GÖRÜŞ

Olimpiyatların altın madalyalık sorusu: Kadın nedir?

Yayınlanma

Olimpiyat oyunlarının sonuna doğru gelirken Türkiye olarak hayal kırıklığı bir turnuva geçirdik. Aldığımız az sayıda madalyanın verdiği üzüntüye bir tutam teselli, “meme” olmayı başaran silahşörümüz Yusuf Dikeç oldu. Dikeç olimpiyatların pozitif tarafıydı… Herkesin havalı tutumunu taklit etmeye çalışacağı bir baba figürü… Dikeç’in görüntüsü turnuva boyu internette en çok paylaşılan görsel oldu. Ancak bu turnuvanın bir de karanlık tarafı vardı. 26 Temmuz günü, Fransa’daki olimpiyat açılış seremonisini izlemek için ekran başına oturanlar Olimpiyat ateşinin bu sefer biraz farklı yanacağını hissetmişlerdi.

Fransız yetkililer aylar öncesinde kollarını sıvadı. Fare ve böcek dolu Paris sokakları temizlenmiş, kenti dolduran evsizler halının altına süpürülmüştü. Fransız üst orta sınıfının erdem sinyallemesi için tüm şartlar uygun hale gelmişti. Start verildi ve şov başladı. Ekran başına kurulan milyonların karşısına çıkan görüntü, Eurovision ve Oscar ödülleri gibi Batılı etkinliklerini takip edenlerin bile beklentilerini aşmayı başarmıştı.

Artık kimlik tartışmalarında mesele, sadece çok kültürlülük ya da “tolerans” değil doğrudan siyasi düşman olarak bellenen gruplara saldırı halini almıştı. İsa’nın son yemeği, dünyadaki herkesi birleştirmesini umduğumuz olimpiyat açılış seremonisinde dalga konusu haline getirilmiş, Batı’dan Doğu’ya milyonlarca Hristiyan’ı çileden çıkartmıştı.

Tek sorun bu da değildi.

Sportmenlik, nefsin kontrolü, azim ve bireylerin başarı için ahenk içinde bir bütünü oluşturması gibi kavramlar değil karşımızda her açıdan aşırılık vardı. Aşırı kilo… aşırı cinsellik… aşırı bireycilik… Ne Fransız kültürünü ne de olimpiyat ruhunu çağrıştıran bu göndermeler sadece Batı’nın liberal üst orta sınıfının düşmanlarına karşı bir zafer yürüyüşü niteliğindeydi. Onlar buraya turnuvadaki madalyaları değil, “muhafazakarların gözyaşlarını” toplamaya gelmişlerdi.

Tepkiler sonrası Olimpiyat komitesi “kırıldığınız için üzgünüz” dedi. Dünyanın en klasik şirketvari özür cümlesi… Yani diyorlar ki “biz yaptığımızın arkasındayız, sadece siz alındığınız için üzgünüz”.

XX XY’ye karşı

Ve turnuva sonunda başladı… Ancak siyasetin gölgesi facia açılış seremonisinden önce turnuvanın üzerine inmişti bile. Rusya, doping skandalı ve Ukrayna işgali sonrası hiçbir turnuvaya katılamazken İsrail 40 bin sivili öldürdükten sonra hiçbir şey olmamış gibi Paris’te yerini almıştı.

Ancak başka bir mesele daha vardı. Önceki turnuvalarda Uluslararası Boks Birliği (IBA) tarafından testosteron oranı sınırın üzerinde olduğu iddiasıyla diskalifiye edilen Cezayirli boksör Imane Khelif bu sefer olimpiyatlarda dövüşecekti. Khelif, rahatça yendiği İtalyan rakibinin oyundan çekilmesi sonrası gündeme oturdu. Ancak İtalyan, maç sonrası “burnunun kırılma ihtimali” olduğu için çekildiğini söyledi ve Khelif hakkında böyle bir algı oluşmasından dolayı üzüntü duyduğunu açıkladı. Tayvanlı sporcu Lin Yu-Ting de Khelif ile aynı durumdaydı. O da geçtiğimiz yıl dünya şampiyonasından testosteron oranı yüksek olduğu gerekçesiyle diskalifiye edilmişti.

IBA, Khelif’in sadece testosteron miktarının fazla olduğunu değil, aynı zamanda XY kromozomuna sahip biyolojik bir erkek olduğunu iddia etmişti. Olimpiyat komitesi ise IBA’nın bu iddiasını ispatlayamadığını ve Khelif’in bir kadın olduğunu söyledi. Khelif’in turnuvaya katılmasını destekleyenlerin ana fikri Khelif’in trans değil intersex bir birey olduğu yönünde. Yani Khelif, bir kadın olarak büyüdü ancak iki cinsiyete ait özellikler de gösteriyordu. Dahası, intersex bireylerin bazı hücreleri XX, bazı hücreleri ise XY kromozomları taşıyabiliyor.

Wokeism’in lanetli sorusu

Şüphesiz ki böylesi tartışmalar spor dünyasında ilk kez yaşanmıyor. Tarihte bir çok kadın sporcu “fazla erkeksi” görünmesi sonrası böyle ithamlarla karşılaştı. Bazılarının testosteron miktarı sınırları geçince yarışmaya hak kazanabilmek için hormon ilaçları almak zorunda bile kaldılar.

Ancak bugün bir farklılık var. Khelif’in boks kariyerine olan ilgi, toplumdaki olimpiyat ve spor aşkına değil, dünyayı kasıp kavuran kültür savaşlarına dayanıyor. Son yıllarda Batı müesses nizamı, doğrudan cinsiyetin kendisini tartışmaya açtı. Translar konu olduğunda “sen yüzde 95 kadınsın” değil “sen tamamen kadınsın” fikrini benimsediler. Yani cinsiyet belirlemede artık “hisler” esastı. Batılı liberaller profillere cinsiyetlerini belirten “He/Him ve She/her” zamirlerini yazmaya başladılar. Hatta “çocuğunuz büyümeden ona bir cinsiyet takısı vermeyin” diye velilere akıl öğretmeye başladılar. Yani cinsiyet, doğuştan gelen bir özellik değil seçilebilir bir konseptti.

Eskiden, “toplumsal cinsiyet ayrı, biyolojik cinsiyet ayrı” denirdi. Bugün bu da kalmadı. Sen kadın hissediyorsan, kadınsın. Tartışmaya mahal yok. Peki, o zaman can alıcı soruyu sormak gerekiyor;

Kadın nedir?

Tartışma kadın sporları üzerinden büyüdüğü için böyle soruyorum ama aynı soru erkek için de sorulabilir; Erkek nedir? Sahi, bu modern ultra kapsayıcı dünyada cinsiyetlerin bir tanımı kaldı mı? Batılı muhafazakârlar kültür savaşındaki rakiplerinin bu soru karşısında çaresiz kaldıklarını fark ettiler. Muhafazakâr yazar Matt Walsh, “Kadın Nedir?” isimli bir belgesel bile çekti.

İnternet ortamlarında belgesel sonrası konuya cevap vermeye çalışan liberalleri aradım. Walsh’a edilen hakaretler sonrası yapılan en “ciddi” tanım şuydu; “Kendini kadın hisseden birey kadındır!”

Tamam da nasıl hissediyor yani? Tek tek sayalım. Bireyin feminen görünüp görünmemesi onun kadın olup olmamasını değiştirmez. Pekâlâ, adet görüp görmemesi de belirleyici olamaz, ya da çocuk doğurması… Buraya kadar sanırım herkes hemfikir. Ancak mesele son iki faktörde değişiyor. Dişi organına ve XX kromozomuna sahip olmak…

Kadının bilimsel tanımında bu iki faktör belirleyici unsur ancak modern cinsiyet tanımına göre bunlara sahip olmanıza bile gerek yok. O zaman, kadın olmak için hiçbir özellik kalmıyor. Bu düşünceye göre sakallı, maskülen görünen, erkek organına ve XY kromozomuna sahip bir kadın olmanızın önünde hiçbir engel yok! İşte Wokeism diye bahsettiğimiz dinden hallice bu ideolojik yapının duvara tosladığı yer burası. Kadın ya da erkek tanımlarına getirilen her belirleyici faktör LGBTİ+ hareketinde bir grup insanı dışarıda bırakıyor. Böylece Wokeismin yapı taşı olan kapsayıcılık bir paradoksa giriyor. Ya cinsiyeti tanımlayacak hiçbir unsur bırakma, ya da kapsayıcılıktan vazgeç.

Şimdi dönelim Khelif’e… Kendisi tanımlandığı cinsiyetten bağımsız olarak sınırın üzerinde bir testosterona sahip. Bu nedenle rakiplerine karşı bir avantajı var. Bugünlerde “ne var bunda kardeşim, birçok sporcu doğuştan sahip olduğu bir takım fiziksel özellikler sayesinde yarışlar kazanıyor, onları da mı kovacağız?” gibi tuhaf argümanlar ortaya atılıyor. Yüzücü Michael Phelps’in ya da tenisçi Serena Williams’ın sahip olduğu ekstra fiziksel özellikler birer istisna, norm değil. İşin sonunda canı isteyenin “kadın sporuna” dahil olup madalyaları toplayacağı tuhaf bir denge de oluşturmuyorlar.

Khelif’in üzerine başlayan tartışmalar sonunda hep olduğu gibi kontrolden çıktı. Khelif’in durumuyla alakası olmayan bazı sporcular “erkeksi” göründükleri için sosyal medyada “biyolojik erkek” olarak tanımlandılar. Bu, olimpiyat seremonisinden itibaren kültür savaşlarında rengini ve cephesini belli eden olimpiyat komitesinin kaçınılmaz sonudur. Böylesi tutumlardan sonra kimse komitenin gerçekten biyolojik erkek olan birini turnuvadan uzaklaştırabileceğine inanmaz. Böylece birçok sporcunun üzerine gereksiz yere gölge düşer. Tüm savaşlarda olduğu gibi kültür savaşının ilk kurbanı da gerçekler olur…

Ancak olimpiyat komitesinin de parçası olduğu bu akımlar, kadının ya da erkeğin tanımlanmasında epey zorluk yaşıyor. Bu nedenle spor dünyasında bu tartışmalar bundan sonra büyüyerek sürecek. Konudan rahatsız J.K Rowling gibi feministler de getirdikleri eleştiriler yüzünden “kötü çocuklar” parkına kondular. Bilim dünyasında durum ne diye soracak olursanız, ünlü bilim insanı Richard Dawkins’in Facebook hesabı eleştirileri yüzünden kapatıldı. Görünen o ki politik doğrucu olmayan bilime artık Batı’da yer yok.

İşin sonunda hem Imane Khelif hem de Lin Yu-Ting kendi alanlarında altın madalya kazanmayı başardılar. Onlara kaybeden bazı rakipleri X işareti yaparak protesto etmekten geri durmadılar. Buna bizim sporcumuz Esra Yıldız da dahil. Dediğim üzere, cinsiyetin tanımlanması önümüzdeki yıllar birçok farklı alanda karşımıza çıkacak. Ancak olimpiyatlara küresel boyutta gelen tepkiye bakılırsa Woke hareketi şimdiden podyum şansını kaybetti.

Çok Okunanlar

Exit mobile version