Çevirmenin notu: “Avrupa’nın sırtlanı” olarak da anılan NATO’nun doğu kanadındaki ileri karakolu Polonya, halihazırda Avrupa’nın en savaş çığırtkanı ve ABD yandaşı unsuru. Polonya’nın hiper-Atlantikçi tavrı söylemle sınırlı kalmıyor, aynı zamanda bölgenin silahlanmaya en çok yatırım yapan ülkesi durumunda. Polonya’nın konumu Washington için eşsiz; Doğu ile Avrupa arasında geçiş güzergahı ve Batı Avrupa’nın Rusya ve Çin ile olan irtibatını koparmak için muazzam bir aparat. Konunun meraklıları için şuradaki ve şuradaki içerikler de faydalı olabilir.
Polonya 2030’da Britanya’dan daha zengin olacak, dikkate almamızın zamanı
Daniel Johnson
The Telegraph
7 Mayıs 2023
Almanya ve Fransa bocalarken ülke Putin’e karşı durmak üzere komünizmin zincirlerinden kurtuldu.
İki hafta önce Wrocław’a yaptığım bir ziyarette zloti değer kazandı: Polonya hızla Orta Avrupa’nın yeni süper gücü haline geliyor.
1989’da Telegraph’ın Doğu Avrupa muhabiri olarak Polonya’yı ziyaret ettiğim sırada kentleri kasvetli, çürümüş ve iğrenç komünist dönem binalarıyla çevriliydi. Dükkanlar boş, beklentiler düşük ve hayat zordu.
Yine de Sovyet imparatorluğunun başka hiçbir yerinde halkın gücü Polonya’da olduğu kadar zafere erişemedi. Kaybedilmiş davaların ülkesi hürriyetin ve refahın öncüsü oldu.
Polonya, komünizm sonrası ekonomik mucize sayesinde 2030 yılına kadar Britanya’dan daha zengin olma yolunda ilerliyor. Ülke, batarya üretimi ve teknoloji gibi geleceğe dönük endüstrilerin merkezi haline geldi.
Varşova bu ekonomik gücü, ülkeyi kapıdaki Rus kurduna karşı korumak için zorlu bir savaş gücüne dönüştürmek için kullanıyor. Moskova’ya karşı durma konusundaki istekliliği ona pek çok komşu ülke arasında müttefikler de kazandırdı.
Almanya ve Fransa Ukrayna savaşına verecekleri yanıt konusunda bocalarken Polonya’nın yıldızı yükseliyor.
Varşova’nın büyüyen savaş sandığı
Ülkenin artan önemi, ordusuna bakıldığında açıkça görülüyor.
Varşova’nın planı, ordunun büyüklüğünü iki katına çıkararak en yeni Batı teçhizatıyla donatılmış 300 bin askere çıkarmak.
Polonya’nın Ukrayna’daki savaş alanında çok etkili olduğu kanıtlanan ABD yapımı HIMARS roketatar sistemleri için yaklaşık 10 milyar dolar (7,9 milyar pound) harcaması, ciddi yatırım planlarının örneklerinden sadece biri.
Polonya benzer şekilde Ukrayna’ya verilen Sovyet dönemi MiG savaş uçakları ve T-72 tanklarının yerine F-35 Lightning II uçakları ve 116 Abrams tankından oluşan bir filo satın alıyor.
Tüm bu askeri donanımın yüksek bir bedeli var. Polonya geçen yıl GSYH’sinin yüzde 2,5’i olan savunma harcamalarını bu yıl yüzde 4’e yükseltti. Bu da Varşova’nın savaş bütçesini NATO’nun en büyük bütçelerinden biri haline getiriyor ve bu seviyeleri öngörülebilir gelecekte de sürdürmeyi ve hatta artırmayı planlıyor.
Böylece Polonya’nın savunma harcamaları diğer büyük NATO üyeleri Fransa, Almanya, İtalya ve İspanya’nın iki katından fazla olacak ve 2030’a kadar sadece yüzde 2,5’e ulaşmayı planlayan Britanya’nınkinden önemli ölçüde daha yüksek olacak.
Bunun anlamı, Polonya’nın yakında NATO’nun tüm Avrupalı üyeleri arasında en büyük ve en iyi kara savaş kabiliyetine sahip olabileceği. Sadece 200 bin kadar cephe askerine sahip olan Fransa bile yakında kendisini Polonya’dan sayıca az bulabilir.
Polonya’nın yığınağı sadece Kaliningrad eksklavı Polonya ile kara sınırını paylaşan Rusya’yı caydırmak için değil, aynı zamanda Almanya’ya da ittifak içinde ağırlığını koyması için baskı oluşturuyor.
Şansölye Olaf Scholz’un Berlin’in savunma harcamalarını artırmasını sağlayacak jeopolitik bir Zeitenwende (“dönüm noktası”) vaadine rağmen Almanya aslında bu yıl GSYİH’sinin sadece yüzde 0,1’i kadar artışa giderek yüzde 1,6’ya yükselteceğini ve NATO’nun minimum yüzde 2’lik hedefinin çok altında kalacağını itiraf etti.
Polonyalıların kendilerini savunmasız hissetmeleri ve askeri güç söz konusu olduğunda tek başlarına hareket etmek zorunda kalmaları anlaşılabilir.
Alman Silahlı Kuvvetlerinin şu anda (tartışmalı bir şekilde) Polonya’nın doğusuna Patriot füzesavar bataryaları konuşlandırdığı doğru; Almanlar 1945’ten bu yana ilk kez orada kayda değer bir askeri varlığa sahip oldular. Ancak Berlin’in bu jesti, Ukrayna’ya Putin’i yenmek için ihtiyaç duyduğu silah ve mühimmatı vermedeki başarısızlığını gizleme konusunda incir çekirdeğini doldurmaz.
Almanya’nın Rus saldırganlığına karşı durma konusundaki isteksizliği Leopard 2 tankları konusunda yaşanan tartışmalarla örneklendi. Berlin bu modern muharebe tanklarını Ukrayna’ya vermeyi ancak geçtiğimiz ocak ayında NATO müttefiklerinden gelen yoğun baskılar sonucunda kabul etti; buna Almanya’nın onayı olmadan kendi Leoparlarını Kiev’e vermekle tehdit eden Polonyalılarla yaşanan tartışma da dahildi.
Sonunda Berlin izin verdi ve Varşova tankları şubat ayında teslim etti. Almanlar ise tankları ancak bir ay sonra gönderdi.
Polonya’nın perspektifinden bakıldığında Alman askerî açıdan zayıflığı ve Ukrayna konusundaki kayıtsızlığı çileden çıkarıcı olsa da Alman siyasi ve iş dünyası liderlerinin Vladimir Putin rejimiyle skandal düzeyindeki yakın ilişkileri göz önüne alındığında pek de şaşırtıcı değil.
Scholz liderliğindeki Berlin’in iktidardaki sol koalisyonu, Gerhard Schröder’in Kuzey Akım projesindeki rolünden başlayarak Rusya’yı yatıştırma konusunda uzun bir maziye sahip olan kendi Sosyal Demokrat Partisi’ni (SPD) de içeriyor.
Kuzey Akım 1 ve 2 doğalgaz boru hatları Polonya ve Ukrayna’nın güvenlik çıkarlarına bariz biçimde ters düşüyordu ama Angela Merkel ve Scholz idaresindeki yirmi yıl boyunca Almanlar bu stratejik hatların tamamen ticari meseleler olduğunda ısrar ettiler.
Polonya aleyhindeki Rus-Alman işbirliğine dair her bir ipucu, en açık şekilde hem Naziler hem de Sovyet işgalciler tarafından doğrudan işgal ve soykırımı beraberinde getiren 1939 tarihli Molotov-Ribbentrop Paktı gibi köklü tarihsel korkulara oynuyor.
Rusya’nın Polonya ile Litvanya arasına sıkışmış, ağır silahlarla donatılmış ve tahkim edilmiş Kaliningrad eksklavı, bu tüyler ürpertici hikâyenin nasıl sona erdiğini hatırlatıyor. Yakın zamanda Kremlin tarafından nükleer silahlarla takviye edilen savaş öncesi Doğu Prusya’nın bu Ruslaştırılmış parçası, kışın Rus filosuna ev sahipliği yapıyor ve Baltık’ta — özellikle Polonya üzerinde — nöbet tutmak için var.
Bu nedenle Berlin Moskova’ya uvertür yaptığında Varşova’da Chopin’in Cenaze Marşı’nın çalınmaya başlanması anlaşılabilir bir durum.
Fakat Berlin’in yaklaşımı karşısında umutsuzluğa kapılan sadece Varşova değil. Diğer Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri de aynı derecede tedirgin.
Emmanuel Macron’un giderek daha kavgacı hale gelen, Şi Cinping’e boyun eğmiş gibi görünen Fransa’sı da bu blokta güven uyandırmıyor. Macron, Pekin’in söylediklerine, eski Sovyetler Birliği ülkelerinin egemenliği olmadığını iddia ederken bile kafa sallamaktan memnun görünüyor.
Berlin ve Paris’in liderlik zafiyeti bir boşluk yarattı ve Varşova bu boşluğu doldurmaktan son derece hoşnut oldu.
Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda, bu ayın başlarında “diplomatik saldırı” olarak adlandırdığı bir teşebbüs başlatarak Batılı liderleri ziyaret etti ve “burada, bölgemizde olup bitenler ve Rusya’nın barbar saldırganlığının tabiatı hakkında dünyanın çeşitli köşelerinde farkındalık yaratmayı” amaçlamıştı.
Komünizm sonrası ekonomik mucize
Diplomatik ve askeri liderlik ancak güçlü bir ekonomi ile mümkün.
Yakın zamanda gerçekleştirdiğim ziyarette Wrocław Katedrali’nin ikiz kulelerinin baş döndürücü yüksekliğinden aşağıya baktığımda gördüğüm manzara nefes kesiciydi.
Gotik katedral adası, Rönesans dönemi Eski Şehir Meydanı ve Barok üniversite yerleşkesiyle Wrocław’ın muhteşem bir şekilde restore edilmiş kalbinin ötesinde, yaklaşık 700 bin nüfuslu modern bir metropol göz alabildiğine uzanıyor.
Bu manzara Polonya’nın travmatik tarihinin ve aynı zamanda komünizm sonrası ekonomik mucizesinin mikrokozmosu.
Şu anda Polonya’nın en büyük üçüncü ve en zengin ikinci kenti olan Wrocław, gözle görülür bir şekilde gelişiyor. Aşağı Silezya’nın başkenti olarak Alman, Çek ve diğer kârlı pazarlara yakınlığı, Avrupa’nın önde gelen yüksek teknoloji merkezlerinden biri haline gelmesine yardımcı oldu.
Bugün Wrocław, o zamanlar Berlin’in doğusundaki en büyük Alman kenti olan Breslau’nun savaş öncesi refahını bile aşmış durumda.
Demir Perde’nin yıkılmasının ardından Polonyalılar demokrasiyi, serbest piyasayı ve hukukun üstünlüğünü yeniden tesis eden ilk eski Sovyet ülkesi oldu. Yine de tırmanmaları gereken bir dağ vardı. 1989 yılında Polonyalı işçilerin kişi başına düşen GSYİH’si Alman meslektaşlarının sadece onda biri kadardı.
Otuz yıllık istikrarlı büyüme bir mucize yarattı. İktisadi eşitsizlikler ciddi ölçüde azaldı. Satın alma paritesine göre ayarlandığında, Polonya’da kişi başına düşen GSYİH şu anda 28 bin 200 pound iken, bu rakam Britanya’da 35 bin pound, Fransa’da 34 bin 200 pound ve Almanya’da 39 bin 800 pound. Polonya, mevcut yörünge hızıyla 2030 yılına kadar Birleşik Krallık’ı geride bırakacaktır.
Milenyumdan bu yana Polonya’nın kişi başına düşen reel GSYİH’si iki kattan fazla arttı; buna karşılık aynı dönemde Britanya, Fransa ve Almanya’da kişi başına düşen GSYİH yüzde 15 ila 24 arasında büyüdü.
Gerçek şu ki Varşova ya da Wrocław gibi yerlerdeki yaşam standartları Berlin, Paris ve Londra’dakilerle kıyaslanabilir düzeyde.
Hakikaten de genç aileler için yaşam kalitesi şüphesiz daha yüksek. Oğlum ve Polonyalı eşi bir yıl önce iki küçük çocuklarıyla birlikte memleketleri Wrocław’a göç ettiler.
Hiç pişman olmadılar. Vergi ve sosyal yardım sistemi, her çocuk için aylık 500 zloti (100 pound) ödeme yaparak ailelere destek sunuyor. Üç yaşındaki torunum ayda yaklaşık 50 pound’a mükemmel bir devlet przedszkole’sine (anaokulu veya kreş) gidiyor.
Anglo-Polonyalıların anavatana göçünün bir nedeni de Polonya’da yaşamın hala ucuz olması. Polonya’da enflasyon yaklaşık yüzde 15 ile AB ortalamasının neredeyse iki katı olsa da Wrocław’daki perakende fiyatlarının çoğu Londra’dakilerin çok altında.
Genel anlamda Polonya’da yaşam maliyetleri Batı Avrupa’ya göre çok daha düşük. Örneğin Wrocław’daki kiralar Londra’dakilerin yaklaşık beşte biri kadarken bir barda bir bardak bira 1 pound’dan fazla tutmaz.
Polonya’nın 2004 yılında AB’ye girmesinin ardından çalışmak için Britanya ya da Almanya’ya giden pek çok Polonyalının şimdi geri dönmüş olması hiç de şaşırtıcı değil.
Ücretler arasındaki fark hala fazla olsa da daralma gösterdi ve Polonya ekonomisi artık 20 yıl önce var olmayan fırsatlar sunuyor. OECD’ye göre içe dönük yatırımlar bol miktarda gerçekleşti ve ekonomi daha yüksek değerli faaliyetlere kaydı.
Örneğin Wrocław, Güney Koreli elektronik devi LG açısından önemli bir üs konumunda. Yakın zamanda Polonya, elektrikli araçlarda kullanılan lityum pil üretiminde ABD’yi geride bıraktı. Polonya şu anda “ihracatta dünya şampiyonu” olan Almanya ile bile ticaret fazlası veriyor.
Polonya eğitim alanında da çok başarılı. Okuma, matematik ve fen bilimlerinde 38 OECD ülkesi arasında sürekli olarak ilk beş veya altı arasında yer alıyor; Britanya, Fransa veya Almanya gibi daha müreffeh ülkelerin çok üzerinde. Bu da gelecekteki güçlü ekonomik büyümenin temelini oluşturuyor.
Polonyalılar da çok çalışıyor: Yılda ortalama 1830 saat, çok çalışkan olmalarıyla meşhur Amerikalılardan daha fazla ve İngiliz, Fransız ya da Alman eşdeğerlerinin çok önünde.
Tüm bunlar şaşırtıcı gelebilir. Polonya, İngilizler tarafından hala takdir ediliyor olsa da pek çok kişi tarafından kıskanılmaktan ziyade acınması gereken yoksul bir ülke olarak görülüyor.
Bu olumsuz imajın nedenlerinden biri, ülkenin AB’ye girmesinden sonra yaklaşık iki milyon Polonyalının göç etmesi ve bunların yaklaşık yarısının Birleşik Krallık’a gelmesi. Kitlesel göç kısmen, ülkede uzun yıllar boyunca inatçı bir şekilde yüksek kalan işsizlikten kaynaklanmıştı.
Ancak bu yoksul imajı, güncelliğini epey yitirmiş durumda. Polonya, ekonomi toparlanırken vahşi tabiatta geçirdiği dönemin ardından şu an patlama yaşıyor.
Bugünkü başarı büyük ölçüde 1989 sonrasında, komünizm sonrası dönemin efsanevi Maliye Bakanı Leszek Balcerowicz’in serbest piyasa reformlarına atfedilebilir.
Polonya 40 yıllık komünizmin ardından ışığa göz kırparken Balcerowicz planlı ekonomiyi ortadan kaldıracak bir plana — yeni bir tür plana — sahip olan adamdı.
Balcerowicz’in planı yüksek riskli, hızlandırılmış türden bir Thatcherist şok doktriniydi ama işe yaradı. Büyük patlama Polonya iş dünyasını küresel pazara açtı ve iş dünyası gelişti. Pandemi patlak verene kadar Polonya dünyanın en uzun kesintisiz büyüme dönemine — 28 yıl — sahipti.
Polonya ekonomisinin 2022 yılının son üç ayında yüzde 2,4 oranında küçülmesine rağmen geçen yıl toplamda yüzde 4,9 oranında büyümüş olması Polonya’nın dayanıklılığının bir göstergesi.
Polonya siyasetinde tarih hiçbir zaman ikinci planda olmadı.
Almanlar Holokost’ta üç milyon Polonyalı Yahudiyi katletti; üç milyon etnik Polonyalı da öldürüldü ve nüfusun büyük bir kısmı İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında yerlerinden edildi. Bu kâbusun anıları, Rusya’nın komşu Ukrayna’yı işgaliyle yeniden canlandı.
Savaş büyük bir sığınmacı akınını da beraberinde getirdi. Bir yıl içinde 11,5 milyon Ukraynalı sınırı geçti ve bunların yaklaşık 1,4 milyonu Polonya’da kaldı.
Bu bağlamda Polonya, Britanya’nın yaklaşık 10 katı kadar sığınmacı kabul etti. Yine de akılda tutulması gereken önemli bir nüans var.
Polonya, Avrupa’daki en düşük doğum oranlarından birine ve dolayısıyla en hızlı yaşlanan nüfusa sahip. Ülkenin göçe ihtiyacı var ama etnik ve dilsel çeşitliliği kabul etme konusunda isteksiz davranıyor.
Ukraynalılar Polonya toplumuna daha kolay uyum sağlıyor ve orada birçoğunun aile fertleri var. Savaştan önce bile Polonya-Ukrayna sınırı AB’nin en gözenekli sınırlarından biriydi.
Yine de Polonya’nın Ukrayna’nın çıkarlarına direndiği epey önemli bir konu var; tahıl.
Ukrayna’dan ucuz ithalata karşı şiddetli bir karşı çıkma hali var. Direniş Polonya ve diğer dört AB üyesi ülkedeki — Macaristan, Romanya, Slovakya ve Bulgaristan — çiftçilerden geliyor. Sonuncusu hariç hepsinin Ukrayna ile sınırı var ve tamamının hükümetleri çiftçileri destekliyor.
Korumacılık, Polonya liderliğindeki bu bloku kontrol eden popülist hükümetler için bir inanç konusu. Geçtiğimiz haftalarda Ukrayna’dan buğday, mısır, kolza ve ayçiçeği tohumu ithalatına tek taraflı yasaklar getirdiler.
Geçtiğimiz salı günü Brüksel, Kiev Merkez Bankası’na göre Ukrayna’ya maliyeti en az 160 milyon pound olan bu yasakları meşrulaştırarak taleplerine boyun eğdi.
AB anlaşması uyarınca Polonyalılar ve ortakları, Ukrayna tahılının sınırdan sevkiyatına izin verecek, ancak sadece diğer ülkelere yeniden ihraç edilmek üzere. Enflasyonun yüksek olduğu bir dönemde Polonyalı tüketiciler şüphesiz daha ucuz ekmek, makarna ve diğer ürünleri memnuniyetle karşılayacaktır ama tarım lobisi de oldukça etkili.
Polonya’nın iktidar partisi Hukuk ve Adalet (PiS), bu sonbaharda üst üste üçüncü kez seçilebilmek için büyük ölçüde kırsal kesimdeki seçmenlere bel bağlıyor.
Siyasi paranoya
Polonya’nın süper güç olma çabasının önündeki en büyük engel iç politika olabilir. Hukukun üstünlüğünün altını oymak ve kamusal tartışmaları bastırmakla suçlanan Hukuk ve Adalet, uzun süredir ülke siyaseti üzerinde paranoya havası estiriyor.
Başbakan Mateusz Morawiecki ve Cumhurbaşkanı Duda’nın her ikisi de Hukuk ve Adalet Partisi’ne mensup. Fakat Polonya’nın nihai iktidar sahibi, partinin başkanı ve kurucu ortağı Jaroslaw Kaczynski.
Şu anda 73 yaşında olan Kaczynski, yüksek bir makamda bulunmaktansa seçkin bir kişi olmayı tercih ediyor, fakat destekçileri ondan “devlet şefi” diye bahsediyor; bu unvan şimdiye dek Polonya’nın 1920’lerdeki gayri resmi hükümdarı Mareşal Pilsudski’ye aitti.
Mazideki askeri diktatörün bu yankıları, doğal olarak eski Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk’ın başını çektiği liberal muhalefeti telaşlandırıyor.
Tusk ve partisi Sivil Platform, Hukuk ve Adalet’i Avrupa Birliği’ne ve bağımsız yargı ve özgür basın da dahil olmak üzere Polonya demokrasisinin kurumlarına düşman, sadece Kaczynski’nin gerici Katolik tarikatı olarak görüyor.
Kaczynski ise Tusk ve partisini komünist dönemin iflas etmiş mirasçıları olarak görüyor. Milliyetçilik, sosyal muhafazakarlık, cömert refah ve askeri güçten oluşan ideolojisi, yoksul seçmenler arasında popüler olduğunu ispatladı.
İronik bir şekilde, her iki lider de Dayanışma hareketinin eski üyeleri. Kaczynski ve ikiz kardeşi Lech bir zamanlar Dayanışma’yı temsil eden, komünizme karşı muhalefete liderlik eden ve daha sonra Cumhurbaşkanı olan eski elektrikçi Lech Wałesa ile yakın çalıştılar.
Yurt dışındaki şöhretine rağmen gizli polis ile işbirliği yaptığı yönündeki ısrarlı iddialar Wałesa’yı Polonya’da bölücü bir figür haline getirdi.
Wałesa davası, komplo teorilerinin Polonya siyasetindeki toksik rolünü örnekliyor. Belki de en çarpıcı olanı, eski Cumhurbaşkanı Lech Kaczynski’nin 2010 yılında Smolensk yakınlarında meydana gelen ve Polonyalı seçkinlerin diğer pek çok üyesinin de ölümüne neden olan uçak kazasında hayatını kaybetmesi etrafında dönüyor. Hayatta kalan ikiz olarak Jaroslaw, kardeşinin öldürülmesinden sürekli olarak Rusları sorumlu tuttu.
Polonya heyetinin, Sovyet örtbaslarının en bilindik olanı 1940 Katın katliamının kurbanlarını anmak üzere yola çıkmış olması ya da Rus tarafındaki genel sorumlunun Vladimir Putin’den başkası olmaması işe yaramadı.
Kaczynski 2016’da iktidara döndüğünde yeni bir soruşturma başlatılması talimatını verdi ve bu soruşturmada pek çok usulsüzlük ortaya çıktı ama kazanın bir kazadan ziyade sabotaj olduğuna dair net bir kanıt bulunamadı.
Polonya siyasetinde paranoyanın araçsallaştırılması büyük ölçüde bir eleştiri geleneğinin olmamasından kaynaklanıyor. Muhalefetin ana televizyon kanalı TVN’in sahibi Warner Brothers. Yine de 2021 yılında Polonya Sejm’i (parlamento) ülkedeki medyanın yabancıların mülkiyetinde olmasını yasaklamaya çalışmıştı.
Nihayetinde Beyaz Saray, Polonyalıları devlet güdümündeki medyaya karşı popüler bir alternatiften mahrum bırakacak olan tedbirleri engellemek için müdahale etmek zorunda kaldı.
Tarihten dersler
Hükümete yönelik belki de en ciddi suçlama, yandaşları hâkim ve savcı olarak atamakla kalmayıp muhalif avukatları fiilen tasfiye etmiş olması. Adil bir yargılama ya da aslında herhangi bir yargılama bulmak giderek zorlaşıyor.
Bu konuda öne çıkan örneklerden biri, önde gelen İngiliz-Polonyalı tarihçi Adam Zamoyski. Kendisine karşı herhangi bir suçlama yöneltilmeden pasaportuna el konuldu ve yaklaşık 18 aydır soruşturmaya tabi tutuluyor. Fiili olarak geçim kaynağından mahrum bırakıldı ama habeas corpus yok ve dolayısıyla mahkemeye çıkma hakkı da yok.
Kendisine Hukuk ve Adalet diyen bir partinin yönetiminde hukukun üstünlüğünün tehdit altında olması ironisi pek çok Polonya vatandaşının da gözünden kaçmıyor. Kısmen bu nedenle hükümete güven oranı yalnızca yüzde 34,2. Bu rakam Polonya’da Britanya, Fransa ya da Almanya’dan çok daha düşük.
Tarih bir kez daha günümüz Polonya siyasetine bakarken faydalı bir kılavuz. Zamoyski, Varşova 1920 adlı kitabında Mareşal Pilsudski ve Polonya Lejyonu’nun Avrupa’yı Lenin’in beş milyonluk ordusundan nasıl kurtardığını anlatıyor. Zaferleri “Vistül’deki mucize” olarak anılmaya başladı.
Bunun yanında daha az hayırlı bir sonuç da ortaya çıktı. Zamoyski, savaştan sonra Pilsudski ve gazilerinin çoğulculuğu Polonya’nın kamusal hayatının dışına itmeye çalıştığını belirtiyor: “İster iktisadi ister siyasi olsun, her sorunla başa çıkmak için giderek daha fazla ulusal dayanışmaya başvurduklarından, Polonyalı azınlık ile Almanlar, Ukraynalılar ve özellikle de Yahudiler gibi çeşitli azınlıklar arasındaki husumeti beslediler.”
Savaş öncesi İkinci Polonya Cumhuriyeti’nin bu tasviri, günümüz Üçüncü Cumhuriyeti’nde yaşayanların pek çok insana rahatsız edici ölçüde tanıdık geliyor. Kaczynski, Duda ve Morawiecki hiçbir şekilde Yahudi karşıtı olmasalar da tarihçilerin Polonya’nın itibarını zedelemeye yönelik teşebbüsü olarak gördükleri şeylere karşı aşırı hassaslar. Diğerleri ise bunu normal bir bilimsel araştırma olarak görüyor.
Amerikan, İngiliz ya da İsrail medyasında Polonya’nın geçmişte ya da günümüzde Yahudi azınlığa yönelik muamelesini sorgulayan haberlerin yanlış bir şekilde, Polonya aleyhtarı, art niyetli oldukları varsayılıyor.
Her şeye rağmen Polonya bugün hala güçlü bir demokrasi. Polonyalılar cumhuriyetleri ve silahlı kuvvetleriyle gurur duymakta haklı. Fakat paranoyaya yer olmamalı. Polonya’yı bir kurban ya da şehit olarak görmelerine gerek yok.
Polonya siyasetinin bundan sonra izleyeceği güzergâh ne olursa olsun, Varşova’nın yükselen güç olduğu hakikatini görmezden gelmek zor.
Yüzyıl önce Vistül’de yaşanan mucize gibi, Polonya’nın ekonomik mucizesi de olağanüstü bir başarı. Avrupa’nın doğrulup bunu fark etmesinin vakti geldi.