Moskova’da 22 Mart 2024 Cuma akşamı meydana gelen korkunç terör saldırısı bir anda dünyanın gündemine oturdu. Haber ajansları bir yandan vahşetin görüntülerini mümkün olduğunca filtreleyerek verirken öte yandan da gelişmeleri paylaşmak için yarışır gibiydiler. Moskova’nın hemen dışında Crocus City Hall fuar alanında bu iş için eğitimli oldukları hal ve hareketlerine yansımış dört teröristin sivil ve masum halkı katletme görüntüleri ekranlara yansırken önce Amerikan yönetiminin sonra da bazı Avrupa ülkelerinin bu iğrenç saldırı ile Ukrayna’nın alakası olmadığını söylemesi ve bu iddiayı kamuoyuna benimsetmeye çalışması pek tabii ki hem Kiev hem de Batılı başkentleri şüpheli konumuna getiriverdi.
KATLİAMI KİM YAPTI/YAPTIRDI?
Katiller/teröristler yakalandılar. Dolayısıyla bu vahşi eylemi gerçekleştirenlerin kimler olduğu belli; ancak beş yüz bin (500.000) ruble (5000 ABD Doları) karşılığı birileriyle anlaştıklarını ve kendilerinden fuar alanındaki gösteri salonuna girip mümkün olan en fazla sayıda insan öldürmelerinin istenildiğini söyleyen teröristlerin ilk ifadelerinin kimseyi tatmin etmediği de ortada. Bu şüphelerin eylemi IŞİD’in üstlenmesinden sonra azalmadığı hatta arttığı konuyu yakından izleyenlerin ortak kanaati gibi duruyor. IŞİD ve benzeri Cihatçı denilen grupların terör eylemlerini yakından takip eden uzmanların da dikkat çektiği gibi teröristlerin eylem sırasında veya yakalandıkları anda kendilerini IŞİD mensubu olarak gösteren hiçbir konuşma yapmamaları, rehine almak için gayret etmemeleri gibi pek çok şey ve Amerika’nın bu olayla Ukrayna’nın alakası olmadığı tezini ısrarla dile getirmesi şüpheleri artırdı. Nitekim Rus yetkililer eylemin doğrudan Ukrayna ile bağlantılı olduğunda ısrarcı görünüyorlar. Eylemden sonra teröristlerin Rus güvenlik kuvvetlerinin takibinde Ukrayna’ya doğru yola çıkmaları gerek Rusya gerekse Ukrayna içindeki bağlantılarıyla konuşmalar yapmaları gibi sebepler Rusya’nın katliam ile Kiev rejimi arasında doğrudan bağlantılar kurmasına yol açıyor.
Ukrayna bugüne kadar Rusya topraklarına yönelik füze, siha vs. saldırıları yapmaktan geri durmamıştı ve her eylemini de övünerek üstlenmişti. Bu defa eylemle alakası olmadığını söylemeye/göstermeye çalışması bu katliamın çok büyük boyutlarda olmasından kaynaklanıyor olabilir. Öte yandan eylemi gerçekleştiren teröristlerin IŞİD teorisini doğrulayacak tiplerden seçilmiş olmalarının da altını çizmek gerekir. Fakat IŞİD olduğu takdirde, Amerika ve Batı bağlantısı ortadan kalmış sayılmaz. Tam tersine, ABD/Batı bağlantısı ve onların doğrudan uzantısı haline gelmiş bulunan Kiev yönetiminin eylemle bağlantısı olduğu iddiasına güç katar.
EYLEMİN AMACI
Eylemin azmettiricileri acaba bu katliama karar verirken hangi neleri hedeflemiş olabilirler? İlk akla gelen, Ukrayna’daki savaşı Rusya’nın kazandığının Amerikan ve Avrupa medyası ve uzmanları tarafından açıkça itiraf edilmekte olduğu bir dönemde bu eylemle savaşı Rusya’nın içlerine yaymak istemiş olabilirler. Muharebe meydanındaki savaşta ciddi kayıplara uğrayan Ukrayna’ya hala silah, mühimmat ve para desteği vermenin doğru bir politika olduğuna Batılı vergi mükelleflerini ikna etmenin bir yolu olarak düşünülmüş olunabilir bu eylem. ‘Bakın, Ukrayna havlu falan atmadı, Moskova’nın içinde Rusların ciddi şekilde canını acıtabiliyor’ demek istemiş olabilirler. Son aylarda başta Macron olmak üzere özellikle Avrupalı liderlerin Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı kazanmasına izin verilmemesini söyleyip, Ukrayna’daki bir kesin zaferin ardından Putin’in Baltık Ülkeleri, Polonya, Romanya ve Moldova’yı fethe başlayacağını söyleyerek halklarını uzun soluklu bir savaşa hazır olmaya davet etmeleri ile Rusya’nın canını acıtacağını düşündükleri bu tür eylemler arasında bağ kurmak mümkün. Bu tür eylemlerle Putin’i tahrik etmek istemiş olmaları oldukça mümkün. Şöyle ki, Ukrayna halkı ile Rus halkının aynı milletin parçaları olduğunu iddia eden ve savaş stratejisini Ukrayna halkına mümkün mertebe zarar vermeden Kiev’deki Neonazi olarak tanımladığı rejimi devirmek olarak özetleyen Putin’in bu eylemden sonra elindeki çok daha güçlü silahları Ukrayna’ya karşı kullanması ve böylece Avrupa halklarının kendi geleceklerinden korkarak Ukrayna’ya daha fazla yardım yapılmasına destek vermeleri istenmiş olabilir.
Bu sayede Amerikan silah endüstrisi pek çok açıdan önemli miktarda kar elde edecektir. Avrupa’da savunma harcamalarını artırmak isteyecek ülkeler (Fransa hariç) Amerika’dan daha fazla alım yapacakları gibi aynı şirketlerin Amerikan hükümetine yüklü satışlar yapmaları da söz konusu olabilecektir. Amerika’daki karar alma mekanizmasında ciddi bir güç ve nüfuz sahibi olduğuna şüphe olmayan silah endüstrisinin bu gerginliğin devam etmesinden yana olacağına hiç şüphe olmayacağı gibi Çin ile de Tayvan üzerinden yürütülen kriz havasının devamından memnun olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
TRUMP’IN ÖNÜNÜ KESMEK VEYA
GÖREVE GELDİĞİNDE BAŞKA ALTERNATİF BIRAKMAMAK
ABD ve Batı dünyasının savaşın başından itibaren Rusya’nın özellikle ekonomik olarak çökeceği, muharebe meydanında lojistik başta olmak üzere pek çok sıkıntısından dolayı gerileyerek yenileceği ve Ukrayna birliklerinin Kırım dahil bütün topraklarını geri alacakları temelli varsayımlarının iktidardaki bütün hükümetleri zora sokmuş olduğunun altını çizmek gerekir. Bu durum gerek Amerika gerekse Avrupa’da Ukrayna’ya gönderilen yardımların boşa gittiği tezini gündeme getirdiği ve hem Biden yönetimini hem de Avrupalı hükümetleri zora soktuğuna hiç şüphe yok. Sebebi sadece bu olmasa da Biden’ın seneye bugünlerde Beyaz Saray’da olmaması ve 20 Ocak tarihinden itibaren görevi Trump yönetimine devretmesi çok kuvvetli bir ihtimal.
Trump’ın Biden yönetimi ve Avrupalı hükümetlerin Ukrayna savaşı stratejisine temelden karşı olduğu, görevde olsaydı bu savaşın çıkmasına izin vermeyeceği ve Beyaz Saray’a yerleştikten hemen sonra bu savaşı mutlaka durduracağına dair kendisini bağlayan açıklamaları dikkate alınırsa, gerginliği ve çatışmaları uzun vadeye yayarak Avrupa ve Amerika’daki savunma harcamalarının yüksek kalmasını isteyen lobilerin ya Trump’ın önünü kesecekleri veya göreve gelinceye kadar yapacakları pek çok provokasyonla Trump’a alternatif bir dış politika seçeneği bırakmak istemeyecekleri neredeyse kesin görünüyor. Macron’un Ukrayna konusunda kafa karıştıran açıklamalarının içine Amerika’dan aldığı bilgilere göre Trump’ın göreve gel(e)meyeceğini eklemesini de bu çerçevede ele almak gerekir. Kısacası gerginlik ve çatışma senaryolarını kurgulayan bu derin yapının Ukrayna’daki savaşı mümkün olduğunca uzatmak istediğine ve isteyeceğine hemen hemen kesin gözüyle bakabiliriz. Ve Moskova’daki katliamla Putin yönetimini tahrik etmenin bu stratejinin bir parçası olduğunu düşünmemiz için yeterli sebep olsa gerektir.
Bu stratejinin önünde önemli riskler olduğuna şüphe yok. Öncelikle Avrupalı halkların ve Amerikan kamuoyunun bu analizleri benimseyeceği ihtimali aksine ihtimalden oldukça düşük gibi. Başta Almanya olmak üzere iktidarlar zayıf ve hızla zayıflayan bir görüntü sergiliyorlar. Almanya İçin Alternatif partisinin kamuoyu yoklamalarında hızla yükseldiği iktidar partileri tarafından itiraf edilirken Fransa’daki başkanlık seçimlerinde Macron gibi savaşa destek veren birisinin kazanması ihtimali giderek zayıflıyor. Hollanda ve diğer ülkelerde de aynı eğilimler güçlü görünürken yukarıda da vurgulandığı gibi en kilit ülke olan Amerika’da, eğer bir suikast vb. girişimiyle önü kesilmezse Trump’ın gelişi önlenemez gibi görünüyor.
Öte yandan bu tür terör eylemleriyle savaşı Rusya’nın içlerine taşımak ve Rusların canını acıtmak stratejisi halkı Putin’in etrafında daha fazla kenetlenmeye götürebilir. Nitekim katliamdan birkaç gün önce yapılan seçimde Putin’in ilk defa yüzde 87.8 (%87.8) oy alması bunu gösteriyordu. Ayrıca daha önceki Çeçen teröristlerin giriştikleri eylemlerin sonucunda da halk Putin etrafında daha sıkı kenetlenmişti.
Bütün bunlar bir yandan dünyanın çok tehlikeli bir dönemeçten geçtiğine işaret ederken öte yandan da başta Trump olmak üzere savaşı sonlandırmak için diplomasiyi devreye sokmaktan yana olanların iktidara gelmeleri halinde çok kutuplu bir dünya düzeninin Batı tarafından da kabullenilmesi ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu gösteriyor. Belirsizliğin epeyce yüksek seyrettiği böyle bir dönem Türkiye açısından en doğru seçeneğin Ukrayna savaşının başından bu yana izlediği dengeli-dikkatli politikaya devam etmek olduğu gerçeğinin bir kez daha altını çiziyor.