DÜNYA BASINI

Prabhat Patnaik Nijer krizini yazdı: Duraksayan dekolonizasyon

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Darbeden sonra komşu ülkelerin müdahale tehdidine rağmen Nijerliler, Fransız sömürgesine karşı protestolarını sürdürüyor. Protestolar ilk kurbanlarını verdi. Geçen hafta çarşamba günü darbe yönetimi, Fransız birliğini garnizonlarına saldırmak ve beş askeri öldürmekle suçladı. Paris inkâr ediyor.

Bu protestolar Nijer söz konusu olduğunda tehlikeli hadiseler. Kasım 2021’de, ülkenin Tere kasabası civarında sivillere ateş açılmasıyla sona eren gösteride iki kişi öldü ve yirmi kişi de yaralandı. Daha sonra olay hasır altı edildi.

Darbenin hemen ardından Nijer’e işgal tehdidinde bulunan ECOWAS’ın üyelerinden Fildişi Sahili’nin devlet başkanı Alassane Ouattara, yaptığı açıklamada “Bazı ülkelerin silahlı kuvvetlerinin bir kısmı Fildişi Sahili’ne gönderilecek. Fildişi Sahili daha sonra bir tabur konuşlandıracak. Genelkurmay Başkanına birlikleri hazırlamaya başlaması talimatını verdim bile,” dedi. Müdahale hazırlığının, devrilmesi aynı Fransızlar tarafından aktif olarak desteklenen Laurent Gbagbo’dan sonra iktidara gelen devlet başkanı tarafından duyurulması dikkat çekici. Benin, Senegal ve Nijerya işgale katılmaya hazır görünüyor. Sonuncusu olmasaydı, kuvvetler Nijer, Mali ve Burkina Faso koalisyonu ile neredeyse eşit olacaktı.

Ancak ECOWAS’ın başkanlığını yürüten Nijerya’da geçen hafta sadece diplomasi konuşuldu. Parlamento bile asker konuşlandırılmasına izin vermedi: “ECOWAS’ın eylemi çifte standarttır, zira hem taarruza hazırlandığınızı söyleyip hem de müzakere edemezsiniz. Müdahale hakikaten gerçekleşir ve başarılı olursa, bunun arkasındaki güçlere daha büyük bir şey için fırlatma rampası verecektir. Daha yumuşak, esnek ve Fransa da dahil olmak üzere Batı’nın çıkarlarına boyun eğen bir Bazoum 2.0’a sahip olacaklar.”

Cezayir de bir şeyler biliyor gibi görünüyor. Ülke önceki hafta hava sahasını Fransız askeri uçaklarına kapattı: “Nijerya ordusu harekattan sorumlu olsa bile, imkanları bir avantajı garanti etmek için yeterli değil. Hava ve lojistik kapasiteleri ve istihbaratları eksik olacaktır. Henüz özel bir talepte bulunulmadı. Fakat Paris böyle bir desteği göz ardı etmiş gibi görünmüyor.”

Togo Devlet Başkanı Silvanus Olympio’nun suikasta kurban gittiği 1963 yılından Muammer Kaddafi’nin 2011’deki ölümüne kadar geçen sürede Afrika ülkelerinin yarısında devlet başkanları ya zor yolla devrildi ya da suikasta uğradı. Belli ki bu kanlı gelenek Fransız Senatosunu düşündürmüş ve Senato bu hafta Macron’a bir mektup yazdılar: “Bugün Nijer, dün Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Burkina Faso; tamamı Fransa’yı, Fransız askerlerini ve Fransız şirketlerini reddediyor. Bu hareket, Fildişi Sahili ve Senegal gibi bize yakın görünen ülkelerde bile gösterilerin ve Fransız karşıtı eylemlerin gerçekleştiği Sahra altı Afrika’da büyüyor. Kuzey Afrika’da da hayal kırıklığı var.”

Fransızların sorumlu tutulduğu garnizon saldırısında, Timbuktu kentini Nijer’in müttefiki Mali’den alma yemini veren El Kaide bağlantılı Nusret el-İslam vel-Müslimin’in saha komutanları kaçtı. Eski radikal Tuareg kabilesi lideri Rissa Ag Bula ise Nijer Devlet Başkanı Bazoum’u yeniden iktidara getirmek için bir direniş konseyi kurulduğunu söyledi.

Nijerli darbecilerin Bazoum’u öldürmekle tehdit ederek açık sözlülük sergilemesi de Amerikalı diplomatların müdahaleyi teşvik etmesinde kolaylaştırıcı oldu. Tehdit, Ukrayna projesinin mimarlarından olan ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın iki yıl içinde Niamey’e yaptığı üçüncü ziyarete Nuland şunları söyledi: “Yetkili kişilere oraya gitme arzumuz olmadığını, ancak bizi gitmeye zorlayabileceklerini çok açık bir şekilde ifade ettim. Onlardan dikkatli olmalarını ve anayasal düzene geri dönmelerini talep ettik.”

Hemen ardından Pentagon, darbecilerden bazılarının ABD’de askeri eğitim aldığını açıkladı. Örneğin General Salifu Modi, ABD Hava Kuvvetlerindeki mevkidaşı James Krisel’i yakından tanıyor. Nuland’ın muhatabı Musa Barmu da önce Georgia’daki Fort Benning’de, üç yıl sonra da Washington’daki Ulusal Savunma Üniversitesi’nde eğitim gördü.

Washington, geçen yıl Niamey’e USAID aracılığıyla “iyi yönetişim”, gıda güvenliği ve sağlık hizmetleri projeleri için 400 milyon dolar vaat etmişti. Elbette Washington’un bu ülkede ekonomik nedenlerle itaatkâr bir yönetime ihtiyacı yok, bu yüzden Niamey’den çok fazla şey gelmiyor. AB’ye daha fazla sıvılaştırılmış gaz satmak ve Nijer’den geçmesi beklenen Trans-Sahra boru hattı aracılığıyla Avrupa’yı gazdan mahrum bırakmak çok daha kârlı.

Siyasi etki de önemli. ABD’nin eski Sahel Özel Temsilcisi Peter Pham, Batı’nın bölgede o kadar da birlik içinde olmadığını yazıyor: “Avrupalı müttefikler ABD ile ortak değerleri ve çıkarları paylaşsalar da her konuda aynı fikirde değiller. Bunu unutmamalıyız ve Ukrayna’daki savaş devam ettiği sürece açık bir çatlak istemiyoruz.”

ECOWAS’ın ablukası nedeniyle gıda taşıyan kamyonlar Nijer’e ulaşamıyor. Enerji eksikliği o kadar ileri gidiyor ki başkentteki sokak lambaları geceleri kapatılıyor. Ülkeye 130 megawatt elektrik ve tarım için kilometrelerce sulanan arazi kazandırabilecek Kandaji 2 hidroelektrik santrali gibi kilit projeler askıya alındı. Bir de AB’nin Nijerya karşıtı yaptırımlar geliştirme hamlesi var. AB’nin Sahel Özel Temsilcisi durumdan epey hoşnut: “Yaptırımlar etkisini göstermeye başladı: ilaç ve gıda sıkıntısı var ve elektrik eskisinden daha sık kesiliyor. Eğer cuntanın zayıflamasını istiyorsak yaptırım baskısını sürdürmeliyiz.”

Nijer’i hedef alan ablukanın ardında yatan kâr hırsı hemen herkes tarafından görülüyor. Pazartesi günü Nijer’de 35 bin kişi Fransız karşıtı darbeyi desteklemek için toplandı. Economist tarafından yaptırılan bir ankete göre, uranyum ve altın zenginliği on yıllardır parmaklarının arasından Avrupa’ya akan ülkede yaşayanların neredeyse yüzde 80’i darbe planını onaylıyor.

Bağımsız Nijer’in ilk Cumhurbaşkanı Amani Diori, bu yüzdelerin oranını değiştirmeye çalışmış ve tabii ki bu da onun düşüşüyle sonuçlanmıştı. İşgal tehdidi baki. NATO’nun Avrupa’daki eski komutanı James Stavridis’in de belirttiği üzere, büyük bir Afrika savaşı için yüksek bir potansiyel söz konusu.

Metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.


Duraksayan dekolonizasyon

Prabhat Patnaik
Peoples Democracy
20 Ağustos 2023

Tabii kaynaklarının kontrolünü metropol sermayesinden almak ve korumacı duvarlar ardında sanayi kurmak için dirijist [devlet güdümlü ekonomi] rejimler kuran eski sömürge dünyasının büyük bir kısmı, neo liberal ekonomik düzen aracılığıyla emperyalist hegemonyaya yeniden asimile edilmeye çalışıldı; ancak bu dünyanın bir kısmında dekolonizasyonun kendisi hiçbir zaman tamamlanamadı. Batı Afrika’daki eski Fransız sömürgeleri bu kesime ait. Yerli personel Fransız yöneticilerin yerini almış olsa da Fransız hegemonyasından ve dolayısıyla metropol hegemonyasından geçici olarak bile kurtulamadılar.

Fransız birlikleri bu ülkelerin her birinde konuşlu bulunmaya devam etti ve para birimleri olan CFA frangının (1945’te tedavüle sokudu) eski Fransız frangıyla (ve daha sonra avro ile) sabit bir döviz kuruna sahip olduğu Fransa ile bir para birimi birliğine bağlıydılar, üstelik bu döviz kuru her zaman biraz fazla değerli tutuldu. Herhangi bir para birliğinde, aşırı değerli para birimine sahip olan kesim daha az rekabetçi hale gelir ve Almanya’nın “yeniden birleşmesinden” sonra Doğu Almanya’da olduğu gibi sanayisizleşme ve işsizliğe maruz kalır. Frankofon Afrika örneğinde, Fransa ile aşırı değerli döviz kuru üzerinden para birliği, bu ülkeleri kalıcı bir sanayi yokluğuna mahkûm etti: Fransa’dan ithal etmek her zaman daha ucuz olduğu için (ki bu da Fransa’ya daimî tutsak bir pazar sağlıyordu) hiçbir sanayi malı hiçbir ülkede yerli olarak üretilemedi. Öte yandan, bu ülkelerden ihraç edilen ana mallar uluslararası piyasada belirli sabit dolar (ve dolayısıyla frank) fiyatlarından satılmak zorundaydı ve aşırı değerli para birimi, bu ülkelerin birincil mal piyasalarında uluslararası düzeyde rekabet edebilmeleri için yerel ücretlerin uygun şekilde aşağıya doğru ayarlanması gerektiği anlamına geliyordu. Dolayısıyla net sonuç, yerli nüfusun ücret oranları açısından kazançlı değil, istihdam açısından kayıplı olmasıydı (bunun da ücret oranları üzerinde ikinci dereceden etkileri oldu). Kısacası bu ülkeler kalıcı bir az gelişmişlik ve yoksulluk durumuna mahkûm oldular.

Fakat hepsi bu kadar da değildi. Sömürge Hindistan’da olduğu gibi döviz rezervlerinin büyük bir kısmı (en az yüzde 50’si) Fransa’da tutuldu ve bu da Paris’in elindeki döviz kaynaklarını artırdı. Fransız para birimiyle sabit döviz kurunu korumak için, para politikalarının Fransa’nınkiyle uyumlu olması ve bunun için de Fransız para otoriteleri tarafından kontrol edilmesi gerektiği düşünülüyordu; bu da iktisadi kalkınmayı başlatmak için gereken olası bir aracı cephaneliklerinden çıkarıyordu.

Bu tuhaf durum, siyasi olarak demokratik bir cephe arkasında hileli seçimlerden darbelere ve hatta suikastlara kadar çeşitli tedbirlerle sürdürüldü. En çarpıcı vaka, 1983 yılında Burkina Faso’da iktidara gelen ve Fransız birliklerinin ülkesinden çıkmasını isteyen Burkinalı subay, Marksist devrimci ve pan-Afrikanist Thomas Sankara’nın durumuydu. Şu anda Afrika’da ikonik bir figür olan Sankara, emperyalizm adına çalıştığı iddia edilen ve daha sonra ülkenin devlet başkanı olarak yerine geçen kendi ortaklarından biri tarafından öldürüldü. Batı Afrika’nın Batı taraftarı liderlerinin egemen olduğu, statükoyu koruma ve dolayısıyla emperyalizmin davasını ilerletme sorumluluğunu üstlenen ECOWAS (Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu) adlı bir teşkilat kuruldu.

Ancak son zamanlarda Frankofon Afrika’nın pek çok ülkesinde emperyalizm karşıtı popüler bir yükseliş söz konusu. Gine, Mali, Çad ve Burkina Faso’da son birkaç yıl içinde Fransız askerlerinin ülkelerinden çıkmasını isteyen yeni anti-emperyalist hükümetler iktidara geldi; hatta Mali’de Fransız askerlerini ülkeden defetmeyi başardılar.

Nijer bu gruba katılan en son ülke. Bu gruptaki ülkelerin hükümetleri darbe yoluyla iktidara geldi ve Nijer örneğinde darbe, seçilmiş bir hükümete karşı yapıldı. Bu durum, emperyalist ülkelerin yeni kurulan bu tür hükümetleri “anti-demokratik” olarak nitelendirmesine olanak tanıdı; fakat emperyalist ülkeler, sağcı ve emperyalizm yanlısı rejimler kuran darbelere karşı benzer bir tutum sergilemiyor.

Bu emperyalist ikiyüzlülüğün ironisi yakın zamanda oldukça barizdi. Nijer’deki yeni hükümet, ülkede konuşlu Fransız askerlerinin sayısının artırılmasını talep edecek kadar Batı ve ABD taraftarı olan seçilmiş Cumhurbaşkanı Bazoum hükümetine karşı silahlı kuvvetlerin elit bir kesimi olan Cumhurbaşkanlığı Muhafızlarının darbesiyle iktidara geldi. ABD’nin neo-con Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland, yeni Nijer hükümetini demokrasiye saygı göstermeye ve Bazoum’u yeniden iktidara getirmeye “ikna etmek” için ABD’de askeri eğitim almış olan darbe liderlerinden biriyle görüşmeye gitti. Oysa aynı Victoria Nuland, 2014 yılında Ukrayna’da, ülkenin seçilmiş Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’i iktidardan uzaklaştıran darbenin tertip edilmesinden doğrudan sorumluydu ve bu hadise, ülkedeki mevcut trajik savaşa yol açan olaylar zincirini başlatmıştı. Başka bir deyişle emperyalist kaygı gerçekte demokrasi için değil, emperyalist hegemonyanın sürdürülmesi için.

Frankofon ülkelerdeki seçilmiş hükümetleri savunan argüman istisnai görünebilir; fakat gerçek şu ki, emperyalizm yanlısı pek çok Batı Afrikalı politikacı, Fransız hükümeti ve Fransız ticari çıkarları ile işbirliği yaparak devasa bir kişisel servet biriktiriyor ve bu sonuncusu da ülkelerinin değerli tabii kaynaklarını sömürmesine izin veriyordu (örneğin Nijer, Fransa’nın elektrik üretmek için ihtiyaç duyduğu zengin uranyum yataklarına sahip); bu büyük haksız servetle oy satın alıyor ve ayrıca hile yaparak seçimleri kazanmayı başarıyorlar. Kısacası “seçilmiş” hükümetler halk desteğine sahip yapılar değil; kendilerini iktidarda tutmak için seçimleri manipüle eden yozlaşmış politikacılar tarafından oluşturuluyorlar.

Öte yandan, bu ülkelerin pek çoğunda ordunun bazı kesimleri devrimci ve yurtsever fikirlerin gerçek merkezini oluşturuyor. Nijer’deki darbenin, Batılı kamuoyu araştırmalarına göre bile ezici çoğunluğu Fransa’nın ülkelerinden çıkmasını isteyen yerli halk tarafından büyük bir memnuniyetle karşılanması şaşırtıcı değil.

Seçim süreciyle ilgili yolsuzluk en açık şekilde, seçilmiş Devlet Başkanı Bola Tinubu’nun ABD’de olduğu sırada arkadaş olduğu bir grup uyuşturucu kaçakçısı adına kara para aklama işlemleri yaparak büyük bir servet biriktirdiği iddia edilen çağdaş Nijerya örneğinde görülüyor (MROnline, 12 Ağustos). Nijerya’ya döndüğünde kendisini ülkenin en zengin siyasetçileri arasında buldu ve iddialara göre oy satın alarak kendisini ülkenin devlet başkanı seçtirdi. Nijerya’daki ABD büyükelçiliği ile her zaman yakın temas halinde oldu ve Nijer darbesinden sonra tek taraflı yaptırım uygulayarak Nijerya’dan bu ülkeye elektrik akışını kesmeye karar verdi. Ayrıca ECOWAS’ın mevcut başkanı olarak bu örgütü Nijer’in mevcut anti-emperyalist rejimiyle karşı karşıya getirmeye çalıştı. Devlet Başkanı sıfatıyla, Nijer’in seçilmiş eski cumhurbaşkanı görevine iade edilmediği takdirde ECOWAS’ın Nijer’e askeri müdahalede bulunacağını açıkladı.

Onun açısından ne yazık ki ve Frankofon Afrika’daki anti-emperyalist güçler açısından neyse ki, kendi ülkesinin senatosu Nijer’e askeri müdahaleyi onaylamadı. Gine, Burkina Faso ve Mali, Nijer’e karşı herhangi bir askeri müdahale olması halinde kendilerinin de Nijer’in yeni hükümetini savunmak için askeri müdahalede bulunacaklarını beyan ettiler.

Ancak tüm bunlara rağmen ECOWAS askeri müdahale planlarından vazgeçmiş değil ve Nijer’in sınırlarına asker yığıldığına dair haberler geliyor. Dolayısıyla Frankofon Afrika savaşın eşiğinde ama eğer bir savaş olacaksa, bu emperyalizm tarafından, daha başta durdurulmuş olan dekolonizasyon sürecini ilerletmek isteyen ülkelere karşı yürütülen bir vekalet savaşı olacaktır. Emperyalist ülkelerin Nijer’e karşı askeri müdahaleyi kısa bir süre düşündükten sonra bu fikirden vazgeçmeleri ve ECOWAS’ın kendi vekilleri olarak askeri müdahale planlarına devam etmesine izin vermeleri önemli.

Frankofon Afrika’daki yeni rejimlerin emperyalizme karşı mücadelelerinde kendilerine yardımcı olması için Rusya’ya başvurmaları ve Sovyetler Birliği’nin üçüncü dünyanın anti-emperyalist mücadelesinde oynadığı role sık sık atıfta bulunmaları da önemli. Sovyetler Birliği ne yazık ki artık yok ve Rusya onun ideolojik halefi olmaktan çok uzak; fakat emperyalizme karşı kendisini farklı bir eylem alanında savunduğu için bunun hala inandırıcılığı var.

Çok Okunanlar

Exit mobile version