Financial Times’ın (FT) baş iktisat yorumcusu Martin Wolf, dün (21 kasım) kaleme aldığı bir yazıda, özellikle yüksek gelirli ülkelerin kamu borçlarının alarm vermeye başladığını öne sürdü.
2008-9 mali krizinden sonra, düşük faiz ve parasal genişleme politikası ile birlikte Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi kurumların ‘fiskal’ yönden esnekleştiğini hatırlatan Wolf, bu durumun yüksek faiz politikası ile birlikte tersine döndüğünü ve yeni IMF Başkanı Gita Gopinath ile birlikte IMF’nin de mali disipline daha fazla önem vermeye başladığını vurguladı.
“Kamu borcunun geçmiş standartlara göre yüksek seviyelere ulaştığı tartışılmaz,” diyen FT yorumcusu, yüksek gelirli ülkelerin kamu borcunun gayrisafi yurtiçi hasılaya (GSYİH) oranının 2020’deki yüzde 124’lük son zirveden 2023’te yüzde 112’ye gerilediğinin altını çiziyor. Bununla birlikte bu oran, 1946’da ulaşılan bir önceki zirve denk.
Wolf’a göre bu durumu daha da dikkat çekici kılan şey, daha önceki zirvenin ikinci dünya savaşından sonra, bu son zirvenin ise barış zamanında gerçekleşmiş olması.
Ayrıca, gelişmekte olan ekonomiler için bu oran GSYİH’nin yüzde 69’una ulaşarak bu ülkeler için bir rekor oldu.
Eski IMF baş ekonomisti Olivier Blanchard’ın yakın zamanda yazdığı bir makaleye atıfta bulunan FT yorumcusu, yeni bir kamu borcu krizinin ortaya çıkmasında belirleyici unsurların, ilk olarak borç faiz oranı ile ekonominin büyüme oranı arasındaki ilişki ve ikinci olarak birincil mali açığın (faiz ödemeleri öncesi açık) GSYİH’ye oranı olduğunu vurguluyor. Blanchard, ‘gelişmiş ekonomilerin, patlamadığı sürece daha yüksek bir borç oranını sürdürebileceğini’ savunuyor. Fakat Wolf, faiz oranlarının borç seviyeleriyle birlikte yükselme olasılığının bulunduğuna dikkat çekiyor. Eğer böyle olursa, yine Wolf’a göre, borç dinamikleri patlayıcı olma eğilimine girecek.
G7 ülkelerinin borçluluk seviyelerini inceleyen FT yazarı, 20 yıl öncesine göre net borçluluk oranlarının çok daha fazla olduğuna dikkat çekiyor. IMF, 2024 yılında borçların GSYİH’ye oranının İngiltere, Fransa ve ABD’de yüzde 100’e yakın, İtalya’da yüzde 133 ve Japonya’da yüzde 156 olacağını tahmin ediyor. Buna karşılık 2001 yılında bu oran İngiltere, Fransa ve ABD’de yüzde 50’nin, Japonya’da yüzde 75’in ve İtalya’da yüzde 100’ün altındaydı.
Bu sıçramaların düşük faiz oranlarına rağmen gerçekleştiğini de hatırlatan Wolf, faiz dışı açıkların büyük olmasının şaşırtıcı olmadığını belirtiyor. 2008-2023 yılları arasında faiz dışı yüzde 5,2’si, İngiltere’de yüzde 4,1’i ve Fransa’da yüzde 2,9’u oldu. İtalya’nın ortalama faiz dışı açığı GSYİH’nin sadece yüzde 0,2’si kadardı.
Fakat bu, Avro Bölgesi krizinde faiz oranları çok yüksek olduğu için borç artışını tamamen kontrol altına almaya yetmedi. Yalnızca Almanya, GSYİH’nin ortalama yüzde 0,3’ü oranında küçük bir faiz dışı fazla vermeyi başardı.
Reel faiz oranlarının eskiden olduğundan kalıcı olarak daha yüksek olabileceğini fakat bunun henüz kesinleşmediğini savunan Wolf, IMF’nin 2024-28 tahminlerine göre reel büyüme verilerini aktarıyor: ABD’de ortalama yzüde 1,9, Kanada’da yüzde 1,8, İngiltere ve Fransa’da yüzde 1,6, Almanya’da yüzde 1,4, İtalya’da yüzde 0,9 ve Japonya’da yüzde 0,6. Wolf, “Bu oranlar günümüz reel faiz oranlarına göre oldukça düşüktür,” diye ekliyor.
Wolf değerlendirmesini şöyle bitiriyor:
“Eğer hükümetler bir borç patlaması riskinden kaçınacak ve sürpriz enflasyon ya da mali baskıya başvurmayacaklarsa, çoğunlukla hâlâ aşırı gevşek olan mali politikaları sıkılaştırmak zorunda kalacaklardır. Fakat yavaş büyüyen ekonomileri ve genişleyen savunma yükleri ile yaşlanan toplumlarda bunu yapmaya cesaret edebilecekler mi?
Daha hızlı büyüme yardımcı olacaktır. Fakat, Birleşik Krallık’taki Truss hükümetinin de kanıtladığı gibi, bu sihirli yollarla elde edilemeyecektir. Önümüzde acı verici mali tercihler var gibi görünüyor.”