ABD iç siyasetinin tartışılmaz kalıpları vardır. Cumhuriyetçiler ya da Demokratlar dendiğinde “al birini vur ötekine” yorumları yapılır. Kim gelirse gelsin, dış politikada büyük bir değişim olmayacak, Amerikan hegemonyasının çıkarları iki parti tarafından da önde tutulacaktır. Bu ezber cümleler Donald Trump’ın 2016’da seçilmesiyle tarih oldu.
ABD müesses nizamı, Trump hükümetinde Mike Pompeo ya da John Bolton gibi kendilerinden görecekleri kişiler olmasının yeterli olacağına inandılar. 4 yıllık Trump dönemi boyunca durumlar pek öyle gelişmedi. Trump Kasım Süleymani’nin öldürülmesi için emir verirken “İran’a savaş açalım” diyen John Bolton’a hakaret edip yanından kovuyordu. Zamanında Ankara Büyükelçiliği de yapmış Jim Jeffrey, açıkça “Trump’a Suriye’deki asker sayımız hakkında yalan söyledik” diyebiliyordu. ABD’de seçim dönemi kıyamet kopunca Genelkurmay Başkanı Mark Milley, Çinli mevkidaşını arayıp “Bizim başkan savaş ilan edebilir, ciddiye almayın” gibi bir uyarıda bulunabiliyordu.
Yani Trump dönemi, ABD’nin dış politika konusunda ağır zaaflı olduğu bir dönem olarak yazıldı. Bunun başlıca sebebi de Trump’ın popülist siyasetinin dış politikada “çekilmeci” bir tavır sergilemesiydi. “Biz neden başka topraklarda para ve can kaybediyoruz?” düşüncesi muhafazakâr topluluklarda bolca karşılık buldu. Tabii bu tuhaf bir durumdu. Neticede “şahin politikacı” dediğinizde Reagan döneminden Bushlara, akla hep Cumhuriyetçiler gelirdi. Nasıl oldu da bu savaş yanlısı partide böyle bir akım ortaya çıktı?
Kültür savaşları ve muhafazakarların yenilgisi
Önce Trump’a neyin yol açtığını anlamak gerekir. 2011’de Occupy Wall Street protestoları sonrası Amerikan solu büyük bir değişime uğradı. Sınıf temelli siyaset yerini kimliğe bıraktı. Irk ve cinsiyet konuları liberal medyada dominant meseleler haline geldi. Bu değişim süreci akademi ve niş sol kitlelere sıkışmaktan ziyade ana akıma da sirayet etmişti. Sadece 5-6 yıl içerisinde şirketler “vatanseverlik” konseptini terk edip, ürünlerinin üzerine LGBT bayrakları ve Black Lives Matter sloganları koymaya başladılar.
Sadece şirketler değil, devlet kurumları bile bu akıma dahil olmuştu. Pentagon’un ordu için hazırlattığı reklamların tonu modern liberal beklentilere uygun hale gelmişti. Martin Luther King’e suikast yapılmadan önce attıkları mide bulandırıcı mektupla gündeme gelen CIA bile Black Lives Matter paylaşımları yapıyordu.
Bu radikal değişimler muhafazakâr ABD’lilerde beklendiği üzere pek karşılık bulmadı. Sahip oldukları siyasi tutumlar bir anda ana akımın dışına itilince radikalleştiler. Müesses nizama olan inançlarını yitirdiler. Hatta “komünistlerin ABD’yi ele geçirdiğini” bile iddia ettiler.
Halbuki müesses nizam hâlâ aynıydı. Yoksulla zengin arasındaki gelir uçurumu giderek büyüyor, ABD silah sanayii dünyanın dört bir yanında savaşları harlamaya devam ediyor ABD’nin ezilen azınlıkları sokakta hala katlediliyordu. Yani ABD müesses nizamı üstüne gökkuşağı stickerı yapıştırıp bugüne kadar ne yapıyorsa yapmaya devam etmişti.
Amerikan devletinin bu kabuk değişimi iki tarafı da ikna etmeyi başardı. ABD’li liberaller ülkelerinin dış politika hamlelerine tam destek veriyorken muhafazakârlar hemen hemen her hamleyi eleştirir hale gelmişlerdi. Bu değişimin en büyük ispatı da 20 yıl önce savaş karşıtı olan, Patriot yasasını eleştiren siyasetçi ve gazetecilerin o dönemde komünist ilan edilip bugün aynı noktada bulundukları için faşist ilan edilmeleridir. Bunların başında Edward Snowden olayını dünyaya duyuran gazeteci Glenn Greenwald geliyor. Zamanında solda kahraman görülmesine rağmen şimdi sağcı muhafazakâr yaftasıyla uğraşıyor.
İşte tam da böyle bir ortam Trump’ı yarattı. ABD müesses nizamı Trump’la birlikte Cumhuriyetçileri bırakıp Demokratlara yakınlaşmaya başladılar. 2020 seçimlerinde George W. Bush’tan tutun Trump’ın eski danışmanı John Bolton’a düzinelerce muhafazakâr emekli askerle birlikte Joe Biden’a destek açıkladılar.
İki parti, dört fikir
Bu dönem bize ABD siyasetinin iki ana partisinin dışında dört büyük akımın ortaya çıktığını gösterdi. Demokratlar içinde merkez liberallerin dışında Bernie Sanders’ın başını çektiği ilerici kanat vardı. Bunlar eski savaş karşıtı kitlenin pasifize edilmiş versiyonuydu. Sanders, arkasında taşıdığı desteğe rağmen parti buyurduğunda adaylıktan çekiliyor, kendisine verilen kabinede koltuk sözleri tutulmadığı halde muhalefet etmiyordu. ABD devlet yapısının da kullandığı modern liberal sol fikirlerin ideolojik sahipleri olmalarına rağmen ilericiler neredeyse hiç güç sahibi olamadılar.
Cumhuriyetçilerde ise oluşan ayrım giderek şiddetlendi. Eski tip şahin Cumhuriyetçinin yanına “Trumpçı” muhafazakâr eklendi. Göçmen karşıtlığı ve müesses nizam düşmanlığı bu akımın sloganları haline geldi. 2020 seçimleriyle birlikte bu iki grup parti içi kavgalara başladılar. Trump, seçim gecesi “zayıf” kaldığını düşündüğü tavrından ötürü muhafazakâr Fox News’a ateş püskürmüştü. Eski muhafazakarlar Biden’a destek açıklarken Mitch McConnell gibi ağır başlar sessiz kalmakla yetinmişlerdi. Hatta 6 Ocak kongre baskınında Trump destekçilerinin en çok öfke duyduğu isim başkan yardımcısı Mike Pence’ti. Seçim sonrası Trumpçılarda “parti bizi yalnız bıraktı, artık sadece Trump var” algısı oluştu. Hatta Trump’a “partiyi terk et” çağrısı bile yapıldı.
DeSantis’in partideki konumu
Yol ayrımına doğru giderek yaklaşan Cumhuriyetçi parti çok ince bir denge politikası güdüyor. Trump, müesses nizamda ne kadar nefret ediliyorsa parti tabanında da o kadar seviliyor. ABD’nin güç odaklarını tekrar kendine entegre edeyim derken parti tabanını kızdırma ihtimalleri var. Bu yüzden tam bir orta noktaya ihtiyaçları var. İşte Ron DeSantis de burada sahneye çıkıyor. Genç Florida valisi her şeyiyle partinin “normalleşme” (ya da müesses nizamla barışma) dönemi için mükemmel bir isim.
DeSantis’in popülerleşmesindeki en önemli sebep kültür savaşlarında en ön cephede olmasıydı. Valilik yaptığı Florida’da LGBT meseleleri üzerinden Disney’le sürekli atışmış, kendilerine önceden tanınan vergi muafiyetlerini kaldırmıştı. Sonra da Florida’daki göçmenleri liberal eyaletlere göndermeye başlayınca parti tabanında iyice kahraman oldu. Hem kültür savaşında bir fedai olacak hem de muhafazakar kitleleri ABD hegemonyası altında tekrardan konsolide edecek, daha mantıklı bir aday olabilir mi?
Trump da bu planı fark edecek ki DeSantis’i hedef haline getirdi. Neredeyse her konuşmasında ya DeSantis’e laf çarpıyor ya da Cumhuriyetçi senatörlerin başı Mitch McConnel’a. 2022 ara seçimleri dengeleri Trump aleyhine değiştirdi. Trump’ın desteklediği adaylar sandıkta kötü sonuçlar alırken vali DeSantis seçimden güçlenerek çıktı. Ancak Trump çetin cevizdi. Seçim sonrası anketleri DeSantis lehine bir trend gösterirken seçimden kısa bir süre sonra Trump tekrar üstünlüğünü sağladı.
Yani kısacası Cumhuriyetçilerin tabanı küstürmeden Trump’Tan kurtulması kolay olmayacak. Tabii Trump’ın başına bir şey gelmezse…
Trump hapse mi giriyor?
Trump’ın “Salı günü beni tutuklayacaklar” açıklaması kamuoyunu derinden sarstı. Olası tutuklamanın sebebiyse beklendiği gibi değil. Tartışma konusu olay, Trump’ın 2006’da ilişki yaşadığı iddia edilen porno yıldızı Stormi Daniels’a 2016 seçim kampanyasına leke sürülmemesi için 130 bin dolarlık “sus payı” vermiş olduğu iddiasıydı. Bu, seçim kampanyası yasalarına aykırıydı. Yalnız gerçek şu ki bu yasa pek uygulanan bir yasa değildi. Yine 2016’da Hillary Clinton, Trump-Rusya ilişkilerinin araştırılması için gizli harcamalar yapmış ve tam tamına 8 bin dolar ceza yemişti. Aynı gerekçeden Trump’ın hapse atılması kendini epey mağdur bir konuma getirecektir. Bu dava Trump’ın 2016’dan beri uğradığı suçlamalarda ilk ona dahi girmez. Dahası bu Manhattan’da yürütülen yerel bir soruşturma, federal bir soruşturma bile değil.
ABD hiçbir zaman kendi başkanlarını yargılamayı sevmez. Başkanlık sonrası sicili kirlenen hiçbir başkan da yok. Ancak Trump’a diğer başkanlara davranıldığı gibi davranılmıyor. Cenazelerde, toplantılarda eski başkanlar bir araya gelirken Trump çağrılmıyor. Bu nedenle Trump’ın ne kadar garantisi var tartışılır. Kendisini asıl tehdit eden mesele belli ki hala 6 Ocak kongre baskını olayı. Protestoların bir darbe girişimi olduğuna dair bir kanıt bulunamamasına rağmen bu konu üzerinden Trump’a hukuki müdahaleler olabilir.
Olmaması durumunda Trump hala Cumhuriyetçi partinin göz bebeği. Demokratların 2024 için Biden’a alternatif yaratamadığı yerde Cumhuriyetçiler amansız bir savaş verecekler. Savaşın ödülü ise başkanlık koltuğu. Bu kadar gürültüden sonra ABD müesses nizamı bir dört yıl daha Trump’a müsaade eder mi o konuda şüphelerim var.