DÜNYA BASINI

Amerika’nın yeni dünya düzeninde Almanya’nın konumu

Yayınlanma

Çevirmenin notu: İktisatçı ve siyasi yorumcu Michael Hudson’ın aşağıda çevirisini verdiğimiz makalesi 2 Kasım 2022 tarihinde yayımlandı. NATO ve ABD’nin Ukrayna’yı Rusya’ya karşı kışkırtmasında dikkatle izlenen en önemli ülke Almanya’dır, Hudson da buna dikkat çekiyor. Dünyadaki Amerikan egemenliğini Ortaçağ’daki Kilise egemenliğine benzeten Hudson, dünyanın ABD-NATO merkezli blok ile yeni oluşmakta olan Avrasya ülkelerinin oluşturduğu blok arasında iki kampa bölündüğünü düşünmektedir. Peki bu iki kampın savunduğu değerler neler? Hudson’un ABD kampının “değerlerine” ilişkin net bir fikri olduğu görülüyor; ama Avrasya kampı için aynısını söylemek mümkün değil. Aslında Hudson’ın bu değerlerin oluşturulması için de bir çağrı yaptığı anlaşılıyor; Papalığın biricikliğini ortadan kaldıran Lutherci bir Reform talebidir bu. Görünen o ki, iktisadi mantığı da “kamu-özel işbirliği”dir. Hudson, insanlığı kapitalizmi aşmaya değil, neoliberalizmi aşmaya davet eder bir pozisyondadır. Son olarak, metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.

Michael Hudson
2 Kasım 2022

Almanya, Amerika’nın Rusya, Çin ve Avrasya’nın geri kalanına yönelik Yeni Soğuk Savaşının iktisadi bir uydusu haline geldi.

Almanya ve diğer NATO ülkelerine, bugün Ukrayna’daki vekalet savaşından daha uzun sürecek ticaret ve yatırım yaptırımlarını kendi üzerlerine uygulamaları söylendi. ABD Başkanı Biden ve Dışişleri Bakanlığı sözcüleri, Ukrayna’nın dünyayı iki karşıt iktisadi ittifak grubuna bölen çok daha geniş bir dinamiğin açılış arenası olduğunu açıkladılar. Bu küresel kırılma, dünya ekonomisinin tek kutuplu ABD merkezli dolarize bir ekonomi mi yoksa karma kamu/özel ekonomileri ile Avrasya’nın kalbi olan çok kutuplu, çok para birimli bir dünya mı olacağını belirlemek için on veya yirmi yıllık bir mücadelenin belirtisidir.

Başkan Biden yarılmayı demokrasilerle otokrasiler arasında olarak tanımladı. Bu terminoloji, tipik bir Orwellci laf salatasıdır. “Demokrasiler” ile, ABD ve müttefiki batılı mali oligarşileri kastetmektedir. Amaçları, ekonomik planlamayı seçilmiş hükümetlerin elinden Wall Street’e ve ABD kontrolündeki diğer finans merkezlerine kaydırmak. ABD’li diplomatlar, dünyanın altyapısının özelleştirilmesini ve ABD teknolojisine, petrol ve gıda ihracatına bağımlılığını talep etmek için Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankasını kullanıyorlar.

Biden, “otokrasi” ile bu finansallaştırma ve özelleştirme kontrolüne direnen ülkeleri kastetmektedir. Pratikte, ABD’nin retoriği, kendi iktisadi büyümesini ve yaşam standartlarını yükseltmek, finans ve bankacılığı ise kamu hizmeti olarak tutmak anlamına gelir. Temelde mesele, ekonomilerin mali zenginlik yaratmak için bankacılık merkezleri tarafından mı planlanacağı –temel altyapıyı, kamu hizmetlerini ve sağlık hizmetleri gibi toplumsal hizmetleri özelleştirip tekellere dönüştürerek– yoksa bankacılık ve para yaratmayı sürdürerek halk sağlığı, eğitim, ulaşım ve iletişimi kamunun elinde tutup yaşam standartlarının ve refahın mı yükseltileceğidir.

Bu küresel kırılmada en fazla “istenmeyen hasar” gören ülke Almanya’dır. Avrupa’nın en gelişmiş endüstriyel ekonomisi olarak, Alman çeliği, kimyasalları, makineleri, otomotiv ve diğer tüketim malları, alüminyumdan titanyum ve paladyuma kadar Rus gaz, petrol ve metal ithalatına yüksek derecede bağımlıdır. Yine de, Almanya’ya düşük fiyatlı enerji sağlaması amacıyla inşa edilen iki Kuzey Akım boru hattına rağmen, Almanya’ya kendisini Rus gazından mahrum etmesi ve sanayisizleşmesi söylendi. Bu, Almanya’nın iktisadi üstünlüğünün sonu anlamına gelir. Diğer ülkelerde olduğu gibi Almanya’da da GSYİH büyümesinin anahtarı işçi başına düşen enerji tüketimidir.

Rus karşıtı yaptırımlar, bugünün Yeni Soğuk Savaşını doğal olarak Alman karşıtı yapıyor. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Almanya’nın düşük fiyatlı Rus boru hattı gazını yüksek fiyatlı Amerikan LNG[1] ile değiştirmesi gerektiğini söyledi. Bu gazı ithal etmek için Almanya, LNG tankerlerini tutabilmek amacıyla hızla liman kapasitesi inşa etmek için 5 milyar dolar harcamak zorunda kalacak. Sonuç, Alman sanayisinin rekabetçiliğini kaybetmesi olacak. İflaslar yayılacak, istihdam azalacak ve Almanya’nın NATO yanlısı liderleri kronik bir bunalım ve düşen yaşam standartları dayatacak.

Çoğu siyaset teorisi, ulusların kendi çıkarları doğrultusunda hareket edeceklerini varsayar. Diğer türlü onlar, kendi kaderlerini kontrol edemeyen uydu ülkelerdir. Almanya, sanayisini ve yaşam standartlarını ABD diplomasisinin emirlerine ve Amerika’nın petrol ve gaz sektörünün çıkarlarına tabi hale getiriyor. Bunu gönüllü yapıyor; askeri zor nedeniyle değil, dünya ekonomisinin ABD Soğuk Savaş plancıları tarafından yürütülmesi gerektiğine olan ideolojik inanç nedeniyle.

Bazı zamanlar, insanın kendi anlık durumundan bir adım geri atıp bugünün dünyasını bölen türdeki siyasi diplomasinin tarihi örneklerini araştırması, bugünün dinamiklerini anlamasını kolaylaştırır. Bulabildiğim en yakın benzerlik, ortaçağ Avrupa’sının Roma papalığınca Alman krallarına –Kutsal Roma İmparatorlarına– karşı  13. yüzyılda verdiği mücadeledir. Bu çatışma Avrupa’yı çoğunlukla bugünkü çizgiler etrafında böler. Bir dizi papa, II. Frederick[2] ve diğer Alman krallarını aforoz etmiş ve müttefiklerini Almanya ve onun kontrolündeki güney İtalya ve Sicilya’ya karşı seferber etmişti.

Batının Doğuya karşı düşmanlığı Haçlı Seferleri (1095-1291) tarafından kışkırtıldı, tıpkı bugünkü Soğuk Savaşın ABD’nin dünya hakimiyetini tehdit eden ekonomilere karşı bir haçlı seferi olması gibi. Almanya’ya karşı Ortaçağ savaşı, Hıristiyan Avrupa’yı kimin kontrol edeceği üzerineydi: papaların dünyevi imparatorlar haline gelmesiyle birlikte papalık veya iktidarı talep ederek onları ahlaki olarak meşrulaştıran ve kabul eden ayrı krallıkların seküler yöneticileri.

Ortaçağ Avrupa’sında, Amerika’nın Çin ve Rusya’ya karşı Yeni Soğuk Savaşına benzeyen şey 1054’teki Büyük Ayrılma idi.[3] Hıristiyan âlemi üzerinde tek kutuplu bir kontrol talep eden IX. Leo, Konstantinopolis merkezli Ortodoks Kilisesini ve ona ait olan bütün Hıristiyan nüfusu aforoz etti. Tek bir piskoposluk, Roma, kendini İskenderiye, Antakya, Konstantinopolis ve Kudüs’ün eski patrikhaneleri de dahil olmak üzere, zamanın tüm Hıristiyan dünyasından kopardı.

Bu kopuş Roma diplomasisi için siyasi bir sorun yarattı: Tüm Batı Avrupa krallıklarını kendi kontrolü altında nasıl tutacağı ve onlardan mali sübvansiyon hakkı talep edeceği sorunu. Bu amaç, seküler kralların papalık dini otoritesine tabi kılınmasını gerektiriyordu. 1074’te VII. Gregory Hildebrand, Roma’nın Avrupa üzerindeki gücünü güvence altına almak için idari stratejisini özetleyen 27 Papalık Emrini duyurdu.

Papalık talepleri bugünkü ABD diplomasisi ile şaşırtıcı şekilde benzerdir. Her iki durumda da askeri ve dünyevi çıkarlar, herhangi bir emperyal egemenlik sisteminin gerektirdiği dayanışma duygusunu pekiştirmek için ideolojik bir haçlı ruhu biçiminde bir yüceltmeyi gerektirir. Mantık ebedi ve evrenseldir.

Papalık Emirleri iki temel bakımdan radikaldi. Hepsinden önce, Roma piskoposunu tüm diğer piskoposlukların üzerine çıkararak modern papalığı yarattı. 3. Madde, yalnızca papanın piskoposları atama, görevden alma veya yeniden görevlerine iade etme gücüne sahip olduğuna hükmeder. Bunun güçlendirir şekilde, 25. Madde piskoposları atama (veya görevden alma) hakkını yerel yöneticilere değil, papaya verdi. Ve 12. Madde, meşru yöneticiler addedilmek için “tüm prenslerin yalnızca Papa’nın ayaklarını öpmesini” zorunlu kılan 9. Madde’yi takiben, papaya imparatorları görevden alma hakkını verdi.

Aynı şekilde bugün de ABD’li diplomatlar, kimin bir ulusun devlet başkanı olarak tanınması gerektiğini belirleme hakkını talep ediyorlar. 1953’te İran’ın seçilmiş liderini devirdiler ve onun yerine Şah’ın askeri diktatörlüğünü koydular. Bu ilke, ABD’li diplomatlara, ABD’nin kurumsal ve mali çıkarlarına hizmet etmek için bağımlı oligarşiler yaratan Latin Amerika askeri diktatörlüklerine sponsorlukları gibi, rejim değişikliği için “renkli devrimlere” sponsor olma hakkı veriyor. Ukrayna’daki 2014 darbesi, ABD’nin liderleri atama ve görevden alma hakkının en son uygulamasıdır.

Daha yakın zamanlarda, ABD’li diplomatlar Juan Guaidó’yu seçilmiş başkanı yerine Venezuela’nın devlet başkanı olarak atadılar ve o ülkenin altın rezervlerini ona devrettiler. Başkan Biden, Rusya’nın Putin’i bertaraf etmesi ve onun yerine daha ABD yanlısı bir lider koyması gerektiğinde ısrar etti. Bu devlet başkanı seçme “hakkı”, 2. Dünya Savaşından beri Avrupa siyasetine yönelik siyasi müdahalelerinin uzun tarihinde, ABD siyaset üretimi kapsamında bir sabit olagelmiştir.

Papalık Emirlerinin ikinci radikal özelliği, papalık otoritesinden sapan tüm ideoloji ve siyasetleri dışlamalarıydı. 2. Madde, yalnızca Papa’ya “Evrensel” denebileceğini bildirmişti. Herhangi bir anlaşmazlık, tanım gereği sapkınlıktı. 17. Madde, hiçbir meclis ya da kitabın papalık otoritesi olmadan kanonik[4] addedilemeyeceğini belirtiyordu.

Bugünün ABD destekli finansallaştırılmış ve özelleştirilmiş “serbest piyasalar” ideolojisi tarafından yapılana benzer bir talep, ekonomileri ABD merkezli mali ve kurumsal seçkinlerin çıkarlarından haricinde başka çıkar olmaksızın şekillendirmek için hükümet gücünün kuralsızlaştırılması anlamına geliyor.

Bugünün Yeni Soğuk Savaşında evrensellik talebi, “demokrasi” lafzıyla örtülü. Fakat bugünün Yeni Soğuk Savaşında demokrasinin tanımı basitçe “ABD yanlısı” olmak ve bilhassa ABD’nin sponsorluğundaki yeni iktisadi din olarak neoliberal özelleştirme demektir. Bu etik, Nobel benzeri İktisadi Bilimler Anma Ödülünde olduğu gibi “bilim” olarak kabul edilir. Bu, döküntü neoliberal Chicago Okulu iktisadının, IMF kemer sıkma programlarının ve zenginler için vergi kayırmacılığının modern hüsnütabiridir.

Papalık Emirleri, dünyevi âlemler üzerinde tek kutuplu kontrolü güvence altına almak için bir strateji açıkladı. Papalığın dünyevi krallara, her şeyden önce Almanya’nın Kutsal Roma İmparatorlarına üstünlüğünü savundular. 26. Madde, papalara “Roma Kilisesiyle barış içinde olmayan” her kim olursa olsun aforoz etme otoritesi vermişti. Bu ilke, papanın “tebaaları kötü adamlara olan bağlılıklarından kurtarmasını” sağlayan 27. Maddeye işaret ediyordu. Bu, rejim değişikliğini gerçekleştirmeyi hedefleyen “renkli devrimlerin” ortaçağ versiyonunu cesaretlendiriyordu.

Bu dayanışmada ülkeleri birleştiren şey, merkezi papalık kontrolüne tabi olmayan toplumlara karşı bir düşmanlıktı – Kudüs’ü zapteden Müslüman Kafirler ve yanı sıra Fransız Katharlar[5] ve diğer herkes sapkın sayılıyordu. Her şeyden önce, haraç için papalık taleplerine direnecek kadar güçlü bölgelere karşı düşmanlık vardı.

İtaat ve haraç taleplerine direnen sapkınları aforoz etmeye yönelik böylesi bir ideolojik gücün bugünkü karşılığı, ABD yaptırımlarının tehdidi altında ekonomik uygulamaları dikte eden ve tüm üye hükümetlerin uyması için “koşullar” belirleyen Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası ve IMF olacaktır – ABD hükümdarlığını kabul etmeyen ülkelerin aforoz edildiği modern versiyon. Emirlerin 19. Maddesi papanın hiçkimse tarafından yargılanamayacağına hükmeder – tıpkı bugün olduğu gibi, Birleşik Devletler eylemlerini Dünya Mahkemesinin kararlarına tabi tutmayı reddediyor. Aynı şekilde bugün de ABD’nin NATO ve diğer güçler (IMF ve Dünya Bankası gibi) aracılığıyla yaptığı diktelerin ABD uyduları tarafından sorgusuz sualsiz takip edilmesi bekleniyor. Neoliberal özelleştirmeleri Britanya’nın kamu sektörünü yok eden Margaret Thatcher’ın da söylediği gibi, Başka Bir Seçenek Yok (TINA) [There Is No Alternative].

Amacım, kendi diplomatik taleplerini yerine getirmeyen tüm ülkelere yönelik bugünün ABD yaptırımlarıyla analojiyi vurgulamaktır. Ticari yaptırımlar bir aforoz şeklidir. 1648 Westphalia Antlaşmasının her bir ülkeyi ve yöneticilerini yabancı müdahalelerinden bağımsız kılan ilkesini tersine çevirirler. Başkan Biden, ABD müdahalesini “demokrasi” ile “otokrasi” arasındaki yeni zıtlığın temin edilmesi olarak nitelendiriyor. Demokrasiden kastı, yaşam standartlarını ve toplumsal dayanışmayı teşvik eden karma kamu/özel ekonomilerinin aksine, emekçinin yaşam standardını düşürerek mali zenginlik yaratan ABD kontrolü altındaki bağımlı bir oligarşidir.

Vurguladığım gibi, Büyük Ayrılma, Konstantinopolis merkezli Ortodoks Kilisesini ve onun Hıristiyan nüfusunu aforoz etmek suretiyle geçtiğimiz bin yıl boyunca ‘Batı’yı ‘Doğu’dan ayıran vahim dini bölünme çizgilerini yarattı. Bu bölünme o kadar önemliydi ki Vladimir Putin, bugünün ABD ve NATO merkezli Batı ekonomilerinden kopuşu anlatan 30 Eylül 2022 tarihli konuşmasının bir parçası olarak buna atıfta bulundu.

12. ve 13. yüzyıllar İngiltere, Fransa ve diğer ülkelerdeki Norman fatihler ​​ile Alman krallarının defalarca protesto gösterilerinde bulunmalarına, defalarca aforoz edilmelerine, ancak nihayetinde papanın taleplerine boyun eğmelerine şahitlik etti. Martin Luther, Zwingli ve 8. Henry’nin[6] nihayet Roma’ya Protestan bir seçenek yaratarak Batı Hıristiyanlığını çok kutuplu hale getirmesi 16. yüzyılı buldu.

Neden bu kadar uzun sürdü? Cevap, Haçlı Seferlerinin örgütleyici bir ideolojik çekim sağlamasıdır. Bu, bugün Doğu ile Batı arasındaki Yeni Soğuk Savaşın ortaçağdaki anolojisidir. Haçlı Seferleri, “öteki”ye karşı nefreti seferber ederek “ahlaki reform”un ruhani bir odağını yarattı – Müslüman Doğu ve giderek artan bir şekilde Yahudiler ve Roma kontrolüne muhalif Avrupalı Hıristiyanlar. Bu, Amerika’nın mali oligarşisinin günümüzdeki neoliberal “serbest piyasa” doktrinlerine ve onun Çin, Rusya ve bu ideolojiyi takip etmeyen diğer uluslara düşmanlığına ortaçağda yapılan analojidir.

Bugünün Yeni Soğuk Savaşında, Batının neoliberal ideolojisi “öteki”ye korku ve nefreti seferber ediyor, bağımsız bir yol izleyen ulusları “otokratik rejimler” olarak şeytanlaştırıyor. Şu anda Batıyı kasıp kavuran Rusofobi ve İptal Kültüründe açıkça görüldüğü gibi, tüm halklara karşı doğrudan ırkçılık teşvik ediliyor.

Batı Hıristiyanlığının çok kutuplu dönüşümünün 16. yüzyıl Protestan seçeneğine gereksinmesinde olduğu gibi, Avrasya’nın banka merkezli NATO Batısından kopuşu da karma kamu/özel ekonomilerin nasıl organize edileceğine ve mali altyapılarına ilişkin alternatif bir ideoloji tarafından sağlamlaştırılmalıdır.

Batıdaki ortaçağ kiliselerinin sadakaları ve bağışları, papalığın taleplerine direnen yöneticilere karşı yürüttüğü savaşlar için gönüllü haraçlara [Peter’s Pence][7] ve papalığa diğer sübvansiyonlara katkıda bulunmak nedeniyle suyunu çekti. İngiltere, bugün Almanya’nın oynadığı büyük kurban rolünü oynamıştı. Muazzam İngiliz vergileri, görünüşte Haçlı Seferlerini finanse etmek için toplandı ve Sicilya’da II. Frederick, Conrad ve Manfred[8] ile savaşmaya yönlendirildi. Bu yönlendirme, kuzey İtalya’dan (Lombardlar ve Cahorsinler[9]) papalık bankacıları tarafından finanse edildi ve ekonomi aracılığıyla nesilden nesile aktarılan kraliyet borçları haline geldi.

İngiltere’nin baronları, 1260’larda II. Henry’ye karşı bir iç savaş yürüttüler ve ekonomiyi papalık taleplerine feda etmedeki suç ortaklığına son verdiler.

Papalığın diğer ülkeler üzerindeki iktidarını sonlarından şey, onun Doğuya karşı savaşının sona ermesiydi. Haçlılar Akra’yı, Kudüs’ün başkentini 1291’de kaybedince, papalık Hıristiyanlık üzerindeki kontrolünü kaybetti. Artık savaşacak ‘kötülük’ yoktu ve ‘iyi’ çekim merkezini ve uyumunu yitirmişti. 1307’de Fransız IV. Philip (“Adil”), Paris Tapınağındaki Tapınakçıların[10], Kilisenin büyük askeri bankacılık tarikatının zenginliğine el koydu. Diğer yöneticiler de Tapınakçıları millileştirdiler ve para sistemi Kilisenin elinden alındı. Roma tarafından tanımlanan ve seferber edilen bir düşman olmadan, papalık Batı Avrupa üzerindeki tek kutuplu ideolojik gücünü kaybetti.

Tapınakçıların ve papalık finansmanının reddedilmesinin modern eşdeğeri, ülkelerin Amerika’nın Yeni Soğuk Savaşından çekilmesi olacaktır. Giderek daha fazla ülke Rusya ve Çin’i düşman olarak değil, karşılıklı ekonomik avantaj için büyük fırsatlar sunan [ülkeler olarak görürken], dolar standardını ve ABD bankacılık ve finans sistemini reddedecektir.

Almanya ve Rusya arasında bozulan karşılıklı kazanç vaadi

1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması, Soğuk Savaşın bitişini vaat etmişti. Varşova Paktı dağıtılmış, Almanya birleşmiş ve Sovyet askeri tehdidi artık var olmadığından Amerikan diplomatları NATO’ya son verme sözü vermişti. Rus liderler, Başkan Putin’in ifade ettiği gibi, Lizbon’dan Vladivostok’a kadar yeni bir pan-Avrupa ekonomisinin yaratılacağı umuduna kapıldılar. Özellikle Almanya’nın Rusya’ya yatırım yapma ve sanayisini daha verimli bir şekilde yeniden yapılandırma konusunda başı çekmesi bekleniyordu. Rusya bu teknoloji transferi ödemesini nikel, alüminyum, titanyum ve paladyum ile birlikte gaz ve petrol tedarik ederek yapacaktı. NATO’nun Yeni Soğuk Savaşı haber verecek şekilde genişletileceği beklentisi bir yana, Avrupa’nın en yozlaşmış kleptokrasisi olarak kabul edilen Ukrayna’nın, kendilerini Alman Nazi amblemi ile tanımlayan aşırılıkçı partiler tarafından yönetilmesine destek vereceğine dair hiçbir beklenti yoktu.

Batı Avrupa ile eski Sovyet ekonomileri arasındaki görünüşte mantıklı olan karşılıklı kazanç potansiyelinin oligarşik kleptokrasilerin sponsorluğuna dönüşmesini nasıl açıklayacağız? Kuzey Akım boru hattının imhası, dinamikleri kısaca özetliyor. Neredeyse on yıldır ABD’nin değişmeyen talebi, Almanya’nın Rus enerjisine olan bağımlılığını reddetmesiydi. Bu taleplere Gerhard Schröder, Angela Merkel ve Alman iş dünyası liderleri karşı çıkıyordu. Alman imalatçıları ile Rus hammaddeleri arasındaki karşılıklı ticaretin bariz ekonomik mantığına işaret ediyorlardı.

ABD’nin sorunu, Almanya’nın Kuzey Akım 2 boru hattına onayını nasıl durduracağıydı.

Victoria Nuland, Başkan Biden ve diğer ABD’li diplomatlar, bunu yapmanın yolunun Rusya’ya karşı bir nefreti kışkırtmak olduğunu gösterdiler. Yeni Soğuk Savaş, yeni bir haçlı seferi olarak tezgâhlandı. George W. Bush’un, Amerika’nın Irak’ın petrol kuyularını ele geçirmek için yaptığı saldırıyı tanımlaması da bu şekildeydi. ABD destekli 2014 darbesi, sekiz yılını Doğudaki Rusça konuşan bölgeleri bombalamakla geçiren kukla bir Ukrayna rejimi yarattı. Böylece NATO, Rusya’nın askeri cevabını kışkırttı. Kışkırtma başarılıydı ve arzu edilen Rus cevabı beklendiği gibi nedensiz gaddarlık olarak damgalandı. Askeri cevabın sivilleri koruması, NATO destekli medyada, Şubat ayından bu yana uygulanan ticaret ve yatırım yaptırımlarını hak edecek saldırganlık olarak gösterildi. Haçlı Seferinin anlamı budur.

Sonuç, dünyanın iki kampa bölünmesidir: ABD merkezli NATO ve yeni oluşan Avrasya koalisyonu. Bu dinamiğin yan ürünlerinden biri, Almanya’yı, Rusya (ve belki de Çin) ile karşılıklı olarak avantajlı ticaret ve yatırım ilişkileri [kuran] bir ekonomi siyaseti izleme yeteneğinden mahrum bırakmasıdır. Almanya Şansölyesi Olaf Sholz bu hafta Çin’e giderek bu ülkeden kamu sektörünü ortadan kaldırmasını ve ekonomisini sübvanse etmeyi durdurmasını talep edecek, aksi takdirde Almanya ve Avrupa Çin ile ticarete yaptırım uygulayacak.[11] Çin’in bu gülünç talebi karşılamasının imkânı yok, ABD veya başka herhangi bir endüstriyel ekonomi kendi bilgisayar çipini ve diğer kilit sektörleri sübvanse etmekten vazgeçemez. German Council on Foreign Relations [Alman Dış İlişkiler Konseyi], Almanya’nın sanayisizleşmesini ve Çin, Rusya ve bunların müttefiklerini dışlayarak, ticaretinde ABD’ye bağımlılığını talep eden, NATO’nun neoliberal “liberteryen” bir şubesidir. Bu, Almanya’nın ekonomik tabutuna son çivi olmayı taahhüt ediyor.

Amerika’nın Yeni Soğuk Savaşının bir başka yan ürünü, küresel ısınmayı durdurmaya yönelik herhangi bir uluslararası planı sona erdirmek oldu. ABD ekonomik diplomasisinin temel taşlarından biri, petrol şirketleri ve NATO müttefiklerinin dünyanın petrol ve gaz arzını kontrol etmeleri, yani karbon bazlı yakıtlara olan bağımlılığı azaltmalarıdır. Irak, Libya, Suriye, Afganistan ve Ukrayna’daki NATO savaşı buydu. “Demokrasiler, Otokrasilere Karşı” gibi soyut bir şey değil. Bu, ABD’nin enerjiye ve diğer temel ihtiyaçlara erişimlerini kesintiye uğratarak diğer ülkelere zarar verme kapasitesi ile ilgilidir.

Yeni Soğuk Savaşın ‘iyilik, kötülüğe karşı’ anlatısı olmadan, ABD’nin çevresel korumaya ve Batı Avrupa ile Rusya ve Çin arasındaki karşılıklı ticarete saldırısına yönelik ABD yaptırımlarının var olma nedeni ortadan kalkar. ABD’nin dünyanın çok kutuplu olmasını önlemek için öngördüğü 20 yıllık mücadelenin yalnızca ilk adımı olan Ukrayna’daki bugünkü mücadelenin bağlamı budur. Bu süreç, Almanya ve Avrupa’yı, ABD’nin LNG tedariğine bağımlılığa hapsedecektir.

İşin püf noktası, Almanya’yı askeri güvenliği için ABD’ye bağımlı olduğuna ikna etmeye çalışmak. Almanya’nın gerçekte ihtiyaç duyduğu şey ise, ABD’nin Avrupa’yı marjinalleştiren ve “Ukraynalaştıran” Çin ve Rusya karşıtı savaşından korunmak.

Batılı hükümetler tarafından bu savaşa müzakere yoluyla son verilmesi için herhangi bir çağrı yapılmadı, çünkü Ukrayna’da hiçbir zaman savaş ilan edilmedi. ABD hiçbir yerde savaş ilan etmez, çünkü ABD Anayasasına göre bu Kongre’nin deklarasyonunu gerektirir.  Böylece ABD ve NATO orduları bombalar, renkli devrimler örgütler, iç politikaya müdahale eder (1648 Westphalia anlaşmalarını geçersiz kılar) ve Almanya’yı ve Avrupalı ​​komşularını parçalayan yaptırımları dayatır.

Müzakereler, savaş ilanı olmayan ya da uzun vadeli tek kutuplu dünya egemenliği stratejisi olan bir savaşı nasıl “sonlandırabilir”?

Cevap, şu anki ABD merkezli uluslararası kurumlar grubunun bir alternatifle değiştirilmesine kadar hiçbir sonun gelemeyeceğidir. Bu, ekonomilerin finans merkezleri tarafından merkezi planlama ile özelleştirilmesi gerektiği şeklindeki neoliberal banka merkezli görüşe bir alternatifi yansıtan yeni kurumların yaratılmasını gerektiriyor. Rosa Luxemburg, seçimi sosyalizm ya da barbarlık biçiminde tanımlamıştı.  Son kitabım The Destiny of Civilization’da [Uygarlığın Kaderi] alternatifin siyasi dinamiklerini genel hatlarıyla tasvir ettim.

Çeviren: Erman Çete

Dipnotlar:

[1] LNG (Liquefied natural gas – Sıvılaştırılmış doğal gaz): İşlenmiş doğal gazın, içerisindeki kirliliği arındırarak atmosferik basınçta yaklaşık olarak -163 derecede yoğunlaştırılmasıyla elde edilen doğal gaz. Sıvı hale getirilmesiyle nakliye ve güvenliğinin artırılması hedeflenir. (ç.n.)

[2] II. Frederick, 12. ve 13. yüzyıllarda Kutsal Roma İmparatoru, Papalıkla savaştı, iki kez aforoz edildi. (ç.n.)

[3] Büyük Skizma diye de bilinen Doğu ve Batı Hıristiyan kiliselerinin ayrılmasına verilen ad. (ç.n.)

[4] Canonical: Katolik Kilisesi kanunlarında, ancak Kilise tarafından tanınan örgüt, kişi ya da eserlere verilen sıfat. (ç.n.)

[5] Latincede ‘arınmış, ‘temiz’ anlamlarına gelen ve 12. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkmış bir tarikat. Katharlar iyi ve kötü iki ayrı Tanrıya inanıyor ve reenkarnasyonun gerçekliğini kabul ediyordu. (ç.n.)

[6] Martin Luther, Wittenberg Kilisesinin kapısına astığı rivayet edilen 95 maddelik ünlü tezi ile Reform’a liderlik eden din adamı; Huldrych Zwingli, İsviçre’de Protestan reformunu başlatan kişidir, neredeyse Luther ve Calvin kadar önemli bir şahsiyettir; 8. Henry, İngiltere’yi Katolik Kilisesinden tamamen ayıran Tudor hükümdarıdır. (ç.n.)

[7] Peter’s Pence: Katolikler tarafından papaya yapılan yıllık gönüllü katkı. İlk çıkışı, İngiltere’deki Saksonlar eliyledir ve her yıl tüm İngiliz hanelerinin Kiliseyi verdiği vergiyi kapsıyordu. (ç.n.)

[8] Manfred, Sicilya Kralı, II. Frederick’in oğlu, peş peşe üç Papa tarafından da aforoz edildi ve 1255-66 yıllarında düzenlenen Haçlı seferinin hedefi oldu; Conrad, Manfred’in yeğeni, Sicilya Kralı, Svabya Dükü. (ç.n.)

[9] Cahorsinler: Ortaçağ’da Kuzey İtalya’daki borç veren bankerlere verilen isim. (ç.n.)

[10] Tapınak Şövalyeleri veya Süleyman Tapınağı Tarikatı: 12. yüzyılda kurulan ve merkezi Kudüs’teki Harem’üş Şerif olan Katolik milis gücü. Haçlı Seferlerinin en önemli güçlerinden olan Tapınakçılar, esas güçlerini Avrupa genelinde oluşturdukları mali ağdan alıyorlardı. Yazarın atıf yaptığı el koymalar, Tapınakçıların can damarlarının kesilmesi anlamına geliyordu. (ç.n.)

[11] Olaf Scholz’ün Çin ziyaretinin bu anlama gelip gelmediği biraz şüpheli. Zira Scholz’e Volkswagen, Siemens, BMW, BASF, Biontech gibi Alman devlerinin CEO’ları eşlik etti. (ç.n.)

Çok Okunanlar

Exit mobile version