Demokratlar, Rusya ve Çin ile savaş riskine rağmen ABD’nin küresel hakimiyetinin korunmasına giderek daha fazla odaklanırken, Trump çok kutupluluktan yana.
Aleksandr Dugin
Al-Majalla
10 Temmuz 2024
ABD’de 5 Kasım’da yapılacak başkanlık seçimleri büyük önem taşıyor, zira seçim sonuçları sadece ABD ve Batı’yı değil, insanlığın kaderini de etkileyecek. Yaklaşan bir nükleer savaş tehdidi ve Rusya ile NATO’yu karşı karşıya getirecek bir üçüncü dünya savaşı potansiyeli söz konusu.
Beyaz Saray’da oturacak bir sonraki isim, beşeriyetin hayatta kalıp kalmayacağını belirleyecek, bu nedenle bu seçimdeki birincil adayları iyice incelemek ve tutumlarını ve konumlarını anlamak mecburi.
Son aylarda ve yıllarda Joe Biden, yaşla veya altta yatan tıbbi durumlarla ilgili olabilecek odaklanma bozukluğu belirtileri sergiledi, ancak ABD Demokrat Partisi’nin yerleşik siyasi elitleri için sadece bir figüran olduğu düşünüldüğünde bu önemsiz görünüyor. Biden’ın yönetmek için hayatta olmasına bile gerek yok. İnsanın aklına Sulawesi Adası’ndaki Ma’nene Festivali’nde ve Madagaskar’daki Malgaş etnik geleneklerinde yıllık ritüeller sırasında törenle mezardan çıkarılan cesetler geliyor.
Küreselleşme savunucuları
Darbe olsun ya da olmasın, Biden’ın arkasında Amerika’nın ‘derin devleti’ ile Avrupa ve ötesindeki liberal elitlerin kilit figürlerini içeren birleşik bir küreselci ekibi, yani bir ‘dünya hükümeti’ ya da ‘yönetici tabaka’ durduğu için hükümet etmeye devam edecek.
Biden, beşeriyeti liberal teknokrat elitlerin yönetimi altında birleştirmeyi, egemen ulus-devletleri ortadan kaldırmayı ve farklı halklar ve dinler arasında entegrasyonu -modern bir Babil Kulesi’ni- amaçlayan küreselci bir ideolojiyi benimsiyor. Pek çok Hıristiyan bunu Deccal’in gelişinin bir işareti olarak görüyor.
Aslında bunların bir kısmı bilim kurguya daha yakın. Yuval Harari, Klaus Schwab, Raymond Kurzweil ve Maurice Strong gibi küreselleşme savunucuları, yapay zekanın ve beyin hücrelerini ortadan kaldırabilen ya da gençleştirebilen sinir implantlarının geliştirilmesinin gerekliliğini açıkça tartışıyor.
Bu arada Batı, cinsiyet ve ırkın ortadan kaldırılmasına tanık oluyor. Biden bu ajandanın uygulanmasında çok az etkiye sahip. Kendisi küreselleşmenin sembolik bir temsilcisi olarak hizmet veriyor. Biden’ın partisi Demokrat Parti farklı görüş ve tutumlara ev sahipliği yapıyor, fakat Demokrat solda küreselleşmeyi tam olarak desteklemeyen figürler bile (Bernie Sanders veya Robert Kennedy gibi) onu desteklemek için birleşti.
Dahası, Biden’ın kendi kısıtları endişe verici değil, zira gerçek otorite başkalarında. Ancak kilit nokta bu değil. Çünkü Biden’ın arkasında dünya çapında önemli bir ilgi gören bir ideoloji yatıyor.
Liberaller muhafazakarlara karşı
Küresel elitlerin çoğu farklı derecelerde liberal görüşlere sahip. Liberalizm dünya çapında eğitim, bilim, kültür, bilgi, ekonomi, iş dünyası, siyaset ve hatta teknolojiye nüfuz etti. Biden, bu konuların birleştiği bir odak noktası olarak hizmet veriyor.
ABD Demokrat Partisi liberalizmin siyasi tezahürünü temsil ediyor. Demokratlar giderek Amerikalıların çıkarlarından ziyade, Rusya ve Çin’le savaş riski taşısa ve ABD’nin kendisini tehlikeye atsa bile, küresel hakimiyetin korunmasına odaklanıyor.
Amerikalı neoconlar da Biden’ın destekçileri tarafından desteklenen küresel gündemle uyum içindeler. Bunlar arasında Rusya’ya düşmanlık besleyen ve Batı kapitalizminin tam zaferini takiben küresel bir devrim öngören eski Troçkistler de var. Neoconlar tek kutuplu bir dünyanın şahin savunucuları ve Gazze’deki soykırıma rağmen İsrail’e tereddütsüz destek veriyorlar.
Bazıları Demokrat olduklarını söylese de çoğu Cumhuriyetçi. Donald Trump’a karşıt kutup olarak hizmet ediyorlar. Bir bakıma bu beşinci kol: Demokratlar ve Biden’ın Cumhuriyetçi Parti içindeki fraksiyonu.
Amerikan derin devleti
Son olarak, ‘derin devlet’ var; devlet yetkilileri, üst düzey bürokratlar, askeri ve istihbarat şefleri de dahil olmak üzere partiler üstü elitler. Bunlar Amerikan devletinin koruyucuları olarak görev yapıyorlar. Woodrow Wilson’ın başkanlığından (1913-21) bu yana Demokratların ve Cumhuriyetçilerin geleneksel politikalarını iki yaklaşım temsil etti. Demokratlar küresel hakimiyete ve liberalizmin küresel yayılımına öncelik verirken, Cumhuriyetçiler ABD’nin bir süper güç olarak güçlenmesine öncelik veriyor.
Bunlar birbiriyle çelişen gündemler değil. Bilakis, sadece nüanslı farklılıklarla aynı hedefe ulaşmayı amaçlıyorlar. Amerikan derin devleti bu genel hedefin koruyucusu olarak hareket etmekte ve iki yol arasındaki dengenin zaman zaman değişmesine izin veriyor.
George W. Bush’un başkanlığı sırasında neoconlar Cumhuriyetçi Parti’ye hakim oldu ve küreselleşme, Atlantikçi eğilimler ve sağcı hegemonya ile yakın bir şekilde birleşti ve hepsi tek kutuplu bir küresel yapı üzerinde anlaştı. Küreselleşmenin tek kutuplu fıtratı göz önüne alındığında, Bill Clinton ve Barack Obama gibi küreselci Demokratlar ile George W. gibi Cumhuriyetçi neoconların dış politikaları arasında çok az fark vardı. Biden’ın yönetimi Amerika’nın en üst kademesinin çıkarlarını ve değerlerini yakından yansıtıyor.
Biden’ın öncelikleri
Biden’ın desteği büyük finans, küresel medya ve şirket tekellerinden geliyor. Yaşından kaynaklanan herhangi bir zihinsel ve/veya fiziksel zayıflık, onu destekleyenlerin onu iktidarda tutmak için haklı ya da haksız yollara başvuracağı anlamına geliyor. Yakın zamanda yaptığı bir kampanya konuşmasında Biden, demokrasiden ziyade özgürlüğe öncelik veriyor gibi göründü. Bu bir sürçme değildi. Bu küreselci bir strateji. İktidarı demokratik yollarla sürdürmek mümkün olmadığında, demokratik olmayan eylemler ‘özgürlük’ kisvesi altında rasyonalize ediliyor.
Bu, özünde, ulusal değil ama uluslararası, küreselleşmiş bir diktatörlüğü tanımlıyor. Rusya ile çatışma yasal bir bahane olarak kullanılabilir. Biden seçimleri iptal ederek Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy’i taklit edebilir. Fransa’da Macron ya da Almanya’da Scholz da aynı şeyi yapabilir.
Batı’daki küreselleşme savunucuları diktatörlüğü doğrudan dayatmak ve demokrasinin altını oymak için senaryolar tasarlıyor. İnsanlık için Biden’ın zaferi bir felaket olacaktır. Küreselcilerin projesi olan ‘yeni Babil’ devam edecektir. Mevcut çatışmalar tırmanabilir, yeni çatışmalar alevlenebilir. Biden, sonu ya da sınırı olmayan bir savaşın timsali.
Trump ve Trumpçılık
Donald Trump’ın arkasında tamamen farklı güçler var. Biden’a ve küreselleşmeye karşı bir alternatifi temsil eden Trump, hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi öncülerin politikalarından önemli ölçüde farklılaşıyor. Trump’ın ilk başkanlık dönemi sürekli skandallarla geçti. Amerikan müesses nizamı, yerine Biden geçene kadar ona şiddetle karşı çıktı. Biden’ın aksine Trump karizmatik, yenilikçi ve güçlü bir iradeye sahip.
Yaşına rağmen sağlığı yerinde, hevesli, aktif ve enerjik. Biden bir ekibin parçası olarak çalışırken, Trump kişisel başarısıyla Amerikan rüyasını somutlaştıran tek başına bir figür. Narsisizm ve benmerkezciliğiyle tanınan Trump, aynı zamanda son derece yetenekli ve başarılı bir politikacı.
İdeolojik olarak Trump, klasik ya da eski tarz Amerikan muhafazakârları (neoconlar değil) ile aynı çizgide. Cumhuriyetçilerin tarihsel olarak benimsediği ve Trump’ın ‘Önce Amerika’ sloganıyla özetlenen geleneksel izolasyonist yaklaşımı savunuyorlar. Bu ideolojinin önemli savunucuları arasında filozof-siyasetçi Patrick Buchanan ve bir Çay Partisi aktivisti olan Trump’ın eski danışmanı Steve Bannon sayılabilir.
Büyük oranda kendilerini Hıristiyanlığa adamış olan bu isimler, aile merkezli geleneksel değerleri ve gelenekleri savunuyor. Dış politikaları ABD’nin egemenliğine öncelik tanıyor. Trump’ın ‘Yeniden Büyük Amerika’ sloganı bunu örnekliyor. ABD’nin güvenliği ve çıkarları açık bir tehdit altında olmadığı sürece ABD’nin dış müdahalesinden hoşlanmaz ve buna güvenmezler.
Dolaysız mesajlar
İdeolojik olarak Trump ve Biden keskin bir tezat oluşturuyor. Trump küreselci kolektif rakiplerini ‘bataklık’ olarak aşağılıyor. Kendi ideolojisi artık ‘Trumpçılık’ olarak adlandırılıyor. Bu ideoloji, özellikle ABD’nin doğu ve batı kıyıları arasında yer alan ve muhafazakar ve geleneksel değerlere bağlı olan ‘flyover zone’ [ABD’nin doğu ve batı kıyısı arasındaki taşra sayılan kısımları] eyaletlerinde, Amerikalıların büyük bir kesiminden kayda değer destek görüyor.
ABD kültürü bireycidir ve iktidardakiler de dahil olmak üzere başkalarının görüşlerine karşı kayıtsızlığı teşvik eder. Bu da çoğu Amerikalının özgürlükleri kısıtlama yetkisine sahip olmaması gerektiğini düşündüğü federal hükümete şüpheyle yaklaşmasına yol açıyor. Trump’ın siyasi, mali ve medya elitlerini göz ardı ederek bu sıradan Amerikalılara doğrudan hitap etmesi, 2016’da başkan seçilmesinde etkili oldu.
2024’ün Cumhuriyetçi Partisi’nde gelenekçi muhafazakârlar ve neoconlar var ve bu da bölünmeye yol açıyor. Neoconlar Biden ve küreselcilere daha yakın duruyor ve Trumpçılık onların temel ilkeleriyle çatışıyor. Onları birleştiren şey ise Amerikan büyüklüğünün desteklenmesi ve stratejik, askeri ve ekonomik alanlarda gücünün artırılması hedefi.
Cumhuriyetçilerin iki yüzü
Eski Troçkistler on yıllar boyunca etkili entelektüel kurumlar (düşünce kuruluşları ve araştırma merkezleri gibi) kurmuş ve casusları aracılığıyla yerleşik kurumlara sızdılar. Buna karşılık, gelenekçi muhafazakârlar çağdaş söylemi yönlendirecek ‘entelektüel fabrikalara’ sahip değil.
Buchanan 1990’larda neoconların Cumhuriyetçi Parti’yi yönlendirdiğinden ve geleneksel siyasetçileri marjinalleştirdiğinden yakınıyordu. Bu gerilim Trump döneminde de devam ediyor. Trump ilk döneminde (Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak seçilen) gayretli ve agresif John Bolton gibi neoconları atamak zorunda hissetti. Bolton mümkün olan her fırsatta Trump’ın politikalarının altını oymuş, ardından da kişisel olarak Trump’a düşman olmuştu.
Seçimler Cumhuriyetçiler için büyük önem taşıyor. Kongre üyeleri, Senatörler ve Eyalet Valileri de dahil olmak üzere siyasetçiler Trump’ın seçmenler arasındaki popülaritesinin farkındadır ve pragmatik nedenlerle onu desteklemek zorunda hissediyor. Bu da Trump’ın Cumhuriyetçi Parti içindeki etkisinin altını çiziyor. Trump sadece geleneksel muhafazakârlar için değil aynı zamanda kazanmak isteyen pragmatistler için de iktidara giden yolu temsil ediyor. Parti içindeki neoconlar nüfuz sahibi olmaya devam edecek, fakat Trump’ın onlarla bağlarını koparma riskini alması pek mümkün değil.
Trump ile başa çıkmak
Yukarıda bahsi geçen ‘derin devlet’ Trump’a soğuk bakmaya devam ediyor. Onların gözünde Trump kibirli ve daha popüler ve geleneksel fikirlerin yanında uç görüşlere sahip. Merkezi İstihbarat Teşkilatı gibi kurumlarla yaşadığı sorunlar iyi belgelendi, ancak derin devlet Trump’ı desteklemese de popülaritesini göz ardı edemez.
Trump isterse kurumsal bir destek tabanı oluşturabilir ama mizacı buna elverişli değil. Spontane ve dürtüsel, kendi güçlerine güveniyor. Bu da onu kültürel olarak tanıdık bir Amerikan arketipi olarak gören seçmenlerde yankı buluyor. Kamuoyu yoklamalarının çoğunun beklediği gibi kasım ayında Trump kazanırsa, Beyaz Saray ile derin devlet arasındaki ilişki kesinlikle değişecek. Onunla sistematik ilişkiler kurmak için çaba sarf edilecek.
Muhtemelen Biden’ın destekçileri ne pahasına olursa olsun Trump’ın kazanmasını engellemeye çalışacaklar. Suikast düzenleyebilir, hapse atabilir, isyan çıkarabilir, sivil kargaşa başlatabilir, darbe yapabilir ya da daha büyük bir savaşı, muhtemelen bir Dünya Savaşını tetiklemek için denizaşırı askeri çatışmaları tırmandırabilirler. Küreselleşme taraftarları derin devletten önemli ölçüde destek aldıkları için her şey mümkün. Ancak Trump kazanırsa, bunun küresel siyaset üzerinde derin bir etkisi olacak. Dünyanın dört bir yanındaki ülkeler aniden yeniden ayarlama yapmak zorunda kalacak.
Çok kutuplu dönem
Trump’ın tek kutuplu dünya düzenini ve küreselleşme projesini reddetmesi, ABD içinde olduğu kadar Rusya ve Çin gibi çok kutupluluk yanlılarından da destek bulacaktır. Bu ülkelerdeki pek çok kişi küresel liberal elitin geri döndüğünü görmek istiyor. Trump’ın katalizör olduğu yeni çok kutuplu dünyada ABD önemli bir rol oynamaya devam edecektir, ancak baskın bir rol oynamayacaktır. ‘Yeniden Büyük Amerika’ yine geçerli olacaktır ama farklı bir şekilde.
Bu arada, küreselciler tarafından sürdürülen çatışmalar da kolayca sona ermeyecektir. Trump’ın Rusya’dan Ukrayna’daki savaşı sona erdirmesini talep etmesi pratikte mümkün olsa da uygulamada son derece zorlayıcı olacaktır. Trump’ın hem Gazze’de hem de ötesinde İsrail’e vereceği desteğin Biden’ınki kadar güçlü olması bekleniyor. Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu sağcı bir siyasi müttefik olarak görüyor. Aynı şekilde, Trump’ın Çin’e yönelik yaklaşımının da, özellikle ABD’de faaliyet gösteren Çinli şirketlerle ilgili olarak, katı olması muhtemel.
Pragmatizm dogmatizme karşı
Trump ile Biden arasındaki temel fark, Trump’ın rasyonel Amerikan ulusal çıkarlarına (realizm olarak bilinir) öncelik vermesinde yatıyor. Bu, başka bir ülkenin gücü ve kaynakları temelinde ilişkilerin değerlendirilmesine dayanan pratik bir yaklaşım. Buna karşılık Biden’ınki dogmatik ve uzlaşmaz: ABD liderliğindeki küreselciliğin tanrısına boyun eğmeyenler, uluslararası ilişkilere liberal yaklaşımı yansıtan yaptırımlarla ve muhtemelen doğrudan müdahaleyle karşı karşıya kalırlar.
Trump için beşeriyetin sonunu getirecek bir nükleer fırtına hiçbir koşulda kabul edilebilir bir bedel değil. Biden ve ‘yeni Babil’in kuralları için her şey masada. Ne yapmaya hazır oldukları ise bilinmiyor. Trump tecrübeli ve cüretkâr bir aktör olsa da, kararlarına rasyonellik ve fayda-maliyet analizi yön veriyor. Onu ikna etmek zor olabilir, ancak onunla müzakere etmek mümkün olmaya devam ediyor. İrrasyonel aktörler olan Biden ve destekçileri için durum böyle değil.
Kasım 2024’teki ABD seçimleri nihayetinde insanlığın hayatta kalma şansının olup olmadığını belirleyecek. Trump’ın zaferi, var olduğu anlamına gelir.