Çevirmenin notu: Kiev’in bahar ayları boyunca ertelediği ve haziranda nihayet başlattığı karşı taarruz hamlesi de fiyaskoyla sonuçlandı; bir buçuk yıldır Ukrayna’ya silah tedarikini artırma talebinde bulunan odaklar bile, sahadaki durumun Kiev adına pek de iç açıcı olmadığı, Rusya’nın Kiev’in belirttiği şekilde değil Donbass ve Kırım’dan çıkarılması, geçen sonbaharda resmen Rusya’nın vilayeti olan Zaporijya ve Herson oblastlarını da ele geçirmesinin mümkün olmadığı, son birkaç haftadır daha yüksek sesle dile getiriliyor.
Özellikle ABD’nin askeriye ve haberalma kurumlarından ismi meçhul kaynak ya da şu anda çeşitli think-tank kuruluşlarında görev alan emekli yetkililer, artık müzakere döneminin başlaması yönünde vurgu ve çağrılarını artırmakta.
Biden yönetiminin Ukrayna serüvenine eninde sonunda nokta konulacağı artık daha bariz. Ve Rusya ile doğrudan savaşa girmek zaten çılgınca bir fikir olsa da, karşılarına konulan vekil güce de cömertçe kaynak sağlamak da astarı yüzünden pahalıya gelen bir iş, buna iyiden iyiye ikna olunduğu fark ediliyor. Netice olarak bu savaş, NATO’ya yeni dönemdeki savaşlarda nelere ihtiyaç olduğu ya da olmadığı konusunda kayda değer fikirler sundu. ABD’li gazeteci Seymour Hersh, Ukrayna’da savaşın biteceğine dair işaretlerin arttığını, kaynaklarına dayanarak yazıyor.
Şahinlerin yazı
Seymour Hersh
17 Ağustos 2023
Ukrayna’daki kıyım devam ederken, Biden’ın dış politika ekibinde hüsnükuruntu hala mevcut.
Biden yönetiminin, Tony Blinken, Jake Sullivan ve Victoria Nuland’ın başını çektiği dış politika kümesinin maceralarını incelememizin üzerinden haftalar geçti. Peki savaş şahinleri üçlüsü bu yazı nasıl geçirdi?
Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan, kısa bir süre önce Amerikan heyetini bu ayın başlarında Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde düzenlenen ikinci uluslararası barış zirvesine götürdü. Zirve, haziran ayında devlet destekli golf turu ile PGA’in birleştiğini duyuran, MBS olarak da anılan Veliaht Prens Muhammed bin Selman tarafından yönetildi. Dört yıl önce MBS, devlete sadakatsizliği nedeniyle gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’daki Suudi konsolosluğunda öldürülmesi ve parçalara ayrılması emrini vermekle suçlanmıştı.
Biraz eğreti olsa da barış zirvesi yapıldı ve zirvede MBS, Sullivan ve Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy gibi yıldızlar yer aldı. Eksik olan, zirveye davet edilmeyen Rus temsilcisiydi. Zirve, heyet gönderen elliden az ülkeden sadece bir avuç devlet başkanını içeriyordu. Konferans iki gün sürdü ve uluslararası alanda çok az ilgi gördü.
Reuters’ın haberine göre Zelenskiy’in amacı, savaşın çözümünde temel olarak kabul edeceği “tüm Rus birliklerinin geri çekilmesi ve tüm Ukrayna topraklarının iadesi” de dahil olmak üzere “ilkeler” konusunda uluslararası destek almaktı. Rusya’nın bu önemsiz hadiseye verdiği resmi yanıt, Devlet Başkanı Vladimir Putin’den değil, Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Ryabkov’dan geldi. Ryabkov zirveyi, Küresel Güney’i Zelenskiy’in arkasında seferber etmek adına “Batı’nın nafile ve lanetli çabalarını sürdürme teşebbüsünün bir yansıması” olarak nitelendirdi.
Hindistan ve Çin, belki de muazzam petrol rezervleri nedeniyle Suudi Arabistan’a çekilerek etkinliğe heyet gönderdi. Hintli bir akademisyen etkinliği “MBS’nin Küresel Güney’de ülkeleri bir araya getirme gücü açısından iyi bir reklam, krallığın aynı şekilde konumlandırılması ve belki de daha dar anlamda, Çin’in Jake Sullivan ile aynı salonda toplantıya katılmasını sağlayarak Amerika’nın fikir birliği oluşturma çabalarına yardımcı olmaktan” biraz daha fazlasını elde etmek olarak değerlendirdi.
Bu arada çok uzaklarda, Ukrayna’daki savaş alanında Rusya, Zelenskiy’in devam eden karşı taarruzunu engellemeyi sürdürdü. Amerikalı bir istihbarat yetkilisine, Suudi Arabistan’daki önemsiz konferansa başkanlık etmek üzere Biden yönetiminin dış politika çevresinden çıkan şahsiyetin neden Sullivan olduğunu sordum.
Yetkili, “Cidde Sullivan’ın bebeğiydi. Buranın Biden açısından [Başkan Woodrow] Wilson’ın Versay’ı gibi olmasını planlamıştı. Hür dünyanın büyük ittifakı, nefret edilen düşmanın aşağılayıcı mağlubiyetinin ardından bir zafer kutlamasında bir araya gelerek gelecek nesil adına ulusların şeklini belirleyecekti. Şan ve şöhret. Terfi ve yeniden seçilme. Taçtaki mücevher, Zelensky’in yıldırım bahar taarruzundan sonra Putin’in kayıtsız şartsız teslim olmasını sağlaması olacaktı. Hatta dünya mahkemesinde Jake’in temsilcimiz olacağı Nuremberg tipi bir duruşma bile planlıyorlardı. Tek hata bu değil ama ülkeleri sayan var mı? Kırk ülke geldi, altısı hariç tamamı Odessa blokajından [Zelenskiy’in Kırım’ı Rus anakarasına bağlayan köprüye yeniden saldırmasına karşılık olarak Putin’in Ukrayna’ya buğday sevkiyatını kısıtlamasına atıf] sonra beleş yemek peşindeydi,” dedi.
Sullivan için bu kadarı kâfi. Şimdi de 2014’te Ukrayna’da Rusya taraftarı hükümetin devrilmesinin mimarı olan Victoria Nuland’a dönelim; her ne kadar şu anki korkunç savaşı başlatan Putin olsa da bu, ABD’nin bizi bulunduğumuz noktaya getiren hamlelerinden biriydi. Aşırı şahin Nuland, bu yaz başında Biden tarafından, Dışişleri Bakanlığı’ndaki pek çok şahsiyetin şiddetli itirazlarına rağmen dışişleri bakan yardımcılığına terfi ettirildi. Adaylığının Senatoda cehennemi bir kavgaya yol açmasından korkulduğu için resmi olarak bakan yardımcılığına aday gösterilmedi.
Nuland geçen hafta, Batı Afrika’da Fransız etki alanında kalan bir grup eski Fransız sömürgesinden biri olan Nijer’de Batı taraftarı hükümetin darbeyle devrilmesinin ardından nelerin kurtarılabileceğini görmek üzere gönderilmişti. Demokratik yollarla seçilen Cumhurbaşkanı Mohamed Bazoum, cumhurbaşkanlığı muhafızlarının başı General Abdourahmane Tchiani liderliğindeki cunta tarafından görevden alındı. General anayasayı askıya aldı ve potansiyel siyasi muhalifleri hapse attı. Kabinesine beş askeri subay daha atandı. Tüm bunlar Nijer’in başkenti Niamey’de sokaklarda muazzam bir halk desteği —Batı’nın dış müdahalesini caydıracak kadar büyük bir destek— yarattı.
Batı basınında başta bu ayaklanmayı Doğu-Batı ekseninde değerlendiren berbat haberler yer aldı: darbe destekçilerinden bazıları sokaklarda yürürken Rus bayrakları taşıyordu. New York Times, darbeyi ABD’nin bölgedeki başlıca müttefiki olan ve geniş petrol ve doğalgaz rezervlerini kontrol eden Nijerya Devlet Başkanı Bola Ahmed Tinubu’ya indirilmiş bir darbe olarak değerlendirdi. Tinubu, Nijer’deki yeni hükümeti, iktidarı Bazoum’a iade etmemeleri halinde askeri harekatla tehdit etti. Tinubu, geçenlerde bir son tarih belirledi ama herhangi bir dış müdahale olmadı. Nijer’deki devrim, bölgede yaşayanlar tarafından doğu-batı terimleriyle değil, Fransa’nın uzun zamandır devam eden iktisadi ve siyasi kontrolünün uzun zamandır ihtiyaç duyulan bir reddi olarak görüldü. Bu, Sahra altı Afrika’da Fransız egemenliğinde olan Sahel ülkelerinde tekrar tekrar yinelenebilecek bir senaryo.
Nijer’deki yeni hükümet açısından iyiye işaret etmeyen farklılıklar söz konusu. Ülke, dünyada kalan doğal uranyum yataklarının önemli bir kısmına sahip olmasıyla kutsandı ya da belki de lanetlendi. Dünya ısındıkça, nükleer enerjiye dönüş kaçınılmaz olarak görülüyor ve bu da Nijer’de yeraltında bulunan maddelerin değeri üzerinde bariz etkiler yaratıyor. Ayrıştırılan, filtrelenen ve işlenilen ham uranyum cevheri dünya çapında sarı kek olarak bilinir.
Baltimore’s Real News Network tarafından kısa süre önce yayımlanan analize göre, “Nijer’de sıklıkla konuşulan yolsuzluk, devlet yetkililerinin küçük rüşvetleriyle alakalı değil, Fransız sömürge yönetimi döneminde geliştirilen ve ülkenin hammaddeleri ve kalkınması üzerinde egemenlik kurmasını engelleyen bütün bir yapıyla ilgili,” diye konuştu. Fransa’daki her dört dizüstü bilgisayardan üçü nükleer enerjiyle çalışıyor, bu enerjinin büyük bir kısmı Nijer’deki uranyum madenlerinden elde ediliyor ve ülkenin eski sömürgeci efendisi tarafından etkin bir şekilde kontrol ediliyor.
Nijer aynı zamanda bölgedeki İslamcı radikalleri hedef alan üç Amerikan insansız hava aracı üssüne de ev sahipliği yapıyor. Bölgede ayrıca askerleri riskli muharebe misyonlarındayken çifte maaş alan, gayri resmi özel kuvvetler karakolları da var. Amerikalı yetkili bana, “şu anda Nijer’de bulunan 1500 Amerikan askerinin, John F. Kennedy’nin 1961’de başkanlığı devraldığı sırada Güney Vietnam’da bulunan Amerikan askerlerinin sayısına eşit olduğunu” ifade etti.
En önemlisi ve son haftalarda Batı basınında çok az yer bulan Nijer, Nijerya gazını Batı Avrupa’ya ulaştırmak üzere inşa edilmekte olan yeni Trans-Sahra boru hattının doğrudan güzergahında yer alıyor. Boru hattının Avrupa ekonomisi açısından önemi, geçtiğimiz eylül ayında Baltık Denizi’ndeki Kuzey Akım boru hatlarının tahrip edilmesiyle daha da arttı.
Bu sahneye, Biden yönetimi içinde kısa çöpü çekmiş olsa gerek denilecek Victoria Nuland teşrif etti. Nuland yeni rejimle müzakere etmek ve hayatı cunta tarafından sürekli tehdit altında tutulan devrik Cumhurbaşkanı Bazoum ile bir görüşme ayarlamak üzere gönderilmişti. New York Times’ın haberine göre “son derece samimi ve zaman zaman oldukça zorlu” olarak tanımladığı görüşmelerden hiçbir sonuç çıkmadı. İstihbarat yetkilisi, Times’a yaptığı açıklamaları Amerikan askeri diliyle ifade etti: “Victoria, Nijer’deki uranyum sahiplerini barbar Ruslardan kurtarmak için yola çıktı ve kocaman bir orta parmak aldı.”
Son haftalarda Sullivan ve Nuland’dan daha sessiz kalan şahsiyet Dışişleri Bakanı Tony Blinken oldu. Blinken neredeydi? Bu soruyu sorduğum yetkili, Blinken’ın “ABD’nin —pardon, müttefikimiz Ukrayna’nın— Rusya’ya karşı savaşı kazanamayacağını anladığını dile getirdi: “Teşkilat [CIA] üzerinden Ukrayna’nın taarruzunun işe yaramayacağı haberi kendisine ulaşıyordu. Bu Zelenskiy’in şovlarından biriydi ve yönetimde onun saçmalıklarına inananlar vardı. Blinken, Kissinger’ın Paris’te Vietnam savaşını sona erdirmek için yaptığı gibi Rusya ve Ukrayna arasında barış anlaşması yapmak istiyordu. Aslında bu büyük bir kayıp olacaktı ve Blinken kendini kızağın üzerinde buldu. Fakat saray soytarısı olarak tarihe geçmek istemiyor.”
Yetkiliye göre tam da bu şüphe anında CIA Direktörü Bill Burns, “batan gemiye dahil olmak üzere” harekete geçti. Yetkili, Burns’ün bu yaz başında Londra yakınlarında yılda bir düzenlenen Ditchley konferansında yaptığı konuşmaya atıfta bulunuyordu. Burns, NATO’nun doğuya genişletilmesi konusunda daha önceki şüphelerini bir kenara bırakmış ve Biden’ın programına desteğini en az beş kez teyit etmiş görünüyordu.
İstihbarat yetkilisi, “Burns’ün kendine güveni ve hırsı, az değil, özellikle de ateşli bir savaş şahini olan Blinken aniden şüpheye düşmüşken,” dedi. Burns önceki yönetimde dışişleri bakan yardımcısı olarak görev yapmıştı ve CIA’i yönetmek pek de adil bir ödül sayılmazdı.
Burns, hayal kırıklığına uğrayan Blinken’in yerine geçmeyecek, sadece göstermelik bir terfi alacaktı: Biden’ın kabinesine atanmak. Kabine ayda en fazla bir kez toplanır ve CSPAN tarafından kaydedildiği üzere, toplantılar sıkı bir şekilde senaryolaştırılır ve başkanın hazırlanmış bir metinden okumasıyla başlar.
Henüz birkaç ay önce Ukrayna’da derhal ateşkes olmayacağına dair kamuoyu önünde yemin eden Tony Blinken hala görevde ve kendisine sorulsa Zelenskiy’den ya da yönetimin Ukrayna’daki ölümcül ve başarısız savaş politikasından hoşnutsuzluk duyduğuna dair herhangi bir fikre kesinlikle karşı çıkacaktır.
Dolayısıyla Beyaz Saray’ın savaşa yönelik temenni yaklaşımı, Amerikan halkıyla gerçekçi bir şekilde konuşmaya gelince, hızla devam edecek. Ancak Biden tarafından kamuoyuna sunulan değerlendirmeler bir çizgi romandan fırlamış olsa bile son yaklaşıyor.