”olarak nitelendirerek övgüyle bahsetmişti. Kitap, İç Savaş sonrası yılların, siyahların Amerikan demokrasisinde yer alamayacağını gösteren bir kötü yönetim dönemi olarak ırkçı temsilini ortadan kaldırmıştı. King, Du Bois’in “başarıdaki siyah gücünü örneklediğini ve eylemdeki siyah gücünü örgütlediğini” ilan etti; bu bize King’in görüşleri ile genç siyah militanların görüşleri arasındaki çoğu zaman göz ardı edilen örtüşmeyi hatırlatan bir dildi. King, Soğuk Savaş ideolojisini açıkça reddetmişti. King, Du Bois’in “sonraki yıllarında bir komünist olduğunu, komünist olmayı seçmiş bir dahi olduğunu” ve kariyerinin “mantıksız saplantılı anti-komünizmimizin” saçmalığını gösterdiğini belirtmişti.

King’in Du Bois konuşması, kendisinin Amerikan tarihine bakışının değişmekte olduğu bir döneme denk geldi. Daha önce Yeniden Yapılanma’yı nadiren tartışmıştı. Artık o dönemi, Devrim’i ya da hatta kurtuluşu değil, siyah Amerikalılar için son derece önemli bir umut anı, “tarihin en önemli ve yaratıcı dönemi” olarak görüyordu. Dönemin tarihçiler tarafından çarpıtılmaya devam edilmesi rahatsız edici bir soruyu gündeme getirdi. King, uzun zamandır bu hareketi ulusun kuruluşundan miras kalan temel Amerikan değerleriyle özdeşleştiriyordu. Ama aslında ulusun en derin değerleri neydi? Tüm insanlar eşit yaratılmıştır mı? Yoksa Yeniden Yapılanma’nın şiddetle yıkılmasıyla örneklenen daha kötücül bir şey mi? King, gazeteci David Halberstam’a başlangıçta Amerikan toplumunun pek çok ufak değişiklikle reforme edilebileceğine inandığını söylemişti. Şimdi ise “oldukça farklı” düşündüğünü söyledi: “Bence tüm toplumun yeniden inşası, bir değerler devrimi gerekiyor. Hareket Amerikan değerlerinin yerine getirilmesi mi, yoksa reddedilmesi miydi?”

Bu tür şeylerin kaydını tutan bir kuruluş olan Monuments Lab’e göre King, bugün Amerika Birleşik Devletleri’nde kamuya açık anıtları olan kişiler arasında Lincoln, Washington ve Columbus’un ardından dördüncü sırada yer alıyor. Fakat King’in son yıllarda tanrılaştırılmasının bedeli, sivil haklar hareketinin Amerikan tarihinin uzlaşmacı, iyi hissettiren bir portresine dönüştürülmesi oldu. Eig, King’in “tahrif edildiği” konusunda bizi uyarıyor. Martin Luther King Jr. Günü’nde, işçi hareketinin müttefiki ve iktisadi eşitsizlik ve savaşın eleştirmeni olan radikal King’in sesini işitmiyoruz. Washington Yürüyüşü’nde yaptığı büyük konuşma neredeyse tek bir cümleye indirgenmiş durumda: “Dört küçük çocuğumun bir gün derilerinin rengine göre değil, karakterlerinin içeriğine göre yargılanacakları bir ulusta yaşayacaklarına dair bir hayalim var.” Muhafazakârlar, King’i geriye dönük olarak pozitif ayrımcılığa son verme kampanyasına dahil etmek için uzun süre bu cümleden alıntı yaptılar. Aslında, son kitabı Where Do We Go from Here? (1967)’da King, siyahlara dönük “özel muamelenin insanların bireysel değerlerine göre eşit muamele görmesi” ilkesiyle çeliştiğini kabul etmekle birlikte, pozitif ayrımcılığı benimsemişti. Neden mi? Cevabı tarih veriyordu. “Yüzlerce yıl zencilere karşı özel bir şey” yaptıktan sonra ABD’nin “onlar için özel bir şey yapma” yükümlülüğü vardı. Ne yazık ki Yüksek Mahkeme’nin altı üyesi kısa süre önce aynı fikirde olmadıklarını açıkça ortaya koydu. “Ayrıştırıcı” konuların öğretilmesini yasaklayan son yasalar nedeniyle King’in hayatının onsuz anlaşılamayacağı ırkçılık tarihinin Amerikan sınıflarından çıkarılması daha da üzücü.


Jonathan Eig

King: The Life of Martin Luther King

Simon & Schuster

Çok Okunanlar

Exit mobile version