2023’ün baharından itibaren Varşova ve Kiev arasında gerilim ortaya çıkmaya başladı. Başlangıçta bunun nedeni Ukrayna hububatının Polonya üzerinden sevkiyatı ve böylelikle doğu Avrupa’daki çiftçilerin felakete sürüklenmesiydi. Polonya’dan başka bir dizi Avrupa ülkesi daha bunun üzerine Ukrayna hububatının transit geçişini dahi yasakladılar. Yasak eylül ortasına kadar Komisyon’un da mecbur kalmasıyla AB kararı olarak devam etti; ancak bu tarihte Komisyon’un yasağı kaldırma kararına rağmen Varşova hükümeti (onu Macaristan ve Slovakya takip etti) “kendi yasağını” sürdüreceğini açıkladı. Çok geçmeden Duda pek manidar bir açıklama yaptı: “Boğulan biri son derece tehlikelidir, çünkü sizi de dibe çekebilir. Kurtarmaya geleni de boğabilir.” Onu başbakan Morawiecki takip etti ve Kiev rejimi “gerilimi tırmandırırsa” Varşova’nın “ambargoyu genişleteceği” tehdidinde bulundu. Polonya Milli Savunma Bakanı Mariusz Błaszczak da ihtilafın sorumlusunun Polonya’da hububat satmak isteyen Ukraynalı oligarklar olduğunu söyleyiverdi. Kiev’deki komedyen başkanın Ukrayna hububatı yasağını “Moskova aktörü için sahnenin hazırlanmasına yardım” diye nitelemesi ise Varşova’yı çileden çıkardı; Polonya dışişleri Kiev rejiminin Varşova elçisini bakanlığa çağırarak nota verdi. En nihayet bu hububat gerilimi, eylül sonunda Morawiecki’nin Kiev rejimine silah sevkiyatını durdurduklarını açıklamasına kadar vardı; zira (dediğine göre) bundan böyle “Avrupa’daki en güçlü ülkelerden biri olmak için” kendi silahlı kuvvetlerini teçhiz edeceklerdi. Sevkiyat durmadı gerçi, ama gene de tehditti.
Polonya’da yeni hükümet de iç siyasette eskisiyle çıkan onca patırtıya rağmen hububat gerilimini düşürmek şöyle dursun 29 Şubat’ta yeni başbakan Tusk’un ağzından Kiev rejimiyle serbest ticaret anlaşmasını gözden geçireceklerini, Polonya ve Avrupa pazarını Ukrayna’dan gelen çok ucuz tarım ürünlerine karşı koruyacak bir formül aradıklarını söyledi.
Mayıs ortasında, muhtemelen Polonya halkının milli hislerinin incinmesinin sonucu olarak, Polonya dışişleri Kiev rejiminden, bu rejimin milli kahramanlarının 1942-43’te örgütlediği Volhınya katliamı için Kiev’deki komedyen-başkanın özür dilemesini istedi. Rejimin Varşova büyükelçisi Vasiliy Zvanç ise Varşova’yı Ukrayna’daki çatışmaları dikkate alarak “saygı ve itidal göstermeye” çağırdı ve ekledi: “Ukrayna-Polonya ilişkilerinde gerçek uzlaşma formülü… şöyledir: affedelim ve af dileyelim.”
Boğazladığı kurbandan katiline saygı göstermesini ve katilini affetmesini isteyen bu benzeri görülmemiş sinik eylem de, Varşova hükümetine kalsa etkili olmazdı belki, ama Polonya halkının hafızası büsbütün silinmiş değildi.
“Güçlü… en güçlü…”
Polonya başbakanının “Avrupa’nın en güçlü devleti olma” arzusu boş bir retorik değil. Bu yılın 15 Ocak’ında Polonya dışişleri bakan yardımcısı Andrzej Szejna, sapık ve suçlu oğlu üzerinden Kiev rejmiyle kurduğu hususi bağlarından ve dahası bunaklığından artık kimsenin şüphesi olmayan ABD başkanının Polonya’ya “ilahi bir hediye” olduğunu söylemiş ve “bu hediyeyi elimizden çok erken almasın” diye tanrıya dua etmişti. Szejna ayrıca, halihazırda ülkede 10 bin Amerikan askeri olduğunu ve Alman birliklerinin Polonya’da konuşlandırılmasını kabul ettiklerini de belirtti. Szejna’nın açıklamasındaki dikkat çekici bir bölüm de Kiev rejiminin askeri kapasitesi hakkında Varşova’nın değerlendirmesini yansıtan şu sözlerdi: “Savaş doğu sınırlarımıza dayandığında müttefiklerimizin göstereceği her tür yardım ve işbirliği memnuniyetle karşılanacaktır. Almanlar Litvanya’da yaptıkları gibi NATO’nun Polonya’daki doğu kanadını tahkim etmek isterlerse, hoş gelirler!” Bu açıkça Almanya’da militarizmin doğrudan siyasi temsilcisi olan Yeşiller ve onun kuklası SPD’yi teşvik anlamına geliyordu. Bu durum Der Spiegel’in mayısın son haftasındaki yayınında da ortaya çıktı: dergi, Talin’de yapılan Baltık zirvesindeki kaynaklarına dayanarak, Rusya birlikleri Ukrayna’da stratejik bir yarma gerçekleştirirse Polonya ile Baltık’ın narin çiçeklerinin ortaklaşa Kiev rejimine destek için muharip gönderebileceğini yazıyordu; üstelik dediğine göre bu bir artı üç, Berlin’i de yumuşak siyasetinin sonuçlarından ötürü uyarmışlardı. Gerek Talin toplantısının gerekse de Der Spiegel’in yayınının tek amacı, öyle görünüyor ki, Almanya’nın çatışmaya daha doğrudan katılmasını sağlamaya çalışmaktı.
Barışı tartıştırmama iradesi
Macaristan’ın girişimine karşı Varşova’nın savaşçıl isterisi ise bütün ölçüleri aştı. Polonya hükümetinin Macaristan’ın “barış” planını (aslında plan yok, plan denilen şey barışı tartıştırmaktan ve kaçınılmazlığını göstermekten ibaret) alaya alması boşuna değil; bilinçli ve programlı, bu elitin davranış modeline tamamen oturuyor ve dolayısıyla son derece öngörülebilir. AB’de kavga tam gaz sürerken Duda, Macaristan başbakanı Orbán’ı “daha büyük ölçekli bir çatışmadan korkuyor,” diye suçlamış ve şöyle demişti: “Bu siyaset Macaristan’a çok pahalıya patlayacak; bunu anlamakta bu yüzden de zorlanıyorum.” Orbán’ın kişisel nitelikleri bir tarafa, savaştan korkmak alaya alınacak bir şeymiş gibi.
Bu kadar da değil. Duda Macaristan’ın inisiyatifini boşa çıkarmak için barışın imkansızlığını kanıtlamaya girişti; geçen hafta şöyle dedi: “Ukrayna’daki çatışmada Rusya’nın galip gelmesi halinde Rusya ve batı arasında potansiyel bir savaş son derece yakın.” Bu tür beyanatlar havada uçuşuyor. Üstelik bunlar lafta da kalmıyor; retoriğe pratik eşlik ediyor. Rusya’nın resmi ve yarı resmi açıklamalarına bakılırsa Polonya’nın doğusunda Polonya hava kuvvetleriyle NATO devriyelerinin faaliyetinde belirgin bir artış gösteriyor; dahası NATO’ya ait Boeing E-3 Sentry gibi uzun menzilli radar tespit ve erken uyarı uçakları da onlara eşlik ediyor. Mesele giderek şu düğüm noktasına varıyor: Polonya hükümeti 2022 kasımında herhalde planladığı ve düğmesine bastığı, ama o sırada ABD’nin takoz koyması yüzünden hayata geçiremediği şeyi, Ukrayna hava sahasında uçan Rusya’ya ait füzeleri vurmayı göze alabilir mi? Mevzu, Polonya başbakanı Tusk ile Kiev’deki komedyen başkan arasında bu ayın ortasında imzalanan güvenlik işbirliği anlaşmasına da konulmuş, ama Tusk, meselenin NATO dayanışması gerektirdiğini söylemişti. Eğer hayata geçerse, bunun kaçınılmaz sonucu, Polonya’nın hava kuvvetleri ve hava savunma sistemlerinin Rusya tarafından doğrudan meşru hedef ilan edilmesi olacaktır. Stoltenberg’in sözlerini ciddiye almak gerekirse eğer, NATO (yani ABD) buna şimdilik yanaşmadı.
Veya Polonya hava üslerini Rusya’nın içlerini veya Ukrayna’da çatışma bölgelerindeki Rusya kuvvetlerini vurmak için açabilir mi? F-16’lar önünde hatıra fotoğrafları yayınlanmadı henüz, ama geldi — gelecek — eli kulağında lafları uçuştuğuna göre artık F-16 vermekten, daha doğrusu F-16’lara rejimin üç çubuklu çatalını koymaktan geri adım atmaları mümkün değil. Böylece yakın zamanda rejim bu uçaklarla donatılacak. Ukrayna sınırları içindeki havaalanları yok edilince uçakların kaldırılacağı yer bulunmayacak ve rejim, “havaalansız uçak çürüsün diye mi verdiniz,” diye “öfkelenecek”. Sonra bu uçaklar için Polonya ve üç Baltık ülkesindeki üslerin açılması gündeme gelecek. Bunun kaçınılmaz sonucu da bu saldırıları gerçekleştiren uçakların bulunduğu hava sahasına ve üslere bakmadan yok edilmesi olacaktır. Bu iki durumda da Polonya kendini saldırıya uğramış sayabilir. Dahası NATO da Polonya’nın bu argümanını kabul edebilir. O zaman ne olacak? Duda geçen yıl 12 Temmuz’da, “ülkesine saldırı olması halinde NATO’nun yaklaşık 100 bin askeri personel göndermeye hazır olduğunu” söylemişti. NATO’nun “saldırgana” topyekün savaş açması değil; üye ülkeyi muharip göndererek desteklemesi. Bu beyanat belki de, Rusya ile doğrudan karşı karşıya gelirse NATO’nun kendisini ne kadar arkalayacağına dair bir sondajın peşinden gelmişti, ve belki de bu, genellikle üye ülkelerden birinin “saldırıya” uğraması halinde bütün NATO ülkelerinin “saldırgana” savaş açacağı şeklinde yorumlanan meşhur 5’inci maddenin gerçekte ne olduğuyla ilgiliydi: savaş ilanı bile savaş anlamına gelmez, en çok göreceği destek ucuz insan eti tedarikidir.
Üçüncü bir ihtimal Belarus üzerinden eyleme girişmek olabilir; ama bu çok daha tehlikeli bir oyun olur. Tek bir irade yerine diğerinden bağımsız, fevri davranma ve ani tepki gösterme ihtimali çok daha büyük, üstelik de şimdi taktik nükleer silahlara sahip bir başka iradeyi daha hedef almak, sonuçları kestirilemeyecek bir eylem. Gene de böyle bir “olayın” hiç değilse konuşulduğu tahmin edilebilir: geçen yılın temmuzunda eski CIA analisti Larry Johnson, Polonya’nın NATO’yu doğrudan çatışmaya çekmek için Belarus’a karşı örtülü bir harekât planlıyor olabileceğini yazmıştı.
Eğer Polonya’nın resmi açıklamalarını dikkate alacak olursak (ve bunları dikkate almayacaksak başka dikkate alınacak bir şey kalmaz) Rusya ile olası bir savaşa hazırlandığı anlaşılıyor. Daha 30 Kasım 2022’de Polonya’nın o zamanki savunma bakan yardımcısı Marcin Ociepa, Polonya’nın da katılacağı bir savaş ihtimalinin “son derece yüksek”, hatta “son derece yüksek” demekle yetinmemiş, bu senaryoya “sadece hipotetik olarak bakılamayacak kadar yüksek” olduğunu söylemişti. Eğer benzer açıklamalar devam etmeseydi bunun bir gaf olduğu düşünülebilirdi; ama durum hiç de öyle değil. Başbakan Morawiecki de 13 Şubat 2023’te Ukrayna’nın Rusya içlerine saldırma hakkı olduğunu, NATO’nun Rusya’ya karşı savaşından endişe etmediğini, çünkü Rusya’nın kısa sürede kaybedeceğini açıkladı. Son olarak Polonya’nın Paris büyükelçisi Jan Emeryk Rościszewski de geçen hafta, Kiev rejimi “kendi bağımsızlığını savunamayacak duruma gelirse” Polonya’nın Ukrayna savaşına dolaysızca karışmayı planladığını söylemekte beis görmedi. Zira, ekselanslarına göre, bu durumda “Polonya’nın medeniyetimizin temellerini teşkil eden değerleri” tehdit altına girmiş olacak.
Bu nedenle, Belarus üzerinden bir provokasyonun risklerini göze alamasa bile Varşova hükümetinin Kiev rejimine verilecek F-16’lara üslerini açarak veya başka bir yoldan kendisini Rusya ordusunun hedefi haline getirmesi son derece mümkün. İttifak bu durumda bile Rusya ile bütün cephelerde nükleer silahları da kapsayan bir savaşa tutuşmayı göze alamayacaktır; ama büyük ölçekli bir konvansiyonel savaşın fitili ateşlenmiş olacaktır.
Nereye varır peki bu mesele? 2023 şubatında Amerikan dışişleri siyaset kurulu üyesi, John Hopkins Üniversitesi profesörü, Amerikan müdahaleciliğinin ideologlarından Hal Brands, Bloomberg’e yazdığı makalede neoconlar için alternatif planlardan söz ediyordu. Brands’in Plan A’sına göre Kiev rejimi NATO’ya üye olacaktı; bu olmazsa Plan B’ye göre de “bazı NATO üyeleri, mesela Polonya ve Baltık ülkeleri” Kiev rejimiyle Rusya’ya karşı bir askeri blok oluşturabilirlerdi.
Plan B aynı zamanda Britanya’nın planıdır. Britanya’nın o zamanki başbakanı, son Ukraynalıya kadar savaş ilan eden ve ABD talimatıyla İstanbul mutabakatını baltalayan Boris Johnson’ın Ukrayna, Polonya, Litvanya, Letonya ve Estonya’nın katılacağı bir birlik kurmak istediği haberi 2022’nin 27 Mayıs’ında basına düşmüştü; tabii ki lideri de Britanya olacaktı bu birliğin. Polonya’nın siyasi elitinin adeta genetik ekspansiyonist tutumuyla birebir örtüşür bu. Bu yılın 25 Şubat’ında Britanya’nın müflis başbakanı, o sırada Britanya savunma bakanı olan David Cameron ile Polonya dışişleri bakanı Radosław Sikorski Politico’da yayınlanan ortak makalesi muhteva olarak pek bir şey söylemiyordu ama ortak imza yeterince manidardı. Britanya’da Sunak’ın Goldman Sachs hükümetiyle Starmer’in Blackrock hükümeti arasında “devlette devamlılık” esas olduğuna göre, planda bir değişiklik olmadığını kabul etmek gerek.