Amerika
Pentagon’da reform planı: Askerleri teknobüyücülere dönüştürmek

Dizinin ilk bölümünde, Palantir CEO’sunun karanlık dünyasına giriş yapmıştık. Donald Trump ve Elon Musk’ın Pentagon planlarını anlamak için Palantir’den devam edelim.
Geçen aralık ayında Palantir, havacılık ve uzay devi RTX’in yerini alarak dünyanın en değerli savunma şirketi oldu. Ukrayna savaşı başladığında Palantir’in piyasa değeri RTX’in piyasa değerinin çok altındaydı.
Ukrayna savaşı gerçekten bir dönüm noktası kabul edilebilir. Pek çok türde sensörle donatılmış uydular ve insansız hava araçları (İHA) savaş alanının her santimini sürekli tararken, yapay zeka (AI) da topladığı verileri anında yorumluyor.
Her iki taraf için de hareket eden her şeyi tespit etmek ve saldırmak bir zamanlar olduğundan çok daha kolay ve büyük, “eski moda” taarruzların kısmen geride kalmasının bir nedeni de bu.
Amerika bu değişimlerde büyük rol oynadı. Örneğin Ukrayna güçlerinin Afganistan ve Irak’ta konuşlandırılanlardan daha yetenekli ve daha ucuz İHA üretmesine ve hedeflerin belirlendiği ve mühimmatların genellikle düşman hatlarının derinliklerinde onlara yönlendirildiği bir yapay zeka “öldürme zinciri” geliştirmesine yardımcı oldu.
Economist’e göre, Amerikan şirketleri de bu yeni çağın “öncüleri” arasında yer alıyor. Silahlarının nasıl performans gösterdiğini gözlemlemek ve buna göre uyarlamak için düzenli olarak Ukrayna’yı ziyaret ediyorlar. Özel sermaye fonları, konvansiyonel savaş alanını kökten değiştirmeyi hedefleyen Amerikan şirketlerine akın ediyor.
Pentagon da bu eğilimden nasibini alıyor. Özel sektörden, ama özellikle de risk sermayesinin aktığı Silikon vadisi startup’larından yararlanma çabası, ABD savunma sanayisinin, araştırma için devlet fonlarına bel bağlayan birkaç büyük şirkete bağımlılığa yol açtığı ve inovasyonu engellediği yönündeki endişelerini takip ediyor.
Bu nedenle CIA bünyesinde bile bir “risk sermayesi” kolu inşa edildi: In-Q-Tel. Departmanı yöneten Gilman Louie, “Siber, yapay zeka ve yazılım alanlarına hakim olanlar daha genç, yenilikçi şirketler,” diyor.
Biden yönetiminde Pentagon’un satın alma şefi olarak hizmet veren Bill LaPlante ise 2023 yılında yaptığı açıklamada geleneksel savunma üreticilerine üretimdeki gecikmelerden dolayı, Silikon Vadisine ise Avrupa’daki topçu savaşının ortasında ‘yapay zeka ve kuantum hesaplama’ gibi teknolojilerin uygunluğunu sorgulayarak tepki göstermişti.
RAND’da yayınlanan bir incelemede de, Pentagon’un artık ‘daha esnek’ özel sermaye sözleşmelerine izin vermesi gerektiği vurgulanıyor, CIA’in de benzer bir yöntem izlediği hatırlatılıyordu.
Dolayısıyla, Pentagon ihalelerinin gittiği tekeller, “5’li çete” de diyebiliriz, bir süredir topun ağzında.
Yukarıda da değindiğim gibi, mesele Trump ile başlamadı. 2023’ün sonlarına kadar ABD Genelkurmay Başkanı olarak görev yapan Mark Milley, dört yıl boyunca yönettiği askeri makinenin özünde amaca uygun olmadığını savunuyordu.
Geçen yıl Google’ın eski CEO’su ve askeri teknolojiye yatırım yapan bir fonun destekçisi olan Eric Schmidt ile birlikte yazdığı bir makalede, Amerikan firmalarının en iyi yapay zeka sistemlerini ürettiğini, fakat silahlı kuvvetlerinin bunları özümsemekte ve dağıtmakta zorlandığını belirtiyordu: Askerler “dronlara doymuş” bir savaş alanıyla başa çıkabilecek ekipman ve eğitimden yoksundu.
Silahlar, her ay, her hafta, her gün güncelleniyordu ve Amerikan ordusunun satın alma süreçleri ve silahların geliştirilmesi yıllar alıyordu. İkili, Pentagon’un nasıl savaştığı, ne satın aldığı ve alışverişini nasıl yaptığı konusunda “sistemik bir revizyona” ihtiyacı olduğu sonucuna varıyordu.
Senato Silahlı Hizmetler Komitesi’den Cumhuriyetçi Senatör Roger Wicker de bu süreçlerinin tamamen reforme edilmesinden yana. Wicker, Pentagon’u, Bakanlığın “çılgın tedarik süreci” dışında ticari olarak daha fazla alım yapmaya zorlamanın büyük faydalar sağlayabileceğini savunuyor.
Bu konuda Demokrat hizmetkârlar ile yeni Trump yönetimi arasında bir uyum olduğu görülüyor. Savunma Bakanı Pete Hegseth, geçen ayki onay oturumunda Pentagon’un “çok dar görüşlü olduğundan [ve] yeni teknolojilerin gelmesini engellemeye çalıştığından” şikayet ediyordu.
Hegseth 7 Şubat’ta yaptığı açıklamada, “Burada çok para harcadığımız pek çok program var ki, aslında savaş oyunu oynadığınızda, istediğiniz etkiyi yaratmıyorlar,” diyor ve Savunma Bakanlığı bürokrasisinin de sorunun bir parçası olduğuna işaret ederek şöyle devam ediyordu:
“Son 20 yılda yaratılan binlerce ek Pentagon pozisyonu, karargâh pozisyonları ve diğer pozisyonlar var ki bunların savaş alanında başarıya dönüşmesi gerekmiyor. Sorun sadece dolandırıcılık, israf ve suiistimal değil; sistemler, hiyerarşiler, gözden geçirebileceğimiz ve azaltabileceğimiz katmanlar var.”
Yeni ulusal güvenlik danışmanı Mike Waltz da kısa süre önce verdiği bir mülakatta, “Büyük beyinlere ve iş dünyasının liderlerine ihtiyacımız var ki Pentagon’un satın alma sürecinde reform yapabilsinler,” diyordu.
Economist’e göre, Trump’ın yeni savunma yetkililerinin, dünyayı yenme kapasitesine sahip bir askeri güç olarak kalabilmek, Çin’le bir savaş yürütebilmek ve kazanabilmek için üç şeyi değiştirmeleri gerekecek.
Birincisi silahlı kuvvetlerin kendisi; yani nasıl ve neyle savaştıkları değişmeli.
İkincisi, onlara tedarik sağlayan ve daha yeni, daha “inovatif” şirketlere doğru yönelmesi gereken savunma sanayii.
Üçüncüsü ise, biraz serbest bir çeviri ile, “ballı börek” olarak dağıtılan savunma harcamaları.
Bu konuda Trump yönetiminin “ayaklı bir çelişki” olduğuna daha sonra değineceğiz. Ama geçerken bu konuda iki kamp olduğunu hatırlatmakta fayda var. Örneğin, Başkan’ın daha sonra arasına mesafe koyduğu Heritage Vakfı’nın “Project 2025” raporundaki savunma bölümü yazanlar, Pentagon için daha fazla bütçe ve daha fazla nükleer silah istiyordu. Elon Musk gibi “yenilikçiler” ise, örneğin F-35 türü yeni nesil savaş uçaklarını ve konvansiyonel araçları “aptalca” buluyor, Çin’in İHA teknolojileri karşısında bunların şansı olduğunu düşünüyor ve bunlara yatırım yapmanın “israf” olduğunu ileri sürüyor.
Musk’ın eleştirilerinde haklılık payı olduğu kesin. ABD Operasyonel Test ve Değerlendirme Direktörü (DOT&E) tarafından Şubat 2024’te gizliliği kaldırılan bir değerlendirme, F-35 programının “teknoloji odaklı, son teknoloji yetenekler” vaat etmesine rağmen önemli zorluklarla karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor.
Kamuya açık değerlendirme raporuna göre, F-35’in “Blok 4” olarak adlandırılan geliştirme ve operasyonel testleri, programın etkinliğini ve operasyonel uygunluğunu engelleyen birkaç kritik sorunun altını çiziyor.
Rapora göre ilk olarak, Blok 4 kabiliyetlerini her altı ayda bir artırarak sunmayı amaçlayan Sürekli Kabiliyet Geliştirme ve Teslimat (C2D2) süreci beklentileri karşılayamamış ve önemli gecikmelere neden olmuş durumda.
Tech Refresh 3 (TR-3) aviyonik yükseltmesi, yeni sensör takımları, uzun menzilli silahlar, elektronik harp, veri füzyonu ve platformlar arası birlikte çalışabilirlik dahil olmak üzere Blok 4 yetenekleri için yeterli bilgi işlem gücü sağlamayı amaçlıyor.
Bununla birlikte, TR-3 yazılım sürümü 30R08, iki yılı aşkın bir süredir geliştirilmesinin ardından, daha önce teslim edilen yeteneklere eklenen eksiklikler bir yana, tamamlanmamış durumda.
Sadece bu da değil. Programın on yıldan fazla bir süredir gerisinde ve başlangıçta tahmin edilenden 209 milyar dolar daha pahalı. Hava Kuvvetleri, Deniz Piyadeleri ve Donanma için 442 milyar dolara (ve bunları uçurmak için 1,5 trilyon dolardan fazlaya) 2.456 jet satın almanın, bugünün ve özellikle de yarının savaş alanı göz önüne alındığında mantıklı olmasının hiçbir yolu yok gibi görünüyor.
Pentagon halihazırda istediği F-35’lerin %36’sını satın almış durumda (2.456 uçağın en az 881’i). Bu, F-22’lerin %25’i ve B-2’lerin %16’sı ile karşılaştırıldığında hiç de fena bir ortalama değil!
Yine Economist’in aktardığına göre, Pentagon bünyesindeki Savunma İnovasyon Birimi’nin (DIU) kurucuları Raj Shah ve Christopher Kirchoff da, “Hipersonik silahların ve anti-gemi füzelerinin bir donanma gemisini kolayca yok edebildiği bir dünyada,” diye yazıyorlar, ”artık muhrip ve savaş gemileri inşa etmek için milyarlarca dolar harcamak mantıklı değil.”
Yine de, ABD’nin savunma harcamalarının neredeyse %86’sı “5’li çete”ye gidiyor: Lockheed Martin, RTX, Boeing, Northrop Grumman, General Dynamics.
Amerikan savunma sözleşmeleri genellikle tek bir alıcıyı, gereklilikleri belirleyen ve tüm araştırma ve geliştirme (AR-GE) maliyetlerini üstlenen hükümeti içeriyor.
Bu yapı, özel firmaların aksi takdirde çok riskli olacak büyük maliyetli ve uzun zaman çizelgeli projeleri üstlenmelerine olanak tanıyor. Fakat bu yaklaşım, etkinliğini sürdürebilmesi için sürekli güncellenmesi gereken daha küçük ve yazılımla beslenen teçhizat alımları için hiç uygun değil.
Palantir’in baş teknoloji sorumlusu Shyam Sankar’ın geçen ekim ayında kaleme aldığı “Savunma Reformu” başlıklı raporu da buna işaret ediyor.
Pentagon’a silah satan büyük savunma firmalarının sayısının 1993’te 51 iken bugün beşe düşmesinden yakınan Sankar, “Konsolidasyon konformizmi doğurdu ve çılgın kurucuları ve yenilikçi mühendisleri dışarı itti,” diye yazıyordu.
DIU’nun eski başkanlarından ve şu anda bir girişim sermayesi fonu olan Shield Capital’in ortağı Michael Brown ise, Pentagon’un ilk on tedarikçisinin işlerinin üçte ikisinin sadece savunma amaçlı olduğunu; Çin’de ise bu oranın %3 olduğunu belirtiyor.
Sankar da, eskiden savunma sanayiine iş yapan şirketlerin aynı zamanda ticari firmalar da olduğuna, bunun da “rekabetçiliği” ve inovasyonu getirdiğine inanıyor.
Silikon Vadisi’nin büyük firmaları da bu nedenle Savunma Bakanlığı ile çalışmak için sıraya girmiş durumda. Google, 4 Şubat’ta yapay zeka araçlarının askeri amaçlarla kullanılmasını yasaklayan ve uzun süredir devam eden politikasını tersine çevirdi.
OpenAI, Anthropic ve Meta gibi teknoloji devleri ve en iyi yapay zeka model üreticileri de askeri işlere akıyor.
Yatırımcılar da Silikon Vadisi ile Pentagon arasındaki bağları perçinliyor: Danışmanlık şirketi Bain & Company’nin verilerine göre, savunma sanayindeki girişim sermayesi anlaşmaları son on yılda 18 kat arttı: 2014’te 500 milyon dolardan 2024’te yaklaşık 8,7 milyar dolara.
Satın almalarda gecikmeler, Kongre’deki bitmek bilmeyen tartışmalar ise Silikon Vadisi’nin hiç hoşuna gitmiyor. Pentagon’un bütçe sürecinin başlaması ile herhangi bir fonun ortaya çıkması arasındaki boşluk en az iki yıl. Siyasi çıkmaz, bütçelerin nadiren zamanında kabul edilmesi anlamına geliyor ve bu da yeni programların başlatılamadığı “sonsuz kararlara” yol açıyor.
Yakın zamana kadar savunma bakan yardımcısı olan Mike Horowitz, tüm bunları basitleştirmenin ve hızlandırmanın “inovasyon sorununu çözmenin sırrı” olduğunu söylüyor.
Savunma sanayiinin devlerini ürkütmekten kaçınan Pentagon’un, şimdiye kadar “riskten kaçınan bir kültürü” tercih ettiği düşünülüyor.
Pentagon’un donanım satın almasının iki temel yolu bulunuyor: tedarikçilerin yaptıkları iş için Savunma Bakanlığı’na artı bir kâr marjı fatura ettikleri “maliyet+” sözleşmeler ve yüklenicilerin üzerinde anlaşmaya varılan bir fiyat karşılığında silah üretmek için imza attıkları sabit fiyat anlaşmaları.
Son yıllarda maliyet+ anlaşmalarında yaşanan büyük fon aşımları Pentagon’da bazılarının daha fazla sabit fiyatlı tedarik için bastırmasına neden oldu. Bu da yüklenicilerin maliyet aşımlarını ödemek zorunda kalması anlamına geliyor.
Örneğin Boeing, KC-46 hava tankerini geliştirmek için 4,9 milyar dolarlık sabit fiyatlı bir sözleşme kazandı, fakat görevi tamamlamak için kendi cebinden 7 milyar dolar daha fazla harcadı. Pentagon tedarikçileri sabit fiyatlı sözleşmelere imza atma konusunda giderek daha temkinli davranıyor.
Yaklaşık 30 milyar dolarlık yıllık bütçesinde maliyet aşımlarından endişe eden Uzay Kuvvetleri, maliyet+ anlaşmalardan sabit fiyat anlaşmalarına geçişte değişimin öncüsü olmak istiyor.
Sözleşmelerinin yaklaşık yarısını bunlar oluşturuyor. Hava Kuvvetleri’nden Tümgeneral Stephen Purdy 11 Şubat’ta yaptığı açıklamada, “Bundan nasıl kurtulacağımızı bulmaya çalışacağız ve bu her iki taraf için de acı verici olacak. ‘Hey, bunu nasıl sabit fiyata dönüştürebiliriz?’ gibi tartışmalar yapacağız,” diyordu.
Bu sürecin bir parçası da ordunun “en son ve en iyi teknolojiye” yönelik “refleksif talebini” azaltmak olacak. Purdy, “Oldukça sert gereksinimlere sahip olma eğilimindeyiz. Bunların bir kısmını geri çekmeye çalışıyoruz,” diye itiraf ediyordu.
Bunun sonucunda verimlilik artışı sağlanamaması, diyor Economist, Amerika’da savaş gemisi inşa etmenin neden Japonya ya da Güney Kore’dekinden çok daha pahalıya mal olduğunu açıklamaya yardımcı oluyor.
Ve Anduril, Palantir ve Shield AI gibi yeni nesil askeri teknoloji firmaları artık Pentagon’un kapısına dayanmış durumda. Elon Musk’ın SpaceX’inin NASA ile yaptığı anlaşmalar kapsamında üstlendiği rol de “öncülük” yapıyor. Öyle ki, geçen şubat ayında Anduril (yine Yüzüklerin Efendisi!), Microsoft’un ABD ordusu için karma gerçeklik başlığı programının geliştirilmesi ve üretimini devralacağını duyurdu.
Şirketler, Anduril’in üretimin yanı sıra Integrated Visual Augmentation System (IVAS) projesi için gelecekteki donanım ve yazılım geliştirme ve teslimat zaman çizelgelerinin kontrolünü üstleneceğini söyledi.
Ama gelin, Silikon Vadisi distopyasına bağlayarak bu yazıyı bitirelim.
IVAS olarak bilinen sistem, askerlere savaşmak, prova yapmak ve eğitim almak için tek bir platform sunmayı, durumsal farkındalığı artırmayı ve karar verme mekanizmasını geliştirmeyi amaçlayan bir artırılmış gerçeklik başlığı.
Microsoft’un program yönetimi, 80.000 dolarlık süper gözlükleri test eden askerler arasında baş dönmesi, baş ağrısı ve mide bulantısı da dahil olmak üzere gelişimsel sorunlarla boğuşmuştu.
Anduril’in kurucusu Palmer Luckey bir blog yazısında IVAS’ın “insan güçlendirmede yeni bir yolun başlangıcına işaret ettiğini, bu yolun Amerika’nın savaşçılarının insan formu ve bilişsel [cognition] sınırlarını aşmasına, zenginleştirilmiş [enhanced] insanları büyük robotik ve biyolojik takım arkadaşlarıyla sorunsuz bir şekilde bir araya getirmesine olanak tanıyacağını” söylüyordu.
IVAS, Anduril’in şefine göre, askerleri “teknobüyücülere” [technomancer] dönüştürecekti.
Luckey’in yazısının başlığı söylemeyi unuttum: “Askerleri Süper Kahramanlara Dönüştürmek.”