DÜNYA BASINI

Çin’de realist ekolün temsilcisi Yan Xuetong: Trump Tayvan Boğazı’nda Çin’le savaşa girmek istemez  

Yayınlanma

Çin realizminin öncülerinden Yan Xuetong, yaklaşan ABD başkanlık seçimleri öncesi değerlendirmelerde bulundu: “Trump, Tayvan Boğazı’nda Çin ile savaşa girmek istemez. Boğazda bir savaşı önleme konusunda Biden’dan daha temkinli davranacaktır… Ancak Çin ile ABD arasındaki ticari anlaşmazlığın daha da kötüleşmeye devam edeceğini düşünüyorum.”

Tsinghua Üniversitesi Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü Direktörü ve The Chinese Journal of International Politics dergisinin baş editörü olan Prof. Dr. Yan Xuetong, ayrıca Çin’de Uluslararası İlişkiler (Uİ) disiplininde realist yaklaşımın temsilcisidir.

Çin akademisinin kendine özgü, Batı dışı Uluslararası İlişkiler teorisi geliştirme çabalarına öncülük eden isimlerden biri olan Yan Xuetong, 2005 yılında Uluslararası İlişkiler disiplinini Batılı olmayan düşünce ve tarihsel deneyimlerle zenginleştirmeyi amaçlayan bir araştırma projesi başlatmıştır. Batılı realist yaklaşımın temel varsayımlarını eski Çin felsefesinden türetilen yeni kavramlarla birleştiren Yan, ahlaki realizm (moral realism) teorisini geliştirmiştir. Ahlaki realizm teorisi ile Çin’in yükselişini ve uluslararası düzendeki değişimleri açıklamayı hedefleyen Yan Xuentong, realist yaklaşımın merkezindeki ‘güç’ unsurunu Çin felsefesinden ödünç aldığı ‘ahlak’ kavramı ile birleştirerek ‘büyük güç’ için yeni bir tanımlama yapmaktadır.

Aşağıda çevirisini paylaştığımız röportaj, Yan Xuetong’un ve aynı ekolden gelen Çinli entelektüellerin, Çin’e özgü realist yaklaşımla ABD-Çin ilişkilerini, Çin’in uluslararası düzendeki rolünü ve çok kutupluluk tartışmalarını nasıl okuduğunu anlamak açısından önemli. Öte yandan Çin Uİ akademisinde Yan’ın realizmini eleştiren, eksik bulan ve özgün teori geliştirme iddiasıyla kendi kavramlarını üretmeye çalışan farklı yaklaşımlar da mevcut.

***

Önümüzdeki 10 yıl: Tsinghua Üniversitesi’nden Yan Xuetong, Trump, Tayvan ve bunların Çin için ne anlama geldiğini anlatıyor

Kawala Xie, South China Morning Post

-Sizce eski ABD Başkanı Donald Trump Tayvan konusunda nerede duruyor? Son döneminde yaptığı gibi “tek Çin” politikasına meydan okuyacak mı?

Trump’ın Tayvan konusunda ABD Başkanı Joe Biden’dan daha ileri gideceğini sanmıyorum. Biden ve Trump dönemlerinin politikalarını karşılaştırırsanız, Biden’ın [yönetiminin] Tayvan’ın bağımsızlığına Trump’tan daha meyilli olduğunu görürsünüz. Fark etmiş olabileceğiniz bir husus da Trump’ın her zaman Soğuk Savaş’tan bu yana yeni bir savaşa dahil olmayan tek ABD başkanı olduğunu iddia etmesidir. Bu ne anlama geliyor? Trump gerçekten de Tayvan Boğazı’nda Çin ile savaşa girmek istemiyor. Boğazda bir savaşı önleme konusunda Biden’dan daha temkinli davranacaktır.

-İki ülke başkanının kasım ayında San Francisco’da bir araya gelmesinden bu yana Çin ve ABD arasında bir şey değişti mi? Zirve herhangi bir şey başardı mı?

San Francisco zirvesi aslında Çin ve ABD’nin Tayvan konusunda savaşa girmesini engelledi. Çin ve ABD arasındaki ana temel sorunu çözdü.

Tayvan lideri William Lai Ching-te’nin göreve başlamasının ardından bu kez Tayvan Boğazı’nda yapılan tatbikatların son gününde Çinli ve Amerikalı askeri yetkililer bir video görüşmesi gerçekleştirdi. Bu da Çin ve ABD’nin Tayvan ihtilafının bir savaşa dönüşmesini engellemek için bir kriz yönetim mekanizması kurduğunu gösteriyor.

Çin ve ABD arasındaki çatışma ve karşı karşıya gelme zirvenin ardından durmadı ancak iki önemli şekilde değişti. Birincisi, daha da kötüye gitti: ABD, Çin’i çevreleme politikasını teknolojik ayrışmadan ticari korumacılığa kadar genişletti… Çin ile ABD arasındaki ticari anlaşmazlığın daha da kötüleşmeye devam edeceğini düşünüyorum.

Peki diğer nispeten olumlu değişiklik nedir? İki taraf, öğrenciler arasında, ikinci aşama diyaloglarda ve akademik değişimler de dahil olmak üzere sosyal değişimleri güçlendirmek için bir anlaşmaya vardı. Çin ve ABD arasındaki sosyal değişimler bir önceki yıla göre daha rahat bir hale geldi.

-Pekin bu alışverişlerin Trump’ın Beyaz Saray’a dönme ihtimali nedeniyle sekteye uğrayabileceğinden endişe ediyor mu?

Seçimin sonucu ne olursa olsun, Trump ya da Biden kazansın, Çin-ABD ilişkilerinin şu andan gelecek yılın ilk yarısına kadarki genel eğilimi sürekli kötüleşme yönünde olacaktır. Seçimler yoğunlaştıkça, her iki taraf ve partileri Çin’e karşı daha sert olmak zorunda kalıyor, bu nedenle Biden yönetimi kesinlikle ikili ilişkiler için yapıcı olmayan bazı yeni politikalar getirecektir.

Ancak kimin kazandığına bağlı olarak etkiler farklı olacaktır. Biden kazanırsa, ikili ilişkiler temelde şu anda olduğu gibi aynı yolda devam edecek. Ancak Trump kazanırsa – ki kazanma ihtimali giderek artıyor – Çin ve ABD arasındaki ekonomik çatışma artacak ve güvenlik konusundaki anlaşmazlıklarından bile daha ciddi olacak.

Trump, Çin ürünlerine yönelik gümrük vergilerini Biden’dan daha büyük ölçekte artırırsa, Çin kesinlikle kendi önlemleriyle karşılık verecektir. Eğer [Washington] Çin ürünlerinin ithalatını kısıtlarsa, Çin de Amerikan ürünlerine ancak belli bir ölçüde kısıtlama getirebilir.

-Trump kazanırsa, Çin’in Avrupa Birliği ile ilişkileri nasıl olacak?

Biden ya da Trump’ın kazanmasından bağımsız olarak, önümüzdeki yıl Çin-AB ilişkilerinde kademeli bir iyileşme olacaktır. Zira İsrail-Hamas savaşı Avrupa ülkeleri ile ABD arasındaki mesafeyi açmıştır.

Avrupa ülkeleri Gazze konusunda stratejik olarak ABD ile aralarına mesafe koydukları sürece, bu konudaki pozisyonları kaçınılmaz olarak Çin’inkine yakın olacaktır. Dolayısıyla Çin ile Avrupa arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine yönelik siyasi koşullar, Avrupa ülkelerinin Çin’i eleştirdiği Ukrayna savaşının yaşandığı döneme kıyasla daha iyi olacaktır.

ABD’nin müttefikleri buna hazırlanmaya başladı. Daha bu yıl Almanya Başbakanı [Olaf Scholz] Çin’i ziyaret etti ve Çin, Japonya ve Güney Kore arasındaki diyalog 4 buçuk yıl sonra yeniden başladı. Bunun nedeni açık: Trump’ın güvenlik konularında Biden kadar güçlü bir şekilde Çin’in karşısına çıkacağını düşünmüyorlar. Başka bir deyişle, Trump’ın müttefiklerine sağladığı güvenlik korumaları Biden dönemine göre çok daha zayıf olacak, bu nedenle Çin ve ABD arasında tuttukları dengeyi ayarlamaları gerektiğini biliyorlar.

-Çin son Japonya-Filipinler güvenlik anlaşmasından endişe duymalı mı?

ABD’nin başlıca stratejik rakibi olarak Çin de hazırlıklı olmalı. Çin’in de ABD müttefikleriyle ilişkilerini geliştirmek için inisiyatif alacağını düşünüyorum – muhtemelen güvenlik açısından değil. Çin’in bu ülkelerle ekonomik ve sosyal ilişkilere ağırlık vermesi daha muhtemel. Çünkü ister Avrupa, ister Japonya, ister Güney Kore ya da başka bir ülke olsun, Çin pazarına hala ihtiyaçları var.

-AB, Çin’in elektrikli araçlar gibi yeni enerji ürünlerine yönelik sübvansiyon iddialarına ilişkin soruşturma başlattı. Sizce bu tür ticari anlaşmazlıkları yönetmenin bir yolu var mı? 

ABD güvenlik konusunda müttefikleriyle arasına mesafe koydu diye Çin ile ABD müttefikleri arasındaki ekonomik ilişkiler otomatik olarak iyileşmeyecektir. Çin’in bu konuda hala yapması gereken çok şey var.

Avrupa Birliği bu konuda iyi bir örnektir. Çin ve ABD arasındaki stratejik ilişki ne olursa olsun, Avrupa, Avrupa pazarına karşı daha korumacı olma eğilimindedir. Popülizm ve korumacılık da yükselişte.

Ben şahsen Çin ve Avrupa ülkelerinin ticari anlaşmazlıkları çözmek istiyorlarsa, birbirlerine karşı kısasa kısas misilleme yapmak yerine yeni alanlarda işbirliğine odaklanmaları gerektiğini düşünüyorum. Örneğin, elektrikli otomobiller konusunda Avrupa, Çin ile üretim konusunda ortak çalışmalar yapabilir ve bunu Avrupa ülkeleri için karlı hale getirebilirse işbirliğini yeniden gözden geçirebilir. Çin’den daha fazla araba ithal etmesi, Çin’in elektrikli araba yapması için daha fazla parça ihraç edebileceği anlamına geliyor. Çin arabalarını ithal etmezse, Çin daha az üretecek ve o zaman da daha az parça ihraç edecektir. Çin ve Avrupa arasındaki ekonomik ilişkilerin gelişmesine yardımcı olabilecek böyle bir çıkar ilişkisi kurmalıdır.

-Önümüzdeki 10 yıl içinde Çin-ABD ilişkileri hakkında bir tahminde bulunmak ister misiniz? İki ülke ekonomik, teknolojik ve askeri güç açısından nasıl karşılaştırılacak?

Uluslararası ilişkiler açısından, İsrail-Gazze savaşı ABD’nin küresel siyasi etkisini azaltacaktır. Bu zaten çok açık, çünkü müttefikleri bile bu konuda onunla aralarına mesafe koymak zorunda. Bu durum savaşın sonuna kadar da değişmeyecek.

ABD’nin [uluslararası] ilişkileri daha da kötüleşirken, Çin’in [uluslararası] ilişkileri de mutlaka iyileşmek zorunda değil. Ancak ABD’nin diğer büyük güçlerle stratejik ilişkileri zayıflayacağından, Çin ile ABD arasındaki stratejik denge ABD’nin aleyhine bozulacaktır.

Çin ve ABD’nin ekonomik büyüklükleri halihazırda diğer büyük güçlerin dört ila yedi katı olduğu için, kapsamlı güç açısından Çin ve ABD önümüzdeki 10 yıl içinde diğer ülkelerle aralarındaki farkı daha da açacaktır. ABD’nin GSYİH’si, Çin hariç diğer büyük ülkelerin GSYİH’sinden en az yedi kat daha fazladır. ABD ekonomisi yılda yüzde 1 büyürse, Çin dışındaki ülkelerin aradaki farkın açılmasını önlemek için en az yüzde 7 büyümesi gerekir. Bunu başarmak mümkün değil.

Peki ya Çin? Diğer ülkelerle Çin arasındaki GSYİH farkı en az dört kat, yani … Çin yılda yüzde 2 büyürse, bu ülkelerin aradaki farkın açılmasını önlemek için yüzde 8 büyümeleri gerekecek. Bu da sadece küçük bir olasılıktır. Çin’in yıllık en az %2 ya da daha fazla büyümeyi sürdürmesi zor değil.

Çin’in ikinci çeyrek büyümesi %4,7 ile beklentilerin altında kaldı. Bunun sonucu olarak Çin ve ABD arasındaki iki kutuplu yapı daha belirgin hale gelecektir.

İkinci olarak, önümüzdeki beş yıl içinde, 2024’ten 2029’a kadar, Çin ve ABD arasındaki GSYİH farkı açılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Neden mi? Yapay zeka ve çip araştırma ve üretiminde Çin ve ABD arasındaki fark giderek artıyor ve bu iki şey hem Çin hem de ABD ekonomilerinin giderek daha fazla bağımlı olduğu gelecekteki dijital ekonomi üzerinde büyük bir etkiye sahip.

Bir başka faktör de önümüzdeki beş yıl içinde Çin’deki yabancı ve Çinli özel yatırımların ABD’deki yabancı ve Amerikalı özel yatırımlardan daha az olabileceği. Dolayısıyla, ABD’deki toplam yatırım Çin’dekinden daha büyüktür ve ABD’nin yapay zeka ve çip araştırma ve geliştirme alanında Çin ile arasındaki fark da açılabilir. Sonuç olarak, Çin ve ABD’nin GSYİH farkı açılma tehlikesiyle karşı karşıya.

Savunma harcamaları açısından ABD yılda 900 milyar ABD dolarının üzerinde harcama yapmaktadır. Çin ise bunun yüzde 30’undan daha azını harcamaktadır. ABD de savaşlara katılıyor ve savaş deneyimi kazanıyor. Dolayısıyla önümüzdeki beş yıl içinde Çin’in askeri güç bakımından ABD ile arasındaki farkı kapatması daha az mümkün.

2030’dan 2034’e kadar ise tahmin yapmak daha zor. Çünkü 2030’a kadar “karşı küreselleşme” daha güçlü olacak ve hem Çin hem de ABD önceki beş yıla göre daha büyük kalkınma sorunlarıyla karşı karşıya kalacak. Popülizm dünyanın ideolojisine hakim olacak ve her iki ülkenin de bununla başa çıkmak için büyük politika düzenlemeleri yapması gerekecek. Her iki ülke için de içeride ve dışarıda daha büyük zorluklar yaşanacak. Bakalım kim bununla daha iyi başa çıkabilecek.

Bu dönemde Çin’in ABD ile arasındaki güç farkını kapatması gibi büyük bir ihtimal olduğunu düşünmüyorum. Ancak aradaki farkın açılmasını durdurmak mümkün. Çin ile ABD arasındaki fark bu dönemde yeniden daralmaya başlayabilir mi? Bu mümkün, ancak bu Çin’in ABD’den daha fazla politika reformu yapıp yapamayacağına bağlı.

-Yani yükselen Doğu ve gerileyen Batı fikri geçerli olmayabilir mi?

“Doğu yükseliyor ve Batı geriliyor” demekle ilgili iki sorun var. Birincisi, Doğu ve Batı’nın kimler olduğu net değil. Doğu Hindistan’ı, Brezilya’yı, Güney Afrika’yı, Vietnam’ı ya da Küba’yı kapsıyor mu? Doğu Rusya’yı da kapsıyor mu? Rusya kendisini kesinlikle bu şekilde görmüyor. O halde grupların ne olduğunu bilmiyorsak, kimin yükseldiğini ve kimin gerilediğini nasıl bilebiliriz?

İkinci olarak, bir yükseliş ve düşüşü nasıl değerlendirirsiniz? Hızlı GSYH büyümesi ya da dünya GSYH’sinde büyük bir paya sahip olmak yükseliş anlamına mı gelir? Yoksa teknolojideki daha hızlı gelişmeler mi? Doğu ve Batı’nın kim olduğunu ve yükseliş ve düşüş kriterlerini bilmediğimizde, bu sözün sadece [bazı] insanların hüsnükuruntularını yansıttığını düşünüyorum… Diledikleri şey gerçek olmayacaktır – bu karşılaştırmalı güçteki değişime bağlıdır.

Eğer Doğu’yu sadece Çin, Batı’yı da sadece ABD olarak tanımlarsanız, 2002’den 2012’ye kadar geçen 10 yılda Çin gerçekten de GSYİH açısından ABD ile arasındaki farkı hızla kapattı. Ancak bugün artık durum böyle değil. ABD doları cinsinden dünyanın toplam GSYH’sinde Çin ve ABD’nin oranını karşılaştırırsak, şu anda daralmıyor, aksine genişliyor.

-Eğer önümüzdeki on yıl içinde dünya daha da iki kutuplu hale gelecekse, bu Çin’in çok kutuplu bir düzeni destekleme politikasını nasıl etkiler?

“Çok kutupluluk” terimi dünyanın nesnel bir tanımı değildir – bu bir temennidir, gerçeklik değil. Pek çok ülke çok kutupluluğu ilerletmek istiyor, ABD bile. ABD … [dünyanın] iki kutuplu olduğunu söylemiyor, çünkü ABD Çin’in kendisiyle eşit düzeyde olduğunu kabul etmek istemiyor. Diğer büyük ülkeler de çok kutuplulukta ısrar ediyor, çünkü dünyanın bir kutbu olmak istiyorlar.

Çin dünyanın çok kutuplu hale geleceğini umuyor ve bu nedenle çok kutupluluğu teşvik edeceğini söylüyor. Ancak iki kutuplu bir yapıya doğru olan mevcut eğilimin, herhangi bir ülkenin bunu durdurma kabiliyetinden çok daha güçlü olduğu açıktır.

İki kutuplu bir dünyada, iki süper güç orta bölge ülkeleri olarak adlandırılan ülkeler için rekabet edecektir. [Bu ülkeler] taraf tutmamayı, bağlantısız olmayı tercih ederler, böylece her ikisinden de faydalanabilirler. Ancak tek kutuplu bir dünya söz konusu olduğunda bu stratejiyi kullanamazlar.

Küresel Güney” kavramı yeniden popüler olmaya başladı çünkü Çin ve ABD rekabet ettiğinde, bu ülkeler aralarındaki çatışmaları kendi çıkarlarına hizmet etmek için kullanabilirler. Bu da Çin’i dezavantajlı duruma düşürüyor.

Çin’in Küresel Güney politikası, örneğin Hindistan’ınkinden farklıdır. Çin’in mevcut politikası, kendisinin Küresel Güney kavramından dışlanmasını engellemektir. Hindistan hükümetinin politikası ise bunun tam tersi: Çin’i Küresel Güney kavramının dışında tutmak ve kendisinin bu gruplaşmanın en önemli temsilcisi olduğunu vurgulamak.

Çin, Batılı ülkeleri içermeyen BRICS gibi çok taraflı örgütlerde Rusya ile birlikte bu kavramı desteklemeyi umuyor. [Çin, üyesi olduğu tüm Batılı olmayan örgütlerin bu Küresel Güney kavramına dahil olmasını ve böylece bu grubun bir parçası olma stratejik hedefine doğal olarak ulaşabilmeyi umuyor.

-Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş konusunda, Çin’in barış görüşmelerine aracılık etmesi mümkün mü?

Bence Rusya ve Ukrayna’nın bu yıl doğrudan diyalog kurması pek olası değil. Savaş alanında mutlak bir çıkmaz yok, dolayısıyla iki tarafın oturup konuşması pek olası değil. Her ikisi de artık savaş alanında ilerlemelerinin mümkün olduğuna inanıyor.

Trump’ın seçimi kazanıp gelecek yıl göreve geleceğini ve ABD’nin Ukrayna politikasını değiştireceğini varsayarsak, doğrudan müzakereler mümkün olacaktır. ABD Ukrayna’nın başlıca askeri destekçisi olduğu için Avrupa’nın sağladığı askeri yardım Ukrayna’yı uzun vadede desteklemeye yetmiyor. Bu durumda 2025 yılında bir müzakere ihtimal dışı bırakılamaz.

Çin ne savaşın başlatıcısı ne de katılımcısıdır. Avrupa ülkeleri ve ABD’den farklı olarak, aslında askeri yardım sağlayıcıları olarak savaşa dolaylı olarak dahil olmuşlardır. Dolayısıyla Çin’in oynayabileceği rol onlarınki kadar büyük değildir. Çin’in barış yapıcılığı yapıcıdır, ancak müzakereleri kolaylaştırmada oynayabileceği fazla bir rolü olmayabilir.

-Avrupa ülkeleri sık sık Çin’in Rusya üzerinde etkili olmasını umduklarını söylüyorlar. Sizce bu beklenti çok mu yüksek?

Nisan ayında Avrupa’yı ziyaret ettiğimde birçok kişi bana bu soruyu sordu. Bence bu soruyu sormalarının nedeni uluslararası siyasetin temel yasalarını anlamamaları. Rusya dünyada nükleer bir güç ve [BM] Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi. Çin, Rusya’yı büyük politika değişiklikleri yapması için nasıl etkileyebilir? Bu mümkün değil. İsrail nükleer silahlara sahip olmasına rağmen büyük bir güç değil ve Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi de değil. Çok küçük bir ülke ama Avrupa devletleri ve ABD birlikte Gazze’deki savaşı sürdürmesini engelleyemez. Rusya’yı barışa ikna etmek Çin’in kapasitesinin ötesindedir.

-Çin ayrıca Hamas ve El Fetih arasındaki görüşmeleri de kolaylaştırdı. Sizce Çin Gazze’deki çatışmada nasıl bir rol oynayabilir?

Bence Çin, Hamas ve El Fetih’in nasıl uzlaşabileceklerini, ortaklaşa yönetebileceklerini veya belirli siyasi ilişkiler kurabileceklerini tartışmak için savaş sonrasına kadar beklemek zorunda olduklarına inanmıyor. Çin, Gazze konusundaki tutumları ve gelecekte Filistin meselesine nasıl yaklaşacakları konusunda onları müzakere etmeye teşvik etmenin şimdi mümkün olduğuna inanıyor.

Bu nedenle Çin, Hamas ve El Fetih’i Pekin’de görüşmeye davet etti. Bunun iki taraf arasında uzlaşma için bir başlangıç noktası oluşturduğunu düşünüyorum. Bunun sonunda taraflar arasında bir uzlaşmaya varılıp varılamayacağını ve Gazze Şeridi’nin ortak yönetiminin sağlanıp sağlanamayacağını bilmiyorum çünkü müzakerelerin sonucu sadece El Fetih ve Hamas’ın uzlaşıp uzlaşamayacağına değil aynı zamanda İsrail ve ABD’nin bölgeyi yönetmelerine izin verip vermeyeceğine de bağlı. Dolayısıyla korkarım ki müzakerelerin daha çok taraflı bir uluslararası ortamda yürütülmesi gerekecek.

-Birçok kişi Güney Çin Denizi’nde bir çatışma olasılığının Tayvan Boğazı’ndakinden daha fazla olduğunu söylüyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

Tayvan meselesinin Çin ve ABD arasında askeri çatışmaya yol açma ihtimali artık daha düşük çünkü iki ülkenin bir yönetim mekanizması var. Tayvan Boğazı’ndaki askeri çatışma kontrol altına alındı, bu nedenle şimdi herkes Güney Çin Denizi meselesini tartışmaya başladı. Her iki meselenin de kazara bir çatışmayı ateşleme riski var, ancak Çin ile ABD arasında bir savaşa dönüşme riski yok.

1991’den bu yana Doğu Asya’da Güney Çin Denizi de dahil olmak üzere birçok küçük çaplı askeri çatışma yaşandığını, ancak bu bölgedeki ülkeler arasında savaş yaşanmadığını görebilirsiniz. O zamandan bu yana 33 yıl geçti, dolayısıyla Çin ve ABD’nin Doğu Asya’da küçük çaplı askeri çatışmaların ya da kazaların savaşa dönüşme ihtimalini önleyebilecek kapasitede olduğunu düşünüyorum.

-Rusya’nın Kuzey Kore için Çin’den daha öncelikli olduğu ve Moskova ile Pyongyang’ı birbirine yaklaştırdığı yönünde bazı tartışmalar var. Siz bunu nasıl görüyorsunuz? 

Kuzey Kore’nin ekonomik ve askeri gücü o kadar küçük ki Rusya’ya sağlayabileceği destek, ister savaş alanında, ister ekonomik kalkınmada, isterse de uluslararası etki anlamında olsun, çok sınırlı. Rusya için Kuzey Kore’nin desteği hiç yoktan iyidir ama önemli bir anlamı yoktur. Benzer şekilde, Rusya şu anda savaşta her şeyini ortaya koyuyor, bu nedenle Kuzey Kore’ye belirleyici ve büyük ölçekli destek sağlayamıyor.

Putin ve Kim, Batı ile artan gerilimin ortasında ‘şimdiye kadarki en güçlü’ savunma anlaşmasını imzaladı. Bu anlamda, iki taraf arasındaki ilişki nasıl gelişirse gelişsin, Kuzey Kore ve Rusya’nın Çin’e olan ihtiyacı, karşılıklı olarak birbirlerine olan ihtiyaçlarından çok daha fazladır. Dolayısıyla bu durum, ne tür bir ilişki geliştirirlerse geliştirsinler, Kuzey Kore ile Çin arasındaki ilişkinin ve Rusya ile Çin arasındaki ilişkinin önemli ölçüde etkilenmeyeceğini belirlemektedir.

 –Kore yarımadasının nükleer silahlardan arındırılması Çin’in diplomatik öncelikleri arasında yer alıyor mu?

Çin için Kore yarımadasındaki güvenlik odağımız sahada neler olup bittiğine bağlı. Farklı sorunlar farklı zamanlarda farklı krizlere yol açmıştır ve her zaman önce en acil olanları ele almanız gerekir.

Şu an için en büyük istikrarsızlık kaynağı ABD politikası ve ABD, Japonya ve Güney Kore arasında artan askeri tatbikatlardır. Kuzey Kore birkaç yıldır nükleer deneme yapmadı. Nükleer silahları olumlu bir faktör olmayabilir ancak Kore yarımadasındaki mevcut istikrarsızlığın en doğrudan nedeni de değiller.

Hem Kuzey Kore hem de ABD’nin bölgesel istikrarsızlık üzerinde etkisi var ama ABD faktörü şu anda daha büyük, daha doğrudan ve daha acil.

-ABD, Japonya ve Güney Kore arasındaki askeri ittifakın Kuzey Kore ve Çin’e karşı “caydırıcılıklarını” artıracağını düşünüyor musunuz?

Trump’ın göreve gelmesi halinde bazı değişimler olabileceğini düşünüyorum çünkü ABD halihazırda Gazze ve Ukrayna’daki savaşlara dahil olmuş durumda. Doğu Asya’da üçüncü bir askeri çatışmayı kışkırtmak ABD için iyi mi? Hem içeride hem de dışarıda başı dertte. Peki Trump neden Biden’ın politikalarını izleyip kendisini de aynı belaya bulaştırsın?

Çok Okunanlar

Exit mobile version