Mayıs ayı ihracatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 7.5, ithalatı ise yüzde 4.5 düşen Çin’in İmalat PMI de ekonomistlerin beklediği 50,3 rakamının aksine, temmuz ayında 49,2 olarak geldi. 50’nin altındaki bir veri daralmayı gösterir. Ülkenin fabrika faaliyetleri 49.3 PMI değeriyle üst üste dördüncü ayda da daraldı.
Dünyanın en büyük ikinci ekonomisi, COVID-19 toparlanması sonrası yurtiçinde ve yurtdışında talebin zayıflamasıyla ikinci çeyrekte beklenenden daha zayıf bir hızda büyüdü.
Çin’in üst düzey liderleri temmuz sonunda, mevcut ekonomik durumu ele almak ve yılın ikinci yarısında ekonomik çalışma için düzenlemeler yapmak üzere Xi Jinping liderliğinde toplanmış ve toplantı sonunda iç talebi artırmaya odaklanma, daha fazla teşvik adımı ve ekonomiye yönelik politika desteğini artırma sözü vermişlerdi.
Çinli yetkililer, önümüzdeki 6 ayda Çin ekonomisi için gelişme öngörüsünde bulunurken, ülke ekonomisinin hem uluslararası hem ulusal düzeydeki zorluk ve meydan okumalarla karşı karşıya kaldığını, uluslararası piyasanın talebi zayıflarken, finansal risklerin arttığını ve jeopolitik düzendeki değişiklikler de hesaba katıldığın, yurt içinde iç talebin yetersiz kalabileceğini düşünüyor. Bu kapsamda yeni önlemler hem iç talebi artırmaya hem de yabancı yatırımı teşvik etmeye yöneldi.
‘Tam anlamıyla bir kriz olmasa da kesinlikle bir sorun var’
Çin ekonomisiyle ilgili tartışmaları gündemine alan Financial Times (FT), “Çin ekonomisi analojilere meydan okuyor. Son kırk yıldaki büyümesinin emsalsiz olması gibi, şu anki zorlukları – tam anlamıyla bir kriz olmasa da kesinlikle bir sorunu var – benzersiz” yorumunu yaptı.
Çin ekonomisinin büyümesi aslında bu yıl kabaca yüzde 5’e ulaşma yolunda olduğundan, herhangi bir durgunlukla karşı karşıya olmadığını kaydeden FT makalesinde, buna rağmen durumun “ciddi” olduğu ifade ediliyor: “Geçmişte, Pekin yetkilileri büyümeyi rayında tutmak için büyük bir esneklik ve ustalık gösterdiler. Şimdi bunu tekrar yapmak zorundalar.”
Mevcut durumun, “ekonomi büyürken bile kronik bir talep eksikliği” ile karakterize edilebileceği belirtilirken, buna yönelik iki istatistik paylaşılıyor: “Biri, deflasyonun eşiğinde olan tüketici fiyat endeksi: Haziran ayında fiyatlar bir önceki aya göre yüzde 0,2 düşüşle yıllık bazda sabit kaldı. Diğeri ise haziran ayında yüzde 21,3’e ulaşan genç işsizliği. Bu açıkça, harcamaların mevcut üretken kaynakların tamamını kullanmaya yetmediği bir ekonomidir. Buna ‘durgun büyüme’ de denebilir.”
Buna göre ülke ekonomisinin “aşağı doğru bir deflasyonist sarmal tehlikesi” ile karşı karşıya olduğu vurgulanıyor: “Tehlike gerçek çünkü Çin’de hiçbir sektör daha fazla harcama yapacak durumda değil.”
Tüketicilerin, Çin’in en zengin şehirlerinde bile sıfır COVID politikalarından dolayı hâlâ sersemlediği ifade edilirken, ABD, Japonya veya Avrupa’nın aksine, hükümetten de büyük transfer ödemeleri yapılmadığı ve bu nedenle açıkta kalan hanelerin mali durumunun darbe aldığı belirtiliyor. Bu “yara izinin” etkisi ise “sessiz ama derin” olarak nitelendirilirken, öncesinde amansız bir büyüme yaşamış olan tüketicilerin iş güvencesizliğini tatmış olduğu ve tüketimin önündeki tüm yapısal engelleriyle birlikte, harcamaların toparlanmasının yavaş olacağı yorumu yapılıyor.
Tercih edilen birkaç özel sektörde – en önemlisi elektrikli araçlar ve yeşil enerji tedarik zinciri – yatırım yapıldığı ancak diğer yerlerde işlerin “kasvetli” olduğu kaydedilirken, teknoloji endüstrisinin de ABD ihracat kontrolleri ve yabancı sermaye piyasalarının etkili bir şekilde kapatılması adına düzenleyiciler tarafından yakın zamanda uygulanan baskılardan dolayı “sendelediği” ifade ediliyor.
Pekin’in normalde teşvik için başvuracağı ilk yer olan konut ve altyapı yatırımlarının ise, “varlık fiyatlarındaki düşüşün hane halkını ve şirketleri iflas ettirdiği ve borçlarını ödemeye kararlı hale getirdiği sözde bir bilanço durgunluğuyla ilgili endişelerin merkezinde” yer aldığı kaydediliyor.
Diğer yandan emlak fiyatlarının o kadar düşmediği ve sistemin onları istikrara kavuşturmak için çok çalıştığı ifade edilirken, “mülkiyet, hanehalkı servetinin büyük bir bölümünü ve aynı zamanda yerel yönetim gelirlerinin önemli bir kaynağını oluşturduğundan”, bu alandaki bir kazanın mali ve sosyal istikrarı tehdit edebileceği yorumu yapılıyor.
Mevcut borçlardan ziyade ise, asıl meselenin “yeni faaliyetlerin kapsamı” olduğu vurgulanıyor: “Yaşlanma ve dış göç, konut talebinin esasen ülkenin büyük bir bölümünde doyurulduğu anlamına gelir. Pekin, Şanghay ve Şenzen gibi mega şehirlerde daha fazla inşaat yapılmasına izin verilmesi, sektöre yeni bir canlılık kazandıracak, ancak rahatsız edici ve siyasi olarak istikrarsızlaştırıcı dengeleri beraberinde getirecektir. Artan altyapı harcamaları her zaman bir seçenektir, ancak azalan getirilerle gelir ve gelecek için daha fazla borç biriktirir.”
‘Pekin harcamaya başlamalı’
Geriye iki talep kaynağı kalıyor: Ticaret ve hükümet harcamaları.
“Çin’in cari hesap fazlası şimdiden gayri safi yurt içi hasılanın yüzde 2’si seviyesinde, bu da ülke içindeki talebin zayıf olduğunun bir göstergesi ve dünyanın geri kalanı, şimdi elektrikli araçlar gibi yüksek kaliteli ürünler de dahil olmak üzere, aşırı rekabetçi Çin ihracatının yeniden akışı için tetikte olmalı. Çin’in deflasyonu bu şekilde ihraç etmesi, batılı ülkelerin enflasyonla ilgili mevcut sorunlarının üstesinden gelmelerine yardımcı olabilir, ancak bunun uzun vadeli önemli bir ekonomik maliyeti olacaktır.”
Makalede bunun yerine hem Çin’in hem de diğer ülkelerin “son seçeneği” tercih etmesi uyarısında bulunuluyor: “Çin’in merkezi hükümeti dünyanın en az borçlu ülkelerinden biridir. Hane halkına nakit aktarmak, tüketimi artırmak ve ekonomiyi hareketlendirmek için geniş bir kapsama sahiptir. Yakın tarihli bir politbüro toplantısı politikalara dair uzun bir liste sundu, ancak endişe verici şekilde çok az nakit para işareti verdi. Çin, uzun vadeli ekonomik başarısını sürdürecekse, harekete geçmek Pekin’e düşüyor.”