GÖRÜŞ

Ankara ne kadar istiyor, Erivan ne kadar verebilir?

Yayınlanma

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yemin töreninde Ermenistan başbakanı Nikol Paşinyan’a uygun görülen protokol yeri çok dikkat çekiciydi. Ermenistan ve Rusya basınında da yankı buldu bu koltuk ve Paşinyan’ın aşağılandığına işaret sayıldı: Paşinyan, İlham Aliyev’in arkasında, ikinci sıraya yerleştirilmişti. Ermenistan’dan üst düzey bir devlet görevlisinin 15 yıldır ilk Türkiye ziyareti, özellikle Ermeni milliyetçiliğini benimsemiş pek çok yorumcuya göre, başbakanın küçük düşürülmesiyle sonuçlanmıştı.

Sergey Markov, özellikle durmuş bunun üzerinde. Markov Rusya’nın dış siyasetinde önemli figürlerdendir, geçmişte Duma’da parlamenterlik ve Danıştay üyeliğinden başka Putin’e yakınlığıyla da bilinir; ayrıca Rusya-Türkiye Toplumsal Forumu’nda uzun süre sekreterlik de yapmıştı. Bu nedenlerle görüşleri, doğru olup olmadığına bakılmaksızın, eğilimleri yansıtır, dolayısıyla dikkate alınmalıdır.

Markov, Paşinyan’ın protokoldeki geri yerini özellikle gösterircesine Aliyev’in arkasındaki bir sıraya yerleştirilmesinin Ermenistan hükümeti açısından “soğuk duş” etkisi yarattığını söylüyor ve üstelik, Erdoğan’ın davetlileri sayarken Paşinyan’ın adını anmadığını da ileri sürüyor. Oysa, Markov’a göre, Paşinyan Türkiye’ye gelirken beklentileri çok daha yüksekti; gerçek amacı, zamanında Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sargisyan’ın başlattığı işi devam ettirmekti ve iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasında yeni bir başlangıç yapmak istiyordu.

Sargisyan’ın 2008’deki normalleşme girişimi, Sovyetler Birliği’nden burjuva şovenizmi devlet ideolojisi olarak benimseyip ayrılan Ermenistan devletinin ideolojik çekirdeğini teşkil eden Karabağ meselesinde çözümsüzlük yüzünden başarılı olamamıştı; oysa her iki taraf da bu “sürece” çok coşkulu başlamışlardı: 2009 ekiminde iki ülkenin dışişleri bakanları Zürih’te diplomatik ilişkilerin kurulmasına dair bir protokolden başka ikili ilişkilerin geliştirilmesi protokolünü de imzalamışlardı. O sırada bu protokollerin tarafların parlamentolarında onaylanması bekleniyordu ve görünürde bunun önünde bir engel de yoktu; ancak Erdoğan aynı yılın aralık ayında, Karabağ meselesi çözülmedikçe söz konusu protokollerin onaylanmayacağını açıklamıştı.

Kremlin’in beklentilerini adım adım tahmin etmek güçtür, önceden hazırlanmış somut adımlardan ziyade pragmatist teorik-stratejik bir çerçeve oluşturur ve adımlarını ancak bu çerçeve içinde gerekli gördükçe atar; zira burası Kafkasya’dır ve neredeyse sonsuz sayıda değişken rol oynar. Ama bölgede bütün tarafları memnun etmeye çalışırmış gibi görünen Erivan açısından ciddi bir kafa karışıklığı ortaya çıktığı ve bunun önünü almak için her girişiminde dış siyasette daha çok taviz ve iç siyasette da daha derin bir belirsizliğe sürüklendiği anlaşılıyor.

Rusya’da kamuoyu oluşturmada etkili birkaç telegram kanalında atıfta bulunulan Beniamin Matevosyan da RİA’ya verdiği mülakatta buna dikkat çekmiş. Erivan’daki “Politekonomiya” araştırma enstitüsü uzmanlarından Matevosyan, Ermenistan ve Türkiye arasında ilişkilerde bir yumuşama beklentisi içinde olunmaması gerektiğini vurgulamış:

“Türkiye, 90’lı yılların başında sınırları kapattığı sırada Ermenistan’a getirdiği ekonomik yaptırımları kesinlikle kaldırmayacaktır. Türkiye, Ermenistan’a yönelik toprak taleplerinden de vazgeçmeyecektir.”

Türkiye’nin Ermenistan’dan toprak talebi ne dün vardı ne bugün var; ama burjuva şovenizminin tamamen farklı bir biçiminin hâkim olduğu Ermenistan’da, Türkiye’nin Azerbaycan’ın toprak taleplerinin arkasında durması, Türkiye’nin toprak talebi diye ifade ediliyor. Bu, milliyetçiliğe dayanan bir devlet ideolojisinin meseleleri nasıl algıladığına numune sayılmalı. Matevosyan da arkasından, bu sözümona toprak taleplerinin Azerbaycan ve Türkiye arasında 15 Haziran 2021’de imzalanan Şuşa deklarasyonunda ifade edildiğini, bu kapsamda “Zangezur koridorunun” açılmasının öngörüldüğünü vurgulamış.

Demek ki mesele şu anda, görünürde, Azerbaycan ile Nahcivan arasında Ermenistan üzerinden kurulması planlanan bu koridorun etrafında dönüyor. Ancak  Matevosyan’a göre daha derin bir dizi sorun daha var.

Koridor meselesinin doğrusu şudur: güney koridorunun adı hiç konulmadı, Rusya’nın da müdahil olduğu taraflarca teyit edilmiş hiçbir uluslararası belgede, ikinci Karabağ savaşından beri “Zangezur koridoru” ifadesi geçmedi; bununla birlikte Azerbaycan’ın Nahçivan anklavı ile anakara arasında bir koridor, bütün belgelerde ifadesini buldu. Koridor bu haliyle Ermenistan’ın topraklarından bir bölümü üzerinde egemenlik hakkından vazgeçmesi anlamına geliyor; ama Rusya’nın da müdahil bulunduğu bütün belgeler, aslında, Ermenistan anakarası ile Karabağ arasında açılması öngörülen Laçin koridorunun karşı taraftaki muadili olarak görüldüğünü gösteriyor. Belgelerde Paşinyan hükümetinin içeride olası tepkileri yumuşatmak için “Zangezur koridorunun” adının geçmemesini özellikle istediği anlaşılıyor.

İkinci Karabağ savaşını bitiren, Rusya’nın arabuluculuğunda imzalanan ateşkes anlaşması üç ana başlığı içeriyordu. Bir: 5+2 rayon, yani Sovyet Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi dışında kalan, Ermenistan kuvvetleri tarafından ilhak edilmiş olan rayonların Azerbaycan tarafından süngü gücüyle alındığının karşılıklı teyidi. İki: Sovyet Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’nin Şuşa rayonunun sırf Paşinyan hükümetinin ateşkes imzalamakta isteksizliği yüzünden süngü gücüyle Azerbaycan kuvvetlerinin eline geçtiğinin karşılıklı teyidi. Üç: kuzeyde Dağlık Karabağ ile Ermenistan arasında Laçin koridoruna karşılık güneyde Nahçıvan ile Azerbaycan arasında bir başka koridor (adı anılmayan Zangezur koridoru) açılacağının ve bu yolların (anlaşmadaki ifadeyle) “bölgedeki bütün iktisadi ve ulaştırma ilişkileri üzerindeki blokajın açılması” anlamına geleceğinin, keza kuzey koridorunun kontrolünü Rusya barış gücünün, güney koridorunun kontrolünü ise FSB sınır güvenliğinin yapacağının karşılıklı teyidi.

O zaman bu anlaşmanın sonuçlarını değerlendirirken, bölgede çatışmanın en ideal ve biricik çözümünün Sovyet çözümü olduğunu, bunun “Dağlık Karabağ’ın iç işlerinde tam bir bağımsızlık karşılığında ve Rusya’nın garantörlüğünde, hukuken Azerbaycan’a bağlanması” anlamına geldiğini ileri sürmüştüm.

Aynı yerde, savaşın kazananının Azerbaycan olduğuna kuşku bulunmadığını, kaybedenlerin ise sırasıyla “Ermenistan’daki şoven milliyetçiler ile batıcılar arasındaki ittifak ve özel olarak da Paşinyan, bölgeye müdahale fırsatı yakalamaya çalışan Fransa ve başkanlık krizi yüzünden pek ilgi gösterememiş olsa bile gerçekte böyle bir istikrarsızlık çıbanını kaybetmek istemeyecek olan ABD” ve Ankara olduğunu vurgulamıştım. Bu sonuncusunun bölgeye doğrudan müdahil olma arzuları, ateşkes anlaşmasının tamamen Rusya barış gücünün bölgeye konuşlandırılması üzerine kurulmasından açıkça anlaşıldığı gibi, karşılık bulmamıştı; üstelik anlaşmada beş yıllık çözüm süresi öngörülmesi, bölgeye Rusya dışında herhangi bir ülkenin müdahalesinin beş yıl boyunca engelleneceğinin hem Azerbaycan hem Ermenistan tarafından teyidi anlamına da geliyordu.

Türkiye’nin Azerbaycan ile ittifaka varan ilişkileri, siyasi müdahale kapısının açık tutulması demek kuşkusuz; ve bu, eğer ateşkesin zımnen öngördüğü Sovyet çözümünü aşan bir nitelik kazanır, Azerbaycan Karabağ’ın özerkliğini söz konusu etmeden demografik anlamda da entegrasyonunu zorlarsa, Rusya’nın stratejik çerçevesini kırmış olur.

Matevosyan’a göre bugün eğilim bu yönde görünüyor. Özetle, mantık örgüsü şöyle:

1) Türkiye Ermenistan’ı Azerbaycan’la Azerbaycan’ın şartlarında barış imzalamaya zorlamakla kalmıyor. Böyle bir barış Karabağ’ın hem de facto hem de jure Azerbaycan’ın parçası olduğunun kabulü demek.

2) Dayatılan barış Zangezur koridorunu Rusya formülünü aşacak şekilde bir anklav haline getirip fiilen Azerbaycan’a vermek anlamına gelmekle de kalmıyor.

3) Bu barış aynı zamanda Ermenistan topraklarından Rusya birliklerinin, sınır muhafızlarının ve 102’inci askeri üssün çıkarılması anlamına da geliyor.

Demek ki Matevosyan, esas tehdidi, Rusya’nın bölgeden uzaklaştırılması çabasında görüyor; bu ona göre Ankara’nın esas amacı; mevcut durumda “Türkiye esas amacını hayata geçirmeye adım adım yaklaşıyor.”

Bu mantık örgüsünün güçlü bir iç tutarlılığı var. Ankara’nın niyetleri açısından doğru olup olmaması tartışmanın bir yanı, ama daha önemlisi, Rusya’nın olası endişelerini açıkça göstermiş oluyor; böylece Markov’un Erivan’ın Ankara ile konsensüse dayanan bir çözüme varmasının mümkün olmadığını ima eden sözleri de anlam kazanıyor.

Paşinyan hükümeti bunların ne kadarını kabul edebilir peki?

Bence, burjuva şovenizmine dayanan devlet ideolojisinin artık çok daha az sosyal karşılık bulduğu Ermenistan’da (bizdeki eski bir tartışmaya atıfla) omurgasız “ver kurtulcular” güç kazandılar; dolayısıyla, Karabağ’ın de facto ve de jure olarak Azerbaycan’a geçeceği neredeyse kesin. Ateşkesin ruhu da Sovyet çözümü (içişlerinde bağımsızlık seviyesinde geniş bir özerklik) şartıyla bunu öngörüyor zaten. Zangezur koridoru da anlaşmada zımnen öngörülüyor; Paşinyan hükümetinin bu açıdan da veremeyeceği bir şey yok. Rusya birliklerinin, sınır muhafızlarının ve Rusya üssünün çıkarılması ise, muhtemelen Ermenistan’da batı yanlılarının en çok istediği şey. Ancak sorun şurada: bu durumda Rusya barış gücünün çekilmesiyle Laçin koridoru doğrudan Azerbaycan kontrolüne girer; güney koridoru fiilen Azerbaycan tarafından ilhak edilmiş olur; Dağlık Karabağ için Sovyet özerkliği hayal olur ve Azerbaycan’ın sıradan bir vilayeti haline gelir ve bütün bunlar, sadece Rusya’nın Kafkaslar güvenliğini ortadan kaldırmakla kalmaz, sadece İran’ın kuzey güvenliğini (üstelik de Azerbaycan ile İsrail arasındaki ilişkiler iyice derinleşirken) ortadan kaldırmakla da kalmaz, aynı zamanda Rusya’da bir iç güvenlik sorunu da yaratır. Bu, ikinci Karabağ savaşının sona ermesi sürecinde Putin’in üzerine basarak defalarca söylediği şeydir: Rusya’da 2 milyonun üzerinde Azerbaycanlı ve 2,5 milyon kadar Ermeni yaşıyor. Dolayısıyla güney Kafkasların güvenliği, Rusya’nın iç güvenliğinin ayrılmaz parçasıdır.

Çok Okunanlar

Exit mobile version