DÜNYA BASINI

SSCB 100 yaşında

Yayınlanma

Çevirmenin yorumu: Aşağıdaki görece uzun çeviriyle ilgili görece uzun bir yorum yapmak gerek.

Eski Sovyet ülkelerinde yaşayan veya oralardan gelen antikomünistlerin genellikle ortak bir yanı var; bunlar sosyalizmle ilgili her şeyi kendilerinin yaşayarak bildiklerini sanıyorlar ve geri kalan her şeyi küçümsüyorlar. Oysa (“yöntem” üzerine başka bir yerde daha yazdığım gibi) kişisel deneyimler veya başkalarının deneyimleri (anılar, gözlemler, biyografiler, otobiyografiler) siyasi polarizasyon ortamlarında, yani aslında her zaman, hakikate temel olabilecek şeyler değildir. Çünkü deneyimler öğrenilebilir, değişebilir ve yorumlanabilir. Bu yüzden bilimsel çalışmada tali değer taşırlar. “Ben yaşadım,” veya “şu yakınım yaşamış,” demenin bir anlamı olmaz.

Sosyalizm tartışması ölüm kalım mücadelesi yapan sınıfların tartışmasıdır, yani bundan daha çok polarizasyon üretecek bir tartışma yoktur. Bu ortamda deneyimler, kendi tarih anlayışını, yani bu mücadeleye kendi sınıfsal bakışını doğrulamak için vasıta değil ancak ayrı bir tarih çalışmasının konusu olabilir. Sözgelimi Nazi iktidarını büsbütün olumlu sayan pek çok tanıklık bulunabilir. Dahası bunların bir kısmı doğru bile olabilir. Ama hakikatin tek bir yüzünü öne çıkartıp diğer yüzlerini yok saymak (“Naziler Almanya’nın birliğini sağladılar” veya “Fransız ihtilali oluk oluk kan döktü”), hakikati çarpıtmak anlamına gelir. Hakikat ancak, bu tür deneyimleri eksiksiz hakikat olarak kabul etmekten mümkün olduğunca sakınarak kavranır.

Aşağıdaki yazı, her ne kadar antikomünistlerin sesi daha çok çıksa da, bu ülkelerin entelektüel elitinde ve akademisinde aslında Sovyet deneyiminin hiç de bütünüyle olumsuzlanmadığını, hatta büyük ölçüde olumlandığını göstermesi açısından da önemli.

Sosyalizm teorileri muhtelif türevleriyle (sadece marksist değil diğer biçimleriyle de) iktisadi kalkınma teorisinden ibaret değildir kuşkusuz, ama bu çok yüzlü teorinin yüzlerinden biri de iktisadi kalkınma ve sosyal adalettir.

24 Şubat’tan sonraki ilk yazımda bir kavram seti olarak “sosyalist ülke” üzerinde durmuş ve şöyle demiştim:

“İnsanlar siyasi inançlarına göre bu kavram setinin (‘sosyalist’ ve ‘ülke’) farklı kısımlarını öne çıkarıyor ve kullanıyorlar. … Bu kavram setinin ‘ülke’ kısmını öne çıkaranların ‘sosyalist’ kısmını unutmaları doğaldır, Rusya’da sadece yönetici elit değil halk da bu eğilimdedir. Çünkü yıkımı onlar yaşamışlardır; bu yıkım, sürekli tekrar ettiğim gibi, devlet fetişizmini beslemiş ve beslemektedir. Ama bu kavram setinin ‘ülke’ kısmını unutup sadece ‘sosyalist’ kısmını öne çıkaranlar, sorumsuzca davranıyorlar ve olayları kavrayamıyorlar.”

Bu bütün kavramlar için olduğu gibi sosyalizm teorileri açısından da geçerli. Teorinin derinliğine vakıf olduklarını düşünenler, genellikle kalkınma ve sosyal adalet boyutunu ihmal ediyorlar. Oysa sosyalizmin tam da bu somut, pratik veçhesi 20’nci yüzyılı değiştirmiştir. Sadece sosyalist kamp veya doğu bloğu diye bilinen ülkeleri değil, sadece sosyalizmi bir kalkınma modeli olarak kavrayan ve kimileri de eklektik veya bütünsel tarzda böyle benimseyip uygulayan küçük burjuva diktatörlükleri de değil, kapitalizmin altın çağının bütün klasik örnekleri, hatta belki de genellikle sanıldığının aksine sosyal demokratlardan ziyade muhafazakârlar, kapitalizmin geleceğini kurtarmak için sosyalist (sosyal adaletçi ve kalkınmacı) tedbirlere başvurmuşlardır.

Mamedov komünist değil, hatta (açıkça görüldüğü gibi) emek ve sermaye arasındaki çatışmanın daha 20’nci yüzyılın ortalarından itibaren zayıfladığını, zira bizatihi bu çatışmanın sonuçlarının kol emeği yerine zihinsel emeği öne çıkarttığını ileri sürüyor. Bununla birlikte bir kalkınma modeli olarak Sovyet sisteminin ve sosyalizmin benzersiz olduğunu da vurguluyor. Demek ki sınıf çatışması yerine sınıf uzlaşmacılığı geçiriyor, ama bu durumun sosyal adalet talebini şiddetlendireceğini, hatta şiddetlendirmesi gerektiğini düşünüyor ve çözümü gene Sovyet sisteminde buluyor. Mamedov burada kalmıyor ve sosyal adalet fikrini, bir devlet ideolojisinin yegâne temeli de sayıyor, çünkü toplumu ancak bu birleştirebilir.

Eski Sovyet ülkelerinde çeşitli türevleriyle yaygın eğilimler bunlar; Belarus’ta iktidarda Lukaşenko, Rusya’da muhalefette Glazyev vd., Kırgızistan’da 2020 olaylarında solun oynadığı rol, Kazakistan’daki gelişmeler, bu kapsamda değerlendirilmeli.

Yeri gelmişken, Elşad Mamedov’un Azerbaycan’da önemli bir iktisatçı olduğunu da belirtelim. İktisat doktoru, Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi’nde profesör. 2021 martından beri de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Sosyal Konsey Başkanı. Azerbaycan gibi bir ülkede bakanlık seviyesinde bir tür “devlet sosyalizmi” taraftarının istihdam edilmesi bile bu ülkelerin özgül dinamikleriyle ilgili bir fikir vermeli.

Metni anlaşılır kılmak için son bir not. Mamedov, “tek devreli olmayan bir para sisteminden” söz ediyor. Ne anlama geldiğine birbirini tamamlayan iki farklı yerden bakalım:

1) “Tek devreli para sistemi, paranın bir alandan diğerine serbestçe geçebileceği anlamına gelir. Para dolaşımında iki devreli algoritma ise üretim alanında böyle bir imkânı dışlar.” (Zvonova Y., Kuznetsov A., Pişçik V., Silvestrov S. Особенности и перспективы построения двухконтурной валютно-финансовой системы на национальном и региональном уровне. Мир новой экономики. 2020;14(1):26-33.)

2) “Sovyet mali sistemi… son derece zekice kurulmuştu; devlet sektörleri ve işletmeleri arasındaki ilişkiler hesap parasına (fiktif para) dayanıyordu. Ne var ki devlet şirketlerinin özerkleştirilmesi ve denetim dışına çıkarılması, (kooperatif ve ortak) özel mülkiyete dayalı şirketlerin ise dış ticarete girişmelerinin sonucu, bu fiktif paranın nakit karşılığını sunmak gerekti. Böylece… enflasyon yükseldi, Sovyet ekonomisi ise dövizin egemenliği altına girdi ve para spekülasyonu giderek sıradan bir iş haline geldi.” (Yalın H. Rusya: Yükseliş, Çöküş ve Dinamikler. Notabene, İstanbul: 2021, s. 43.)

* * *

SSCB 100 yaşında

Elşad Mamedov

Bir büyük gücün, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin kuruluşunun yüzüncü yıldönümünü kutlamaktan çok uzak geçirdiğimiz bu günlerde dünyadaki ilk sosyalist devletin inşa girişimi tecrübesini kompleks ve sistemli şekilde analiz etmek uygun ve hatta hakkaniyetli olacaktır diye düşünüyorum. Son otuz yıldır tarihin Sovyet dönemini esasen kara yahut gri tonlarda resmetmek moda oldu; bu, benim görüşüme göre, ya ifrata varan bir angajmana ya da mevcut trende ödenen haraca en azından tanıklık ediyor. Ayrıca da, bence, günümüzde dünya ekonomisinde ve jeopolitiğinde meydana gelen gelişmelerin ışığında, geçtiğimiz yüzyılda yeryüzünün altıda birinde gerçekleştirilen emsalsiz deneye gerçekçi bir şekilde bakmaya çalışmak, belli bir dereceye kadar sembolik bile olsa, son derece önem taşıyor.

Hemen belirteyim ki SSCB’nin mevcut olduğu yıllar şüphesiz tekdüze değildi, bu yüzden önünüzdeki analiz çerçevesinde Sovyet döneminin temel, ilkesel yönelimlerini ele almak da uygun görünüyor. Bu bağlamda şunu belirtmeyi de önemli sayıyorum: 19’uncu yüzyıldan beri dünya tarihinin gelişimi paradigmasını en genelde tayin eden temel faktörlerden biri yeniden üretimin iki faktörünün, emek ve sermayenin ve dolayısıyla bunların temsil ettiği sosyal grup ve güçlerin kavramsal çarpışmasıydı. Bu kavramsal çarpışmanın 20’nci yüzyılın ortalarına kadar tarihi gelişmelerin yönünü tayin ettiğini de söylemek gerek.

Mesele şu ki, toplumdaki üretici güçlerin gelişmesiyle ve bilimsel teknolojik ilerlemelerle birlikte kitlelerin zihni evrim geçirmişti; emek faaliyetinin katma değere yansıyan sonuçlarının yeniden üretimin faktörlerinden sadece biri tarafından mülk edinilmesi, kaçınılmaz şekilde en temel mesele olarak konuluyordu. Bu da aslında sosyal güçlerin, yani sosyal gruplar arasındaki ilişkileri emek lehine tekrar gözden geçirmenin maddi temeli olabilecek iktisadi, siyasi ve idari bir modelin tebarüz etmesi talebini şekillendiriyor ve keskinleştiriyordu. Böylece şu sonuca varırız: Sovyet Sosyalist devletini inşa girişimi kaotik bir şekilde ortaya çıkamazdı, tersine, şekillenmekte olan ve sosyal ilişkiler sistemini yeni baştan, kökten gözden geçirme zaruretini ortaya koyan gelişmelere bütünüyle doğal bir cevaptı. Sovyetler Birliği’nin ve “sosyalist kamp” ülkelerinin bu görevin üstesinden bütün olarak hiç de fena gelmediğini de kabul etmek gerek. Havada uçuşan sosyal adalet fikirleri böylelikle çözümünü büyük ölçüde SSCB’de şekillenen devlet ve iktisat yapısı modelinde buldu. Bence bu, Sovyetler Birliği’nin başlıca başarılarından biridir ve bütün dünyada sosyal zenginliğin daha adil şekilde yeniden dağılımına yönelik ilerlemeye muazzam bir momentum katmıştır. “Komünizm hayaleti” korkusuyla bütün dünyada, en pazarcı devletlerde bile emekçinin pozisyonunu esasen güçlendiren derin sosyal programlar uygulanmaya başlandı. SSCB’de gerçekleşen sosyal kazanımlar yeryüzünün muhtelif köşelerindeki insanların daha fazla sosyal hak elde etmelerine yardımcı oldu, bu da bilimsel teknolojik ilerlemeye, toplumdaki üretici güçlerin gelişmesine katkıda bulundu ve hatta 20’nci yüzyılın ikinci yarısına doğru iktisadi gelişmenin esas motoru insan sermayesi oldu, ve bu da başka bir yeniden üretim faktörünü, insanların zihinsel yetilerini merkezi bir konuma taşıdı. Emek ve sermaye arasındaki kavramsal karşı karşıya gelişin eski güncelliğini kaybetmesinin nedeni de buydu: SSCB varlığıyla fiilen, sosyal ilişkilerin yeni bir seviyeye, insanın zihinsel yetilerinin önceliği seviyesine çıkmasına katkıda bulunuyordu. Bununla birlikte sosyal adalet fikirleri de üretici güçlerin unsurları arasındaki karşılıklı bağların yeniden formatlanması bağlamında dahi buharlaşamazlardı, zira her halükârda sosyal zenginliği bölüştürmek gereklidir ve bu sürecin adilane yürütülmesi talebi de, sanırım, toplum bilincine genetik olarak kazılıdır. Bugün toplumu birleştirecek bir devlet ideolojisi talebinin şekillendirilmesi meselesinin ıstırap verircesine hissedilmesinin nedeni de bence budur. Sosyal adalete dayanan bir ideoloji olmaksızın devletin gelişmesinin istikrarlı bir izleğe varması mümkün değil. Sosyal adalet derken sadece maddi zenginliklerin adaletli bir şekilde dağıtılması değil, insanların kendi karmaşık öz-gerçekleşmeleri için imkânları elde edecekleri en genelde adil sosyal ilişkilerin inşası da anlaşılır. Bu kapsamda Sovyet tecrübesinin tam da bugün aranılan şey olduğunu düşünüyorum.

Meselenin iktisadi bileşenine gelince, bence, Sovyetler Birliği’nde yaşanan gelişmelerin analizi girişimlerinde belirgin çarpıtmalara da sıklıkla şahit oluyoruz. Bugün iktisat biliminde, bir ülkedeki makroekonomik durum evrensel makro göstergelerle değerlendiriliyor, bunlardan biri GSYH. SSCB’de bu toplam gösterge olarak GSMH kullanılıyordu. Ama bu göstergeler arasındaki farklılık, başka sebeplerin yanısıra Sovyet ekonomisinin kapalılığı ölçüsünde önemsizdir, bu yüzden üzerinde durmayacağız.

Bence Sovyet ekonomisinin hacmi değerlendirilirken bir dizi son derece önemli hata ve yanlış yapılıyor; bunlara değinmeden SSCB ekonomisini gerçekçi şekilde analiz etmenin mümkün olmadığını düşünüyorum.

Birincisi, Sovyet ekonomisinin en güçlü sektörlerinden biri askeri-sınai kompleksti. Ama SSCB’de silah sistemleri ve askeri harcamalar GSMH’ya dâhil edilmezdi; bu durum, SSCB’deki devasa askeri-sınai kompleksin Sovyetler Birliği GSMH’na girmediğini ileri sürmeye imkân verir.

İkincisi, SSCB’de bilimsel çalışmalar ara tüketim dilimleri olarak görülüyordu, yardımcı faaliyet olarak sunuluyordu ve fikir mülkiyeti biçiminde sınıflandırılmıyordu. Bilimsel alan bu göstergeye katılacak olsa Sovyetler Birliği’nin GSMH’sının ne kadar büyüyeceğini tahmin etmek güç değildir.

Üçüncüsü, bilindiği gibi, GSYH’nın önemli bir bölümünü ülkenin ücret toplamı teşkil eder. SSCB’de ortalama ücretlerin mesela ABD’dekinden çok daha az olduğu kimseye sır değil, ancak bu, SSCB’de mevcut özel imkânlara pazar-dışı ilkelerle sahip olunabilmesiyle ilişkiliydi; SSCB’de ücretli eğitim, sağlık vb. en azından hesaplamalarda söz konusu bile olamazdı.

Dördüncüsü, bugün, son on yıllarda hep olduğu gibi, iktisadi anlamda başarılı denen ülkelerde GSYH’daki aslan payını hizmet sektörü alıyor. Fiyatlandırma ise pazar temelinde gerçekleşiyor. Ama SSCB’de pazar fiyatlaması ancak tekil durumlarda söz konusuydu, bu yüzden devasa sektörler ödemeli ve hesaplanabilir hizmetler sektöründen düşüyordu. Bu bilhassa tıp, sağlık ve başka sektörlerde görülüyordu. Ücretli konut pazarı neredeyse hiç yoktu; oysa bu birçok ülkenin GSYH’sında önemli bir dilimi teşkil eder.

Dolayısıyla açık ki, bugün sıklıkla batı ülkeleriyle modellenen ve karşılaştırılan SSCB GSYH son derece çarpıtılıyor, küçümseniyor ve ekonomide meydana gelen ilerlemelerin gerçek tablosunu düzgün bir şekilde yansıtmıyor. Ama hâlihazırda uygulanmakta olan ve (benim görüşüme göre) kesinlikten çok uzak metodolojik temelde ve hesap yöntemlerine göre bile kişi başına satın alma paritesine dayanan GSYH SSCB’de 1929’dan 1990’a kadar 8,87 kat artmıştı. Karşılaştırma için, ABD’de aynı dönemde artış yaklaşık 5,34 kattır. Üstelik ABD’de Sovyetler Birliği’nin yaşadığı korkunç savaş da yaşanmadı. Ayrıca şunu unutmamak gerek: yeniden üretim faktörlerinin yukarıda değinilen türden kavramsal bir karşı karşıya gelişinde zaferi emeğin kazandığı dünyadaki esasen ilk ülke olan SSCB, dünya sermayesinin muazzam baskısıyla da çarpışıyordu. Bu, benim görüşüme göre, batılı “uzmanlar” ordusunun ve onlara eklemlenmiş koca bir yerli “uzmanların” göstermeye çalıştığı gibi, Sovyetler Birliği’nde gerçekten de etkisiz ve rekabet eksikliği içeren bir ekonomi mi vardı acaba diye en azından düşünmeye zorlar.

Bununla birlikte kuşkusuz ki Sovyet ekonomi makinesi kusur ve hatalardan azade değildi. Bilhassa inovasyonların uygulanmasındaki etkisizlik açısından boşluklar, dogmatizm, idari cihazın ataletiyle ilişkili problemler, Sovyetler Birliği’nde devlet idaresi sisteminin etkin işleyişine engel oluyordu. Ama SSCB’nin iktisat siyasetindeki başlıca problem, bence, sosyal zenginliklerin dağılımı sistemindeki derin farklılıklara rağmen katma değerin oluşması açısından SSCB’deki iktisat siyaseti ve yönetme modelinin batıdakine benzerlik göstermesidir; yani bu, öncelikle pazarların genişlemesi yoluyla maddi üretimin gelişimini teşvik etmeye dayanan bir iktisadi kalkınma modeliydi, buysa zaten kendiliğinden pazarların sınırlı olması ölçüsünde büyümenin sınırlarına vardığını ima ediyordu. İnsanlık, anılan bu iktisadi modelin bitik niteliğine Sovyetler Birliği’nin ve “sosyalist kampın” dağılması döneminde olduğu gibi bugün, “batının küresel dolar merkezli küresel yönetiminin dikişleri patlarken” de tanık oldu.

Ancak bence, yukarıda sayılan problemleri olsa da, Sovyetler Birliği’nin dünyaya, iktisadi gelişmenin etkin bir stratejik planlanması sisteminin inşası, iktisadi büyümenin jeneratörü olarak tek devreli olmayan bir para sistemi, sosyal devlet fikrinin nitelikli ve pratik bir uygulaması, çokuluslu bir ülkenin muhtelif halklarının özgünlük ve geleneklerine gerçek ama deklare edilmemiş bir saygı (tahammül değil, gerçek anlamda saygı), merkeze en uzak bölgelerdeki gençliğin bile kendini ortaya koyabilmek imkânına sahip olduğu sosyal kaldıraçların işlevselliği, ücretsiz yüksek öğrenim, ücretsiz ve rekabete açık bir sağlık sistemi, güçlü bir askeri-sınai kompleks, çok zengin bir kültür alanı, dünyadaki en iyi sportif sanayi organizasyonu sistemi gibi tartışmasız olumlu nitelikler sergilediğine kuşku yoktur. Ama benim görüşüme göre SSCB’nin en önemli başarısı, sadece cüzdanın şişkinliğine ve banka hesaplarındaki sıfırların sayısına değil emekçiye ve toplumdaki her insanın zihinsel yetilerine saygının öncelik olduğu bir toplumun ve sosyal ilişkilerin kurulmasıydı. Bence bu, yukarıda söylenenlerin ışığında, merkezi yeri bir yeniden üretim faktörü olarak (görünen o ki) insanın zihinsel yetilerinin işgal edeceği geleceğin toplumunun inşasında uygulanabilecek ve uygulanması gereken bir anlatının Sovyet sosyal ilişkiler sisteminde bulunduğunu düşünmeye imkân sağlıyor. Ben bunun, bir toplumun sistemsel kurucu ilkesi olarak sosyal adalet unsurunun rolünü büyük ölçüde tahkim edeceğini düşünüyorum, zira toplumun zihinsel yetilerinin gelişmesiyle birlikte o toplumdaki sosyal adalet talebi de ister istemez güçlenmelidir. Ve bu da, Sovyet tecrübesinin post-Sovyet coğrafyası ülkelerinin geleceğinin adaletli surette inşası için hâlâ yararlı olduğunu gösterir!

Çok Okunanlar

Exit mobile version