DÜNYA BASINI

Zelenskiy’in Batı’ya başarısız yolculuğu

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini sunduğumuz değerlendirme yazısı, Wu Cheng’en’in klasik eseri Batıya Yolculuk ile Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’in fiyaskoyla sonuçlanan Washington ziyareti arasında nüktedan bir karşılaştırma yaparak başlıyor. Bireyin ruhani olgunlaşma sürecini anlatan derin bir alegori olan Batıya Yolculuk, keşiş Tang Seng ve yoldaşlarının zorluklarla dolu serüveninin, yalnızca fiziksel bir yolculuk değil, aynı zamanda bilgelik ve hakikatin keşfiyle sonuçlanan bir içsel dönüşüm olduğunu anlatıyordu. Ukrayna’nın “Batı’ya yolculuğu” ise Tang Seng’in hakikati bulma çabasına hiç benzemiyor, zira onunki emperyalizmin çizdiği rotaya hapsolmuş bir figürün yola çıkması daha çok. Nitekim Washington’un kapılarında yapılan görüşmeler, Batı’nın stratejik hesaplarına mahkûm edilmiş bir devletin, efendisinden daha fazla silah, daha fazla destek dilenme çabasından ibaret. Bu hazin hikâye, yalnızca Ukrayna’ya değil, Batı’nın “müttefiklik” söyleminin ardında yatan gerçekleri görmek istemeyen herkese ders niteliğinde.


Başarısız bir “Batıya Yolculuk”

Andrey Kortunov
Russian International Affairs Council
4 Mart 2025
Çev. Leman Meral Ünal

Ming hanedanlığı döneminde Wu Cheng’en tarafından yazılmış, ünlü Batıya Yolculuk, Çin edebiyatının klasik romanlarından biri olmaktan çok daha fazlasıdır. Bu eser, aynı zamanda ruhani aydınlanma ve kendini yetiştirmenin, iç şeytanlarla savaşmanın ve kişinin kaderini keşfetmesinin büyülü bir sembolüdür; dönüşüm ve kefaret, gurur ve tevazu, öfke ve sakinlik gibi kavramlar hakkında bir hikayedir bir nevi. Tam da buradan hareketle, Volodimir Zelenskiy’in Washington’a gerçekleştirdiği son seyahatin onun için başarısız bir Batıya Yolculuk olduğu söylenebilir. Bu, Zelenskiy’in sadece tüm siyasi kariyeri boyunca yaşadığı en büyük aksiliklerden biri değil, modern dünya ve bilhassa Amerika Birleşik Devletleri’ne bakışını sarsması gereken bir şok olmuştur. Beyaz Saray’da 28 Şubat’ta yapılan görüşmenin olası yansımaları sadece ABD-Ukrayna ilişkileri üzerinde değil, muhtemelen tüm küresel siyaset üzerinde kalıcı etkiler bırakacak.

Görev tamamlandı

Ziyaretin arifesinde Moskova’daki pek çok kişi sadece endişeli değil, aynı zamanda olası sonuçları hakkında da ciddi kaygılar taşıyor olmalıydı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, Zelenskiy’in Beyaz Saray’a giden yolunu özenle döşemişlerdi; her ikisi de Ukraynalı mevkidaşlarından önce Donald Trump’ı ziyaret etmiş ve ABD liderini, önceki açıklamalarında Vladimir Putin ile bir “anlaşma” yapma niyetini dile getirmesine rağmen, Kiev’e azami desteği sürdürmesi için ikna etmeye çalışmışlardı. Peki ya, yetenekli bir aktör ve profesyonel bir iletişimci olan Zelenskiy, Trump’ı Ukrayna’ya güçlü Amerikan güvenlik garantileri sağlama gerekliliği konusunda ikna edebilseydi? Ya Beyaz Saray Moskova’ya daha fazla baskı uygulayabilmek için Kiev’e 2025 yılında daha fazla askeri ve siyasi destek sözü verseydi? Ya da öngörülemez ve tutarsız ABD Başkanı nihayet çok da uzak olmayan bir gelecekte Ukrayna’nın NATO üyeliğinin önünü açmaya karar verseydi?

Neyse ki tüm bu kaygı ve endişelerin yersiz olduğu ortaya çıktı. Macron ve Starmer’ın Washington’daki çabaları tamamen boşa çıktı. Oval Ofis’te her iki tarafın da nezaketli protokol sözleriyle başlayan Trump-Zelenskiy görüşmesi, nihayetinde şikâyetler ve karşılıklı serzenişlerin hâkim olduğu sert ve duygusal bir tartışmaya dönüştü. Beyaz Saray, daha önce hiç bu kadar açık bir diplomatik nezaketsizliğe sahne olmamıştı. ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, konuşmanın başında Ukraynalı misafirin Ukrayna’daki duruma ilişkin değerlendirmesinin samimiyetini ve güvenilirliğini açıkça sorgulayarak görüşmenin tonunu belirledi. Trump ise Zelenskiy’in karşı karşıya olduğu durumu son derece açık bir dille özetliyordu: “İyi bir konumda değilsiniz. Şu anda elinizde kartlar yok.”

Batılı mevkidaşlarının sevgilisi olmaya alışmış Ukrayna Devlet Başkanı’nın böylesine sert bir yaklaşım karşısında afalladığı açıktı; karşı atağa geçmeye çalışsa da pek başarılı olamadı. İtirazları, ABD liderliğine ve genel olarak Amerika’ya yönelik bir saygısızlık göstergesi olarak yorumlandı. Sonuç olarak, Zelenskiy’in son üç yıldır Amerikan liderlerine yönelik giderek artan taleplerde bulunma stratejisi ters tepti. Trump, Ukrayna’nın baskısına boyun eğmeye niyeti olmadığını iç kamuoyuna göstermek zorundaydı.

Planlanan basın toplantısı iptal edildi ve Zelenskiy Beyaz Saray’dan eli boş, durumu hafifletmeye yönelik herhangi bir strateji geliştirme imkânı bile olmadan ayrıldı. ABD ile Ukrayna arasındaki ikili ilişkilerin geleceği belirsizliğini koruyor; nitekim aynı şey Rusya-Ukrayna anlaşmazlığının çözümünde ABD’nin angajmanının geleceği için de söylenebilir. Görüşmenin tam olarak hangi noktada kontrolden çıktığı ve titizlikle hazırlanan etkinliğin resmi protokolden sapmasını neyin tetiklediği psikologlara kalmıştır, ancak toplantının sonuçlarının Ukraynalı lider açısından beklenmedik ve son derece yıkıcı olduğu açık.

Hasar sınırlaması mümkün mü?

Elbette ABD’nin Kiev’e yönelik askeri ve siyasi desteğinin aniden ve geri dönülmez şekilde sonlandırılacağını iddia etmek yanlış olur. Bu türden yardım programlarında kurumsal ataletten kaynaklanan bir süreklilik söz konusudur ve Biden yönetimi, Ukrayna liderliğinin tam da bu tür beklenmedik durumlarla başa çıkmasına yardımcı olabilmek adına Kiev’e mümkün olduğunca fazla yardımı önceden tahsis etmişti. Aynı şekilde, Trump’ın aniden ve kesin bir biçimde Rusya yanlısı bir tutum benimsediği sonucuna varmak da hatalı olacaktır; zira, Amerikan Başkanı Kremlin ile gelecekte yapılacak müzakerelerde daha fazla manevra alanına sahip olabilmek için Rusya karşıtı yaptırımlarını 2026 başına kadar uzatmıştı. Ve elbette ABD genelinde Zelenskiy’e desteğini sürdüren birçok aktör hâlâ mevcut; bu gruplar yalnızca siyasal açıdan etkili olan Ukrayna diasporasıyla sınırlı kalmayıp, Washington’daki nüfuz sahibi bir dizi siyasetçiyi de içeriyor. Dolayısıyla, ABD-Ukrayna stratejik ortaklığının herkesin gözü önünde çözülmesini izlemeyecek birçok kişi olduğu açık. ABD’nin Ukrayna eksenindeki iç siyasi savaşları hiç şüphesiz devam edecek ve şu aşamada bunların nasıl neticeleneceğini tahmin etmek biraz zor.

Diğer küresel aktörlerin olası hamleleri açısından top şimdilik Avrupa’nın sahasında gibi gözüküyor. Avrupa Birliği ve Birleşik Krallık liderleri şu anda zorlu bir seçimle karşı karşıyalar: Ya Trump’ın yanında yer alarak Ukrayna’ya verdikleri desteği azaltmayı ve ABD ile birlikte Zelenskiy’e baskı yapmayı tercih edecekler ya da tam tersi, Washington’un muhtemelen 2025’ten itibaren bırakacağı boşluğu doldurmak adına Kiev’e yönelik askeri ve mali yardımlarını artırarak ABD Başkanı’na meydan okuyacaklar.

Tarihsel olarak, Avrupa devletlerinin Washington’da alınan kararları olduğu gibi takip etme eğiliminde olduğu bilinir, ancak mevcut koşullar altında bu eğilim Avrupa hükümetlerinin sadece küçük bir azınlığında karşılığını buluyor. Gerçekten de, Trump’ın ABD’nin Rusya-Ukrayna savaşındaki tutumundaki ani değişikliğine uyum sağlamak, Avrupa Birliği (AB) açısından yalnızca bir aşağılanma anlamına gelmeyecek, aynı zamanda AB’nin bir jeopolitik aktör olarak varlık göstermediğinin de açık bir ilanı olacaktır. Bazıları şimdiden Transatlantik ittifakının 1956’daki Süveyş Krizi’nden bu yana benzeri görülmemiş bir baskı altında olduğunu ileri sürüyor; zira o dönemde ABD, Fransa, Birleşik Krallık ve İsrail’i Mısır’a karşı yürüttükleri savaşı durdurmaya zorlamıştı. Şimdilik Avrupa’da, Ukrayna’ya yönelik desteğin süreceğine dair bir hava esmeye devam etse de bu söylemin modern askeri teçhizat ve yüz milyarlarca avroya tekabül edecek somut yardımlara dönüşüp dönüşmeyeceğini zaman gösterecek. Kaldı ki mesele yalnızca para da değil; şu anda Washington tarafından Kiev’e tedarik edilen sofistike ABD yapımı silah sistemlerinden bazılarının Avrupa’da tam anlamıyla eşdeğer bir karşılığı yok ve yakın vadede de bu tür benzerler ortaya çıkmayacağa benziyor.

Avrupa ülkelerinin bütçe öncelikleri arasında birçok başka kalemin yer aldığı ve Euro Bölgesi’nin ekonomik durumunun pek de iç açıcı olmadığı dikkate alındığında, kıtadaki hükümetler bu belirsizlik ortamında hareket etmek zorundalar. Avrupa ülkeleri, ABD ile bir ticaret savaşı ihtimaliyle karşı karşıya olmalarının yanı sıra, Washington ile Çin’e yönelik politikalar konusunda da görüş ayrılıkları mevcut. Tüm bu manzara, Ukrayna konusunda Trump ile yaşanacak olası bir krizi ve mevcut gerilimleri daha da derinleştirebilir. Sadece Macaristan Başbakanı Viktor Orbán ve Slovakya Başbakanı Robert Fico değil, kendisini AB’nin doğal lideri olarak konumlandırmaya çalışan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve İtalya Başbakanı Giorgia Meloni için dahi Brüksel ile Washington arasında net bir tercih yapmak neredeyse imkânsız. Bu tercih yapma konusundaki yetersizlik, Avrupa’nın ABD’den “stratejik özerklik” yönündeki çabalarını kaçınılmaz biçimde zayıflatacaktır.

Kremlin için bir fırsat mı?

Her halükârda, Zelenskiy’in Batı’ya Yolculuğu’nun başarısızlığı, zaten hızla değişen ABD-Rusya ilişkilerine yeni bir ivme kazandırıyor. Zelenskiy’in Beyaz Saray’daki beceriksiz ve hayal kırıklığı yaratan performansı, Rus tarafına çatışmanın sürdürülmesine dair tüm sorumluluğu Kiev’e yükleme imkânı tanıyor. Başkan Trump, Ukraynalı liderle yaptığı görüşme sırasında, Putin’e yönelik aşağılayıcı ya da küçümseyici olarak yorumlanabilecek herhangi bir ifadeden bilhassa kaçınmıştır. Yine, Zelenskiy’in Putin’in barışçıl bir çözüme gerçekten ilgi duymadığı ve aksine Ukrayna devletini tamamen yok etmeye takıntılı olduğu yönündeki tezlerini kabul etmeyi de net bir biçimde reddetmiştir. Dahası, Trump bir kez daha Putin’in “kardeş kavgası” niteliğindeki bu çatışmayı mümkün olan en kısa sürede sona erdirmeye içtenlikle bağlı olduğunu söyledi. Zelenskiy’in Batı’ya Yolculuğu’nun fiyaskoyla sonuçlanması, ABD Başkanı’nı Rus liderle devam eden temaslarına daha fazla ağırlık vermeye sevk edebilir.

Zelenskiy’in Washington ziyaretinden hemen önce, ABD ve Rusya diplomatlarının İstanbul’da, iki ülke arasındaki neredeyse tamamen kopmuş diplomatik iletişim kanallarını yeniden tesis etmeye yönelik önemli bir toplantı gerçekleştirdiği de not edilmelidir. Bu görüşme oldukça verimli geçmiş, yeni temaslara dair planlar belirlenmiş ve değişen ikili ilişkilerin dinamiklerini pekiştirecek bir ABD-Rusya zirvesi ufukta belirmeye başlamıştır.

Yine de Rusya’da ABD ile esaslı bir diyaloğun yeniden başlatılmasının arzu edildiği konusunda geniş bir fikir birliği olduğunu söylemek abartılı olur. Uzman çevrelerin ve Rus kamuoyunun büyük bir kısmı, Donald Trump’a, tıpkı diğer ABD liderleri gibi, güvenilemeyeceğine ve güvenilmemesi gerektiğine ve Beyaz Saray’da hangi yönetim kalırsa kalsın Rusya-ABD ilişkilerinin çatışmacı olmaya mahkûm olduğuna kesin olarak inanıyor. Amerikan karşıtı söylemlerin güçlü şekilde yankılandığı Moskova’da, hâkim tutumları değiştirmek kolay olmayacaktır. Aslına bakılırsa, son haftalarda uluslararası gelişmeler, Rusya’nın yerleşik dış politika anlatısını kökten sorgulamaya açtı. Bu anlatıya göre, “Anglosakson” ittifakının başını çektiği sözde “kolektif Batı” Rusya’ya varoluşsal bir meydan okuma sunuyor ve onu tamamen yok etmeye değilse bile stratejik bir yenilgiye uğratmaya kararlı. Ancak bugün gelinen noktada, “Anglo-Sakson” ittifakının çökmekte olduğu ve Rusya karşıtı direncin Atlantik Okyanusu’nun doğu kıyısında [Avrupa] batı kıyısından [ABD] çok daha güçlü olduğu ortaya serilmiştir. Bu değişimin Rusya’da doğru bir şekilde özümsenmesi ve sindirilmesi gerekiyor belki de.

Her halükârda, Rus halkının çoğunluğu Moskova ve Washington arasındaki bitmek bilmeyen çatışmalardan bıkmış durumda; bu yüzden de ikili ilişkilerin temelden sıfırlanmasını değilse dahi en azından gerginliklerin bir nebze olsun azaltılmasını memnuniyetle karşılayacaktır. ABD’nin, Zelenskiy’i şahsen ikna edemese bile, en azından Ukrayna siyasal elitini Moskova ile barışçıl bir çözüm için daha gerçekçi bir tutum benimsemeye yönlendirme potansiyeline sahip olduğu yönünde umutlar ise geçerliliğini koruyor.

Ya ABD Avrupa’yı terk ederse?

Beyaz Saray’daki Trump-Zelenskiy görüşmesinin kötü sonuçlanması, sabırsız ve öngörülemez yapısıyla bilinen ABD Başkanı’nı Rusya-Ukrayna çatışmasını çözme çabasından uzaklaştırabilir. Nitekim, Trump’ın, daha önce büyük bir önem atfettiği “nadir toprak elementleri anlaşması”na olan ilgisini de kaybettiği öne sürülüyor. Bu anlaşma, Beyaz Saray’daki görüşme esnasında resmen imzalanacaktı; ancak Trump, son aşamada bunun çabaya değmeyeceğine karar vermis olsa gerek. Belki de bunun yerine, dikkatini Orta Doğu’ya, Çin ile ilişkilere ya da ABD’nin Batı Yarımküre’deki hegemonik konumunu pekiştirmeye yönlendirecek. Trump, siyasi yatırımlarından hızlı geri dönüşler elde etmek isteyen bir lider; Rusya-Ukrayna savaşının böyle bir getiri sunmadığı durumda, “anlaşmaları” başka yerlerde arayabilir.

Avrupa’daki krizin ABD’nin aktif katılımı olmadan çözülmesi daha mı kolay olur? Rusya’daki bazı çevreler, Washington’un Avrupa meselelerine ne kadar az burnunu sokarsa kıtanın güvenliğinin o kadar iyi olacağını savunuyor. Ancak, böylesi bir varsayımın kesin doğruluğunu kabul etmek mümkün değil. ABD’nin Avrupa’dan tamamen çekilmesi, Avrupa’nın genel stratejik istikrarı üzerinde olumsuz etki yaratabilir- en azından kısa vadede, birçok yeni güvenlik tehdidi ve belirsizlik yaratabilir ve hatta yeni bir dünya savaşı riski doğurabilir. Şayet Transatlantik ittifakı zamanla ortadan kalkacaksa, etrafındaki herkesin bunun mümkün olduğunca düzenli ve sorunsuz şekilde çözülmesiyle meşgul olması gerekir.

Çok Okunanlar

Exit mobile version