DÜNYA BASINI

CIA ve MI6, IŞİD’i nasıl yarattı?

Yayınlanma

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, Beşar Esad yönetimi devrilmeden önce yazılmıştı. Suriye savaşının başlangıcından bu yana, başta ABD ve Birleşik Krallık olmak üzere Batı ülkeleri ile bölgedeki müttefiklerinin Suriye El Kaide’sinin (Nusra Cephesi) ve sonrasında Irak-Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) büyümesine nasıl katkı sundukları iyi belgelenmiş durumda. Daha 2012 yılında yazılan bir Amerikan istihbarat raporu, Suriye’nin doğusu ile Irak’ın batısında bir “İslam emirliği” kurulmasının neredeyse mukadder olduğuna işaret ediyordu. IŞİD Irak kentlerini birer birer ele geçirdiği sıralarda bunun bir “Sünni devrimi-öfkesi” olduğuna dair analizler de çokça yapılıyordu. Batılı istihbarat örgütleri, Suriye’ye yabancı cihatçıların taşınmasında ve silahlandırılmasında büyük bir rol oynuyordu. Metindeki köşeli parantezler çevirmene aittir.


Kit Klarenberg
Global Delinquents
4 Nisan 2024

22 Mart’ta Moskova’daki Crocus City Hall’da meydana gelen ve en az 137 masum insanın ölümüne, 60’tan fazlasının da ağır yaralanmasına neden olan korkunç toplu katliamdan sadece 24 saat sonra ABD’li yetkililer katliamdan IŞİD’in Güney-Orta Asya kolu olan IŞİD-H’yi sorumlu tuttu. Birçokları için bu suçlamanın bu kadar hızlı olması, Washington’un Batı kamuoyunun ve Rus hükümetinin dikkatini kararlı bir şekilde asıl suçlulardan -Ukrayna ve/veya Kiev’in en önde gelen vekil sponsoru Britanya’dan- uzaklaştırmaya çalıştığı şüphesini uyandırdı.

Dört tetikçinin nasıl devşirildiği, yönlendirildiği, silahlandırıldığı, finanse edildiği ve kimler tarafından öldürüldüğüne ilişkin tüm ayrıntılar henüz açıklanmadı. Kremlin, Kiev’in SBU’sunun [Ukrayna Güvenlik Servisi] nihai mimarlar olduğuna dair kanıtları ortaya çıkardığını iddia ederken, servis bunu reddediyor ve Rus yetkililerin saldırıyı önceden bildiklerini ve önleyebileceklerini fakat Ukrayna’ya yönelik saldırılarını artırmak için bunu yapmadıklarını iddia ediyor. Katillerin IŞİD’in Tacikistan kanadına bağlı bir kripto para cüzdanından para aldıkları bildirildi.

İşin aslı ne olursa olsun, sorumlu dört kişinin canavarca eylemlerine gerçekte kimin ya da neyin sponsor olduğuna dair hiçbir fikirleri olmadığı kesindir. IŞİD’in fanatik, aşırı dini köktencilikten ilham alan ana akım tasvirinin aksine, grup öncelikle kiralık bir silah. Herhangi bir zamanda, ortak çıkarlara bağlı bir dizi uluslararası bağışçının emriyle hareket eder. Finansman, silahlar ve emirler savaşçılarına dolambaçlı yollardan ve şeffaf olmayan bir şekilde ulaşıyor. Grup tarafından üstlenilen bir saldırının failleri ile nihai düzenleyicileri ve finansörleri arasında neredeyse her zaman katman katman kesintiler vardır.

IŞİD-H’nin şu anda Çin, İran ve Rusya’ya, başka bir deyişle ABD İmparatorluğu’nun başlıca düşmanlarına karşı dizildiği göz önüne alındığında, “ana” gruplarının kökenlerini yeniden gözden geçirmek zorunludur. On yıldan biraz daha uzun bir süre önce birdenbire ortaya çıkan, ana akım medya manşetlerine ve Batı kamuoyunun bilincine birkaç yıl boyunca hakim olduktan sonra tekrar ortadan kaybolan IŞİD, bir aşamada Irak ve Suriye topraklarının geniş bir bölümünü işgal etti. Burada kendi para birimini, pasaportlarını ve araç plakalarını çıkararak bir “İslam Devleti” ilan etti.

ABD ve Rusya tarafından bağımsız olarak başlatılan yıkıcı askeri müdahaleler 2017 yılında bu şeytani yapıyı ortadan kaldırdı. CIA ve MI6 hiç şüphesiz son derece rahatlamıştı. Ne de olsa IŞİD’in tam olarak nasıl ortaya çıktığına dair son derece garip sorular kapsamlı bir şekilde ortadan kalkmış oldu. Göreceğimiz üzere, terör örgütü ve halifeliği karanlık bir gecede şimşek çakması gibi değil, Londra ve Washington’da tasarlanan ve casusluk teşkilatları tarafından uygulanan özel ve kararlı bir politika sayesinde ortaya çıkmıştır.

‘Sürekli düşmanca’

RAND, merkezi Washington DC’de bulunan oldukça etkili bir “düşünce kuruluşudur.” Pentagon ve diğer ABD hükümet kuruluşları tarafından yılda yaklaşık 100 milyon dolarla finanse edilen bu kuruluş, ABD’nin ulusal güvenliği, dış ilişkileri, askeri stratejisi ve denizaşırı ülkelerdeki gizli ve açık eylemleri hakkında düzenli olarak tavsiyeler yayınlamaktadır. Bu açıklamalar çoğu zaman daha sonra politika olarak benimsenmektedir. 

Örneğin, “Çin ile savaş” gibi “düşünülemez” bir olasılık üzerine Temmuz 2016 tarihli bir RAND makalesi, Pekin ile “sıcak” bir çatışma öncesinde Doğu Avrupa’nın ABD askerleriyle doldurulması gerektiğini öngörüyordu çünkü Rusya böyle bir anlaşmazlıkta şüphesiz komşusu ve müttefikinin yanında yer alacaktı. Bu nedenle Moskova’nın güçlerini sınırlarında bağlamak gerekli görülüyordu. Altı ay sonra, görünüşte “Rus saldırganlığına” karşı koymak için çok sayıda NATO askeri bölgeye geldi. 

Benzer şekilde, Nisan 2019’da RAND Extending Russia [Rusya’Genişletmek] başlıklı bir rapor yayınladı. Moskova’yı “rejimin istikrarını baltalamak” amacıyla “aşırı genişlemeye” “yemlemek” için “bir dizi olası araç” ortaya koydu. Bu yöntemler arasında Ukrayna’ya “ölümcül yardım” sağlamak; Suriyeli isyancılara ABD desteğini artırmak; “Belarus’ta rejim değişikliğini” teşvik etmek; Kafkasya’daki “gerilimleri” kullanmak; “Orta Asya’daki Rus etkisini” ve Moldova’yı etkisiz hale getirmek vardı. Bunların çoğu daha sonra gerçekleşti.

Bu bağlamda, RAND’ın Kasım 2008’de yayınladığı Unfolding The Long War [Uzun Savaş’ın Açılışı] adlı rapor tedirgin edici bir okuma sunuyor. Aynı ay Bağdat ve Washington arasında imzalanan çekilme anlaşmasının şartları uyarınca koalisyon güçleri Irak’tan resmen ayrıldıktan sonra ABD’nin Terörle Küresel Savaşı’nın nasıl sürdürülebileceğini araştırıyordu. Bu gelişme, tanımı gereği, işgal resmen sona erdiğinde “stratejik bir öncelik” olmaya devam edecek olan Basra Körfezi petrol ve gaz kaynakları üzerindeki Anglo hakimiyetini tehdit ediyordu.

RAND, “Bu öncelik, uzun savaşı sürdürme önceliği ile güçlü bir etkileşim içinde olacaktır,” açıklamasında bulunuyordu. Düşünce kuruluşu, çekilmenin yarattığı güç boşluğu sırasında Irak’ta ABD hegemonyasını sürdürmek için bir “böl ve yönet” stratejisi önermeye devam ediyordu. Bu stratejinin himayesi altında Washington “[Irak’taki] çeşitli Selefi-cihatçı gruplar arasındaki fay hatlarını kullanarak onları birbirlerine düşürüp enerjilerini iç çatışmalara harcarken”, “sürekli düşmanca davranan İran’a karşı otoriter Sünni hükümetleri destekleyecek”ti:

“Bu strateji büyük ölçüde gizli eylemlere, bilgi operasyonlarına, konvansiyonel olmayan savaşa ve yerel güvenlik güçlerine desteğe dayanmaktadır… ABD ve yerel müttefikleri, ulusötesi cihatçıları yerel halkın gözünde itibarsızlaştırmak için vekalet kampanyaları başlatmak üzere milliyetçi cihatçıları kullanabilir… Bu, ABD tüm dikkatini [bölgeye] dönene kadar… zaman kazanmanın ucuz bir yolu olacaktır. ABD liderleri ayrıca Müslüman dünyasındaki Şii güçlenme hareketlerine karşı muhafazakar Sünni rejimlerin yanında yer alarak… süregelen Şii-Sünni çatışmasından faydalanmayı da seçebilir.”

‘Büyük Tehlike’

Böylece CIA ve MI6 Batı Asya’daki Sünni “milliyetçi cihatçıları” desteklemeye başladı. Ertesi yıl Beşar Esad, Katar’ın, Doha’nın geniş gaz rezervlerini Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye ve Türkiye’yi kapsayan 1.500 kilometre uzunluğunda 10 milyar dolarlık bir boru hattıyla doğrudan Avrupa’ya ulaştırma önerisini iptal etti. WikiLeaks tarafından yayınlanan diplomatik kablolarda kapsamlı bir şekilde belgelendiği üzere, ABD, İsrail ve Suudi istihbaratı yerel bir Sünni isyanını körükleyerek Esad’ı devirmek için derhal harekete geçmiş ve bu amaçla muhalif grupları finanse etmeye başlamıştır.

Bu çaba Ekim 2011’de, Muammer Kaddafi’nin televizyonda yayınlanan cinayetinin ardından MI6’nın Libya’dan Suriye’ye silah ve radikal savaşçıları yönlendirmesiyle hız kazandı. CIA bu operasyonu denetledi ve İngiliz istihbaratını, entrikalarını Kongreye bildirmekten kaçınmak için bir paravan olarak kullandı. Ancak Haziran 2013’te, dönemin Başkanı Barack Obama’nın resmi onayıyla, Teşkilat’ın Şam’daki gizli kapaklı suç ortaklığı “Timber Sycamore” adı altında resmileşti ve daha sonra itiraf edildi.

O dönemde Batılı yetkililer Suriyeli vekillerini her durumda “ılımlı isyancılar” olarak adlandırıyordu. Oysa Washington, bu vekillerin işgal ettikleri topraklarda köktendinci bir halifelik kurmaya çalışan tehlikeli aşırılık yanlıları olduğunun farkındaydı. Bilgi Edinme Özgürlüğü yasaları kapsamında yayınlanan Ağustos 2012 tarihli bir ABD Savunma İstihbarat Ajansı [DIA] raporu, bu dönemde Batı Asya’daki olayların “açık bir mezhepsel yön aldığını” ve radikal Selefi grupların “Suriye’deki isyanı yönlendiren ana güçler” olduğunu gözlemlemektedir.

Bu gruplar arasında El Kaide’nin Irak kanadı (EKI) ve onun şemsiye kolu olan Irak İslam Devleti (IİD) de yer alıyordu. Bu ikili, DIA raporunun sadece öngörmekle kalmayıp görünüşte onayladığı bir ihtimal olan IŞİD’i oluşturmaya devam etti:

“Eğer durum kötü giderse, Suriye’nin doğusunda ilan edilmiş ya da edilmemiş bir Selefi prensliği kurulma ihtimali var… Bu tam da muhalefeti destekleyen güçlerin Suriye rejimini izole etmek için istediği şey… IŞİD, Irak ve Suriye’deki diğer terör örgütleriyle birleşerek bir İslam devleti de ilan edebilir ki bu büyük bir tehlike yaratacaktır.”

Bu ciddi kaygılara rağmen CIA, bu “yardımın” kaçınılmaz olarak IŞİD’in eline geçeceğini bile bile Suriye’nin “ılımlı isyancılarına” hesapta olmayan büyüklükte silah ve para sevkiyatı yapmaya devam etti. Dahası, Britanya eş zamanlı olarak bir yandan yaralı cihatçılara tıbbi yardım sağlarken bir yandan da muhalif milisleri öldürme sanatında eğitmek için milyonlarca dolara mal olan gizli programlar yürüttü. Londra ayrıca Katar’dan satın aldığı çok sayıda ambulansı ülkedeki silahlı gruplara bağışladı.

Sızdırılan belgelere göre bu çabalardan elde edilen ekipman ve personelin El Nusra, IŞİD ve Batı Asya’daki diğer aşırılık yanlısı grupların eline geçme riski İngiliz istihbaratı tarafından kaçınılmaz olarak “yüksek” olarak değerlendirilmiştir. Yine de bu tehlikeye karşı koymak için eşzamanlı bir strateji yoktu ve operasyonlar hızla devam etti. Sanki IŞİD’i eğitmek ve silahlandırmak MI6’in tam da istediği bir sonuçmuş gibi.

Çok Okunanlar

Exit mobile version