Çevirmenin notu: Kokuşmuş neoliberalizmin çıkardığı ruh hastalarını izlemek keyif verse de sonu pek güldürücü olmuyor. Arjantin’de devlet başkanlığı seçimlerinin ikinci turunda dolarizasyon, Merkez Bankası’nın kapatılması, Çin ve Brezilya ile ilişkileri kesmekten yana olduğunu beyan eden Javier Milei, Peronistler karşısında galip oldu. Hintli Marksist iktisatçı Prabhat Patnaik, Milei’nin dile getirdiği “ekonomiyi dolarize etme” vaadinin ne anlama geldiğini izah etmiş.
“Dolarizasyon” ne anlama geliyor?
Prabhat Patnaik
Peoples Democracy
7 Ocak 2024
Bir örnek aradaki farkı açıkça ortaya koyacaktır. Gayri safi yurt içi hasılanın, fiyatların ve faiz oranının belirli bir düzeyinde, toplam para talebinin 100 birim yerel para, arzının ise 90 birim olduğunu varsayalım; o zaman merkez bankası, bu ek basımın dolar karşısındaki sabit döviz kurunu bozmasından korkmadan, cezasız bir şekilde 10 birim ek yerli para basabilir; fakat doların tek başına para birimi olarak kullanıldığı “dolarize” bir ekonomi söz konusu olduğunda, eğer GSYİH, fiyatlar ve faiz oranının verili düzeyinde dolara olan talep ekonomideki dolar arzını aşarsa, o zaman ek dolar basmak söz konusu olamaz, zira bu yalnızca söz konusu ülkenin merkez bankası tarafından değil, ABD Merkez Bankası tarafından yapılabilir, ki bu da her durumda tamamen ortadan kaldırılmıştır. Böyle bir durumda ülkenin önündeki tek alternatif şudur: GSYİH seviyesini korumak için mümkün olan her türlü yolla [gerekirse yurt dışından borçlanarak ya da ülkenin varlıklarını satarak] dolar elde etmek, dolar talebi dolar arzına eşitlenene kadar GSYİH’yi kısmak ya da bu ikisinin bir kombinasyonu. Sadece merkez bankasını kullanarak daha büyük bir para arzı elde etme alternatifi göz ardı edilmektedir.
Başka bir deyişle, bir ülkenin dış borçluluğu artar [ya da maddi zenginliği yabancılara satılarak azalır], yalnızca gelirinden daha fazla harcadığı için değil [normal koşullarda genellikle olduğu gibi ve ödemeler dengesinde cari açık olarak ifade edildiği gibi], aynı zamanda dolaşım aracına olan talebi arzına göre arttığı için.
Bu durum, eğer dış borç seviyesi artmayacaksa, ekonomi üzerindeki daraltıcı baskının iki katına çıkmasını gerektirir. Başlangıç olarak, ekonominin dengede olduğunu ve belirli bir dönemde ihracatının 10 dolar arttığını varsayalım; eğer ithalatı GSYİH’nin yüzde 10’u ise [diğer cari hesap kalemlerini göz ardı ederek], GSYİH’si dış borcunda herhangi bir artış gerektirmeden sadece 100 dolar artabilir. Bu, ekonomi üzerindeki ilk daraltıcı baskıdır, yani dış hesabı dengelemek için GSYİH’deki artışın kısıtlanmasıdır. Ancak GSYİH’yi dolaşıma sokmak amacıyla para biriminin [veya rezerv para denilen şeyin] GSYİH’ye oranı da yüzde 10 olursa, 100 dolarlık bir GSYŞH artışını sürdürmek için ek 10 dolar gerekecektir. Bu 10 dolar yurtiçinde basılamayacağı için, eğer dış borçluluk artmayacaksa, GSYİH’deki 100 dolarlık artış sürdürülemez.
Bu durumda GSYİH’deki artış sadece 50 dolar olabilir, zira ancak o zaman 5’i ithalat, 5’i de GSYİH’nin dolaşımı için olmak üzere ilave dolar talebi, ihracat yoluyla kazanılan dolar miktarına eşit olacaktır. Bu GSYİH üzerindeki, dolaşım aracı ihtiyacından kaynaklanan ikinci baskıdır. Başka bir deyişle, ülkenin dolar kazancı artık hem ithalatını hem de dolaşım aracı ihtiyacını ödemek zorunda kalacaktır. Yerli para birimini tamamen ortadan kaldırarak ve dolayısıyla bir merkez bankasının gerekli dolaşım aracı arzını sağlamak için bu yerli para birimini basma olasılığını ortadan kaldırarak ve bunun yerine yabancı bir ülkenin para birimini dolaşım aracı olarak benimseyerek, bu yabancı ülkenin merkez bankasının daha fazla miktarda dolaşım aracı ihtiyacımızı karşılamak için para basma yükümlülüğü olmadığında, bir ülkenin GSYİH’sine şimdi iki kat sıkıştırılması gereken ek bir kısıtlama getirmiş oluruz.
Bu çifte sıkışma, refah harcamalarında kesintiler, kamu çalışanlarının maaşlarında kesintiler, emekli maaşlarında kesintiler, işçi ücretlerinde kesintiler ve elbette istihdamda kesintiler yoluyla gerçekleştirilmelidir. Başka bir deyişle, bu dolarlar yurt dışında basıldığında ülkenin para birimi olarak doların benimsenmesi, ülkenin sadece ihracat yoluyla kazanması dışında [dış borçluluğu artmayacaksa veya yerli varlıklar yabancılara satılmayacaksa] arzı üzerinde hiçbir kontrolü olmaması, zorunlu olarak nüfus için büyük ölçüde yoğunlaştırılmış sefalet anlamına gelir. Ve eğer yurt dışından dolar ödünç alındığı için nüfusa dönük bu saldırı yöntemleri derhal kullanılmazsa, saldırı engellenmez, yalnızca ertelenmiş olur.
O halde bir hükümet neden kendi yerel para birimini Amerikan doları ile değiştirmek gibi saçma bir adıma başvurur? Arjantin örneğinde görünürdeki neden, yılda yaklaşık yüzde 150 oranında seyreden aşırı yüksek enflasyon oranı. Kapitalizmde enflasyonun tek panzehiri [bu açıkça kabul edilsin ya da edilmesin] işsizlik yaratmak ve ücretleri düşürmek olduğundan, Javier Milei bu panzehire şiddetle başvuruyor. Fakat bunun ardındaki hilekarlığın açığa çıkarılması gerekiyor.
Bir önceki sağcı Devlet Başkanı Macri, Arjantin’in ödemeler dengesi açığını yönetmek için büyük bir dış kredi almıştı ve bu kredinin büyük bir kısmı ülkeden özel sermaye kaçışını finanse etmek üzere kullanılmıştı. Bu krediyi geri ödemeye başlama zamanı geldiğinde ödemeler dengesi ciddi şekilde zorlanmış ve bu zorlanma Arjantinli zenginler tarafından gerçekleştirilen sermaye kaçışıyla da vurgulanmıştı. Para biriminin değer kaybetmesi, ithal girdilerin yerel para birimi cinsinden maliyetlerindeki artış nedeniyle maliyet itişli bir enflasyona neden olmuş ve bu da nihai ürün fiyatlarına yansımıştı.
Şimdi, ücretlerin fiyatlara endekslendiği ve işçilerin genelde güçlü sendikalarda örgütlendiği toplumda, örgütsüz işçilerden oluşan geniş bir ordunun sağlayacağı türden bir “yastık” bulunmadığından, enflasyondaki ufak bir sapma bile fiyatlarda hızla keskin bir artışa neden oluyor. Bu nedenle Arjantin’de enflasyonun kısa süre içinde bu kadar hızlı hale gelmesi şaşırtıcı değil. Milei hükümeti bu enflasyonu sermaye kaçışını engelleyerek değil, döviz kıtlığının üstesinden gelmek için uygun ticaret kontrolleri getirerek döviz kurunu istikrara kavuşturarak değil, herhangi bir doğrudan fiyat kontrolü uygulayarak da değil, Arjantin işçi sınıfına ve sendikalarına karşı geniş çaplı bir saldırı başlatarak kontrol etmeyi öneriyor. Yani Milei’nin politika önerisi, bu ülkenin işçi sınıfına yönelik en acımasız sınıf saldırısı anlamına geliyor. İşçi sınıfı, Arjantin’in zenginlerinin servetlerini ülkeden metropol merkezlerine geri göndermesinin yükünü taşımak zorunda bırakılıyor.
Javier Milei, dünyanın çeşitli yerlerinde ortaya çıkan neo-faşist yöneticiler listesine eklenen son isim. Neo-faşizmin bu yükselişi, büyük burjuvazinin hegemonyasını sürdürmek ve işçi sınıfına saldırmak için faşist unsurlarla ittifaka girdiği neo-liberalizmin krizinin bir yansıması. Ancak mevcut konjonktürde ortaya çıkan neo-faşist yöneticiler, Arjantin’de önerildiği üzere krizin biçimini, örneğin enflasyondan işçilere işsizlik ve gelir sıkıştırması dayatmasına kadar değiştirebilirler ama krizi çözemezler.
Esasında kriz derinleştikçe ve Arjantin gibi ülkelerde ihracatın büyüme hızı daha da yavaşladıkça, Arjantin’in neo-faşist stratejisi işsizlik ve gelir sıkışması şeklinde işçilerin üzerindeki yükü büyük ölçüde artıracaktır; yukarıda bahsedilen çifte daraltıcı sıkışma halk açısından daha da boğucu hale gelecektir. İhtiyaç duyulan şey, krizin neo-liberal rejimi aşarak çözülmesidir.