Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 21 Şubat günü Federal Meclis’te bir konuşma yaptı. Elbette ki Putin’in bu konuşması, Ukrayna savaşının birinci yıl dönümü yaklaşırken başta Batı medyası olmak üzere büyük bir ilgiyle takip edildi.
Batılı analistler Putin’in dünkü konuşmasında agresif bir ton beklemişti ancak öyle olmadı.
Beklenti, temel olarak Putin’in Ukrayna’da ‘vitesi artıracak’ açıklamalar yapması ve operasyona dair yeni bir evrenin başlatılacağını ilan etmesiydi.
Ancak, Putin’in konuşmasında daha çok Rusya içi meselelere yer verildi. “Sovyet ekonomisinin son dönemlerinde nasıl sorunlarla karşı karşıya kaldığını hatırlıyoruz. SSCB, piyasa ekonomisi yaratmaya başladı ve Batı ülkeleri de bunun örneğiydi” diyen Putin, sürecin sonucunda Rus ekonomisinin ‘bir hammadde kaynağıymış gibi Batı’ya bağımlı hale getirildiğini’ açıkladı.
Bütün bunlar elbette, birliğin dağılmasının ardından Sovyet coğrafyasının başına gelenler konusunda ‘malumun ilanı’ oldu. Ancak, bu tekrarı önemli kılan, bunların doğrudan Rusya Devlet Başkanı tarafından ve savaş döneminde ilan edilmesiydi. Aynı konuşmada Putin’in oligarklara yönelik kullandığı “Sıradan Rusların hiçbiri, yurt dışında yatlarını ve saraylarını kaybedenler için üzülmedi” ifadeleri de bu açıdan anlamlı ve tamamlayıcı nitelikte.
Rus liderin konuşmasının savaşa dair olan kısmı ise, yine beklenenin aksine cepheler, seferberlik kararları veya saldırı emri gibi askeri değil, ideolojik bir tona sahipti. Daha klişe bir ifadeyle Putin, ‘büyük resmi’ nasıl gördüğünü açıkladı.
“Batı elitleri prensipsiz bir yalan toplumuna dönüştü” diyen Putin, Ukrayna ile olan savaşın yalnızca Ukrayna değil, ‘Kiev yönetiminin efendileriyle’ yapıldığını açıkça söylerken, Rusya’nın da yalnızca kendi çıkarlarını değil, dünyanın ‘medeni ülkeler ve diğerleri’ olarak bölünmemesi gerektiğini savunduklarını da vurguladı.
Konuşmanın en önemli başlıklarından bir diğeri de kuşkusuz Rusya’nın START anlaşmalarına katılımını dondurma kararıydı. Putin’in bu kararı açıklamadan hemen önce kullandığı şu ifadeler de, bu kararın da tarihsel bir perspektifle alındığını gösteriyor:
“SSCB ve ABD’nin birbirlerini düşman olarak görmedikleri bir düzeydeydi. Hepsi geçmişte kaldı. İlişkilerimiz kötüleşti. Bu ABD sayesinde oldu, zira her şeyin ABD modeline göre olduğu ve sadece bir efendinin bulunduğu dünya düzenini kendileri inşa etmek istedi.”
SSCB’nin dağılmasından bu yana yaşanan lokal ve bölgesel krizler ve 2014’te Maydan darbesiyle başlayan sürecin nihayetinde sıcak çatışmalara evrilmesi, Rusya’nın politik ve ekonomik bir dönüşümün arefesinde olduğunun önemli bir göstergesi.
Rus liderliğinin -yine Batı’nın korkuyla ifade ettiği gibi- bildiğimiz anlamda bir ‘Sovyet modeline’ dönmeyeceği aşikar olsa da, bu dönüşümün sadece Rusya’yı değil, ‘Kolektif Batı’ olarak adlandırılan toplamın (ABD/AB, NATO) dışında yükselen yeni dünyayı kapsayacağı kesin.
Bu dönüşümün adı çoktan kondu: Çok kutupluluk.
Çin’in ‘barış önerisi’ ve Batı’nın temennileri
Putin’in konuşmasının hemen ardından, ÇKP Merkez Komitesi Dışişleri Komisyonu Ofisi Başkanı Wang Yi’nin Rusya ziyareti ise bu yeni dönemin ilk el sıkışması sayılabilir.
Wang ile Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov arasında gerçekleşen görüşmede, beklendiği üzere “Çin ve Rusya çok kutuplu dünya oluşumu doğrultusunda emin adımlarla ilerliyor” mesajı verildi. Wang, Putin’le görüşmesinde ise Çin-Rusya ilişkilerinin ‘uluslararası toplumdan gelen baskıya direndiğini ve istikrarlı biçimde ilerlediğini’ belirtti.
Batı’nın düşünsel çevreleri ve politika yapıcıları, neredeyse yüz yıldır bölgeye ilişkin bütün tezlerini önce Sovyet, sonra ‘Rus tehdidi’ anlatısına bağlamış durumda. Çünkü Rus tehdidi, Kolektif Batı’nın Avrupa’nın konsolidasyonu, NATO’nun varlığı ve medya dizaynı için olmazsa olmazı durumda.
Tam da bu farkındalıkla, Putin, ne geçen sene, ne de 2014 yılında, bundan tam 16 yıl önce Münih’te yaptığı ünlü konuşmasında şunları söylemişti:
“Bence NATO’nun genişlemesinin İttifak’ın kendisinin modernizasyonu veya Avrupa’da güvenliğin sağlanması ile herhangi bir ilişkisi olmadığı açık. Aksine bu karşılıklı güven seviyesini düşüren ciddi bir provokasyonu temsil ediyor. Ve sormaya hakkımız var: Bu genişleme kime karşı amaçlanıyor?”
Putin’in bu sorusunun cevabı açıktı, 16 yıldır yaşanan bütün gelişmeler de bunu doğruladı, ancak Batı kamuoyu -ve hatta Türkiye de dahil olmak üzere- temel algı, NATO’nun genişlemesinin ve Ukrayna’ya yapılan yardımların Rusya’nın Şubat 2022 saldırısından sonra başladığı yönünde.
Son olarak da, Çin’in beklenen barış önerisi için de aşağı yukarı benzer öngörüler yapıldı. Ancak Çin’in barış önerilerinde de, Batı medyasının çizdiği felaket senaryosunun aksine akılcı ve makul çözümler yer aldı:
Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımların sona erdirilmesi, nükleer silah kullanmaktan kaçınılması, siviller için insani yardım koridorları oluşturulması ve tahıl koridorunun açık tutulması gerektiği…
Ancak, Çin istediği kadar ‘ortalamacı’ tavır alsın, Batı medyasında Çin’in tutumuna yönelik hep aynı şeyler söylendi: Rusya’ya askeri ve ekonomik yardımlar…
Bütün bu analizler spesifik ‘tehditleri’ işaret etse de, bunların aynı zamanda Batı’nın ‘temennileri’ olduğunu söylemek mümkün. Her seferinde verilen barış mesajlarının aksine, Batı elitleri gerilimin tırmanmasından korkmuyorlar, aksine, gerilimin tırmanmasını istiyorlar.
Bir diğer deyişle, Batı elitleri ‘Rus ve Çin tehdidine’ muhtaç. Türkiye’de ‘dış mihrak’ olarak bildiğimiz klişe anlatı, ‘Rus mihrak’ olarak Batı hakim sınıflarının temel düşünsel faaliyeti haline geldi.
Bu tehdit anlatısıyla, yaptırımlar ve askeri caydırıcılık yoluyla Rusya ve Çin’in başını çektiği ‘çok kutupluluk’ konseptinin zor gücüyle sekteye uğratılması hedefleniyor.
Avrupa’da ‘Rus dahli’ algısı
Aynı zamanda, Rusya’ya yönelik yaptırımlar bir bumerang misali Avrupa ekonomisini vurdukça, Avrupa halklarının her dönemeçte daha büyük bir örgütlü güce dönüşen sosyo ekonomik kaygıları ‘Rus dahli’ algısıyla istikrarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Özellikle bu, Avrupa’nın sıkça başvurduğu bir yöntem. Henüz Ukrayna savaşından çok önce, Fransa’da sokakları dolduran Sarı Yelekler Hareketi’yle ilgili “Hareketi Ruslar yönetiyor” teorilerini hatırlamak bile yeterli.
Öte yandan bu tehdit, başta göçmen krizi ve ekonomik durgunluk gibi krizlerin kasıp kavurduğu bir iklimde ‘sistem dışı’ pozisyon alarak güçlenen aşırı sağın da ‘Rus desteğiyle güçlendiği’ propagandasıyla kullanılıyor. Batı, bizzat kendi politikalarının yol açtığı krizleri bile ‘Rus mihraka’ bağlayarak hedef saptırıyor.
2008 yılındaki küresel ekonomik kriz, 2011 senesinde patlak veren Arap Baharı ve buna bağlı olarak ortaya çıkan göç hareketleri, 2014 yılında Ukrayna Maydan Darbesi, 31 Aralık 2020 tarihinde gerçekleşen Brexit ve Kovid-19 salgını…
Bütün bunlar Avrupa halkları arasında güvenlik, istikrar ve refah arayışını güçlendirirken, bu talepleri sırtlanacak potansiyel sol odaklar ise Soğuk Savaş döneminden bu yana tasfiye edildi ve içi boşaltıldı. Sağ zaten Avrupa siyasetinde ana akım pozisyonunu yıllardır koruyor ve artırıyor.
Giorgia Meloni liderliğindeki İtalya’da aşırı sağ iktidarda. İsveç’te aşırı sağ Demokratlar Partisi (SD) ülkenin 2. Büyük partisi oldu. Almanya’da AfD ülkenin doğusuna hakim, Avusturya’da Özgürlük Partisi (FPÖ) yüzde 20’lere yükseldi, Hollanda’da aşırı sağ partiler 150 sandalyeli mecliste 22’den 29’a yükseldi, Belçika’da 2004 yılında ırkçılık nedeniyle kapatılan Vlaams Blog partisinin devamı sağ Flaman Vlaams Belang partisi ülkede ikinci parti konumuna yükseldi.
ABD ve Avrupa’da sol adına vitrinde tutulanlar ise bu aşındırmanın bir sonucu olarak artık ‘Otoriter Rusya’ya’ karşı konumlanıyor.
Özetle, Avrupa’nın başa çıkmaya çalıştığı göç dalgası da, ekonomik krizler de, aşırı sağ eğilimler de, temelde Avrupa’nın da parçası olduğu Kolektif Batı’nın dünyayı içine attığı ateşin sonucu. Ancak Batı medyasında en çok ‘Rus mihrakları’ görüyoruz.
‘Basın özgürlüğü’ adına ve dezenformasyon/propaganda suçlamalarıyla Rus ve Çin medyalarının yasaklanması/kısıtlanması da tam olarak bu anlatının daha da kemikleşebilmesi içindi. ‘Özgür Batı’, alternatif sesleri kısmaya devam ediyor.
ABD’nin ABD Küresel Medya Ajansı (USAGM) eliyle Avrupa’da dün Sovyetler’e, bugün Rusya’ya karşı organize ettiği medya operasyonlarını hatırlayalım. Bugün Avrupa’da ve ABD’de ‘Rus tehdidi’ anlatısını güçlendiren ve bu doğrultudaki dezenformasyon faaliyetlerine kaynaklık eden Voice of America (VOA) ve Radio Free Europe/Radio Liberty (RFE/RL) (ki eski adı Bolşevizmden Kurtuluş Radyosu’ydu) gibi yapılar, doğrudan CIA tarafından, Naziler istihdam edilerek kuruldu ve daha sonra Küba ve Çin gibi ülkeleri kapsayacak şekilde genişletildi. Ancak yasaklanan, kısıtlanan, etiketlenen kuruluşlar Rus ve Çin medya kuruluşları oldu.
Özetle, tüm bu yaşananlar Sovyetlerin dağılmasıyla, daha da öncesinde, geride bıraktığımız yüzyılda emperyalizmin Ukrayna’yı SSCB/Rusya’ya karşı bir üs olarak kullanma girişimleriyle doğrudan alakalı.
Devam eden saflaşma
Bu uğurda Ukrayna, Ekim Devrimi döneminde Çar yanlılarının, 2. Dünya Savaşı’nda Nazizmin, Maydan darbesinden sonra aşırı sağ ve neo-Nazizmin ileri karakolu haline getirildi.
Sovyet sonrası Ukrayna da başlayan Batı’ya tam teslimiyet/Rusya’yla dostluk çizgileri arasındaki rekabet ise, 2014 Maydan darbesiyle birlikte Batı’ya tam teslimiyet çizgisini savunanların zaferiyle sonuçlandı.
Tam da bu yüzden, Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı askeri operasyonun birinci, asıl savaşın ise 9. yılındayız. 24 Şubat 2022’den bu yana, bölgeye ilişkin unutulan ya da unutturulmak istenen en büyük gerçek, bölgede sıcak çatışmaların 2014’ten bu yana neredeyse ara vermeden devam ediyor oluşuydu. Rusya’nın operasyonu, savaşı yalnızca yeni bir evreye taşıdı. Krizin uluslararası bir boyut alması ise sadece malumun ilanıydı.
Bu yüzyıllık hesaplaşmanın ise Putin’in konuşmasında çizdiği tabloyla paralel ilerlediğini görmek mümkün. Devam eden bu savaşın özneleri, aslında oldukça net bir şekilde göz önünde olan bir saflaşmanın gereğini yapıyor.
Ukrayna lideri Zelenskiy’in dahi, savaşın birinci yıl dönümünde yaptığı motivasyon konuşmasında, ülkesinin direnişinin ‘dünyayı birleştirdiğini’ savunurken bunun kanıtı olarak ‘Himars, Patriot, Abrams, IRIS-T, Challenger, NASAMS, Leopard’ ifadeleriyle yalnızca Batı silahlarını sayması tesadüf değil. Ancak yeni dünya, Batı’dan çok daha büyük.