DÜNYA BASINI

‘Brezilya’da liberal ekonomi politikasının temellerinin değiştirilmesini beklemeyelim’

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Meksika Komünist Partisinin (PCM) yayın organı El Machete’de yayımlanan aşağıdaki röportaj, Marxism-Leninism Today tarafından İngilizce olarak yeniden okurlara sunuldu. Röportajda Brezilya siyaseti ve komünist parti tarihi üzerine önemli şeyler söyleyen Ivan Pinheiro, Brezilya Komünist Partisinin (PCB) askeri diktatörlük döneminde yeraltına çekildiği dönemde partili olmuş, Gorbaçovcu tasfiye dalgasına karşı direnmiş ve sonrasında uzun süre partinin Genel Sekreterlik görevini üstlenmiş tecrübeli bir militan. Pinheiro’nun, PCB’nin Lula’ya zaman zaman kredi açan siyasetine eleştirel yaklaştığı görülüyor. Başka bir dikkat çekici nokta, Bolsonarocuların Kongre baskınına bakış açısı: Pinheiro, kimilerine biraz mekanik-şematik gelecek bir biçimde, Brezilya burjuvazisinin bugün açık bir faşist diktatörlüğü neden tercih etmeyeceğini, dolayısıyla merkezine ‘antifaşist mücadele’yi alan bir stratejinin neden başarılı olamayacağını anlatmaya çalışıyor. Lula’nın prestijinin çok daha yüksek olduğu birinci hükümet döneminde bile ‘ilerici dalga’dan kendini ayıran PCB’nin bu militanının, çok daha ‘yumuşak’ görünen üçüncü Lula dönemine nasıl yaklaştığını tahmin etmek zor olmasa gerek. PCB, 2022 seçimlerinde Sofia Padua Manzano’yu aday gösterdi ve 45 bin civarında oy aldı. Metindeki normal parantezler yayıncıya, köşeli parantezler çevirmene aittir.


Brezilya’da Komünist Siyaset Üzerine: Ivan Pinheiro ile Mülakat

David Alfaro Siqueiros Ödülünü almak üzere PCM’nin (Meksika Komünist Partisi) 7. Kongresine katılan, 2006 ile 2016 arasında Brezilya Komünist Partisinin genel sekreterliğini yapan Ivan Pinheiro ile El Machete’nin (Meksika KP’nin yayını) yaptığı mülakat

25 Ocak 2023
El Machete

“Sınıf uzlaşmacısı bir hükümeti destekleyemeyiz. Lula seçilip göreve geldiğinde, bu sol bir hükümet değil, sosyal demokrat da olsa bir burjuva hükümetidir.”

El Machete (EM): Bize bu mülakatı verdiğiniz için minnettarız, yoldaş Ivan Pinheiro. Partimiz (Meksika Komünist Partisi), Brezilya Komünist Partisinin (PCB) devrimci yeniden inşası sürecine büyük saygı duyuyor. 2010 yılında 4. Kongremizde yeni bir adım atmış oluşumuzda aslında bizim için önemli bir örnekti. Lütfen bize PCB’nin devrimci yeniden inşasının gerçekleştiği bağlam ve nelerden oluştuğu hakkında bilgi verin.

Ivan Pinheiro (IP): 1982’den itibaren Brezilya Komünist Partisi Merkez Komitesindeydim.[1] O gizli bir Kongreydi, Parti yasadışıydı. Silahlı mücadeleye dahil olan 8 Ekim Devrimci Hareketinin[2] üyesiydim, Partiye hâlâ yasadışı olduğu 1974’te katıldım.

1970’lerin sonlarında Demokratik Cephe konusunda Merkez Komitenin çizgisiyle ayrışmaya başladım.

O zamana kadar, bu siyasetin sadece taktiksel olduğunu düşünüyordum. Diktatörlüğün[3] en zorlu döneminde bana doğru görünüyordu, çünkü sendikalar ve kitle hareketleri çok zayıf ve bastırılmıştı ve PCB, Merkez Komitenin sürgüne gitmeyen birçok üyesinin suikaste uğraması ve hapsedilmesi ile ciddi bir şekilde zayıflatılmıştı.

Gelgelelim, 1979’un ikinci yarısında, diktatörlüğün ‘yavaş, emin ve kademeli siyasi açılım’ dediği, bazı olağanüstü hal yasalarının gevşetildiği ve rejim tarafından kovuşturulanlara yönelik siyasi affın geldiği bir sürecin başlamasıyla birlikte durum önemli değişikliklere uğradı. Bu dönem, Brezilya’da önemli bir sendikal hareket ve işçi hareketi patlak verdi, birçok sektörde işçiler greve gittiler. Orada, Partinin konumundan ayrılan bizler, PT (İşçi Partisi) örneğinde olduğu gibi, ortaya çıkmakta olan sınıf güçleriyle birlikte bir Sol Cephe için, Demokratik Cephe politikasının değiştirilmesi ihtiyacını savunmaya başladık. PT o zamanlar bugünün reformist partisi değil, kendilerini sosyalist olarak gören bazı akımların olduğu militan bir PT idi.

Gelgelelim, PCB tüm 80’li yıllar boyunca, burjuvazinin sözümona ‘demokratik merkez’inin bölmeleriyle ittifak halinde kalmaya devam etti. Bazı yoldaşlar, esas olarak içimizde sendikal harekette aktif olanlar, bu soruları tartışmaya başladı ve bizler çeşitli kereler reformizm ile karşı karşıya gelmeye başladık. Merkez Komitesi, demokratik geçişi “engelledikleri” için uygunsuz oldukları iddiasıyla grevlere karşı çıkmamız için bize bir yönelim dayattı. Biz aksini düşündük, grevler ve kitlesel mücadeleler, askeri nitelikteki diktatörlüğün ömrünü kısalttı, çünkü yönetici sınıflar, diktatörlük biçimlerini, bu kez bir burjuva demokrasisi olarak, değiştirme zamanının geldiğine dair işaretler veriyorlardı.

1982/83 yılları arasında, PCB Merkez Komitesinde hegemonik olan reformistler, onlara “solcu” göründüğü için PT ile birlikte inşa ettiğimiz Merkezi İşçi Sendikasından kopmamızı dayattılar. Gerçek şu ki, öncelikli ittifak, Demokratik Cepheye liderlik eden burjuva partisi Brezilya Demokratik Hareket partisi MDB ile oldu. CUT’nin kuruluşuna katılmadık ve bürokrat sendikacıların önderliğinde başka bir merkezi, uzlaşmacı ve ılımlı oluşumuna katkıda bulunmadık.

Derinleşen, on yıllık bir iç mücadeleydi. Prestes’in (Luis Carlos Prestes)[4] 1980’de Partiden ayrıldığında “Komünistlere Mektup” ile yaptığı eleştirilere her zaman katıldım. Ama Partiden ayrılma kararına katılmadım, çünkü o hâlâ, iç mücadeleyi engelleyecek koşulların var olduğunu düşünüyordu…

Çeşitli zamanlarda reformizme karşı iç mücadelelerimize rağmen, 1980’lerin sonunda, avro-komünistler ve bürokratlar Merkez Komitede hâlâ çoğunluktaydı. Temmuz 1991’de, Berlin Duvarı çoktan yıkılmışken ve perestroyka ilerlerken, 9. Kongremizde Partiyi tasfiye etmeye çalıştılar.

Bunu öngörerek bir iç eğilim oluşturduk ve üyeliğimizi kamuoyuna beyan ettik. “Komünisttik, komünistiz, komünist kalacağız” diye bir belge yayınladık, PCB’yi Savunmada Ulusal Hareketi kurduk ve zaten ulusal olarak örgütlenmiş olan Kongreye gittik ve küçük bir oy farkıyla Partiyi tutmayı başardık ve partide yüzde 10’un altındaki bir azınlıktan ilerledik ve Merkez Komitenin yaklaşık üçte biri olduk.

Buna rağmen, Sovyetler Birliğinin düşüşünden birkaç gün sonra, Siyasi Komisyon on beş gün sonra bir Merkez Komite toplantısı düzenlemeye karar verdi ve bu toplantıda çoğunluk, 25 ve 26 Ocak’ta São Paulo’da Olağanüstü Kongre çağrısını onayladı; tek amacı, “yeni bir siyasi oluşum” yaratmak, yani PCB’yi tasfiye etmek ve sosyal demokrat bir parti yaratmaktı.

Bu kongre çağrıldığında, delegelerin çoğunluğunu seçmeye çalışmak için hemen ulusal bir çaba başlattık. Her hücre ve Bölge Komitesi konferansında agresif bir mücadeleydi. Ancak delege seçimlerine katılabilecek Parti üyesi olmayanların onaylanmasıyla tezler üzerindeki tartışmaları dönüştüren tasfiyecilerin kullandığı hileye güvenmedik.

Bu “kongre”de delegelerin üçte biri civarının Parti dışından olduğunu tahmin ediyoruz. Bu nedenle, Aralık 1991’de Rio de Janeiro şehrinde, farklı eyaletlerden yoldaşların katıldığı, PCB’yi Savunma Hareketi Ulusal Genel Kurulunu bu şekilde topladık ve orada, sahte kongreyi tanımamaya ve Partiyi sürdürmek ve yeniden örgütlemek için aynı günlerde bir Ulusal Siyasi Konferans düzenledik.

25 Ocak 1992 sabahı, São Paulo şehrinde, ilk genel kurulumuzda yaklaşık 400 yoldaş topladık, ardından bu “kongreyi” tanımamamızın nedenlerini ortaya çıkarmak ve politik bir beyanda bulunduğumuz, yeni bir Merkez Komitesi seçtiğimiz ve bir sene sonra yaptığımız X Kongresine çağrıda bulunduğumuz PCB Ulusal Örgütlenme Konferansını yapmak üzere toplantı yerine döneceğimizi bildirmek için tasfiyecilerin toplantı yerine yürüyüşe gitmeye karar verdik ve orada konuşabilmeyi talep ettik.

Burada Partinin devrimci yeniden yapılandırılmasına başladık; bu, 1990’lı yıllarda acayipti, çünkü, SSCB’deki karşı devrimin ötesinde, aramızda Partiyi sürdürmek isteyen ama onun devrimci yeniden yapılandırılması ile hemfikir olmayan yoldaşlarımız vardı. Bu hedef, yalnızca 2005’teki 13. Kongreden itibaren, bizim 2003’te başlayan birinci Lula hükümetini desteklemeye devam etmemizi isteyenler Partiden ayrıldıktan sonra efektif bir biçimde geliştirilebildi.

2005 Kongremiz etapismo’dan (sosyalizmi aşamalar halinde inşa etme fikri) koptu, devrimin sosyalist stratejisini ve Partinin Marksist-Leninist karakterini tanımladı. Kendimizi Lula hükümetine karşı yerleştirdik ve devrimci yeniden yapılandırmada ilerledik; son tarihi olan bir süreç olarak değil, daha çok gidilmesi gereken, uzun bir yol olarak.

Ardından, Mart 2008’de Ulusal Örgütlenme Konferansını ve Ekim 2009’da PCM ve KKE’nin [Yunanistan Komünist Partisi] katıldığı 14. Parti Kongresini yaptık; o sırada, önemli bir Uluslararası Semineri teşvik ediyor ve o zamana kadar ilk sayılarını çevirip yayımladığımız International Communist Review’u[5] inşa etmekte olan partilerin yanında yer alıyorduk.

EM: “Sol” örgütler, devrimin sosyalist karakteri ve Lula hükümetinden kopuş siyaseti hakkında ne düşündü? Brezilya ve Latin Amerika’nın siyasi ortamında olup bitenlerden bahsediyorum. Diğer komünist partiler ve örgütler partiniz hakkında ne düşündü? Davranışınız net ve cüretliydi, çünkü ilericiliğin yükselişte olduğu bir zamanda meydana geldi.

IP: PCB Lula hükümetinden koptuğu için, hatta onun ilk hükümetinin ortasında, Latin Amerika’daki ilk ‘ilerici dalga’nın ortasında koptuğu için ve FARC-EP’yi açıktan destekleyen birkaç partiden biri olduğu için, aralarında bazı komünist örgütlerin de olduğu “sol”, bizi hizipçi ve ultra-sol olarak değerlendirdi. 13. Kongremiz için yapacağımız hiçbir özeleştiri yok. Bilakis, ikinci ve şimdiki “ilerici dalga”da daha da açık hale gelen, sınıf mücadelesini uyuşturmaya hizmet eden ve sermaye ile emek arasında uyumu destekleyen ilericiliği açıkça suçlayacak yürekliliğe sahiptik.

Bu yüzyılın ilk yıllarına kadar diğer komünist örgütlerle ilişkilerimiz çok zayıftı. Siyasi ve maddi zorluklar büyüktü. Bunun sonucu, uluslararası ilişkilerimizi genişletmeyi başaramadık. Önceliğimiz hayatta kalmaktı. Sovyetler Birliği tepemize çökmüştü. Başka hiçbir örgüt Rus Devriminin bütün tarihine bu kadar bağlı değildi. Örneğin PCdoB, Çin ve Arnavutluk yanlısı olmuştu. İnsanlar birkaç aydan fazla yaşayamayacağımızı söylüyordu. Uluslararası komünist harekette, PCdoB halihazırda güçlüydü, milletvekilleri vardı, Lula ile müttefikti ve uluslararası toplantılarda boy göstererek PCB’nin artık var olmadığını söylüyordu. Dolayısıyla, uluslararası komünist harekette görünmeye ve ilişki kurmaya ancak 2000’lerin başında, özellikle de 2005’ten sonra başladık ve o andan sonra, doğru bir biçimde, Latin Amerika’yı ilk temas çevresi olarak seçtik ve Meksika, Paraguay ve Venezuela KP’leriyle daha uyumlu olduk.

EM: Bizim için, Lula’ya ve ilericiliğe (ilericiliğin sözde ilk dalgasına) verilen desteğe, bu olgu ortaya çıkarken ve diğer örgütler tarafından olumlu bakılırken eleştirel bir tutum takındığınızı görmek önemliydi. İlericiliğe yönelik erken dönem eleştiriniz ve sosyalizm için mücadeleyi olumlamanız, mevcut siyasi durumda üzerinde düşünülmesi gereken bir örnektir. Partinizin militanları tüm bu tarihi biliyorlar mı? Tüm bu unsurları özetleyen bir belge veya kitap var mı?

IP: Militanlarımız ve dostlarımız, birçok ders çıkarabileceğimiz bu tarihi iyi bilirler. Bu konuda çok sayıda video, metin, tartışma ve belge bulunmaktadır. Özellikle, PCM’nin 2019’da düzenlediği Uluslararası Seminerde sunduğum bir makale (“PCB’nin Devrimci Yeniden İnşası”) de dahil olmak üzere, bu konuda bazı makaleler yazdım.

EM: İlericiliğin, ‘Lula yeniden’in vs. komünistlere herhangi bir şekilde yardımcı olabileceği fikri hangi anda ortaya çıktı? Eğer güzergah onlardan bir kopuş idiyse, bu yakınlaşma hangi anda yeniden başladı? Bu yakınlaşmayı ne etkiledi?

IP:  2002 seçimlerinde, Merkez Komite bu konuda neredeyse ortadan ikiye bölünmüş olmasına rağmen, ilk turda Lula’yı destekledik. Aramızda, uygunsuz bir anda bölünme riskinden kaçınmak için imkansız hale gelen bir tezi, başkanlık seçimleri için kendi adaylığımızı savunanlar vardı. 2006 yılında artık Lula’yı desteklemiyorduk ancak PT’den koparak ortaya çıkan ve sol bir söyleme sahip olan Sosyalizm ve Özgürlük Partisi – PSOL ile bir Cephe kurmaya çalıştık. İkinci turda, Lula’ya açık ve resmi bir destek yerine, kaderin bir cilvesi ve PT’nin fırsatçı dönüşünün bir kanıtı olarak, şu anda Lula’nın üçüncü hükümetinde başkan yardımcısı olan Geraldo Alckmin’in rakibine karşı oy kullanılmasını tavsiye ettik.

PT ile herhangi bir diyaloğa girmeden ve zaten daha önce hükümetine muhalefet ettiğimizi ilan ederek, zafer durumunda, Alckmin’e karşı Lula’yı, “Alckmin’i sandıkta, Lula’yı sokaklarda yenilgiye uğratın” adlı bir belgeyle eleştirel bir şekilde destekledik. Bu, Lula’nın lehine olmaktan çok Alckmin’in aleyhine bir oylamaydı, yani “kötünün iyisi” için açık bir seçimdi.

2010 ve 2014 seçimlerinde artık sol cephelerde yer almadık ve herhangi bir uzlaşma veya seçim illüzyonu olmaksızın, kapitalizmi ve burjuva demokrasisini kınayan siyasi çizgimizi sunmak amacıyla Cumhurbaşkanlığı ve diğer pozisyonlar için kendi adaylarımızı sunduk.

2018’de Parti Merkez Komitesi, kanımca yanlış bir şekilde, sol cephe politikasına geri döndü ve kuruluşundan 12 yıl sonra sosyal demokrat bir parti olarak misyonunu önemli ölçüde derinleştirmiş olan PSOL’nin başkan ve vali adaylarını desteklemeye geri döndü, kapitalizmin insanileştirilmesi ve demokratikleştirilmesine ve sözde “demokratik sosyalizmin” kademeli ve barışçıl inşasına odaklanan bir söylemle parlamenter mücadeleye yöneldi. 2020 yılında yapılan belediye seçimlerinde PCB, PSOL ile bu ittifak politikasını tekrarladı.

Şimdi 2022’de PSOL, oportünist dönüşünü radikalleştirerek, Alckmin’in başkan yardımcısı adayı olacağı ve PT’nin burjuvazinin sektörleriyle bir ittifak kurarak öncekilerden daha fazla sınıf uzlaşmacısı bir hükümet hedeflediğinin açık olduğu ilk turdan bu yana Lula’yı ve PT ve müttefikleri tarafından gösterilen eyalet valisi adaylarını desteklemeyi seçti.

PSOL’nin bu kararı, PCB’nin daha uygun bir seçim politikasını tercih etmesinde, ilk turda Cumhurbaşkanlığı için yeni bir aday göstererek Partinin bağımsızlığını işaret etmesinde ve hedeflerini ve önerilerini sunmasında şüphesiz önemli bir ağırlığa sahipti.

Daha ikinci turda PCB, Bolsonaro’ya karşı Lula’yı resmen desteklemiş ve bu hükümetin [Bolsonaro’nun] aşırı sağcı eğilimini, halk karşıtı politikalarını ve darbe niyetlerini doğru bir şekilde kınamıştır. Bana göre sorunlar, ikinci turda Lula’yı destekleme yolunda, işçilere Lula’nın üçüncü hükümetinin, Bolsonaro’nun gerici, insanlık dışı ve hatta soykırımcı politikalarını ve yasalarını doğru bir şekilde yürürlükten kaldırsa bile, temelde sermayenin çıkarlarına, sınıf uzlaşmasına, sendika ve halk hareketinin kooptasyonuna ve ılımlılaştırılmasına hizmet edeceği için herhangi bir yanılsamaya kapılmamaları gerektiği açıkça belirtilmediğinde ortaya çıktı.

Lula’nın açlık ve aşırı yoksulluğu azaltmak için telafi edici önlemler alacağı, fakat Brezilya’daki çarpık gelir dağılımını hiçbir şekilde değiştirmeyeceği de doğrudur. Toplumsal bir patlama halk kitlelerini ayağa kaldırmadıkça ve sorumluluklarını yerine getirecek bir öncü bulmadıkça, yeni hükümetten işçi haklarını küçülten karşı reformların ve halihazırda gerçekleştirilmiş olan özelleştirmelerin geri alınmasını ya da liberal ekonomi politikasının temellerinin değiştirilmesini beklemeyelim.

Yeni hükümetin, son darbe girişimiyle daha da kötüleşen, devrimci stratejilere sahip partiler de dahil olmak üzere sözde solda hüküm süren bu coşku, sınırsız destek ve Lula ile tam bir uzlaşma atmosferinin üstesinden gelmek için burjuva kesimlerle yapılan bir anlaşmanın sonucu olduğunu; Brezilya burjuvazisinin, sistemin krizinin ortasında sermayenin yeniden üretimini sürdürmek ve genişletmek için ihtiyaç duyduğu tüm karşı reformları parlamentoda onaylamak için kullandığı 4 yıllık hükümeti boyunca “Bolsonaro dışarı” pankartına öncelik vermesine yol açan Brezilya’da faşizmin yerleştirilmesi riskine olduğundan fazla değer verildiğini anlamak gerekir.

EM: Kesinlikle, Bolsonaro’nun bazı faşist fikirlere sahip olması, burjuvazinin Brezilya’da sermayeyi yönetmenin bir yolu olarak faşizme karar verdiği anlamına gelmez.

IP: PCM’nin yakın zamandaki 7. Kongresinde bir bildiri sunma onurunu bana bahşedildiğinde bunu açıkça söyledim.

Eğer [işler] sadece Bolsonaro’nun iradesine bağlı olsaydı, görev süresi boyunca Kongreyi kapatır, yargı organını susturur ve Brezilya’da bazı faşist önlemler alırdı. Sadece, Brezilya’nın mevcut konjonktüründe burjuvazi bununla ilgilenmiyor. Faşizm, burjuvazi yalnızca ona ihtiyaç duyduğunda kullanılan bir silahtır.

Geçtiğimiz 8 Ocak’ta Brezilya’da meydana gelen olaylar önemli sonuçlar çıkarmamıza olanak tanımaktadır.

Bu satırları yazdığım ana kadar tablo Lula’nın lehine, aşırı sağın ise aleyhinedir. Neredeyse tüm kurumlar ve burjuva liderler darbe girişimini şiddetle reddetti ve Bolsonaro ve çevresine ulaşabilen finansörleri ve organizatörleri de dahil olmak üzere darbe faillerinin cezalandırılmasını talep etti.

Ancak Bolsonaro’dan uzaklaşan kesimler de dahil olmak üzere egemen sınıfların bu kararlı desteğinin, Lula için ekonominin yönetiminde daha fazla uzlaşma şeklinde, özellikle de yeni hükümetin son yıllardaki karşı reformlara ve özelleştirmelere, sözde “mali disiplin” ve Merkez Bankasının özerkliğine dokunmaması için geleceğini düşünmek gerekir.

İlk sonuç, Brezilya’da en radikal Bolsonarocu kesim tarafından yapılan ve hüsranla sonuçlanan darbe girişiminin, Brezilya burjuvazisinin bu noktada faşizmle ilgilenmediğini ortaya koymasıdır; her şeyden önce Brezilya’nın parya bir ülke haline gelmemesi için, zira bu durum buradaki kapitalizmin krizini aşmak için ihtiyaç duyduğu yabancı yatırımlara zarar verecektir. Bu, yeni darbe girişimlerinin olmayacağı, aşırı sağın ortadan kalkacağı ya da burjuvazinin demokrasisini evrensel bir değer olarak görüp darbeleri, diktatörlüğü ve hatta faşizmi bir kenara bırakacağı anlamına gelmiyor.

İkincisi, şu anda –sermaye lehine ana karşı reformların uygulanmasından sonra ve açlık ve sefalet kuyunun dibine ulaşmışken– bir sınıf uzlaşması hükümetine sahip burjuva demokrasisinin, ekonominin büyümesini ve sermayenin kar oranlarını yeniden canlandırmak için en iyi yatırım formülü olduğudur.

Üçüncüsü, sadece Brezilya’da değil, darbelere ve sağcı diktatörlüklere ordu değil, genellikle hizmetinde oldukları egemen sınıflar karar veriyor. Brezilya’da 1964 darbesiyle ortaya çıkan diktatörlük sadece biçim olarak askeriydi ama burjuvazi tarafından kararlaştırıldı ve sürdürüldü ve artık onun için uygun olmadığı ana kadar devam etti. Burjuvazinin ideolojisi yoktur, çıkarları vardır!

Dördüncü sonuç ise tarihin bize öğrettikleridir: burjuvaziler, faşizme ancak güçler korelasyonu kendi aleyhlerine olduğunda ve proleter isyanlar ve devrimler riskiyle karşı karşıya kaldıklarında başvururlar. Yozlaşmış bir sendikal hareket ve hegemonik olarak reformist, kurumsal ve giderek kimlikçi bir sol karşısında burjuva hegemonyasının tartışılmaz olduğu Brezilya’da durum bundan çok uzaktır.

Sorun şu ki, aşırı sağcı darbe girişiminin hüsranla sonuçlanması, sözde solda, hatta bazı komünistler arasında, Lula’nın ve burjuva demokrasisinin yönetilebilirliğini garanti altına almak için sosyalizm sorununu erteleme eğilimini artırıyor. Benim endişem, Lula hükümetinin günün 24 saati faşist bir darbe tarafından tehdit edileceğini ve bu nedenle onunla safları sıklaştırmamız gerektiğini düşünme hatasına düşmememizdir. “Demokratik” burjuvaziden ayrı sokaklarda yürüyerek darbe girişimlerine ve aşırı sağ diktatörlüklere karşı mücadele etmek doğru ve çok önemlidir. Fakat sınıf uzlaşmacı bir hükümeti destekleyemeyiz. Lula seçilip göreve geldiğinde, bu sol bir hükümet değil, sosyal demokrat da olsa bir burjuva hükümetidir.

“Sol” olarak adlandırdığımız kampta yapılan bir diğer hata da, Dilma Rousseff’in Petista (PT) hükümetinin inisiyatifi sayesinde yürürlükte olan terörle mücadele yasasını hatırlatarak darbe faillerinin cezalandırılmasını şiddetle talep etmek ve 4 yıl boyunca darbe girişimleriyle uzlaşan ve halkların isyan hakkını kullanmaya cesaret edersek çok daha hızlı, etkili ve sert olacak kişi ve kurumlara kahraman ve cüretkar olarak değer vermektir!

Bir Komünist Partinin enerjisini faşizm ve neo-liberalizme karşı mücadeleye yoğunlaştıracağını ilan etmesi de bana büyük bir hata olarak görünüyor. “Demokratik hukuk devletini” savunmaya ve daha insancıl bir kapitalizm için mücadele etmeye devam edeceğini söylemek gibi. Bugün Brezilyalı komünistlerin temel görevi, özellikle işçi sınıfının ve genel olarak proletaryanın, karşı reformların yürürlükten kaldırılması, daha fazla sosyal, ekonomik ve siyasi haklar için ve mümkün olan tek yol olan sosyalist devrim yoluyla kurtuluşları perspektifiyle mücadelede seferber edilmesi, bilinçlendirilmesi ve örgütlenmesidir!

EM: Yoldaş Ivan Pinheiro’ya bize verdiği röportaj için teşekkür ediyor ve PCM’nin 7. Kongresi çerçevesinde kendisine verdiği militan liyakat nişanından dolayı kendisini kutluyoruz.


Dipnotlar

[1] Partido Comunista Brasileiro (PCB), 1922 yılında Ekim Devriminin etkisi ile kuruldu. Tenente isyanına ve 1930 devrimine önderlik eden parti, Sovyet-Çin ayrışmasında bölündü; PCB Sovyet çizgisini savunurken, Partido Comunista do Brasil (PCdoB) Çin’den yanaydı. PCdoB, tüm Lula hükümetlerini destekledi ve İşçi Partisinin (PT) seçim kampanyalarına aktif olarak katıldı. (ç.n.)

[2] 1964’te, askeri diktatörlüğe karşı silahlı mücadeleyi savunup PCB’den kopan üniversite öğrencilerinin kurduğu bir örgüt. (ç.n.)

[3] Brezilya’da askeri diktatörlük 1 Nisan 1964’teki askeri darbe ile kuruldu. ABD’nin ve Katolik Kilisesinin desteklediği darbe, sola yatkın Başkan João Goulart’a karşı faşizan bir programı ülke gündemine soktu. İşçi sınıfının örgütlerine ve komünistlere yönelik suikastler ve işkencelere, yüksek enflasyon ve özelleştirmeler eşlik etti. 1980’li yılların başında büyük kitle eylemleri sonucunda, 1982 yılında darbeden sonraki ilk serbest seçimler yapıldı. (ç.n.)

[4] Luis Carlos Prestes (1898-1990): Brezilya’da komünist hareketin efsanevi isimlerinden. 1943-1980 arasında PCB Genel Sekreteri olan Prestes, Brezilya senatosuna da seçilmişti. Prestes, 1922’de başlayıp aralıklarla 1927’ye kadar süren ve genç subayların önderlik ettiği, Brezilya’da tenente olarak bilinen silahlı isyanın da örgütleyicilerinden biriydi. İsyandaki Prestes Birliği, Bolivya’ya iltica etmeden önce 25 bin kilometrelik bir ‘uzun yürüyüş’ yapmış ve ikonikleşmişti. Prestes, 1980 yılında PCB’nin Marksizm-Leninizm’den uzaklaştığını söyleyip bayrak açınca görevden alındı, 1984’te partiden atıldı. Hayatının son yıllarında yoksullukla boğuşan ve ünlü Brezilyalı mimar Oscar Niemeyer tarafından maddi olarak desteklenen Prestes, 1990 yılında hayatını kaybetti. (ç.n.)

[5] Yunanistan Komünist Partisi, Meksika Komünist Partisi, Türkiye Komünist Partisi gibi partilerin öncülüğünde, yeni bir uluslararası komünist odak yaratmak amacıyla 2009 yılında yayına başlayan dergi. (ç.n.)

Çok Okunanlar

Exit mobile version