GÖRÜŞ

Siyasi stratejide entelektüel derinlik

Yayınlanma

Bu, sıradışı bir mülakata dair sıradışı bir ideoloji yazısı olacak, ancak arkasından “sol” ve “sağ” üzerine de yazmazsam eksik kalacak. Bu yüzden bir süredir planladığım, Rusya’da millileştirme tartışmalarını şimdilik ertelemek gerekecek.

Sıradışı mülakat: Rusya başbakan birinci yardımcısı Andrey Belousov’un 13 Haziran’da RBK’ya verdiği uzun ve alışılmamış entelektüel göndermelerle dolu mülakatı.

* * *

Belousov mülakatında, Rusya’nın “özgüllüğü” üzerinde durmuş. İlginç bir konu bu, zira üstyapı ve ideolojiler meselesinin Rusya’da yönetici elit içinde düpedüz entelektüel bir tartışmanın konusu olduğunu da gösteriyor. Belousov’a göre: “Bu, toplumun içinde ve devletle toplum arasında temel konseptleri, temel ideologemleri geliştirmek için diyalog. Bizde ne yazık ki bu hâlâ yok.”

İdeoloji değil “ideologem”. Meslekten akademisyenler dışında neredeyse hiç kullanılmayan bir kavram; genellikle ideolojik bir sistemin bileşeni anlamına gelir, ama özgüllüğü, belirsizliğindedir, zira ideolojiyi tamamen siyasi programatiğin arkasına koyar, dolayısıyla ideologem değişkendir. Kavramı ilk kullanan Sovyet-Rus filozofu Bahtin’e göre: “şu veya bu ideolojinin açımlanması, sunum tarzı”. Başka yorumculara göre: Bir “totaliter dil”. “Anahtar kelimeler, klişeler, sabit metaforlar, vb.”

Kavramın en önemli yanı şu: ideolojiyi (aslında bilinçsizce) Marx’ın kullandığı anlamda çarpıtmayla ilişkilendirir; bu olumsuz anlam içinde ideologemler Sovyet insanı şeklinde “ideolojize edilmiş bir bilinç” yaratmayı öngörür. Kavramın 1990’lardan sonra akademik çevrelerde adeta bir moda gibi geçmişi inkâr amacıyla kullanılmış olmasının nedeni de bu.

Ancak Belousov’un akıl yürütmesinde ideologemler ve ideolojinin kendisi hiç de olumsuz bir anlam taşımıyor; hatta tam tersine, onların yokluğu, problemin başlıca kaynağı, zira bu yokluk, devletle toplum arasında organik bağların eksik olduğunu gösteriyor.

Demek ki Rusya’nın Sovyet geçmişi ve kapitalist bugünüyle doğrudan ilişkisi olan bu felsefi gönderme, dosdoğru devletin örgütlenmesi anlayışına yönelik tartışmalara tanıklık ediyor. Bastrıkin’in dediği gibi, bir ideoloji ihtiyacını öne çıkartıyor; ve ideoloji ihtiyacı da devletin yapısını ve geleceğini ilgilendirir, zira hukuki olarak meselenin kanun çerçevesine sokulması kurucu meclis olmaksızın mümkün değildir.

Nedir peki bu sözünü ettiği ideologemler? Nasıl bir ideolojinin “sunum tarzını”, “açımlanmasını”, “dilini”, “metaforlarını” öngörüyor?

“Bu, modernize edilmiş bir muhafazakârlık olmalı. … Rusya, batının geleneksel değerlerinin koruyucusu olabilir. Batının bu kendi geleneksel değerleriyle vedalaştığı ve aslında postmodernizm çerçevesinde anti-gelenek olan başka bir şeye geçtiği dönemde. … Bundan yola çıkarak batının düşmanımız olduğunu söylemek doğru değil. Ama batıda elitler… ve tam da bu geleneksel değerlerle bağlı büyük sosyal kesimler var. Rusya’nın onlar için, onlara bir şeyleri koruma imkânı veren son umut olduğu da ortaya çıkabilir.”

Her şeyin altüst olduğu bir çağda insanlara onları yapmış, var etmiş, birleştirmiş olan şeyleri yeniden sunma fikri, aslında son derece güncel bir fikir. Bu fikrin tarihi-felsefi olarak temellendirilmiş olması ise bir açıdan fikrin kendisinden daha önemli, zira o değerleri yıkanlar, Bristol’deki heykeli devirenlerden, Klimt tablosuna mürekkep çalanlardan, Palmira’yı yerle bir edenlerden farksızlar.

Bu bir metafor değil. Hangi parlak kılıfa sokulursa sokulsun, insanlığın ortak geçmişini, ortak değerlerini yok etmekte tereddüt etmeyenlerin birbirinden farkı yok. Dolayısıyla bu sürecin ideolojik bileşenini postmodernizmin yarattığı anti-gelenek olarak tanımlamak, hiç de yanlış sayılmaz. Oysa tekfircilikle sözümona “aktivizmin” yıkıcılıktaki akrabalığı öylesine açık, göz önünde ve çıplak ki, bu tür şeylerde genellikle olduğu gibi sık sık gözden kaçıyor.

Şu belli: Rusya siyasi eliti, en azından bu elitin bir kesimi (ve bu, denebilir ki, en entelektüel kesimi), ideolojik olarak Soros, Schwab ve onların ucuz pop versiyonu (ama ucuz ve pop olduğu için önemli) Harari gibi yeni faşist ideoloji tanrılarından beslenen batının değer-yıkımı sürecinin Rusya’ya buna karşı koymak için momentum verdiğini ve bu momentumun, başka ülkelerin batıya karşı pozisyon almasında etkili olacağını düşünüyor.

Geçen yazımda değindiğim “Rusya’nın değerleri”, bu nedenle, günübirlik-demagojik değil kapsamlı teorik bir çerçevenin üzerinde çalışıldığını gösteriyor. Bu “değerler” kelimeye yüklenen rutin anlamıyla gelenekselciliği içeriyor (haysiyet, yüksek ahlaki idealler, güçlü aile, manevi olanın maddi olana önceliği, merhamet, karşılıklı yardım ve karşılıklı saygı). Geleneksel burjuva toplumunun ortaya çıkış ilkeleri de onlar arasında (yaşam, insan hak ve hürriyetleri, yurtseverlik, yurttaşlık, anavatana hizmet ve anavatan karşısında sorumluluk, hümanizm). Rusya tarihinde kopuşların değil sürekliliğin öne çıkarılması, “değerleri” yazanların içeride farklı siyasi fikirler arasında ortak halkalar oluşturma kaygısını gösteriyor (tarihi hafıza ve nesillerin devamlılığı, Rusya halklarının birliği). Son olarak bunlar, insanlığın ortak değer ve ideallerini, bu en ölümsüz sol idealleri de içermeye çalışıyor (adalet, kolektivizm, yaratıcı emek).

Demek ki “değerler” yeni ideogemlerin ta kendisi.

* * *

Çift başlı kartala ta Sümer, sonra Hitit kabartmalarından bu yana rastlanır; Çin’den Hindistan’a, Altın Ordu’dan Selçuklulara, Bizans’tan Rusya İmparatorluğu’na kadar kullanılmıştır bu amblem. 30 Kasım 1993’ten beri de Rusya’nın resmi arması. Ta Büyük Pyotr’dan beri bu başlardan birinin batıya, diğerinin doğuya dönük olduğunun kabul edilmesi adettendir; böylece iki başlı kartal, Rusya’nın bir yüzünün batıya, diğerinin doğuya dönük olduğunu simgeler.

Eğer bu metafora devam edersek, Rusya’nın doğuya dönük olan yüzünün güç kazandığını söylemek mümkün, zira yaptırımlardan sonra geleneksel petrol-doğalgaz ekonomisini idame ettirmek için başka alternatifi kalmadı.

Bu doğuya dönme meselesi özellikle Avrupa merkezli analizlerde Rusya’nın Çin’in sömürgesi haline gelmekte olduğu iddialarına yol açıyor. Sadece batı kaynaklı iddialara da değil; dosdoğru Rusya’da da tedirginlik yaratıyor, zira epeydir, ama özellikle de geçen yıl 24 Şubat’tan bu yana Çin sermayesini çekmek için özel teşvikler kullanılıyor. Mesele öyle güncel ve yakıcı ki, St. Petersburg ekonomi forumunda Putin de değinmek zorunda kaldı, şöyle dedi:

“Bize diyorlar ki: Çin’e bağımlı oluyorsunuz. Peki siz olmuyor musunuz? Siz bağımlı olmuşsunuz bile.”

Belousov ise mülakatında meseleye tamamen başka bir açıdan bakmış:

“Şu anda doğuya dönüşten değil, güneye de dönüşten söz etmek daha doğru olur. … Ama ‘dönüş’ epey aldatıcı bir kelime, çünkü bir küresel dünya ideolojisini de beraberinde getiriyor. Küresel dünya (en azından bu dünyanın ideologlarının kafasında öyleydi) tekmerkezlidir. Anglosakson bir çekirdek ve ona eklemlenmiş eski Avrupa vardı, bu ikisi dünyanın dümenindeydiler. Biz de bir şekilde bu dünyaya eklenmiştik. Üstelik doğru bu; gerçekten de bu dünyaya eklenmeye çalışıyorduk. … Ama şimdi oradan adeta kovdular bizi. Kendimiz de çıktık zaten.”

Mülakat bir kez daha bir kavram etrafında dönüyor: nedir bu küresel dünya?

2016’da yayınlanmış bir “Seçim Kampanyası Sözlüğü” var; seçmenler, parlamenter adayları, seçim kampanyası örgütleyicileri için hazırlanmış, Tatyana Tarasenko imzasını taşıyor. “Küresel dünyayı” şöyle tanımlamış:

“Dünyanın geri kalanını kendi varlığı hakkında bilgilendirebilecek muhtelif milli siyasi ve iktisadi modellerin gelişme fırsatı; keza siyasi kültürlerin iç içe geçmesi için bir fırsat.”

Açıklamanın anlamı hem yok hem var; yokluğu anlaşılmazlığında, varlığı amacında. Okuyan veya adaydan dinleyen biri sadece şunu düşünür: hım, gelişme ve fırsat, demek iyi bir şey. Bu izlenim önemli, çünkü küreselliğin her yerde olduğu gibi Rusya’da da olumlandığını gösteriyor bize.

Ama Belousov tamamen aksi fikirde; çünkü 24 Şubat’tan sonra her şey değişti. Bu yeni ideolojik tutum, eski ideologemlerden kaçınılmaz olarak vazgeçmeyi gerektiriyor; “küreyle” ilgili her şey de onlardan.

Belousov, yeni bir ideologemi (çokmerkezlilik) eskisinin (globalizm) yerine geçirmekle kalmıyor, Rusya’nın geçmiş tutumunu (“kürenin” parçası olma arzusu) yanlışlıyor.

Ama bir şey daha var: doğuya dönük olan kartal başını güneye çeviriyor.

Doğu, batıya alternatif bir siyasi ve iktisadi düzen, doğu eşittir Çin. Güney ise bütünüyle siyasi bir tercih: güney, Arap monarşilerinden başka sömürgeler ve yenisömürgeler. Böylece çokkutupluluk tekrar karşımıza çıkıyor. Bir kurtuluş ideolojisi olarak değil ama. Kurtuluş ideolojisi hangi biçimde olursa olsun tanımı gereği devrimcidir. Çokkutupluluk ideolojisi ise tanımı gereği “muhafazakâr”; mevcut olanda altüst oluş değil, “benliğine” (selbst, self) dönüş öngörüyor. Üstelik Belousov bunu aynı entelektüel derinlikle ifade ediyor:

“Çokkutuplu dünya ideolojisi bağımsız bir şeyin… Jung’daki gibi bir benliğin geliştirilmesi gerektiğidir. Persona değil, taktığın maske değil. İşte bu benlik, egemenlik sahibi bütün ülkelerde tezahür etmeli. Egemenliğe sahip olmayan ülkelerde ise tanımı gereği tezahür edemez.”

Persona ve benlik, Jung terminolojisine gönderme.

Bahtin’den Jung’a uzanan bir terminoloji. Devrime karşı, ama küresel bir altüst oluşu hazırlamaya yönelik yeni tip bir siyasi muhafazakârlığın entelektüel çalışması.

Rusya’da siyasi elitin entelektüel faaliyetlerini ve bunların hem içeride hem dışarıda siyasi tezahürlerini incelediğim her defasında, 20’li yaşlarının ortasındaki benzersiz devrimcinin ufuk açıcı siyasi strateji dersi aklıma gelir: her siyasi hareket, vasıtalı ihtiyatlarını ve vasıtasız ihtiyatlarını doğru tespit etmelidir.

Çok Okunanlar

Exit mobile version