Çevirmenin notu: Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen, Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı bir konuşmada, Avrupa savunma sanayiinin artan üretimine alıcı bulabileceği konusunda güvence vermek için “ortak savunma alımlarına” öncelik verilmesini istedi.
Von der Leyen’in atanmasındaki fırsatçı at pazarlığı, Avrupa’da derinleşen bir rahatsızlığın mikrokozmosuydu. Von der Leyen bu sistemin bir ürünü. Retorikte ve sokak savaşı taktiklerinde usta. Ancak şimdi başarılı olabilmesi için, Alman Savunma Bakanlığı’nda yaptığından daha iyisini yapması gerekiyor.
AB’nin Amerikalı kraliçesi
Ursula von der Leyen, birliği savaş için yeniden donatıyor
Lily Lynch
Unherd
4 Mart 2024
AB hakkında ne düşündüklerini sorduğunuzda Avrupalıların çoğu, size son derece sıkıcı olduğunu söyleyeceklerdir. Her şey, salatalıkların eğriliğiyle ilgili gizemli düzenlemeleri denetleyen gözlüklü bürokratlar, Lüksemburg ve Strazburg’un vakur karakollarındaki geçilmez koridorlar ve çok sayıda konsey, komisyon, parlamento ve mahkemeden ibaret; her birinin tam görev alanı meslekten olmayanlar için tümüyle birer gizemdir.
Yine de bu donukluk, birliğin bir barış projesi olarak maksadının ayrılmaz bir parçasıdır. Siyaset felsefecisi Luuk van Middelaar’ın Passage to Europe (Avrupa’ya Açılan Kapı) adlı kitabında gözlemlediği üzere, AB’nin “tarihin bürokrasiye kaçışını” —Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkileri uzun zamandır karakterize eden “öngörülemezlik ve pathos’u” “iç içe geçmiş vakur çıkarlar” ile değiştirme girişimini— temsil etmesi gerekiyordu. Savaşların yerini uzlaşı, hukuk ve sıkıcı düzenlemeler alacak; potansiyel olarak kışkırtıcı siyasi ve ideolojik ayrışmalar ağır teknik jargon ve uzlaşı ile köreltilecekti. Ortaya çıkan yüzsüzlük Henry Kissinger’a atfedilen uydurma bir soruda somutlaşıyordu: “Avrupa ile görüşmek istersem, kimi arayacağım?”
Ancak her şey değişiyor. AB daha az sıkıcı ve daha az demokratik hale geliyor ve bir yüz kazandı: Avrupa Komisyonu üyesi Ursula von der Leyen, geçtiğimiz ay bir beş yıllık döneme daha niyeti olduğunu teyit etti.
“Avrupa’nın Kraliçesi”, muhalifleri tarafından “Napolyonvari”, “diktatörvari” ve “buyurgan” olarak tanımlandı; kişisel özellikleri ve gösterişli, patrisyen havası bu izlenimleri daha da artırdı. Ne de olsa Heiko von der Leyen’in eşi, servetini ipekten kazanan aristokrat bir ailenin çocuğu. Aynı zamanda bir at binicisi ve binicilik etkinliklerinde performans sergiliyor; at tutkusu, AB’nin ilk devlet memurlarından ve Almanya’nın CDU’sunda önde gelen bir politikacı olan merhum babası Ernst Albrecht’ten miras. Von der Leyen’in midillisi 2022 yılında bir kurt tarafından parçalanarak öldürüldüğünde Komisyon, yaban hayatı korumacılarını dehşete düşürerek, itlafa izin vermek için koruma statülerini gevşeteceğini açıkladı. Yedi çocuk annesi olan enerjik kadının, Komisyon’un Berlaymont binasının 13. katındaki 25 metrekarelik mütevazı bir odada uyuduğu iddia ediliyor. Ayrıca alkol ve etten uzak durarak hayatın diğer alanlarında da münzevi bir disiplin uyguladığı söyleniyor.
Fakat bu tür eksantriklikler, iktidara gelmesinden bu yana AB bünyesinde yaşanan dönüşümleri yakalamakta yetersiz kalıyor. Sahiden de onun saltanatı Avrupa siyasetinin yeniden dramatize edilmesiyle tanımlanıyor; haziranda bir dönem daha kazanmayı başarırsa ki muhtemelen kazanacak, bu durum devam edecek.
Von der Leyen’in görev süresi, Perry Anderson’ın “Avrupa darbeleri” olarak nitelendirdiği, Brüksel’de iktidarın kademeli olarak tek elde toplanması sürecinin hızlanmasıyla damgasını vurdu. Von der Leyen’in 2019’da Komisyon üyesi olma şekli bile, AB yürütmesine daha fazla demokratik meşruiyet kazandırmak üzere tasarlanmış bir prosedürden kopuşu temsil ediyordu. 2003 yılında bir Fransız-Alman mutabakatı ile Spitzenkandidaten (“lider aday”) sürecinin temelleri atılmış, Avrupa Parlamentosu seçimlerinde en çok oyu alan siyasi aile, önceden seçtiği aday için Komisyon üyeliğini garantilemişti. Ancak 2019’da Von der Leyen, Avrupa Halk Partisi’nin (EPP) Spitzenkandidat’ı değildi; onun yerine AB liderleri Angela Merkel ve Emmanuel Macron tarafından seçildi. EPP’nin Spitzenkandidat’ı Manfred Weber, kendisini niteliksiz bulan Macron tarafından engellenmişti. Von der Leyen ise uzun süredir Merkel’e sadık bir isimdi ve Macron’un da belirttiği gibi son derece iyi Fransızca konuşuyordu. Dönemin Alman Savunma Bakanı aynı zamanda Fransa ile daha yakın bir askeri işbirliğine de yatkındı ve “Avrupalılardan oluşan bir ordu” kurulması gerektiğinden söz etmişti ki bu da Macron için bir başka avantajdı.
Başka bir deyişle, Von der Leyen’in yükselişi sessiz bir darbe anlamına geliyordu. Demokrasiyi savunmakla ilgili güzel lafların ötesinde, Anderson’un “aşağıda hareketsiz bir halkın başının üstünde, kamera önünde seçkinler arasında sessizce işlerin halledilmesi” olarak tanımladığı şey anlamına geliyordu. Belki de sonuç olarak von der Leyen, “2019’da aday olduğunu” iddia ederek —hiç gerçekleşmemiş bir kampanyaya atıfta bulunarak— kendi köken hikayesini yeniden yazmaya başladı. Avrupa Kraliçesi için hem gerçeklik hem de demokrasi şekillendirilebilir.
Ancak Von der Leyen’in en ağır revizyonizmi AB’nin dış politikasıyla alakalı. 2019 yılında Komisyon üyesi olarak temel önceliklerinden biri olarak bir “jeopolitik komisyon” kurulmasını salık vermişti. AB’nin “daha iyi bir dünya düzenini şekillendirmek için” önemli bir “jeopolitik” aktör olması gerektiğini iddia etti. Kaos ve kriz, “iktidarın dilinden konuşmayı öğrenmesini” gerektiriyordu. Ardından Rusya ve Trump yönetiminin ikiz tehditleri geldi ve her ikisi de bu hedeflere daha büyük bir aciliyet kazandırdı. Sonuç olarak von der Leyen’in AB’si yavaş yavaş savaş için organize oluyor.
İki yıl önce AB makamları, Ukrayna’ya ölümcül askeri yardım sağlanmasını finanse etmeye karar verdiklerinde ölümcül silahların finanse edilmesine ilişkin tabuyu yıktılar. Avrupa Birliği Antlaşması’nın 41. maddesi 2. fıkrası “askeri ya da savunma içerikli operasyonlardan kaynaklanan harcamaları” açıkça yasakladığından, bu hamleyi aşmak için bir miktar yaratıcılık gerekiyordu. Bu amaçla AB, yurt dışındaki askeri angajmanları finanse etmek üzere tasarlanmış bir araç için yanlış bir isim olan Avrupa Barış Fonu’nu (EPF) harekete geçirdi. Savaşın finansmanına ilişkin yasağı aşmak için EPF, 5 milyar avroluk bir “bütçe dışı” araç olarak tasarlandı.
Savaş tamtamları burada da durmuyor. Salı günü Komisyon, AB’nin savunma sanayiini savaşa hazır hale getirecek ve aynı zamanda “silahların finansman ve satış şeklini değiştirecek kapsamlı” bir Avrupa savunma sanayii stratejisini açıklayacak. Von der Leyen, ortak tedariklere odaklanarak “önümüzdeki beş yıl içinde savunma sanayi kapasitemizi güçlendirmeyi” hedeflediklerini dile getirdi.
Bu yaklaşım, Komisyon’un Kovid aşılarının emsal teşkil eden ortak tedarikine dayanıyor; bu çaba şu anda bir başarı modeli olarak lanse ediliyor ama hala büyük tartışmalara yol açmış durumda: Von der Leyen’in Pfizer İcra Kurulu Başkanı Albert Bourla ile 1,1 milyar doz aşı için Nisan 2021’de yapılan sözleşmenin detaylarını belirlediği özel kısa mesaj alışverişi gizlilikle hasır altı edilmiş, hem gazetecilerin hem de Avrupa Sayıştayının bu görüşmeye erişim girişimleri engellenmişti. Böyle bir emsalin, devasa yeni savunma tedarik sürecinde şeffaflık için iyiye işaret olmadığını söylemek kâfi olacaktır.
Diğer bileşenleri de öyle. Örneğin yeni stratejinin Kiev’de bir Savunma İnovasyon Ofisi açılmasını ve yeni bir savunma komiserliği kurulmasını içereceği bildiriliyor. Yeni savunma çarının Polonya’dan ya da Baltık ülkelerinden birinden gelmesi kuvvetle muhtemel; Polonya’nın şu anki dışişleri bakanı Radoslaw Sikorski en büyük aday olarak görülüyor. Eğer bu gerçekleşirse, Avrupa’nın ağırlık merkezinin doğuya kaydığını ve George W. Bush’un bir zamanlar “yeni Avrupa” olarak nitelendirdiği daha şahin söylem ve politikaların “eski Avrupa’yı” geride bıraktığına şahit olacağız. Komisyon’un yeni savunma stratejisi başka açılardan da AB’yi daha Amerika’ya tabi kılacaktır: Önerilen tedbirlerden biri, Washington’un yabancı başkentlerle doğrudan sözleşme imzalamasına olanak tanıyan ve böylece silah satışlarını kolaylaştıran ABD Dış Askeri Satış programını kopyalıyor.
Von der Leyen, başka bir yerde de AB’nin âtıl durumdaki genişleme sürecini yeniden canlandırarak “jeopolitik komisyonunu” güçlendirmeye çalışıyor. Ya da kendisi öyle iddia ediyor. Hırvatistan’ın 2013’te birliğe katılmasından bu yana fiilen ölü olan bu süreç, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesiyle sözüm ona yeniden canlandı. Haziran 2022’de AB, Ukrayna ve Moldova’ya adaylık statüsü verdi ve von der Leyen bu hareketi destekledi; kısa bir süre önce “30’dan fazla üye ülkeden oluşan birliğe hazırlanmak için kendi reformlarımız üzerinde çalışıyoruz,” demişti.
Elbette, katılım sürecinin ne kadar uzun ve dolambaçlı olduğundan hiç bahsedilmedi: Sırbistan 12 yıldır, Karadağ ise 14 yıldır aday ülke konumunda. Türkiye ise geçen yüzyılın sonunda resmen aday ülke statüsü kazanmıştı. Fakat von der Leyen bunun nasıl yürütüleceğini bildiğini sanıyor. Ve doğal olarak bu, daha fazla tabunun yıkılması anlamına gelecektir.
Genişlemeyi eleştirenler, Doğu Avrupa’dan gelecek yeni üye ülkelerin dış politika karar alma süreçlerinde veto hakkını kullanarak birliği felce uğratacağından ve bütünlüğünü aşındıracağından korkuyor. Von der Leyen, bu nedenle dış politika kararlarının alınmasında oybirliğinin kaldırılarak yerine “nitelikli çoğunluk oylamasının” getirilmesini istiyor ki bu da muhaliflerin ulusal egemenliği zayıflatacağını ve üye ülkeleri son derece değer verdikleri veto hakkından mahrum bırakacağını öne sürdükleri bir hamle.
Ancak Von der Leyen istediğini elde etse bile, ki bu uzlaşmaz Macaristan’ı da zayıflatacaktır, Ukrayna için üyeliğe giden hızlı bir yol anlamına gelmesi pek mümkün değil. Sonuç olarak, AB içerisindeki bazı isimler von der Leyen’in yeni genişleme söylemini “erdem sinyalleme” olarak değerlendirirken, diğerleri Ukrayna gibi bir tarım devini bünyesine katmanın olağanüstü maliyetli olacağına ve kıta genelinde daha fazla çiftçi protestosuna yol açma riski taşıdığına dikkat çekiyor. Ucuz Ukrayna tahılı bolluğu nedeniyle aylarca gösterilere sahne olan Polonya, şu anda AB’nin dış ve güvenlik politikası karar alma süreçlerinde oybirliği kuralının muhafaza edilmesinin en açık sözlü destekçileri arasında yer alıyor. Vetonun diğer savunucuları ise oybirliğinin daha sıkı müzakereleri teşvik ettiğini ve uzlaşmayı desteklediğini söylüyor. Middelaar da bu görüşe katılıyor ve “uzlaşmayı mümkün kılanın, bir karara hakikaten karşı çıkıyorsanız onu engelleyebilmenin psikolojik kesinliği olduğunu” belirtiyor. Ayrıca, Anderson’un yazdığı üzere, “Birliğin simyası, çoğunluk tehdidi yoluyla oybirliği sağlamaktır.”
Nihayetinde bağımsız bir Avrupa savunma sanayii ve dış politikası mevcut jeopolitik bağlamda pekâlâ ihtiyatlı görünse de von der Leyen’in yaklaşımı öyle değil. Şu anda söylemleri ve eylemleri Washington’da bazılarının tercih ettiği bayatlamış yeni muhafazakârlığı taklit etmekten öteye gitmiyor. Von der Leyen, kendi vizyonunu ifade etmeye ya da gerçek bir alternatif sunmaya çalışmıyor, daha ziyade geri çekilen bir ABD’nin bıraktığı teorik boşluğu gücünü kaybetmekte olan imparatorluğun kendi mantığıyla doldurmayı amaçlıyor.
Fakat savunmaya yönelik bu hormonlu yaklaşım aynı zamanda daha çıkarcı bir siyasi amaca da hizmet ediyor. Von der Leyen, haziran ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde Avrupa sağına kur yapıyor. Bu, kendisinin CDU’nun liberallerinden biri olarak görüldüğü 2019’dan bir sapmaya işaret ediyor. O dönemde, çalışan anneler için çocuk bakımı gibi toplumsal cinsiyet konularının yanı sıra yeşil politikaları da savunuyordu. Ancak haziranda popülist sağın başarılı olması bekleniyor.
Daha da önemlisi von der Leyen, Avrupa sağının sadece belirli bir kesimine, yani NATO taraftarı olan gruba yakınlaşıyor. Von der Leyen’in AfD, Marine Le Pen ve Kimlik ve Demokrasi (ID) grubundan Geert Wilders’i eleştirirken, Giorgia Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri ve Polonya’nın PiS’ini içeren Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri (ECR) mensuplarını kucaklamasıyla buradaki ayrım çizgisi net. İki grup arasında NATO dışında pek bir fark yok; ID ittifaka eleştirel yaklaşırken ECR ittifakın en ateşli destekçilerinden oluşuyor.
Şimdi Atlantikçi bir dış politikanın benimsenmesi, NATO’yu kucaklayan aşırı sağcılar açısından belli bir anlam ifade ediyor; bu bir tür arınma ve siyasi ana akıma geçiş bileti sunuyor. Her ikisi de artık ECR üyesi olan İsveç Demokratlarını ve Finleri (eski adıyla Gerçek Finler) düşünün. Her iki parti de bir zamanlar NATO üyeliğine karşıydı ama son yıllarda iktidarın ufukta göründüğü netleşince muhalefetlerini bıraktılar. İsveç’in merkez sağ koalisyonu parlamentodaki çoğunluğu için İsveç Demokratlarının desteğine ihtiyaç duyarken, Finler şu anda muhafazakâr iktidar koalisyonunun bir parçası. Her iki durumda da yeterince NATO taraftarı bir tavır siyasi altın tozudur; diğer tüm sözüm ona ilke ve değerler, öyle görünüyor ki, pazarlığa tabidir.
Ve en önemlisi, bu durum her iki taraf için de geçerli. Son aylarda, ikili yakınlaştıkça von der Leyen, Meloni’nin göç konusundaki sert tutumunu benimsedi; geçen yıl, ikili göçmen çıkışlarının sınırlandırılması konusunda bir anlaşmaya varmak üzere Tunus’a gitti ve Lampedusa’daki göçmen kabul merkezini birlikte gezdi. Her iki gezi de AB’nin kalbindeki bir değişimi temsil ediyordu; popülist sağ kesimler dış politikada ana akıma doğru ilerlerken, merkez başta göç olmak üzere diğer pek çok konuda sağa kayıyor.
O halde, tıpkı von der Leyen gibi, AB de bir bütün olarak ideolojik esnekliğin bir ürünü ve Atlantik’in diğer yakasındaki gelişmeleri sürekli olarak yansıtıyor. Kendi seçimlerine hazırlanan ABD’de, bir zamanlar Trump’ın faşizminin kanıtı olarak “kafesteki çocukları” kınayan liberallerin çoğu, şimdi Ukrayna’ya askeri yardımın devam etmesi karşılığında sınır güvenliğinin artırılmasına yönelik partiler üstü önerileri destekliyor. Dolayısıyla daha az sıkıcı bir AB, Washington’dan ipuçlarını alan buyurgan bir kraliçe tarafından yönetilen daha Amerikancı bir AB gibi görünüyor. Von Der Leyen, “iktidarın dilini konuşmayı öğrenmiş” bir birliğin peşinde koşarken, bürokratik bir barış projesini yavaş yavaş kendi militarizminin esiri haline getirme riskiyle karşı karşıya.