GÖRÜŞ

Çin’in Orta Doğu’daki diplomatik hamleleri: Batı kavgayı Çin barışı destekliyor

Yayınlanma

Geçen hafta Çin’in başkenti Beijing’den başta El-Fetih ve Hamas olmak üzere Filistin direnişinin irili ufaklı on dört örgütünün bir araya gelerek aralarındaki anlaşmazlıklara son verdikleri haberi geldiğinde Amerikan Kongresi soykırım suçu işlediği giderek daha belirgin hale gelen İsrail Başbakanı Netanyahu’ya hem ‘aferin’ demeye hem de İsrail’in yeni talimatlarını almaya hazırlanıyordu.

Bu, Çin’in ilk diplomatik girişimi değildi bölgede ve muhtemelen son da olmayacak. Daha önce sırasıyla geri gidecek olursak önce Arap Ligi ülkeleri ile Beijing arasındaki ilişkileri geliştirmek ve derinleştirmek amacıyla düzenlenen büyük toplantı dışişleri bakanları düzeyinde olmasına rağmen başta Mısır olmak üzere bazı Arap ülkelerinin devlet başkanlarının da katılımıyla gerçekleşmiş ve Çin’in bu bölgede barış ve istikrara katkılarının taktiksel olmadığını göstermişti. Ondan önce de bir tarafta İran öbür tarafta da Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri ilişkilerini aralarındaki kavgalı/dondurulmuş ilişkilere son vererek büyükelçi atamalarıyla ikili münasebetlerini normalleştirme kararı almışlardı. Yine sessiz sakin bir şekilde perde arkasında yürütülen Çin diplomasisi sayesinde… 

ORTA DOĞU ÜLKELERİ ÇİN’İN GİRİŞİMLERİNİ NEDEN DESTEKLİYORLAR?

 Çin’in barış ve istikrar projelerinin hepsinden bütün bölge ülkelerinin haberdar olduğunu düşünmek fazlaca iyimserlik olur. Örneğin Çin lideri Şi’nin Kalkınma İnsiyatifi, Güvenlik İnsiyatifi ve Medeniyetler İnsiyatifi kavramlarının Orta Doğu’daki diplomatik başarısına çerçeve oluşturduğuna hiç şüphe yok. Neticede Beijing, Batı dünyasının yüzyıllardır savunduğunun ve yaptıklarının tersine güvenliğin herkesi kapsayacak bir bütün olarak ele alınmasını savunuyor. Bir tarafın güvenliğinin başka tarafın güvensizliğine yol açmasını doğru bulmuyor. Bu sebeple ittifakların olmadığı bir dünya güvenlik sisteminden bahsediyor prensip olarak.

Kalkınma konusunda ise dünyanın kaynaklarının sınırlı olduğunu dolayısıyla başka güçlerin yükselişinin dünyanın kaynaklarının onlara geçmesine veya onlarla paylaşılmasına sebep olacağını söyleyen ve bu sebeple kendi üstünlüğünün tartışmasız devamı için sürekli kuvvet kullanan Batı’dan temel göstergelerle ayrılıyor. Çünkü Beijing’e göre dünyanın kaynakları mevcut nüfusa ve gelecek nesillere yetecek durumda. Ayrıca yeni teknolojiler, inovasyonlar ve yeni kaynaklarla bunun çok daha mümkün olacağı görüşünü savunuyor.

Ayrıca dünyadaki bütün medeniyetlere aynı şekilde saygı gösterilmesini, bir uygarlığın (örneğin Batı) diğerlerine üstün olduğunu kabul ederek o medeniyetin ötekilere istediği her şeyi yaptırmak için dayatmalarda bulunmasına karşı çıkıyor.

ÇİN VE BATI POLİTİKALARI ARASINDAKİ TEMEL FARKLAR

Bu kavramları pratikte Orta Doğu’ya uyarlayacak olursak Çin Amerika’nın bölgede rejim değiştirme ve demokratikleşme diyerek yürüttüğü savaşlara karşı çıkıyor. Vaşington’un rejim değişikliği için söyledikleri ve söylemediklerinin hepsi Çin’in formüle ettiği uluslararası ilişkiler dünyasına aykırı. Demokrasinin bir bahçeden söküp başka bir bahçeye/tarlaya dikilecek pancar veya patates olmadığını, hatta öyle bile olsa farklı yerlerdeki toprak, mineral vs. yapısının ürünü de farklı kılacağını kabul etmemiz gerekir.

Dolayısıyla her yerde tek tip yönetimler/rejimler kurulacağını ve böylece Orta Doğu’da demokratikleşmenin yaygınlık kazanacağını söylemenin anlamı yok. Kaldı ki, bütün bunların gerçek manada demokrasi adına da yapılmadığını, stratejik hedeflerin demokrasi, özgürlükler ve insan hakları gibi ilk bakışta herkese güzel görünen kavramlarla süslendiğini hepimiz yıllar içinde görerek iyice öğrendik.

Başka medeniyetlere saygı esaslı Çin’in geliştirdiği kavramların Türkiye de dahil olmak üzere Orta Doğu’daki bütün devletlere hitap edeceğine şüphe yok. Amerika’nın bölgeye yıkım, kan ve göz yaşından başka bir şey getirmeyen, milyonlarca insanın evsiz barksız kalmasına ve milyonlarca insanın da hayatını kaybetmesine sebep olan bütün bu savaşları İsrail’in güvenliği için yaptığını bildiğimize göre birisinin güvenliğinin diğer bütün devletlerin tam güvensizliği olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.

AMERİKA SABIKALI, ÇİN’İN GEÇMİŞİ İSE TEMİZ

Amerika İsrail hariç Orta Doğu devletlerinin ve bütün Arap halklarının gözünde sabıkalı bir uluslararası aktör. Araplar ve İran açısından bütün sorunların ya doğrudan kaynağı veya sorunları iyice içinden çıkılmaz hale getiren ve hiçbir zaman gerçek manada çözmek için gayret göstermeyen bir ülke. Hatta bu listeye tam Orda Doğulu olmamakla birlikte ABD’nin bölgede Kürdistan kurma çabalarına haklı olarak şiddetle karşı çıkan Türkiye’yi de eklemek gerekir.

Mısır ile İsrail arasındaki uzlaşma sürecini sağlayan Camp David Antlaşmaları hariç Orta Doğu’da İsrail’e baskı yaparak barış müzakerelerinden sonuç alınabilmesine yönelik hemen hemen hiçbir şey yapmadı. Amerika’daki İsrail lobisinin gücünün yıllar içinde katlamalı artışını dikkate alacak olursak, bugünlerde gayet açık bir şekilde gördüğümüz gibi Amerikan yönetimlerinin İsrail’e baskı yapmak suretiyle Orta Doğu’da kapsamlı bir barış ve uzlaşma ortamı sağlaması artık neredeyse imkânsız. Bu durum geriye sadece İsrail karşısındaki aktörlere sürekli olarak baskı yaparak onların geri adım atmasını istemek hatta punduna getirip onları mecbur etmek siyaseti bıraktığı için Vaşington’un diplomatik hamlelerinde başarılı olması ihtimali yok denecek kadar az.

Öte yandan bırakın Amerika’nın İsrail ile kavgalı olan Arap ülkelerini veya Filistinlileri Tel Aviv ile uzlaştırmasını, Körfez’in iki yakasını oluşturan Şah zamanındaki İran ile Suudi Arabistan ve Körfez Emirliklerini de uzlaştır(a)madı. İran Şahı Orta Doğu’da Vaşington’un en güvendiği müttefikiydi ve petrolden elde edilen gelirlerle bir anda zenginleşen Şah ordu kurmak istediği zaman ‘nükleer hariç dükkan senin’ demişti Amerika kendisine.

Suudi Arabistan ve Körfez Emirlikleri de Amerika’nın yakın dostları ve müttefikleriydi; ama bu iki tarafı uzlaştıracak fazla bir şey yapmamıştı uzunca yıllar boyunca Amerika. Hatta Körfez’in iki yakası arasındaki bu uzlaşmazlığı sürekli kılarak hepsi üzerinde belirli kontrol mekanizmaları kurduğu söylenebilir. Benzeri şeyler Türkiye ve Yunanistan arasındaki uzlaşmazlık için de geçerlidir. Çok kolaylıkla iki devletli temelde veya taksim yöntemiyle çözülebilecek bir Kıbrıs sorunu Amerika ve Batı’nın elinde çetrefil bir hal aldı.

Buna karşılık Çin açısından mutlaka desteklemek zorunda olduğu veya bugünlerde daha iyi görebildiğimiz gibi talimat alır gibi davranmak zorunda bulunduğu bir İsrail faktörü yok. Tam tersine BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı ve İsrail’in kurulmasına cevaz veren kararının (Kasım 1947) ardından İsrail’in toprak kazanma yönündeki bütün girişimlerini ve savaşlarını eleştirebildi. Şimdilerde Çin’in eleştiri katsayısı iyice yükselmiş durumda. İran veya Körfez Arapları arasında doğrudan veya dolaylı olarak taraf tutmasını gerektirecek fazlaca bir sorun kalmadı. Özellikle Veliaht Prens Muhammet bin Selman’ın stratejik otonomi ile hareket ederek dış politikasını Amerika’dan bağımsız oluşturabilmesi Çin’in işini kolaylaştırıyor.

 İRAN VE ARAPLARI VE ARAPLARI KENDİ ARALARINDA UZLAŞTIRIYOR

Çin’in Arap Ligi ülkeleriyle yaptığı toplantıda bütün bu devletlere saygılı davranması, gizli bir ajanda ile hareket etmediğinin bilinmesi, tam tersine haksızlığa uğrayan bu devletlerin birlikte hareket etmelerine yardımcı olması prestijini ve oyun kurma kabiliyetini katlamalı bir şekilde artırdı/artırıyor. Şimdi de buna Filistin direnişinin iki ana unsuru olan El-Fetih ve Hamas’la birlikte bütün diğer küçük grupları bir araya getirerek ivme kazandırmış durumda.

İsrail iki devletli çözümün alt yapısını ortadan kaldırmaya çalışırken Çin bu çabalarıyla buna engel olmuş oluyor. Eğer Hamas ve El-Fetih arasındaki birliktelik devam eder ve Suudi Arabistan, Mısır gibi Arap dünyasının güçlü ülkeleri bir yandan Çin ile birlikteliklerini sürdürürken diğer yandan da Hamas sistemin içine çekilebilirse İsrail ve Amerika kendilerini daha güçlü bir Filistin direnişi karşısında bulabilir. Arap ülkelerinin politikalarını gözden geçiren bir Hamas ile işbirliği yapmaları ve Çin’in Orta Doğu’daki birleştirici diplomatik desteğinden de alacakları güçle Amerika ve İsrail karşısında daha güçlü bir diplomatik cephe oluşturabilirler.

Böyle bir gidişat daha fazla sayıda Avrupa ülkesinin henüz coğrafyası belirlenmemiş Filistin Devleti’ni tanımasını beraberinde getirebilir. Çin’in Suriye’nin geleceğine gösterdiği ilgi ve yapacağını ifade ettiği yatırımlarla birlikte değerlendirildiğinde Orta Doğu’da Sovyetler Birliği ve şimdi de Rusya’dan sonra çok daha güçlü bir aktörün Amerika ve Batı’yı dengeleyeceğini söylemek mümkün. Amerika, AB ve onların ağzına bakan Türkiye’deki liberaller Çin, Rusya ve Batı ile sorunları olan bütün devletleri otomatikman Batı ağzıyla otoriter, anti-demokratik olarak tanımlamayı seviyorlar; ancak ne ilginçtir ki o devletler barıştan ve mazlumdan yana olurlarken demokrasi ve özgürlüklerin ülkeleri diye yutturulmaya çalışılan Amerika ve Batı savaştan, kan ve göz yaşından besleniyor.

Çok Okunanlar

Exit mobile version