Çevirmenin notu: Avrupa’daki savaş devam ederken Orta Doğu ve Arap ülkeleri son yılların en sakin dönemini geçiriyor. Bu sükûnet döneminde, tarihi sayılabilecek hadiseler de meydana geldi. Bunların başında, Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkilerin, Çin’in arabuluculuğuyla normalleşmesi geliyor. Bunun diğer bölge ülkeleri üzerinde de etkileri oldu ve Yemen’deki dondurulmuş çatışmada (ki esasında Suudi Arabistan ve çeperindeki Körfez ülkelerinin Mart 2015’te başlattığı bir işgaldi) uzun zaman sonra ilk kez çözüm belirtileri görülmeye başladı. Ayrıca Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşü de büyük sayılabilecek bir gelişmeydi. Durumun Çin’in ABD karşısındaki amansız yükselişiyle bir ilgisi olduğu muhakkak ve burada, öteden beri Washington’un bölgedeki ileri karakolu olan İsrail’in Çin ile geliştirdiği ilişkiler ve bu ilişkilerdeki açmazlar yakından bakmayı hak ediyor.
Çin-İsrail ilişkileri ne kadar istikrarlı?
Giorgio Cafiero
Arab Center Washington DC
28 Ağustos 2023
Yirmi birinci yüzyıl Çin’in Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki iktisadi yükselişine tanıklık etti. Pekin’de 10 Mart’ta imzalanan Suudi-İran normalleşme anlaşmasıyla da vurgulandığı üzere Çin’in bölgedeki diplomatik etkisi de artıyor. Uluslararası jeopolitik düzen daha çok kutuplu hale geldikçe, dünyanın jeo-iktisadi ağırlık merkezi Kuzey Amerika ve Avrupa’dan Asya’ya doğru kaydıkça, bölgedeki neredeyse tüm aktörler yükselen Çin ile bağlarını derinleştirdi. İsrail de bir istisna değil. Çin-İsrail iktisadi bağları yatırım, teknoloji, altyapı, lojistik, bilimsel işbirliği, turizm, inşaat ve eğitim dahil olmak üzere pek çok sektörde geniş bir yelpazeye yayılmış durumda. Ancak, en az üç ana faktör muhtemelen ikili ilişkilerin büyümesini sınırlayacaktır: Pekin’in Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki dış politikası ve İsrail’in düşmanlarıyla olan ilişkileri, İsrail’in Çin’e yapılan bazı teknoloji transferleriyle ilgili güvenlik kaygıları ve ABD’nin İsrail’e Asya deviyle olan ilişkilerini soğutması için yaptığı baskı.
Bu dinamikler İsrail’in Çin ile ilişkilerine tavan yaptırsa da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu daha derin bir ilişkinin ülkesinin çıkarlarına hizmet edebileceğine inanıyor gibi görünüyor. Haziran ayında Pekin’e davet edilen Netanyahu’nun Çin başkentine dördüncü resmi ziyaretini gerçekleştirme planları, hükümetinin İsrail’in uluslararası arenadaki diplomatik konumunu güçlendirme arayışıyla örtüşüyor. İsrail’in küresel ilişkilerini Batı’nın ötesinde çeşitlendirmek Netanyahu’nun hedeflerinden biri, zira Tel Aviv’in iktidar koalisyonundaki aşırılıkçıların son derece kışkırtıcı eylem ve söylemleri Batı başkentleriyle sürtüşmeyi körüklüyor. İç politika da konuya dahil. Netanyahu hükümetinin stratejik düşüncesinin bir parçası da İsrail içindeki siyasi ve sosyal krizleri büyük iktisadi anlaşmalarla örtmesi muhtemel Pekin ziyaretiyle dengeleme çabasında da görülebilir.
İsrail ayrıca Çin’i İran ve Suudi Arabistan üzerinde etkisi olan yükselen bir güç olarak görüyor ki bu da İran’ın nükleer programı veya Suudi-İsrail normalleşme anlaşması beklentileri de dahil olmak üzere Tel Aviv’in çıkarlarını ilerletme adına potansiyel olarak kullanılabilir. Ayrıca Çin’in Abraham Anlaşmalarına verdiği destek, gelecekte daha güçlü Çin-İsrail ilişkileri için yeni bir temel daha oluşturabilir.
Düşmandan dosta
1940’lardan bu yana Çin-İsrail ilişkileri farklı evrelerden geçti. İsrail’in kuruluşundan bir yıl sonra 1949 Çin Komünist Devrimi gerçekleşti. Bu devrim ile Çin’in 1970’lerin sonundaki İktisadi Reform ve Açılımı arasında Pekin’in Arap dünyasındaki dış politikası (çoğunlukla devrimci amaçlarla) radikal Arap hükümetleri (Mısır, Libya, Irak, Suriye, Güney Yemen, vb.) ve Filistin’deki gibi ulusal kurtuluş hareketlerini desteklemişti.
Fakat 1979 yılına gelindiğinde Çin, İsrail ile daha pragmatik ve daha az ideolojik bir ilişki kurmaya başlamıştı. Bu, İsrail savunma teknolojisinin Pekin’e transferi için sözleşmeler imzalanmasını gerektirdi. Haziran 1990’da ise iki ülke Pekin’de İsrail Bilimler ve Beşerî Bilimler Akademisi İrtibat Bürosu ve Tel Aviv’de Çin Uluslararası Seyahat Servisi ofisi olmak üzere “fiili büyükelçilikler” açtı. Ocak 1992’de iki ülke tam teşekküllü ilişkiler kurdu. Geçtiğimiz 31 yıl içinde Çin-İsrail iktisadi ilişkileri önemli ölçüde büyüdü. Çin İstatistik Bürosuna göre 1992 yılında 50 milyon dolar olan ikili ticaret 2021 yılında 22,8 milyar dolara ulaştı. 2021-22’de Çin, İsrail’in en büyük ithalat kaynağı olarak ABD’nin yerini aldı ve İsrail, Çin’in para birimi renminbiyi yabancı rezervlerine ekledi.
Netanyahu’nun 2009’da İsrail’in başbakanı olarak geri dönmesinin ardından iktisadi ilişkiler yeni boyutlara ulaştı. Mart 2017’de Netanyahu, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’i Pekin’de ziyaret ederken iki ülke teknolojik işbirliğine dayalı kapsamlı ve yenilikçi bir ortaklık ilan etti. Bunu, Çin’in İsrail ekonomisine yaptığı yatırımların artması izledi.
İsrail’in Doğu Akdeniz’deki konumu, Pekin’in Kuşak ve Yol Girişimi (KYG) kapsamında ikili ilişkilere verdiği değere katkıda bulundu. Çinliler ve İsrailliler, 2017 yılında Kuşak ve Yol Girişimi işbirliğini ilan ederek ikili ilişkilerinde yeni bir sayfa açtılar. Pekin’in bakış açısına göre İsrail, KYG açısından eşsiz bir pazar. Çin, Doğu Akdeniz’de daha fazla varlık göstermeye çalışırken İsrail’in nispeten düşük yatırım riski ortamı Pekin’e cazip geliyor. İsrail’in Akdeniz’deki doğalgaz rezervlerinin geliştirilmesi, gelişen İsrail limanları ve BAE ile normalleşmesinin ardından daha fazla Arap ülkesiyle artan ticareti ile birlikte, İsrail’in komşu ülkeler Kıbrıs, Mısır ve Yunanistan ile güçlendirdiği artan iktisadi ve enerji bağları da öyle.
Çin’in İsrail’e olan ilgisi, İsrail’in pek çok yenilikçi şirketin iş yaptığı bir teknoloji merkezi olmasıyla da yakından ilgili. İsrail de Çin’i büyük bir ihracat pazarına sahip ve en hızlı büyüyen büyük ekonomi olarak görüyor. Pekin’deki hükümet, Çinli şirketleri İsrailli teknoloji şirketlerini (HexaTier, Visualead, ThetaRay, Lumus, Pixellot, vs.) satın almaya, onlarla ortaklık kurmaya ve onlara yatırım yapmaya ve Aşdod ve Hayfa limanları, Tel Aviv hafif raylı sistemi ve Carmel Tünelleri gibi büyük altyapı projelerinde aktif olmaya güçlü bir şekilde teşvik etti.
Potansiyel problem kaynakları
1990’ların başından bu yana Çin-İsrail ilişkilerinde pek çok sektörde yaşanan hızlı büyümeye rağmen, İsrail’in Çin ile ilişkilerine ne kadar bağlı kalacağı konusunda ciddi kuşkular uyandıran üç ana faktör var. Bu dinamikler önümüzdeki yıllarda ikili ilişkilerin istikrarını sorgulatıyor.
Birincisi, Pekin’deki karar alıcıların İsrail’i çatışmalarında, “gölge savaşlarında” ve Filistinliler, Lübnan Hizbullah’ı, Suriye ve İran ile olan anlaşmazlıklarında desteklemesi pek mümkün değil. Orta Doğu’daki güçleri bölen siyasi krizlerde taraf tutmaktan kaçınmaya çalışan Çin, bölgede “stratejik belirsizliği” temel alan “herkesin dostu” bir dış politikaya bağlı kalmaya devam ediyor. Başka bir deyişle İsrail, Çin’de ABD’nin yaptığı gibi Orta Doğu’daki saldırganlığını destekleyecek bir müttefik bulamayacaktır. Aslında bazı durumlarda Çin’in bölgedeki dış politikasının İsrail’in algılanan ulusal çıkarlarına zarar verdiği görülüyor.
Çin-İran ilişkileri bunun bir örneği; Pekin, İranlıların ABD yaptırımlarını delmesine yardımcı olarak Washington’un İslam Cumhuriyeti’ni tecrit etme ve zayıflatma çabalarının altını oyuyor. Pekin’in Filistin konusundaki tutumu da bir başka örnek. Çin, İsraillilerle Filistinlilerden çok daha derin iktisadi ilişkilere sahip olmasına ve Pekin’in Filistinlilere verdiği desteğin artık büyük ölçüde retorik ve sembolik olmasına rağmen, Çinli karar alıcılar İsrail’i Filistinlilere hiçbir İsrail hükümetinin, özellikle de mevcut hükümetin vermeyi düşünmeyeceği tavizler vermeye çağırıyor. Elbette Çin ile İsrail arasında, Filistin ile ilgili konulardaki anlaşmazlıklar, Çin-İsrail iktisadi ilişkilerinin gelişmesini engellemedi ama İsrail’in Batı Şeria’yı işgali, Çin ile İsrail’in aynı görüşte olma şansını sınırlayabilir. Ayrıca Çin hükümeti Lübnan’daki Hizbullah’ı ya da Gazze’deki Hamas’ı “terör örgütü” olarak görmüyor, bu grupları Lübnan ve Filistin’deki kesimlerin meşru temsilcileri olarak değerlendiriyor.
2012 yılında Çin’in o dönemki Lübnan Büyükelçisi Wu Zexian, Hizbullah yanlısı bir gazete olan El Ahbar’a verdiği mülakatta, Pekin’in Hizbullah konusundaki tutumunu ele almıştı. İsrail’i Lübnan’da işgalci bir güç olarak nitelendiren Wu, “Lübnanlıların ülkelerini korumak ve egemenliklerini muhafaza etmek için gösterdikleri tüm çabaların meşru olduğunu” ve Hizbullah’ın Lübnan’da silahlı bir grup olarak statüsünün Lübnanlıların herhangi bir dış müdahale olmaksızın kendi aralarında diyalog yoluyla ele almaları gereken bir iç mesele olduğunu vurgulamıştı. Son zamanlarda Çinli şirketler ve hükümet, tüm Akdeniz ülkeleriyle ilişkileri geliştirme çabalarının bir parçası olarak Lübnan’da rol oynamaya büyük ilgi gösterdi.
Pekin yönetimi, uzun zamandır ABD’yi İsrail’in Hamas yönetimindeki Gazze’ye yönelik askerî harekâtlarına verdiği destek konusunda yalnız olarak tanımlıyor ve Washington’u Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde İsrail’i eylemlerinden sorumlu tutma çabalarını engellemekle suçluyor. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, İsrail’in Mayıs 2021’de Gazze’de gerçekleştirdiği Duvarları Koruma Harekâtına cevaben BMGK toplantısında İsrail’in tutumunu kınamış ancak Hamas’ı roket saldırıları nedeniyle eleştirmemişti. Çin, ayrıca İsrail ile Hamas arasındaki gerilimi azaltmak üzere kendi desteklediği bir girişimin parçası olarak İsrail’in Gazze ablukasına son vermesi konusunda ısrarcı olmuştu.
İkinci olarak, İsrail yıllar içinde teknoloji sektöründe Çin ile daha derin ilişkilerin yarattığı bazı riskleri görmeye başladı. Bunlar veri gözetimi, gri bölge teknoloji transferleri, siber güvenlik ve veri hırsızlığı ile ilgili. Çin’de fikri mülkiyet haklarının zayıf bir şekilde uygulandığı göz önüne alındığında İsrail’in fikri mülkiyetinin çalınması ve teknoloji alanındaki rakiplerine karşı avantajlarını kaybetmesi konusunda kaygılar mevcut. Dahası, Çinli teknoloji şirketlerinin İsrail’in bazı düşmanlarıyla iş yapması nedeniyle ulusal güvenlik kaygıları İsraillileri çift kullanımlı teknolojilerin Çinlilere transferi konusunda temkinli davranmaya itiyor. ABD de teknoloji sektöründe Çin-İsrail işbirliğine ilişkin bu tür kaygılarını dile getirmişti.
Üçüncüsü ve belki de en önemlisi, Washington’un Çinlilerin İsrail ekonomisindeki ayak izlerini büyütmelerini engelleme konusunda İsrail’e yaptığı baskı. Trump döneminde ABD, Çin-İsrail işbirliğinin belirli alanlarda derinleşmesinden duyduğu endişeyi dile getirmişti. Biden yönetimi de Çin’in İsrail ekonomisi için artan öneminden duyduğu rahatsızlığı ifade etti ve Biden’ın nihai halefi de muhtemelen aynını yapacaktır.
2019 yılında ABD Savunma Bakanlığı, Amerikan ordusunun Çin’in İsrail’deki yatırımlarına ve İsrail ile ticaretine “son derece ihtiyatlı” baktığını açıklamıştı. Washington’daki yetkililer, Çin devletine ait Şanghay Uluslararası Liman Grubu’nun, İsrail’in, ABD Donanmasının Altıncı Filosunun uğrak limanı olan Hayfa limanını yönetmek üzere yaptığı 2 milyar dolarlık anlaşmanın Amerikan ulusal güvenliği üzerindeki potansiyel etkilerinden tedirgin oldular. Orta Doğu’dan sorumlu Savunma Bakan Yardımcısı Mick Mulroy, “ABD ve İsrail ekonomilerinin açıklığı ülkelerimiz için bir güç, ancak ihtiyatlı olmazsak kötü niyetli aktörler bundan faydalanabilir,” dedi. ABD’li yetkililer ayrıca Çin’in, Tel Aviv’deki hafif raylı sistemdeki yatırımlarının kaygı verici olduğunu belirtmiş ve 2020’de Trump yönetimi, Çin kontrolündeki bir şirketin İsrail’in merkezindeki bir su arıtma tesisi çalışmalarındaki rolü hakkında açıklama talep etmek için İsrailli yetkililerle temasa geçmişti.
Genişleyen ilişki
Nihayetinde Çin ile İsrail, gelecekte daha da genişleme potansiyeline sahip olan derin ilişkilerini sürdüreceklerdir. Pekin’in uluslararası arenada artan etkisi göz önüne alındığında İsrail, Çin ile olan ilişkisini, ABD ve Avrupalı güçlerle olan ortaklıklarını dengeleme çabaları açısından kritik olarak görmeye devam edecektir. İktisadi açıdan Çin ile İsrail birbirlerine, özellikle de teknoloji söz konusu olduğunda, iki ülkenin de bu ikili ilişkinin değerini göz ardı edemeyeceği kadar çok şey sunuyor.
Bununla beraber ABD, İsrail’in dış politika ve savunma stratejilerinde Çin’in oynamayacağı özel bir rol oynuyor. Hem Demokratların hem de Cumhuriyetçilerin Orta Doğu’ya baktıkları İsrail yanlısı mercek, Pekin’in bölgeye bakış açısından farklı. Sorulması gereken kritik sorular ve izlenmesi gereken eğilimler, İsrail liderliğinin ABD ile Çin arasındaki “yeni soğuk savaşı”, özellikle de bunun Orta Doğu’daki sonucunu nasıl yönlendireceği ile ilgili. İsrail için önemli bir sınav da Tayvan konusunda askeri bir çatışma olacaktır ki bu da İsrail’in muhtemelen Washington’un yanında yer almasını ama aynı zamanda Pekin ile sağlam ilişkiler sürdürme konusundaki çıkarlarını korumaya çalışmasını gerektirecektir.
Büyük olasılıkla, ABD olmasaydı, İsrail Çin ile ortaklığını daha da güçlendirme konusunda girişimlerde bulunacaktı. Fakat Washington, büyük güç rekabetine odaklanmaya devam ettiği ve Çin’i ABD’nin ulusal güvenliğine yönelik büyük bir tehdit olarak gördüğü sürece İsrail, Washington’da Çin ile ilişkilerinin niteliğine dair iki partinin de kaygılarıyla mücadele etmek zorunda kalacaktır.