Polonya Dışişleri Bakanı Sikorski’nin 12 Eylül’deki Ukrayna ziyareti görünürde rutin ziyaretlerden biriydi: bakan rejime askeri desteğin artırılması ve Rusya içlerini vurması için uzun menzilli füzeler verilmesi gerektiğini söyledi, Polonya’nın Lvov’un imarı için söz verdiğini hatırlattı, Polonya desteğinin devam edeceğini vurguladı.
Ancak birkaç gün sonra ilişkilerin bu kadar da toz pembe olmadığı ortaya çıktı.
17 Eylül’de Polonya’nın önde gelen haber portallarından Onet, Polonya dışişleri bakanı Sikorski’nin Kiev ziyareti sırasında, Kiev rejiminin (hukuki meşruiyetini de anayasal görev süresinin dolmasıyla mayıs ayında kaybetmiş) komedyen-başkanının Varşova’nın askeri desteğinin “yetersizliğinden” ve rejimin AB’ye girmesi meselesindeki tutumundan yakındığını, hatta sesini yükselterek tartıştığını yazdı. Portal atmosferin “kavgayı andırdığını” da ekledi. Yayına göre Zelenskiy Polonya’nın Ukrayna üzerindeki Rusya’ya ait dronları vurabileceğini, oysa bunu yapmadığını söyledi; Sikorski ise böyle bir kararın NATO’nun iznini almadan uygulanamayacağını belirtti. Oysa aynı Sikorski eylül başında Financial Times’a Polonya hava savunmasının Ukrayna’nın batı hava sahasında Rusya’ya ait dron ve füzeleri vurabileceğini söylemişti; üstelik Sikorski’ye göre böyle bir adım hiç de NATO’nun Rusya ile doğrudan çatışmaya girmesi anlamına gelmezdi. Kaldı ki, Sikorski öyle diyordu, burada söz konusu olan Polonya’nın bu füze ve dronları vurma imkânı değil zaruretiydi, çünkü bunlar Polonya hava sahasına da girebilirdi ve o zaman: “… şarapnellerin birine isabet etmesi riski de meydana gelir.” Sikorski’ye göre NATO üyeliği üye ülkelerin egemenliğini sınırlamıyordu ve hava sahasını korumak da Varşova’nın anayasal sorumluluğuydu. Üstelik: “Ukraynalılar bize ‘lütfen…’ dediler.” Tabii nezaket gereği böyle bir ricayı geri çevirmek kim olsa mümkün değil.
Bu, rejimin iki senedir istediği şeydi aslında ve Sikorski’nin sözleri hiç değilse ilk bakışta bu talebin Varşova tarafından kabul gördüğü anlamına geliyordu.
Financial Times’ın haberinde başka ayrıntılar da vardı: Varşova ve Kiev yaz ağustos ortasında “Polonya toprakları istikametine doğru fırlatılmış” füzeleri ve dronları vurma imkânının inceleneceğini taahhüt eden bir ikili mutabakat imzalamışlardı; ancak Polonya mutabakata bu konuda “ilgili devlet ve örgütlerin” (yani ABD’nin) rızasının alınacağı şartını koymuştu.
12 Eylül toplantısında Volın katliamı meselesi de başka bir tartışma konusuydu. Katliamın failleri Ukrayna rejiminin resmi kahramanları, oysa katliam Polonya’da 2016’dan beri soykırım olarak tanımlanıyor; ancak Varşova bunu ilk defa geçen yılın mayısında hatırladı.
Tarih en çok unutulan şeydir; yakın tarih hiç akılda kalmaz, yangınlar çağında insanlar hiçbir şeyi hatırlamamaya daha çok meyillidir, üstelik emperyalist propaganda aygıtı hatırlatmak değil unutturmak için çalışır.
Hatırlayalım:
Varşova ve Kiev’in ortak füze provokasyonu yeni değil. 15 Kasım 2022’de Polonya Milli Güvenlik Komitesi Rusya’nın Kiev rejimine hava saldırıları sırasında iki füzenin de Polonya topraklarına düştüğü iddiasıyla acil toplantıya çağrıldı. Rusya ise iddia edilen gün ve saatte Polonya sınırına yakın hiçbir yere füze saldırısı düzenlemediğini açıkladı. Ama Varşova hükümeti orduyu alarm durumuna geçirdi ve NATO dördüncü maddeye dayanarak üye ülkeleri acil toplantıya çağırdı. AB de boş durmadı ve Komisyon o sırada G20 zirvesi için Endonezya’da bulunan birlik üyesi ülkelerin liderlerini acil toplantıya çağırmayı planladığını bildirdi. Varşova ancak Amerikan başkanının füzenin Rusya’dan fırlatılmadığını teyit etmesi ve füzenin aslında Kiev kuvvetleri tarafından ateşlendiğinin açık seçik ortaya çıkması üzerine geri bastı; ama bu durumda bile Kiev’deki komedyen başkan daha epey bir süre Rusya’nın Polonya’ya füze attığında ısrar etti.
İkinci provokasyon da bu yıl 26 Ağustos tarihli. Sikorski o gün Polonya hava sahasında “yabancı bir cisim” görüldüğünü söyledi; genelkurmay bunun bir füze olmadığına göre herhalde dron olduğunu açıkladı. Daha havada gerçekten bir şey görülüp görülmediği ve görüldüyse bunun dron mu yoksa uçurtma mı olduğu bile ortaya çıkmadan Polonya’da fırtına koptu: sıcağı sıcağına yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre deneklerin yüzde 58,5’i ne olduğu bilinmese bile “bilinmeyen cisimlerin” vurulmasını istiyordu. (İlginçtir, kadınlar daha şahin: erkeklerin yüzde 55’ine karşılık karşı cinsin yüzde 60,8’i!)
Gerçi gene de Polonya halkının sağduyusunun, kadınlar dahil, Polonya yönetiminden daha güçlü olduğu ileri sürülebilir; çünkü bunların Ukrayna değil Polonya hava sahasında düşürülmesinden söz ediyorlardı.
Polonya üzerine bir önceki yazımı, “Varşova hükümetinin Kiev rejimine verilecek F-16’lara üslerini açarak veya başka bir yoldan kendisini Rusya ordusunun hedefi haline getirmesinin son derece mümkün” olduğunu yazmıştım. Sikorski’nin Rusya’ya ait füze ve dronları Ukrayna hava sahasında vuracakları açıklaması bunun bir adımıydı; ne var ki kontrolsüz bir adım. NATO genel sekreter yardımcısı (eski Romanya senato başkanı) Mircea Geoană derhal müdahale etti ve “herkes için sonuçları olabilecek” kararlar almadan önce müttefikleriyle danışmaya “çağırdı”.
Demek ki komedyen başkan Varşova yönetiminin resmi mutabakatına rağmen sözünü tutmadığından yakınırken tamamen haksız sayılmaz. Provokasyonları birlikte örgütlemiş olan suç ortaklarının birbirlerine karşı daha itimatlı davranması gerekir.
Geoană’nın uyarısı Varşova için çark etme zamanının geldiğini gösteren işaret fişeği oldu.
Kiev’deki toplantıda kavga haberinden birkaç gün önce Sikorski’nin siyasi durumun değişmeye başladığını gösteren bir mülakatı Le Monde’da yayınlandı. Polonyalı bakan burada uzun menzilli füzeler verilmesi talebini tekrar ediyordu gerçi, ama bunu oturttuğu bağlam dikkat çekiciydi: “Hedef Ukrayna’nın kazanmasıysa (bununla uluslararası sınırları üzerinde kontrolü yeniden tesis etmesini kastediyorum), yahut hedefiniz Ukrayna’nın dayanması mı? Bu ikinci stratejinin sorunu, Ukrayna’nın dayanma kapasitesinin sonsuz olmayışıdır.”
Ustalıklı bir ifade olduğuna kuşku yok; zira görünürde rejimin askeri kapasitesinin artırılmasını istiyor, ama bunu gerçekleşmeyeceği artık herkes tarafından aşikar olan bir amaç için: 1991 sınırlarına dönülmesi için söylüyor. Dolayısıyla bu talep daha ziyade demagojik bir nitelik taşıyor. Rejimin “dayanmasına” dayanan ikinci stratejiyi ise peşinen reddediyor. Bu durumda meali şu: rejim artık dayanamaz.
Sikorski sadece iki gün sonra gene Kiev’de Yalta European Strategy’nin 20’nci yıl toplantısında (toplantının adı da istihzayı andırıyor: “Kazanma Zarureti”) şöyle dedi: “Kırım Rusya için, bilhassa da Putin için sembolik olarak önem taşıyor, ama Ukrayna için de stratejik olarak önemli. Kırım’ı demilitarize etmeden nasıl bir anlaşmaya varabileceklerini bilmiyorum. … (Yarımadada buna — bn.) Hak sahibi sakinlerin kim olduğunu doğruladıktan sonra adil bir referandum hazırlama misyonuyla BM mandasına alabiliriz… Ve bunu 20 yıl ileri atabiliriz.” Gene ustalıklı bir manevra ekledi arkasından ve Kırım referandumunun ve Rusya kuvvetlerinin Kırım’a girmesinin ardından Kiev’in Kırım için “savaşmamış” olmasını ABD de dahil batının büyük bir hatası diye niteledi: “Ukraynalılar Kırım için sembolik bile olsa savaşmış olsalardı o (Putin — bn.) Donbass’a girmeye cesaret edemeyebilirdi.”
Ne Kırım’ın Rusya açısından “demilitarize” edilmesi ne de BM mandaterliğine devri söz konusu olabilir. Aynı şey Rusya’ya katılan dört oblast için de geçerli. Ama Sikorski resmi diskursu Kırım’dan parçalıyor, bu da diğer bölgelerin yolunu yapmak için.
Bu şimdiye kadar Kiev rejiminin en şahin müttefikinin ağzından hiç söylenmemiş bir şeydi; bu yüzden Kiev tarafını çileden çıkardı; rejimin dışişleri (ve, İnterfaks Ukrayna’nın yazdığına göre “Kırım Tatarları” da) derhal tepki verdi ve Kiev için Kırımsız bir “çözümün” mümkün olmadığını açıkladı.
Sikorski aynı toplantıda Rusya’yla savaşa hazırlanmak için henüz zamanları olduğunu da söyledi: “Britanya Putin’in (ordusunu — bn.) savaş öncesine döndürmek için beş, NATO’yu tehdit etmek içinse 10 yıla ihtiyacı olduğunu hesaplıyor. Bizim zamanımız var. Ukrayna bize bu değerli zamanı verdi; bunu kullanmalıyız.”
Oysa aynı Sikorski daha mayıs ayında Ukrayna’ya muharip göndermekten bahsediyordu. Gerçekte zaten (ölümlerin sayısından anlaşıldığı gibi) iki yıldır gönderiyorlar, ama birincisi resmileştirmiş değiller ve danışman, paralı asker yahut gönüllü olarak göstermeyi tercih ediyorlar. Öte yandan, ikincisi, daha yaz aylarında bunların daha aktif şekilde kullanılmasıyla ilgili siyasi bir karar alınmış görünüyor; nitekim Kursk’la ilgili haberlere bakılırsa bu saldırıda Polonyalı “gönüllüler” önemli bir rol oynadılar.
Ne var ki Kiev rejiminin askeri yenilgisi artık gizlenemiyor. Varşova’nın Kiev’e verdiği mühlet bu yılın sonuna kadardı; Sikorski 6 Mayıs’ta da rejimin zaferinden değil bu yenilgiyi geciktirmekten söz etmişti: “Amerikan (askeri yardım — bn.) paketi sayesinde bence Ukrayna’nın bu yıl kaybetmeyeceğinden emin olabiliriz.” NATO’nun (yani ABD’nin) Ukrayna hava sahasına Polonya müdahalesini reddetmesi Varşova’nın “desteğe aynı şekilde devam mı tamam mı” konusundaki son çekincelerini de ortadan kaldırdı; şimdi asker ve askeri yardım göndermektense kendi ve bölgesel militarizasyonunu tamamlamak gerek.
Polonya üzerine son yazımda bu ülkenin Rusya ile olası bir savaşa hazırlandığını yazmış ve Amerikan müdahaleciliğinin ideologlarından Hal Brands’in eğer A planına göre rejim NATO’ya alınmazsa B planına göre Polonya ve Baltık ülkelerinin Kiev rejimiyle birlikte Rusya’ya karşı bir askeri blok kurulmasını önerdiğini hatırlatmıştım. Mevcut durum, Kiev rejiminin yakın zamanda devlet olarak varlığını kaybedebileceğine işaret ediyor. Bu durumda Rusya ile savaş için diğerlerinin kendi kaynaklarını güçlendirmesi gerek. Neden kaybedecek ata oynasınlar ki?
Ve dahası, ortada bir ölü varsa neden didiklemesinler, üstelik bu sadece milliyetçi hezeyanların manevi tatmini için değil beklenen savaşa hazırlıkta kaynak tahsisi için de gerekli görülüyorsa?
Geçen yıl 19 Aralık’ta Rusya Savunma Bakanlığındaki genişletilmiş kolezyum toplantısında Putin şöyle demişti:
“Ukrayna’nın egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün yegâne garantörü Rusya’ydı… Ukrayna’nın batı toprakları mı? Ukrayna’nın onları nasıl aldığını biliyoruz. Stalin İkinci Dünya Savaşından sonra verdi. Polonya topraklarının bir kısmını, Lvov ve diğerlerini, bir takım büyük oblastleri verdi — buralarda 10 milyon insan yaşıyor. … Bir parça Romanya’dan, bir parça Macaristan’dan kopardı, hepsini oraya, Ukrayna’ya verdi. Ve orada yaşayan insanlar, her halükârda birçoğu, bunu kesinkes, yüzde yüz biliyorum, tarihi vatanlarına dönmek istiyorlar. Bu toprakları kaybeden ülkeler ise, öncelikle de Polonya, her rüyasında geri aldığını görüyor. Bu anlamda sadece Rusya Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün garantörü olabilirdi. İstemiyorlarsa gerek yok. Tarih her şeyi yerli yerine oturtur. Engel olmayacağız, ama kendimizin olanı da vermeyeceğiz.”