İtalyan gazeteci, yazar Thomas Fazi’nin kaleme aldığı ve aşağıda çevirisini okuyacağınız makalede Hamas-İsrail savaşının yıkıcı bir küresel savaşa evrilme riski tartışılıyor.
ABD ve NATO’nun Doğu Akdeniz’e yaptığı yığınağı, İran ve Hizbullah’ın çektiği kırmızı çizgileri ve yaşanacak en ufak bir kıvılcımın bölgede büyük bir yangına neden olabileceğini savunan Fazi, bu yangının sonuçlarıyla Avrupa’nın da yüzleşmek zorunda kalacağını söylüyor. Bu bağlamda artık ateşkesin sadece Gazzeliler için değil tüm dünya için zorunlu olduğunu söylüyor:
***
İsrail-Hamas bir dünya savaşına neden olacak mı?
Bu, yıkıcı bir küresel çatışmanın tüm belirtilerini taşıyor
THOMAS FAZI
İsrail yas tutmaya ve Gazze enkaza dönmeye devam ederken, Orta Doğu’daki pek çok kişi korkunç bir gerçeğin farkına varıyor: İşler çok yakında çok daha kötü bir hal alabilir. Büyük tektonik değişimler artık statükoyu parçalama ve hatta küresel bir savaşı tetikleme tehdidi taşıyor.
İsrail daha şimdiden İsrail-Lübnan sınırında İran bağlantılı silahlı grup Hizbullah ile her gün çatışmaya giriyor ve Rusya ile İran’ın desteklediği Suriye’ye birkaç hava saldırısı düzenledi. Başka bir yerde ise bir ABD savaş gemisi kısa süre önce Yemen’deki İran destekli Husi isyancılar tarafından ateşlenen ve İsrail’i hedef almış olabilecek üç füzeyi durdurdu. Bölgedeki Amerikan güçleri de bir dizi insansız hava aracı ve roket saldırısına maruz kaldı ve buna Suriye’de İran destekli milislerle bağlantılı iki tesise hava saldırısı düzenleyerek karşılık verdi.
Arap dünyasındaki tepkiler de aynı derecede düşmanca oldu; Suudi Arabistan gibi İsrail’le ilişkilerini normalleştirmeye başlayanlar da dahil her hükümet İsrail’in eylemlerini şiddetle kınadı. Ancak en sert tepki, bir NATO üyesi olmasına rağmen Türkiye’den geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan İsrail’in Gazze’deki sivilleri bombalamasını “soykırım” olarak nitelendirdi ve Hamas’ın terörist bir grup değil “topraklarını koruyan mücahitler” olduğunu iddia etti. Türkiye aynı zamanda birçok Hamas yetkilisine ev sahipliği yapıyor ve son haftalarda onları sınır dışı etmeyi reddetti. Bunların hepsi Erdoğan’ın bölgede liderliğini ortaya koyma girişiminin bir parçası.
Her iki kampta da ayağı olan bir başka ülke de Katar. Hem ABD’nin Orta Doğu’daki en büyük askeri üssüne hem de 2012’den bu yana Doha’da bir ofisi bulunan Hamas’ın siyasi liderliğine ev sahipliği yapıyor. Katar, İsrail ile Hamas arasında arabuluculuk yapmak için özellikle iyi bir konumda ve dört İsrailli rehinenin serbest bırakılmasında önemli rol oynadığı için takdir ediliyor.
Bir de Hamas’la uzun süreli bağları olan ve 7 Ekim saldırısını alkışlayan İran var. ABD’li ve İsrailli yetkililer katliamda İran’ın doğrudan bir dahli olduğuna dair herhangi bir belirti olmadığını ifade etseler de İran’ın saldırıdan çeşitli şekillerde fayda sağladığına ve hatta Lübnan, Suriye ve Yemen’deki vekillerini kazanımlarını daha da artırmak için kullanıyor olabileceğine dair şüpheler var.
Ne de olsa Hamas’ın saldırısı Amerika’nın İran ve Çin’in aleyhine, Arap-İsrail yakınlaşmasını bölgede ABD nüfuzunu yeniden tesis etmenin bir yolu olarak teşvik etme stratejisini öldürdü. Eylül ayında Netanyahu BM Genel Kurulu’nda sahneye çıkarak “Yeni Ortadoğu” başlıklı bir harita sundu ve bu haritada İsrail’in ilişkilerini “normalleştirme” sürecinde olduğu Arap ülkeleri yeşil renkle gösterildi. İsrail’in kendisi ise Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e kadar uzanan- deyim yerindeyse nehirden denize kadar- ve işgal altındaki Filistin topraklarını göstermeyen bir şekilde gösterildi.
Netanyahu daha sonra harita üzerinde Umman Denizi’nden Güney Avrupa’ya kadar uzanan kırmızı bir çizgi çizerek “Asya’yı BAE, Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail üzerinden Avrupa’ya bağlayan yeni bir barış ve refah koridoru”ndan söz etti. Hem Trump hem de Biden yönetimleri, İbrahim Anlaşmaları ve diğer anlaşmalarla, Biden’ın dediği gibi İsrail’in “daha fazla normalleşme ve ekonomik bağlantıdan” yararlanacağı bu “yeni Orta Doğu” fikrinin teşvik edilmesinde önemli rol oynadılar.
Bu projenin en önemli ayaklarından biri de Netanyahu’nun bahsettiği “barış ve refah koridoru” olan Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru (IMEC) idi. Geçen ay Yeni Delhi’deki G20 zirvesinde açıklanan proje, Kuzeybatı Hint Okyanusu’nu BAE, Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail’den geçen limanlar, demiryolları ve karayolları aracılığıyla Doğu Akdeniz’e bağlayan bir lojistik koridor oluşturulmasını öngörüyor. ABD, koridoru açıkça Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne Orta Doğu’da bir rakip olarak nitelendirdi. Amacı çok açıktı: Çin’in bölgedeki etkisini sınırlamak ve İran’ı izole etmek.
Ancak IMEC’in hayali şimdi her zamankinden daha zor görünse de gerçek şu ki, Filistinlilerin Gazze’de sonsuza kadar kilitli kalabileceği gibi tehlikeli bir yanılsamaya dayandığı için zaten ulaşılamazdı. Arap Araştırma ve Politika Çalışmaları Merkezi, Politika Analizi Direktörü Marwan Kabalan’ın açıkladığı gibi, ABD’nin İsrail, BAE ve Bahreyn arasındaki ilişkileri normalleştiren anlaşmaları, İsrail ile normal ilişkilerin kurulmasında Filistin devletinin ön koşul olduğu yönündeki uzun süredir devam eden pan-Arap duruşunu baltaladı. Bu nedenle Filistinli yetkililer bu anlaşmaları “arkadan hançerleme” olarak kınadı. Nispeten istikrarlı statükonun altında öfke ve istikrarsızlık yatıyor.
Son saldırıdan bu yana, Orta Doğu’daki her güç, karmaşık olduğu kadar tehlikeli de olan jeopolitik bir oyunda, kaosu çoğu zaman çatışan kendi çıkarlarını ilerletmek için kullanıyor. Ancak bu durum riskleri de beraberinde getiriyor. Washington’dan birinin Financial Times’a söylediği gibi: “İlgili tüm ülkelerin, aşılması halinde harekete geçmeleri gerektiğine inanmalarına neden olacak eşikleri var. Ancak kimse karşı tarafın eşiğinin ne olduğunu bilmiyor.”
Elbette pek çok şey İsrail’in bundan sonra ne yapacağına bağlı olacak. Örneğin İran ve Hizbullah, Gazze’ye yönelik geniş çaplı bir kara harekâtını -özellikle de Hamas’ın tamamen yok edilmesi ve Gazze nüfusunun bir kısmının zorla göç ettirilmesi hedefleniyorsa- aşılmaması gereken bir kırmızı çizgi olarak gördüklerini açıkladılar. Hafta sonu İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi açık bir tehditte bulundu: “[Siyonist] rejimin suçları, herkesi harekete geçmeye zorlayabilecek kırmızı çizgileri aştı. Washington bizden hiçbir şey yapmamamızı istiyor ama onlar İsrail’e geniş çaplı destek vermeye devam ediyor.”
Yine de bu durum İsrail’i son birkaç gündür Gazze’deki kara operasyonlarını genişletmekten alıkoymadı. Daha da endişe verici olansa İsrail’in planının çok sayıda Filistinliyi -potansiyel olarak onlarca hatta yüz binlerce- Gazze’den Mısır’a sürmek olabileceğine dair kanıtların artması. İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonundan bir hafta sonra, emekli IDF Tuğgenerali Amir Aviv, Mısır’a “sınırı açması ve tüm Filistinli sivillerin güneye, Sina Yarımadası’na geçmesine izin vermesi” çağrısında bulundu. Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Es-Sisi ise “Gazze’de şu anda yaşananların, sivil halkı Mısır’a sığınmaya ve göç etmeye zorlama girişimi olduğu ve bunun kabul edilemeyeceği” uyarısında bulundu. Ardından 17 Ekim’de Netanyahu ile bağlantılı bir İsrail düşünce kuruluşu, “Gazze nüfusunun tamamının yeniden yerleştirilmesi ve nihai çözüm” için “eşsiz ve nadir bir fırsat” olduğunu savunan ve daha sonra sızdırılan bir rapor yayınladı. Daha yakın bir zamanda, bu kez İsrail İstihbarat Bakanlığı’ndan, Gazze Şeridi’ndeki tüm nüfusun kalıcı olarak Mısır’a nakledilmesini öneren bir “öneri belgesi” sızdırıldı.
İsrail hükümeti o zamandan beri bu belgenin konjonktürel olduğunu ve bir seçenek olarak değerlendirilmediğini iddia ediyor. Bu iddianın doğru olması iyi haber olur, çünkü böyle bir politika Gazzeliler için bir felaket olmasının yanı sıra, Suriye hükümeti, Hizbullah ve Yemen’deki Husi hareketini de kapsayan İran liderliğindeki sözde Direniş Ekseni’nin kaçınılmaz olarak misillemesine yol açacaktır. Bu noktada durum hızla tırmanabilir. İsrail’in Lübnan’da ve başka yerlerde İran destekli güçleri ağır bir şekilde bombalayarak karşılık vermesinin yanı sıra ABD’nin de olaya müdahil olma ihtimali neredeyse kesin.
Nitekim geçen haftalarda ABD ve NATO, aralarında İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve İspanya’nın da bulunduğu bir düzine ülkeden en az 73 gemi, Doğu Akdeniz ve Körfez’de on yıllardır görülen en büyük filoyu oluşturdu. ABD tek başına nükleer güçle çalışan iki uçak gemisinin yanı sıra Tomahawk füzeleriyle donatılmış uçaklar, kruvazörler, muhripler ve denizaltılar konuşlandırdı.
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde Vladimir Putin, Rusya’nın Karadeniz suları üzerinde, operasyonel menzili 2 bin km’ye kadar uzanan Kinzhal hipersonik gemisavar füzeleriyle donanmış MiG-31 önleme uçaklarının 24 saat rotasyonuna başladığını duyurarak karşılık verdi. Putin gazetecilere verdiği demeçte “Bu bir tehdit değil, ancak Akdeniz’de olup bitenler üzerinde görsel kontrol -silahlarla kontrol- uygulayacağız” dedi. Çin de bölgedeki olayları çok yakından takip ediyor ve geçen haftalarda altı kadar Çin savaş gemisi Orta Doğu’daydı.
Tüm bunların nasıl sonlanabileceğini görmek zor değil. Dünyanın tüm büyük güçlerinin Orta Doğu’da bulunduğu bir ortamda, olayların tırmanması halinde ABD ve NATO’nun Rusya ve Çin’e karşı bir çatışmanın içine çekilmesi neredeyse kesin. Bunun sonuçları felaket olur, ekonomik, askeri ve insani yansımaları Batı’ya dönecektir. Böyle bir risk karşısında ateşkes çağrısı yapmak artık sadece Gazzelilerin değil tüm dünyanın yararına.