DÜNYA BASINI

OPEC+ ve kapitalizmin enflasyonla mücadelesi

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Fed’in yüksek faiz oranları ve SVB ile Credit Suisse fiyaskoları petrol piyasasına dirsek attı. Ayrıca AB ve G7 ülkelerinin Rus petrolüne getirdiği “tavan fiyat” uygulaması 5 Şubat’ta yürürlüğe girdi. Ve Washington yönetiminin geleneksel müttefiki olan Suudi Arabistan başta olmak OPEC bileşenleri, petrol üretimini kısma yoluna gidiyor. Görünüşe göre bir şeyler değişmeye başladı. ABD Başkanı Joe Biden, Riyad’ın ilgili kararını tersine çevirmek için geçen yılın haziran ayında Suudi Arabistan’a resmi ziyaret düzenlemişti. OPEC+’ın üretimi azaltma kararı yeni de değil, miktarlar son dönemde istikrarlı olarak düşürüldü. Bu üretimin artırılmasını ısrarla talep eden Washington ve Brüksel’e hakaret gibiydi. Dolayısıyla OPEC+ ülkelerinin petrol üretimini günde iki milyon varile kadar azaltacaklarını açıklaması jeopolitik bir sansasyon yarattı: ABD, sağmalık ineği gerici Arap rejimleri üzerindeki hakimiyetini yavaş yavaş kaybediyor. Öte yandan bu rest, Batılı ülkelerin mevcut enflasyonu dizginleme çabalarının da altını oyuyor. Marksist iktisatçı Prabhat Patnaik, Batılı ülkelerin enflasyonu dizginleme çabalarının küresel düzeydeki hegemonyayı ve evdeki emekçiler üzerindeki kontrolünü tehdit ettiğini söylemiş.


OPEC+ ve kapitalizmin enflasyonla mücadelesi

Prabhat Patnaik — Peoples Democracy

16 Nisan 2023

Kapitalizm, savaş zamanı hariç enflasyonu her zaman resesyon yaratarak dizginlemeye çalışır ve bu, enflasyonun kapitalistlerin aşağı doğru esnek olmayan ve dolayısıyla resesyon ile azalmayacak olan kâr marjlarındaki özerk artıştan kaynaklandığı durumlarda bile böyledir. Bu strateji izlenir çünkü resesyon her zaman birincil metalara olan talebi ve dolayısıyla bunların fiyatlarını düşürür, bu da enflasyonu düşürmeye hizmet eder. Aynı şekilde resesyon işsizlik oranını arttırır ve böylece istihdam edilen işçilerin pazarlık gücünü azaltır, bu da işçilerin yaşam maliyetlerindeki artışı telafi edecek ücret artışları alamadıkları anlamına gelir ve enflasyon oranını düşürmeye hizmet eder.

Kapitalist bir ekonomide üretilen çıktı üzerinde üç hak iddia edenin —yani kapitalistler, işçiler ve gıda ve cari girdiler şeklindeki birincil meta tedarikçileri— olduğunu düşünürsek o zaman enflasyonun bu üçünün çıktı üzerindeki hak iddiaları çıktının kendisini aştığı için ortaya çıktığı söylenebilir. Bu nedenle kapitalizmde anti-enflasyonist politika her zaman kapitalistlerin değil, son iki grubun paylarını, resesyon yoluyla pazarlık güçlerini azaltarak düşürmekten ibarettir.

İşçilerin mevcut enflasyonun kurbanı olduğunu kabul eden liberal Amerikalı iktisatçıların bile enflasyonu dizginlemenin yolu olarak parasal ücret artışlarının kontrol edilmesini, yani işçilerin üzerindeki yükün daha da artırılmasını önermeleri önemli. Kapitalizmin mantığı bu olduğu ve liberal iktisatçıların bakış açısı sadece kapitalizmle sınırlı olduğu için, kapitalizmin bu enflasyonu dizginleme yolunu mümkün olan tek yol olarak görüyorlar. Buradan da anlaşılacağı üzere, kapitalizmin enflasyonu kontrol etme motivasyonu, enflasyon tarafından sıkıştırılan işçilere duyduğu sempatiden değil (çünkü o zaman enflasyonu onların zararına olacak şekilde dizginlemeye çalışmazdı), enflasyonun finansal çıkarlara zarar verdiği gerçeğinden kaynaklanıyor; mali oligarşinin elindeki varlıkların gerçek değeri enflasyon tarafından düşürülüyor.

Yukarıda kapitalizmde enflasyonun dizginlenmek istendiği iki gruptan bahsettim. Ancak bu gruplardan biri kendi üzerindeki baskıya direnmeyi başarırsa, sistemin enflasyonu kontrol etmek için diğer grubu daha da sert bir şekilde sıkıştırması gerekir ve bunu yapmak için daha da sert bir resesyon dayatması gerekir. Şu anda yaşanmakta olan da tam olarak budur.

2 Nisan’da 13 OPEC üyesi ve Rusya’nın da aralarında bulunduğu OPEC üyesi olmayan 11 petrol üreticisi ülkeden müteşekkil OPEC+ ülkeleri, mayıs ayından itibaren en azından mevcut takvim yılının sonuna kadar petrol üretimlerini günde 1 milyon varil azaltma kararı aldı. Bu kesinti, OPEC+ tarafından geçen yılın ekim ayında duyurulan günlük 2 milyon varillik kesintinin üzerinde. Bu kesinti, ABD’nin aleyhinde yürüttüğü yoğun lobi faaliyetlerine rağmen gerçekleşmişti. ABD Başkanı Joe Biden, OPEC’in öncüsü ve ABD’nin yakın müttefiki olan Suudi Arabistan’ı bu yönde adım atmaktan kaçınmaya ikna etmek için kabinesinden birkaç bakanı bu ülkeye göndermiş ve hatta bu ülkeyi bizzat ziyaret etmişti ama nafile. ABD, mevcut kesintiye karşı bile muazzam bir baskı uyguladı ama yine de sonuç alamadı. Kısacası bu üretim kesintileri, ABD hegemonyasında son zamanlarda meydana gelen gerilemenin ispatı.

OPEC+ tarafından üretimde kesintiye gidileceği açıklanırken öne sürülen argüman, resesyon nedeniyle petrole olan talebin azalmakta olduğuydu. Başka bir deyişle petrole olan talepte azalma olduğunda fiyattan ziyade üretimin kısılması halinde üreticilerin durumunun iyileşeceğini savunuyorlar ki aslında uyguladıkları da bu. Argümanları şu şekilde anlaşılabilir; piyasa değerindeki talepte yüzde 10’luk bir azalma olduğu varsayalım, eğer üretim yüzde 10 azaltılırsa fiyat değişmez ve toplam gelirleri de yüzde 10 düşer. Fakat üretimin değişmemesine ve arz ile talep eşitlenene kadar fiyatın düşmesine imkân tanınırsa fiyattaki düşüş yüzde 10’dan fazla olacak ve dolayısıyla gelir de yüzde 10’dan fazla düşecektir. Bunun nedeni petrol talebinin fiyat esnekliğine sahip olmasıdır (aslında talebin fiyat esnekliği tam olarak bu anlama gelir). Bu arada çokuluslu petrol şirketlerinin kâr marjlarını ve dolayısıyla fiyatlarını, bundan kurtulabileceklerini düşündükleri her an yükseltmelerine neden olan şey de petrol talebinin bu fiyat esnekliğidir.

Dolayısıyla üreticiler, talepte resesyondan kaynaklanan bir azalma olduğunda üretimi kısarak, üretimi değiştirmeyip fiyatın talep ile arzı eşitleyecek şekilde ayarlanmasını beklemekten daha iyi bir durumda olacaklardır. OPEC+’ın üretim kesintisinde sunduğu argüman bu ve daha üretim kesintisi yürürlüğe girmeden önce bile kesinti beklentisiyle ham petrol fiyatında bir hafta içinde yüzde 6’lık bir artış oldu. Hatta bazı çok uluslu petrol şirketlerinin hisse senedi fiyatları da yükselmeye başladı.

Petrol fiyatları, ham petrol üretimindeki kesintiler yoluyla yüksek tutulursa tasarlanan resesyonun enflasyon oranını düşürme etkisi de buna bağlı olarak azalır. Bu da işçilerin reel ücretleri ve petrol dışı hammadde ve gıda üreticilerinin payı üzerinde daha büyük bir kısıtlama uygulamak için resesyonun boyutunun daha da büyük olması gerektiği anlamına gelir. Ancak petrol dışı hammadde ve gıda üreticilerinin üretimdeki payı zaten oldukça düşük olduğu için yükün ücretli çalışanlar tarafından sırtlanması gerekecektir. Mesele şu; kapitalist dünyadaki, özellikle de ileri kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfı bunun olmasına izin verecek mi? İzin vermedikleri ölçüde, enflasyonun kapitalist panzehiri olan resesyon daha da büyük olmak durumunda kalır.

Fakat işçi sınıfının direnişi sadece reel ücretler üzerindeki baskıya değil, aynı zamanda daha fazla işsizliğe karşıdır. Ve eğer resesyon fazlaca derinleşirse, bu kayda değer bir işçi sınıfı eylemini tetikleyecektir. Avrupa halihazırda bir grev dalgasıyla çalkalanıyor, aslında şu anda önemli grevlerin yaşanmadığı hiçbir büyük Avrupa ülkesi yok. Eğer resesyon derinleşirse enflasyon ve işsizliğin kıskaç saldırısı altındaki işçi sınıfı daha da militanlaşacaktır.

Ama hepsi bu da değil. Eğer resesyon derinleşirse bankalar daha fazla strese girecektir. Halihazırda iki Amerikan bankasının batmasıyla beraber gelişmiş kapitalist dünyanın bankacılık sisteminde önemli bir stres yaşanıyor. Resesyonun derinleşmesi ve banka kredilerinin temerrüde düşmesiyle birlikte durum daha da ciddi bir hal alacaktır.

Tüm bunlar elzem bir hakikate işaret ediyor. Kapitalizmin görünürde sorunsuz işleyişinin altında bir dizi koşul yatıyor ve bu koşullardan herhangi birinin yerine getirilmesi aksarsa tüm sistemin istikrarını ciddi şekilde tehdit eden zincirleme bir reaksiyon başlar. ABD öncülüğündeki metropol emperyalizminin dünya ekonomisi üzerindeki hegemonyası bu koşullardan biri. Bu hegemonya öylesine yayılmış, öylesine kanıksanmış ki çoğu analist bunun önemini fark edemiyor bile, ancak Suudi Arabistan’ın son zamanlarda şahit olduğumuz göreli iddialılığı artık Amerika’nın dümen suyunda gitmemesi gibi bir çatlak, sistemin istikrarını ciddi biçimde tehdit ediyor.

Dünya kapitalizmi, 2008’de konut balonunun alaşağı olmasından bu yana uzun bir süredir krizde. Krizi bir biçimde çözme teşebbüslerinin basitçe başka biçimde bir krize yol açması krizin özelliği. Krizin ilk tezahürü stagnasyon şeklindeydi, eski ABD Hazine Bakanı Lawrence Summers gibi yerleşik iktisatçılar bile artık “kalıcı stagnasyondan” söz etmeye başladılar. Ancak bu stagnasyonu sisteme uzun bir süre boyunca olağanüstü ucuz kredi pompalayarak ve sonrasında pandemiyi takiben muazzam mali açıklar vererek aşma teşebbüsü mevcut enflasyonu beraberinde getirdi. Batı’nın dünya üzerindeki hegemonyasını sürdürme çabasının bir sonucu olan Ukrayna savaşı, bu enflasyonu daha da arttırdı. Ve şimdi bu enflasyonu dizginleme çabası, dünya üzerindeki Batı hegemonyasını ve metropol sermayesinin kendi yerli işçi sınıfı üzerindeki kontrolünü tehdit ediyor. Kısacası şahit olduğumuz şey, neoliberal kapitalizmin istikrarının temelini oluşturan konjonktürün parçalanması.

Çok Okunanlar

Exit mobile version