GÖRÜŞ

Çin’in Orta Doğu’daki arabuluculuk diplomasisi: İsteklilik, yetenek ve yöntemler

Yayınlanma

YE Zhangxu
(Şanghay Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi’nde araştırma görevlisidir)

Ekonomik reformlara odaklanan ÇKP 20. Merkez Komitesi Üçüncü Genel Kurulu’ndan kısa bir süre sonra, Çin bir kez daha Orta Doğu’da diplomasi alanında yeni başarılar elde etti. Çin’in daveti üzerine Filistinli gruplar 21-23 Temmuz tarihleri arasında Pekin’de bir uzlaşma diyaloğu düzenledi. Diyalogun ardından El Fetih ve Hamas’ın da aralarında bulunduğu 14 grup, Filistin’deki bölünmüşlüğün sona erdirilmesi ve ulusal birliğin güçlendirilmesine ilişkin ‘Pekin Deklarasyonu’nu imzaladı. Geçen yıl Suudi Arabistan ve İran arasında diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılmasının teşvik edilmesiyle karşılaştırıldığında, bu kez Filistin-İsrail çatışmasının çözümü için büyük önem taşıyan Filistin devleti içinde uzlaşmanın teşvik edilmesi söz konusudur.

Başarılı bir arabuluculuk diplomasisinin Çin’in bu bölgedeki uluslararası itibarını daha da artıracağı yadsınamaz, ancak diğer yandan Çin’in proaktif diplomatik yaklaşımını vurgulamakta ve dış dünyaya Çin’in Orta Doğu’da arabuluculuk diplomasisi yürütme isteğini, yeteneğini ve yöntemlerini göstermektedir.

Çin arabuluculuk diplomasisi yürütmeye ne kadar istekli?

Geçmişte uzun bir süre boyunca Çin ekonomik yapılanmaya odaklanmış ve Orta Doğu meselelerine katılımı ABD, Rusya, Avrupa Birliği ve diğer ülkeler ya da uluslararası örgütlere kıyasla çok daha az olmuştur. Çin ekonomisinin yükselişi büyük ölçüde diplomaside de bir yükselişi beraberinde getirmiştir, bu da Çin’in Orta Doğu meselelerine katılma isteğinin de arttığı anlamına gelmektedir. Ancak Batı medyası bunu genellikle Çin’in uluslararası ilişkilerdeki stratejik hırsı olarak yansıtmaktadır. Aslında Çin’in Orta Doğu’daki güvenlik yönetişimi ve çatışma yönetimine katılımı eşitlik ve karşılıklı fayda gibi iyi niyetlere dayanmaktadır.

Çin için diplomasinin başlangıç noktası hala ulusal çıkarları korumaktır. Bir yandan da Çin’in petrol güvenliğini korumaktır. Orta Doğu ülkelerinden petrol ithal etmeye başladığı 1993 yılından bu yana Çin’in Orta Doğu’daki petrol ve gaz kaynaklarına olan talebi artmaya devam etmiştir ve uzun bir süre daha yüksek büyüme talebini sürdürmeye devam edecektir. Bu nedenle, Orta Doğu’da barış ve istikrarı teşvik etmek Çin’in enerji güvenliğini sağlamaktır. Öte yandan, Çin ve Orta Doğu arasındaki ekonomik kalkınmayı teşvik etmektir. Başkan Xi Jinping tarafından 2013 yılında önerilen Kuşak ve Yol Girişimi (KYG) şu anda Orta Doğu’daki tüm ülkeleri kapsamaktadır ve ülkelerin büyük çoğunluğu da KYG ile işbirliği yapmak için ilgili ekonomik kalkınma stratejilerine sahiptir. Güvenlik ve kalkınma olarak özetlenebilecek bu iki unsurun Çin’in yükselişinin önemli “sırrı” olduğu da söylenebilir. Sorumluluk sahibi büyük bir ülke olarak Çin, uzun süredir çalkantılı olan Orta Doğu bölgesindeki güvenlik ve kalkınma taleplerini derinden anlamaktadır.

Buna ek olarak, Çin-ABD rekabetinin daha geniş bağlamı açısından bakıldığında, ABD’nin Çin’in Orta Doğu meselelerine müdahalesini sürekli olarak abartması “büyük güçlerin güç boşluğunu” doldurmak içindir; Çin ise kendisini ABD’nin bu bölgedeki kışkırtmalarından ayırmak için bir dizi etkili diplomatik arabuluculuk yoluyla Küresel Güvenlik Girişimi’ni uygulamayı ummaktadır.

Çin arabuluculuk diplomasisi yürütme konusunda ne kadar yetenekli?

Yaygın çatışmalara sık sık arabulucular eşlik etmektedir. Daha önce hem Suudi Arabistan ve İran hem de Filistinli gruplar bölge dışı büyük güçlerin ve bölge ülkelerinin arabuluculuğunu kabul etmiş ancak çoğu zaman kayda değer bir ilerleme kaydedememiştir. Başarılı Suudi-İran uzlaşması ve Filistin iç uzlaşması vakaları, Çin’in hem yumuşak hem de sert güç perspektifinden Orta Doğu’da bağımsız olarak arabuluculuk diplomasisi yürütebileceğini kanıtlamaktadır.

Sert güç açısından Çin, BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesidir ve dünyada hem askeri hem de ekonomik gücün ön saflarında yer almaktadır. Ancak güç ve hegemonyaya vurgu yapan ABD’nin aksine Çin’in dış politikası hem askeri hem de ekonomik alanda barış ve işbirliğine öncelik vermektedir. Askeri alanda Çin, BM barışı koruma fonlarına en fazla katkıda bulunan ikinci ülke olmasının yanı sıra Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri arasında en fazla barışı koruma personeli gönderen ülkedir. Ekonomik alanda Çin, Orta Doğu’daki çoğu ülkenin neredeyse en büyük ticaret ortağıdır ve KYG aracılığıyla Orta Doğu’da altyapı, yenilenebilir enerji ve diğer sektörlerdeki yatırımlarını artırmaktadır.

Yumuşak güç açısından, Çin’in Orta Doğu meselelerine katılımı nispeten geç başlamış olsa da, arabuluculuk diplomasisi yürütme konusunda Batılı ülkelere göre iki avantajı var. Birincisi, Çin Orta Doğu ülkeleriyle ilgili olarak sömürgeci bir tarihin yükünü taşımıyor, bunun yerine eski çağlardan günümüze İpek Yolu boyunca bir medeniyet alışverişi tarihi var. İkincisi, Çin’in dış politikası, Çin’in Orta Doğu’daki tüm ülkelerle iyi ilişkiler sürdürmesini ve çeşitli çatışmalarda taraf tutmamasını sağlayan “Uyum En Değerli Şeydir” şeklindeki kadim bilgeliği miras almıştır.

Çin’in arabuluculuk diplomasisinin başarılı yöntemleri nelerdir?

Uzun süredir ciddi anlaşmazlıkların yaşandığı Suudi Arabistan-İran ve Filistinli gruplar arasında uzlaşma sağlamak kolay değildir. İyi niyet ve güçlü kabiliyetlerin yanı sıra Çin’in etkili yöntemlere de ihtiyacı var ve bunlardan bazılarının çok önemli olduğuna inanıyorum:

Birincisi, doğru zamanlamayı seçmek. Pekin’deki Suudi-İran görüşmelerinden önce her iki ülke de müzakere etmeye istekliydi ve ilgili ülkelerin arabuluculuğunda çok sayıda temas turu gerçekleştirmişti. Çin de bir ölçüde bu eğilime uygun hareket etti. Filistin meselesiyle ilgili olarak, son 9 aydır devam eden Gazze çatışması Hamas ve diğer gruplara ciddi zarar verdi ve sorunun çözümünün anahtarının Çin tarafından uzun süredir uluslararası topluma savunulan “iki devletli çözüm” olduğunun giderek daha fazla farkına varıyorlar. “İki devletli çözüme” ulaşmanın öncülü iç uzlaşmadır.

İkincisi, arabuluculuk yapılan taraflara tamamen saygı duymak. Çin’in dış politikadaki temel ilkelerinden biri içişlerine karışmamaktır. Bu temelde Çin, ABD’nin alışılagelmiş “sert arabuluculuğu” ile keskin bir tezat oluşturan istişare ve diyalog yoluyla barış görüşmelerinin teşvik edilmesini savunmaktadır. “Pekin Deklarasyonu” ile ilgili dikkat çekici bir nokta, geçmişte Filistin iç uzlaşısının ağırlıklı olarak Hamas ve El Fetih’e odaklanmış olması, ancak bu kez deklarasyonun 14 Filistinli siyasi grup tarafından imzalanmış olmasıdır. Bu durum Çin’in etnik politikasına çok benzemektedir; yani sayıları az olduğu için bazı etnik azınlıklara gösterilen ilgi göz ardı edilmemektedir.

Üçüncüsü, pratik çözümler önermek. Arabuluculuk diplomasisi yürütmeden önce Çin, Orta Doğu’daki sıcak nokta sorunlarını farklı düzeylerde ele almak için Çin çözümleri önermiştir. Makro düzeyde, ortak geleceğe sahip küresel bir topluluk kavramı ve “üç büyük küresel girişim” bulunmaktadır. Özel düzeyde ise Çin, Orta Doğu’da barış ve istikrarın gerçekleştirilmesine yönelik beş maddelik bir öneri, Suriye meselesinin siyasi çözümü için dört maddelik bir öneri ve Filistin ve İsrail için “iki devletli çözümün” uygulanmasına yönelik üç maddelik bir düşünce ortaya koymuştur. Daha da önemlisi, ‘Pekin Deklarasyonu’nun imza töreninde Dışişleri Bakanı Wang Yi, devam eden Gazze çatışmasına ilişkin ’üç adımlı” bir Çin girişimi önerdi. Bu girişimler ve politikalar sadece Orta Doğu toplumunda geniş kabul görmekle kalmadı, aynı zamanda Çin’in Orta Doğu güvenlik yönetişimine katılımı için de bir kılavuz oluşturdu.

Daha önce de belirtildiği gibi, Orta Doğu her zaman uluslararası arabuluculuk için bir odak noktası olmuştur. Suudi Arabistan ile İran ve Filistinli gruplar arasında uzlaşmanın teşvik edilmesi süreci sorunsuz olmamıştır. Pek çok ülke doğal olarak arabuluculuk diplomasisi yoluyla uluslararası statülerini yükseltmeyi ummaktadır, ancak isteklilik başka bir şeydir, kapasite ve yöntemler başka bir şeydir ve Çin her üçüne de sahiptir. ‘Pekin Deklarasyonu’nun imzalanmasından sonra uluslararası toplum, özellikle de Orta Doğu, olumlu bir değerlendirme yaptı, ancak yine de ihtiyatlı bir şekilde bakmamız gerekiyor. Orta Doğu meselesini araştıran birçok Çinli akademisyenin de belirttiği gibi, uzlaşma tek bir deklarasyonla kalıcı olarak çözülemez. Deklarasyonun kalıcı canlılığının nasıl korunacağı da üzerinde düşünmeye değer.

Çok Okunanlar

Exit mobile version