Çevirmenin notu: Aşağıda tercümesi verilen makale, ilk olarak Çin merkezli haber portalı Guancha’da yayımlandı ve Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC) düşünce kuruluşunda da İngilizce tercümesine yer verildi.
Toplam can kaybı dün itibariyle 360’a yükselen saldırının arka planı hala açıklığa kavuşturulamadı. Şimdilik Rusya basınındaki tartışmaların Ukrayna’da uygulanmakta olan operasyonel ya da stratejik planlar üzerinde herhangi bir etkisi olmadı.
Bununla birlikte, cui bono, yani bundan kimin istifade ettiği, Washington’dan gelen açıklamaların sırası ve ABD, İngiliz ve Ukraynalı istihbarat kurumları ile Tacik paralı askerler arasındaki ilişkinin mazisinin analizi de dahil olmak üzere spekülasyon, makul şüphenin ötesinde bir açıklama değil, bir olasılıklar dengesi yaratıyor.
Crocus City Hall: Bildiklerimiz ve bilmediklerimiz
Andrey Kortunov
Rusya Uluslararası İlişkiler Konseyi (RIAC)
25 Mart 2024
Cuma günü Moskova’nın bir banliyösünde meydana gelen geniş çaplı terör saldırısına ilişkin genel tablo nihayet netlik kazanıyor. Moskova civarındaki Krasnogorsk kentindeki Crocus City konser salonuna düzenlenen saldırı, otomatik tüfekler ve yanıcı maddelerle ağır şekilde silahlanmış Orta Asya kökenli dört kişi tarafından gerçekleştirildi. Saldırganlar, girişte silahsız güvenlik personelini öldürdükten sonra lobiden konser salonuna doğru ilerleyerek ateş etmeye başladılar.
Herhangi bir siyasi beyan ya da talep yoktu; daha sonra ortaya çıktığı üzere teröristler Rusçayı bile yeterince akıcı konuşamıyorlardı. Kimse rehin alınmadı, saldırganların amacı oldukça basitti; mümkün olduğunca çok insanı öldürmek ve konser salonunun kendisine mümkün olduğunca çok zarar vermek. Binada 6 bin 200’den fazla silahsız insan bulunduğu için bu görev yeterince kolaydı. Saldırganlar yakın mesafeden ateş ediyor, şarjörlerini yeniden dolduruyor ve her yöne yanıcı maddeler fırlatıyorlardı. Binayı ateşe verdikten sonra aynı merkezi girişten ayrıldılar ve yakında, park halindeki bir araçla olay yerini terk ettiler.
Açılan ateş sonucu çok sayıda insan öldü, birçoğu yoğun oda ve koridorlarda dumandan boğuldu, konser salonunun cam ve çelik çatısının çökmesi sonucu hayatını kaybetti. Kurtarma ve yangın söndürme çalışmaları devam ederken hafta sonu boyunca aralarında küçük çocukların da bulunduğu ölenlerin sayısı 137’ye yükseldi. Yüz elliden fazla kurban halen hastanelerde ve nihai can kaybı sayısının daha yüksek olma ihtimali var. Saldırganlar Rusya’nın Ukrayna sınırına doğru kaçmaya çalıştılar ama araçları özel kuvvetler tarafından durduruldu ve dört kişi de cumartesi sabahı yakalandı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 24 Mart’ı ulusal yas günü ilan etti.
Ancak aradan üç gün geçtikten sonra bile, hikâyenin hala belirsizliğini koruyan ve kamuoyunda tartışmaya açık olan bazı önemli kısımları var. En önemli soru, cuma günkü saldırının ardında gerçekte kimin olduğu. Arkalarında güçlü bir kurum ya da şebeke olmadan birkaç teröristin kendi başlarına hareket edebileceklerini düşünmek pek mümkün değil. İlk sorgulamalar esnasında, aslında tek kullanımlık “kiralık katillerden” başka bir şey olmadıklarını, yani bu işi yapmak için para aldıklarını itiraf ettiler. Bu arada, teklif edilen ücret —kişi başına 5 bin Amerikan dolarından biraz daha fazla— o kadar da yüksek değildi. Fakat, gözaltına alınan teröristlerin sözde işverenlerini ve müşterilerini doğru bir şekilde tanımlayamadıkları ya da tanımlamak istemedikleri ortaya çıktı.
Şu anda Batı’da geniş çapta dolaşımda olan bu son hadiseyle ilgili en popüler yaklaşımlardan biri, terör saldırısını Irak Şam İslam Devleti ile ilişkilendiriyor. Bu yaklaşım, IŞİD’in ya da daha spesifik olarak IŞİD-Horasan’ın (İslam Devleti’nin Afganistan’da faaliyet gösteren Horasan kolu) Moskova’nın Suriye, Libya gibi yerlerdeki faaliyetlerinden ve hatta Rusya’nın Kabil’deki Taliban rejimine verdiği ihtiyatlı destekten memnun olmamak için pek çok nedeni olduğu varsayımına dayanıyor. Eylül 2022’de Rusya’nın Kabil Büyükelçiliğine yönelik intihar saldırısının sorumluluğunu üstlenen IŞİD-Horasan, neyse ki hiçbir can kaybına yol açmamıştı. Terör örgütü, 2024 yılının ocak ayı başlarında iki IŞİD-Horasan saldırganının İran’ın Kirman kentinde Kudüs Gücü lideri Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesinin yasını tutan bir etkinlik sırasında ikiz intihar saldırıları gerçekleştirmesiyle operasyonel kabiliyetlerini ortaya koymuştu.
Menfur terör saldırısının arkasında kimin olduğuna cevap veren bu yaklaşım, Batılı uzun vadeli düşmanları işaret ettiği ve Moskova’daki trajedide Batı’nın, varsayımsal bile olsa herhangi bir dahlini dışladığı için özellikle ABD ve NATO müttefikleri açısından makul. Ancak bu anlatıda bazı zayıf noktalar olduğu da aşikâr. İlk olarak, Crocus City Hall’daki saldırının biçimi IŞİD operasyonlarının “standart modundan” epey farklıydı. Cuma saldırganları dini fanatikler, intihar bombacıları ya da sadece öldürmeye değil, aynı zamanda “kutsal görevleri” uğruna ölmeye de hazır, beyinleri yıkanmış tetikçiler değildi. IŞİD’in nihai ve tavizsiz fanatizmi, örneğin 13 Kasım 2015’te Paris’te gerçekleştirilen büyük çaplı terör saldırısında olduğu gibi, pek çok kez ortaya konmuştu. Fakat geçtiğimiz cuma günü Moskova’da durum böyle değildi; saldırganlar çaresizce kaçmaya ve canlarını kurtarmaya çalıştılar.
İkinci olarak, IŞİD’in Moskova’yı hedef alması, Rusya’nın, İsrail’in Gazze’deki askerî harekâtı gibi Müslüman dünyasındaki herkes için çok hassas bir konuda açıkça Filistin yanlısı bir tutum aldığı bu özel anda biraz mantıksız olacaktır. Burada, Binyamin Netanyahu’nun sadık savunucuları arasında hedef aramak daha mantıklı olacaktır. IŞİD, Moskova’da bir terör operasyonu düzenlemeye karar verseydi bile, daha önce de denediği gibi muhtemelen yerel sinagoglardan birini hedef alırdı.
Rusya’da ortalıkta dolaşan alternatif yaklaşım ise saldırının gerçek sponsorlarının ve azmettiricilerinin Kiev’de aranması gerektiği yönünde. Bu yaklaşım, Ukrayna’nın şu anda savaş alanında Rusya’ya karşı kaybetmekte olduğu ve çatışmanın gidişatını kendi lehine çevirmek için hiçbir fırsatı olmadığı için, terör saldırılarının Ukrayna liderliğinin “asimetrik” bir şekilde davasını ortaya koyması için hala açık kalan çok az seçenekten biri olduğunu ima ediyor.
Bu yaklaşım, Ukrayna’nın uluslararası itibarını tartışmasız bir şekilde zedelediği için kendinden menkul bir yaklaşım olarak da görülebilir. Yine de dikkate alınmadan reddedilmemeli. Ne de olsa teröristler Rusya-Ukrayna sınırından geçerek Rusya’dan kaçmaya çalıştı ve sınırdan sadece 160 kilometre uzakta yakalandılar. Öyle görünüyor ki orada, en azından Ukrayna topraklarına güvenli bir şekilde girmelerine ve Ukrayna topraklarında barınmalarına imkân sağlayacak uygun ortaklarla önceden bazı ayarlamalar yapmış olmaları gerekir.
Dahası, Rusya’da son terör saldırısında “Ukrayna’nın dahli”, Kiev’in halihazırda uzun zamandır yapmakta olduğu şeyin mantıksal bir devamı olarak görülüyor. Moskova, pek çok kez Kiev’i, iktisadi sabotaj eylemleri ve önde gelen siyasetçilere, gazetecilere ve kanaat önderlerine dönük suikast teşebbüsleri de dahil olmak üzere Rusya topraklarının derinliklerindeki çeşitli terör faaliyetlerini desteklemek ve hatta doğrudan organize etmekle suçlamıştı.
Devam etmekte olan soruşturma, müşteriler ve azmettiriciler konusunun açıklığa kavuşturulmasına yardımcı olacaktır. Bununla birlikte, Ukrayna’nın izi nihayet Rusya tarafınca doğrulansa ve ispatlansa bile, Batı’nın Kiev ile Moskova’daki terör eylemi arasındaki alakayı inkâr etmeye devam edeceği bariz. Batılı liderlerin, Rusya tarafının masaya getirebileceği her türlü delili reddetmeye devam etme ihtimali yüksek. Bu durumda Moskova’daki terör saldırısı, tıpkı Eylül 2022’deki Kuzey Akım boru hattı patlamaları dosyası gibi uzun süre açık bir dosya olarak kalacaktır.
Cevapsız kalan bir diğer önemli soru da ABD’nin birkaç hafta önce Rusya’ya gönderdiği terör eylemi uyarısıyla alakalı. Washington makamları, birkaç hafta önce Moskova’yı Rusya topraklarında büyük çaplı bir terör saldırısı ihtimali konusunda bilgilendirerek ellerinden geleni yaptıklarını iddia ediyorlar. Ancak Rusya, Washington’dan gelen bilgilerin son derece yüzeysel, belirsiz ve bu nedenle gerçek manada işe yarar olmadığını savunuyor. Moskova’da binlerce ve binlerce popüler kamusal alan var ve eğer uyarıda belirli muhtemel hedeflere atıfta bulunulmadıysa, uyarının net değeri en iyi ihtimalle sınırlıydı. Dahası, Moskova’da ABD ve NATO, Ukrayna’nın kendi sabotaj ve keşif operasyonlarını planlamasına yardımcı olmakla suçlanıyor; buna Rusya’da devlet terörü eylemleri olarak tanımlanan sivil hedeflere yönelik çoklu saldırılar da dahil.
Washington ile Moskova arasındaki bu dolaylı polemik daha büyük bir soruyu gündeme getiriyor; yoğun jeopolitik rekabet çağında terörle mücadelede etkin bir uluslararası iş birliği mümkün mü? Bu rekabetin kendisi terör açısından verimli bir zemin haline gelirken başarı konusunda herhangi bir umut var mı?
Mevcut eğilimler pek de güven verici değil. Dünya yakın zamanda New York ve Washington’da 11 Eylül benzeri terör eylemlerine tanıklık etmemiş olsa da Paris ve Madrid’de, Bağdat ve Berlin’de, Beslan ve Sina’da, Gamboru (Nijerya) ve Mumbay’da (Hindistan) meydana gelen büyük saldırılarda yüzlerce sivil hayatını kaybetti ve bu trajik listeye sık sık yeni isimler eklendi. ABD’de büyük çaplı terör saldırıları artık çok az görülüyor ama bırakın Orta Doğu ve Afrika’yı, Avrupa’da bile bu saldırıların sayısı artmış durumda. O halde terörü yok etme hedefine şimdiye dek neden ulaşılamadı?
İlk olarak, uluslararası toplum terörün kökenleri, itici güçleri ve karakterine ilişkin ortak bir tanım üzerinde mutabık kalamadı. Bazı aktörlerin açıkça “terörist” olarak nitelendirdiği bir olgu, diğerleri için milli kurtuluş mücadelesi olarak görülebilir. Hintliler ve Pakistanlılarla yaptığınız bir görüşmede Keşmir’deki terör konusunu gündeme getirin, bu konuda ortak bir paydada buluşmanın pek mümkün olmadığını göreceksiniz. İsrailliler ve Filistinlilerle terörü nasıl tanımladıklarını konuştuğunuzda da çarpıcı farklılıklar göreceksiniz. ABD, İran İslam Cumhuriyeti’ni rutin olarak teröre destek vermekle suçlarken, Tahran’dan baktığınızda ABD’nin yukarıda bahsi geçen General Kasım Süleymani suikastını tartışmasız biçimde uluslararası terör eylemi olarak tanımlamanız muhtemeldir.
Tarih boyunca kendine güvenen pek çok lider “kötü” terör ile “iyi” terör arasında bir çizgi çekmeye çalıştı, teröristleri yönetmek ve uygun dış politika araçları olarak kullanmak istedi. Fakat “kötü” ve “iyi” teröristler arasında keyfi olarak çizilen bu çizgi her zaman bulanıklaştı ve görünürde itaatkâr ve etkin olan eski hizmetkârlar, dar görüşlü efendilerine karşı tekrar tekrar isyan ettiler.
İkinci olarak, terörle mücadelede elde edilecek bir başarı, etkileşim halindeki taraflar arasında yüksek düzeyde bir güven gerektiriyor; zira bu taraflar çok sayıda hassas ve gizli bilgiyi değiş tokuş etmek zorunda kalacaklardır. Günümüz dünyasında güven duygusu oldukça zayıf. Bu kaynaktaki bariz ve giderek artan eksiklik yalnızca Moskova ile Washington arasındaki ilişkilerde mevcut değil; bu, Pekin ile Tokyo, Riyad ile Tahran, Kahire ile Addis Ababa, Bogota ile Karakas arasındaki ilişkilere de zarar veriyor ve liste uzayıp gidiyor.
Uluslararası terörle mücadeleyi genel jeopolitik rekabetten ayırarak bir şekilde “izole” etmeye çalışmak cazip gelebilir. Fakat bu pratikte imkânsızdır, zira terör konusunda herhangi bir uluslararası iş birliği milli güvenliğin temel boyutlarıyla ayrılmaz bir şekilde ilişkilidir.
Üçüncü olarak, uluslararası terör sabit bir mesele olmaktan son derece uzak. Bu mesele, giderek değişmekte ve daha esnek, sofistike ve kurnaz hale geliyor. Yakın zamanda Crocus City konser salonunda meydana gelen olaylar, nispeten ufak ama iyi silahlanmış ve iyi hazırlanmış bir grup militanın ne kadar büyük zararlar verebileceğinin açık bir göstergesi. Tıpkı tehlikeli bir virüs gibi, terör tehdidi de mutasyona uğrayarak yeni türler üretiyor. Çıkarmamız gereken bir başka ders de Rusya’da, Çin’de, Avrupa’da ya da ABD’de olsun, modern, yüksek düzeyde kentleşmiş ve teknolojik olarak gelişmiş post-modern uygarlığın terör saldırılarına karşı son derece savunmasız olduğudur. Özellikle büyük metropollerde hızla değişen ve giderek karmaşıklaşan sosyal ve iktisadi altyapı, şiddetli terör saldırıları için elverişli bir ortam oluşturuyor.
Bunun yanı sıra, Ukrayna’da olduğu gibi uluslararası ve iç çatışmalar, modern silahların terörist adayları için erişilebilirliğini büyük ölçüde artırıyor. Bu tür çatışmalar kaçınılmaz olarak çok sayıda eğitimli, savaş tecrübesi olan, sofistike silahlara erişimi olan ve bazen de ciddi ruhsal sorunları olan savaşçıları ortaya çıkarıyor. Bu savaşçılar, uluslararası terör şebekelerinden eleman devşirenler için kolay birer avdır ya da her an ava çıkabilecek uyuyan “yalnız kurtlara” dönüşebilirler. Bilinen uluslar ötesi aşırıcı hareketlerin temsil ettiği türden ziyade anonim başına buyruklar ve amatörler tarafından ortaya çıkarılan terör türünü göz ardı etmemek gerekir; bireysel olanları takip etmek ve etkisiz hale getirmek en zor olanıdır, amatörlerin planlarını ortaya çıkarmak ise daha zordur.
Askeri teknolojideki mevcut ilerleme, çağdaş uluslararası arenadaki diğer eğilimlerle birleştiğinde, önümüzdeki yıllarda terör faaliyetlerinde yeni bir artışa işaret ediyor. Buna, küresel ekonominin direncindeki kapsamlı bir gerilemeyi de eklediğimizde, daha fazla sosyal gerilim ve geniş bir yelpazedeki ülkelerde siyasi radikalizm ve aşırıcılığın kaçınılmaz yükselişi ile karşı karşıya kalabiliriz. Açık bir kehanet: Bu elverişli ortam içinde, tamamen yok edilememiş olan terör virüsü “patlayıcı” bir büyüme için tüm şansını koruyor.
Terörün gündemden düşmesi ancak beşeriyetin yeni bir küresel yönetişim düzeyine geçmesiyle mümkün. Ya önde gelen güçler bunun için yeterince akıllı ve enerjik olacaklar ya da uluslararası terörün ortak uygarlığımıza yüklediği fatura giderek artacak.