AVRUPA

Popülizm yılı

Yayınlanma

Editörün notu: 2024 yılı, Avrupa’da popülizmin kalıcı bir güç olarak kendini gösterdiği bir dönem oldu. Belçika, Fransa, Hollanda ve Almanya’da çiftçi protestoları ve Avrupa Parlamentosu seçimleri, popülizmin kıta genelinde önemli bir etki yarattığını gözler önüne serdi. Özellikle sağ popülist partiler güç kazanırken, geleneksel merkez sol ve sağ partilerin düşüşü hızlandı. 2024 seçimlerinde Avrupa Parlamentosu’nda 60 popülist parti temsil hakkı kazandı ve bu partiler toplam sandalyelerin yüzde 36’sını elde etti. Ancak popülizmin asıl başarısı, kültürel kutuplaşma ve otorite krizinden beslenen bir karşı-kültür hareketi yaratabilmesiydi. Bununla birlikte, popülist partilerin küreselci baskılar karşısında ulusal egemenliği savunacak somut politikalar geliştirme zorunluluğu devam ediyor. Dolayısıyla popülizm yalnızca geçici bir moda olmadığını kanıtladı ve Avrupa’daki siyasi düzeni kökten sarsmaya devam edecek gibi görünüyor.


Popülizm yılı

Frank Furedi, Compact Mag

2024 yılının ilk aylarında Belçika, Fransa, Hollanda ve Almanya’daki çiftçi protestolarını izlerken, Wordsworth’un şu sözleri aklıma geldi: “O şafağa şahit olmak bir mutluluktu!” Şubat ayında traktörüyle Brüksel’e giderek önerilen çevre yasalarını protesto eden Flaman çiftçi Tom, medyanın hareketini aşırı sağcı ve popülist olarak nitelendirerek halkı desteklemekten caydırmaya çalıştığını söyledi. Gülümseyerek, “Bana popülist diyorlar, tamam, bunu kabul ediyorum!” dedi.

Tom hiçbir zaman siyasetle ilgilenmemiş, yüz binlerce insan gibi o da sesinin duyulmasını istemişti. 2024 yılı boyunca popülizm, güçlü bir kalıcılığa sahip olduğunu gösterdi. Avrupa Birliği’nde popülist partiler, siyasi kuruluşu savunmaya çekilmeye zorladı. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise Donald Trump’ın zaferinden sorumlu olan, eski Cumhuriyetçi kuruluş değil, geniş kapsamlı MAGA (Yeniden Büyük Amerika) hareketiydi.

Ancak 2024’ün popülist momenti uzun zamandır geliyordu. Etkisi, yüzyılın başından beri Avrupa’da büyüyordu. Güvenlik şirketi Solace Global için 100’den fazla siyaset bilimci tarafından yapılan 2022 tarihli çalışmaya göre, Avrupalıların yaklaşık yüzde 32’si düzen karşıtı partilere oy vermişti. Bu, 2000’lerin başında yüzde 20 ve 1990’ların başında yüzde 12 olan oranlara kıyasla önemli bir artıştı. Bu çalışmanın yayımlanmasından bu yana popülizmin etkisi genişlemeye devam etti ve bu yıl etkileyici bir yükselişe yol açtı.

Haziran 2024’teki Avrupa Parlamentosu seçimleri, popülizmin kıtada güçlü bir varlık oluşturduğunu gösterdi. Bu seçimin sonucunda, 26 Avrupa Birliği üye devletinden 60 popülist parti Avrupa Parlamentosu’nda temsil kazandı. Bu partiler, 720 sandalyenin 263’ünü (yaklaşık yüzde 36’sını) kazandı. Fransa, İtalya, Avusturya, Almanya ve Hollanda’daki sağ popülist partiler özellikle iyi performans gösterirken, sol popülist partiler daha az destek aldı.

Bugüne kadar ana akım yorumcular sıklıkla popülizmin geçici bir moda olduğu umudunu ifade ediyor. 2019’da Politico’da bir yorumcu, “Avrupa popülizmin zirvesine ulaştı mı?” diye sordu ve “milliyetçi sağa karşı gelgit dönmüş olabilir” açıklamasında bulundu. Beş yıl sonra —özellikle Donald Trump’ın yeniden seçilmesinin ardından— popülizmin önemli bir ileri momentumu olduğu açıkça görülüyor.

Pek çok analist, popülizmin direncini hafife aldı, zira ana itici gücünü kavrayamadılar. Popülizmin büyümesini sürekli olarak bağnazlık ve ırkçılıkla ilişkilendiriyorlar. Ancak bu şekilde nitelendirdikleri şey, insanların ulusal topluluklarının değersizleştirilmesi konusundaki endişelerinden kaynaklanan kültürel güvensizlik duygusudur.

Sol görüşlü yorumcular, popülizmin yükselişinden neoliberal politikaları sorumlu tutuyor. Ekonomik eşitsizlik ve yoksulluk, genelde popülizmin yeşerdiği zemin olarak algılanıyor. Bu nedenle Almanya’daki Kiel Dünya Ekonomisi Enstitüsü, kamu yatırımının popülizme karşı panzehir olduğunu savunuyor. Enstitü, 2024 raporunda, finansal destek alan bölgelerde sağ popülist oyların yüzde 15 ila 20 düştüğünü belirterek yatırımın ileriye giden yol olduğu sonucuna vardı. Ancak popülist partilerin büyümesinin ekonomik kriz ve durgunluktan bağımsız olarak gerçekleştiğine dair ciddi kanıtlar var. Serbest piyasa yanlısı düşünce kuruluşu Timbro’nun yakın tarihli raporunda da bu noktaya değiniliyor: “Popülist partilere destek, ekonomik krizler veya büyümeden bir ölçüde bağımsız olarak arttı.”

Avrupa’da popülizmin yükselişi, 1940’ların sonlarından beri kıtaya hâkim olan merkez sol ve merkez sağ partilerin çöküşüyle yakından bağlantılı. Eskiden siyasi manzaraya hâkim olan partiler —sosyal demokratlar, Hristiyan demokratlar, sosyalistler ve komünistler— artık neredeyse yok. Avusturya, Fransa, Hollanda, İtalya ve Almanya’da popülist partiler, sosyalistlerden daha fazla seçim desteği alıyor ve genellikle merkez sağı geride bırakıyor.

Yaşanan şey, sadece ana akım siyasi kuruluşa olan güvenin kaybı değil, aynı zamanda yukarıdan dayatılan değerlerin sorgulandığı yeni bir kültürel kutuplaşma düzeyidir. Otorite krizi ile kültürel çatışmanın patlak vermesinin kesişimi, popülizmin yeşermesi için uygun koşulları yarattı. Konvansiyonel medyada, kutuplaşmanın nedenini semptomuyla karıştırma eğilimi var. Avrupa’nın siyasi düzeninin, değerler üzerine her yere yayılan bir kültürel çatışmayı kışkırtma sorumluluğu göz ardı ediliyor. Popülist dalga, toplumun kutuplaşmasından sürekli olarak sorumlu tutuluyor. Ancak popülist hareket, giderek daha fazla güven kaybeden bir seçkinlerin, Avrupa’daki milyonlarca insanın gelenekleri ve bakış açısına yabancı bir yaşam tarzını dayatma girişimine bir yanıt olarak ortaya çıktı.

Çoğu analist, bir ses talep eden bu kültürel gerilimin derinliğini kavrayamıyor. Elbette, 2008 mali krizi, pandemi ve mülteci krizi gibi olaylar, popülist seferberlik için önemli fırsatlar yarattı. Fakat bu olaylardan bağımsız olarak, kitlesel göç, çok kültürlülük ve geleneksel kültürel normları tehdit eden LGBTQ+ ideallerinin kutlanması gibi politikaların yarattığı sorunlara popülist cevaplar talep ediliyor.

Siyaset teorisyeni Margaret Canovan’ın belirttiği üzere, sözde sosyal hareketlerin aksine popülizm, sadece iktidar sahibine değil, aynı zamanda “seçkinlerin değerlerine” de meydan okuyor. Bu nedenle, düşmanlığı “kanaat önderleri ve medyaya” da yöneliyor. Buna göre, medyanın popülist siyasetin dinamiklerini kavramakta gerçek bir sorunu var. Bu sorun sadece yüzeysel analizlerinin kusuru değil. Bir kurum olarak medya, çalışan insanların hayatlarından giderek daha fazla uzaklaştı ve kültürel bakış açısını paylaşmayanlara karşı yoğun bir şüphe duyuyor.

Avrupa’nın siyasi düzeni, popülizmi varoluşsal bir tehdit olarak görüyor ve anti-popülist propagandanın teşvikine büyük yatırım yapıyor. Haziran 2024’te Avrupa Komisyonu’nun etik grubu, “Otoriter Popülizme Direniş” başlıklı bir bildiri yayımladı. Çok sayıdaki öneri arasında, “toprak, ulus, etnisite veya din” ile bağlantılı kimliklerin “çoğulcu” federalist kimliklerle sorgulanması gerektiğini savunuyor.

Avrupa Parlamentosu’ndaki ana akım siyasi partiler de bu bakış açısını yansıtıyor ve popülist partileri karantinaya almak için bir cordon sanitaire (güvenlik kordonu) uygulamaya çalışıyor. Ancak popülist hareketler güç kazanmaya devam ediyor ve kurumsal etki elde etmeleri an meselesi.

Şu anda popülizm, kendi yaratmadığı bir dünyaya bir tepki oluşturuyor. Giorgia Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri hükümetinin keşfettiği gibi, popülizmin manevra alanı, ulusal çıkarı koruma kabiliyetini sınırlayan mali ve iktisadi baskılarla kısıtlanıyor. Popülist hareketlerin karşı karşıya olduğu zorluk, küreselci kurumların hâkim olduğu bir dünyada ulusal ve halk egemenliği talebini karşılayacak politikaların gerçekleştirilmesine yönelik destekçilerinin idealizmini nasıl harekete geçireceğine dair programatik bir netlik geliştirmektir.

Hedeflerini ilerletmek için popülistler, ülkenin çıkarı doğrultusunda piyasayı harekete geçiren bir iktisadi program ortaya koymalı. Ayrıca kültürel, iktisadi ve sosyal konularda popülist politikaları savunabilecek medya platformları inşa etmeliler. Bu çabalarla birlikte popülistler, eğitim ve kültür kurumları üzerindeki etkilerini artırmalı. Bilinçli bir şekilde geliştirilmiş bir karşı-kültür hareketi olmadan, 2024’ün etkileyici kazanımlarının heba edilmemesi sağlanamaz.

Geçen hafta Tom bana mücadelenin henüz bitmediğini ve çiftçilerin 2025’in başlarında Brüksel sokaklarına geri döneceğini söylemişti. Gelişmeleri takip edin.

Çok Okunanlar

Exit mobile version