Khaled al-Yamani, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Lübnan üst düzey yetkilisi
İşgalci İsrail savaş uçakları, 2 Ocak Salı akşamı Beyrut’un güney banliyösündeki El Müşerrefiye bölgesinde, İslami Direniş Hareketi Hamas’ın siyasi büro başkan yardımcısı ve Batı Şeria lideri Salih El Aruri ile iki Kassam lideri Samir Fendi ve Azzam El-Aqra’nın şehit olduğu bir saldırı düzenledi. El-Aruri’ye yönelik suikast, işgalcilerin direnişi ortadan kaldırmak amacıyla Gazze Şeridi’ne karşı başlattığı saldırgan savaşın ışığında gerçekleşti.
El-Aruri uzun yıllar boyunca “İsrail” tarafından suikast için aranan ilk isimler arasında yer aldı ve işgal liderleri daha önce birçok kez ona suikast düzenlemek için çeşitli tehditlerde bulunmuştu, ayrıca Amerika Birleşik Devletleri onu yıllardır “terörizm” listesine dahil etti ve onun hakkında bilgi veren herkese para ödülü vadetti.
Hamas’ın siyasi büro başkan yardımcısı, Batı Şeria’daki dosyaların taşınmasında ve hareketin yurtdışındaki askeri faaliyetlerinde en önde gelen kişi ve Hamas ile direniş ekseni güçleri arasındaki daimi iletişim bağlantısı olan Aruri’nin öldürülmesi, bu suikastın sonuçları ve savaşın gidişatı üzerindeki beklenen yansımaları hakkında birçok soruya kapı açıyor. Özellikle de suikastın Hizbullah’ın en güçlü kalesi olan Beyrut’un güney banliyösünde gerçekleşmesi ve Hamas hareketinin işgal altındaki topraklar dışındaki en önde gelen adamını hedef alması nedeniyle. Lübnan sınırının Hizbullah ve işgal ordusunun karşılıklı bombardımanının yanı sıra Filistinli direniş gruplarının zaman zaman gerçekleştirdiği füze atışları ve tek tük operasyonlarla alev alev yandığı bir dönemde gerçekleşmesi ise ayrıca dikkat çekici.
Beklenen bir suikast
Salih El-Aruri gibi büyük, statü sahibi ve önemli bir lidere suikast düzenlenmesi büyük bir olay olsa da, işgalcilerin suikast stratejisine başvurması kalıcı bir eylem biçimi olduğundan ve işgalcilerin direnişi ve yapısını kökünden söküp atmayı ve ortadan kaldırmayı amaçlayan geniş çaplı bir savaş başlatması da bu stratejinin kullanımını güçlendirdiğinden, şaşırtıcı bir olay değildir. İşgal liderlerinin açıklamaları, işgal altındaki toprakların içinde ve dışında, nerede olurlarsa olsunlar direniş liderlerini hedef almaya yönelik doğrudan tehditler taşıyordu.
El-Aruri’ye yönelik suikast tehdidi, Gazze Şeridi’ne yönelik saldırgan savaşın koşullarının ortaya çıkmasıyla ya da Aksa Tufanı’nın tezahürleriyle ortaya çıkmadı, aksine “İsrail” El-Aruri’yi işgal altındaki Batı Şeria’daki gerilla operasyonlarının arkasında olmakla ve birçok silahlı direniş oluşumundan sorumlu olmakla suçladığı için yıllar öncesine dayanıyordu. Batı Şeria’daki ikmal, finansman ve adam toplama hatlarının yönetilmesi ve finanse edilmesi sorumluluğunun yanı sıra Lübnan’daki Hamas hareketinin silahlı kanadının oluşturulmasından da sorumlu olan El-Aruri, “İsrail “in son yıllarda Lübnan topraklarından düzenlenen ve en önemlisi bir yıldan kısa bir süre önce işgalcilerin Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılarına yanıt olarak fırlatılan 30’dan fazla füzenin vurulması dahil birçok atış operasyonundan sorumlu tutuluyordu.
El-Aruri’ye yönelik suikast kararının Gazze Şeridi’ne yönelik mevcut savaştan bir süre önce yürürlüğe girdiği kesindir, savaş ise bu kararı uygulamak için altın bir fırsat teşkil etti. Ancak direnişe yönelik mevcut savaş olmasa bile, bu kararı uygulama olasılıklarının çok büyük olduğu söylenebilir. Özellikle Batı Şeria’daki direnişin tırmanmasıyla birlikte, El-Aruri yerleşimciler ve işgal askerleri arasında ölüm ve yaralanmalara neden olan en fazla sayıda operasyonun doğrudan sorumlusu olmakla suçlandı.
Bu dönemde El-Aruri’ye yönelik suikastı geciktiren en önemli faktör, öncelikle Hizbullah’ın işgale dayattığı angajman kurallarının oluşturduğu caydırıcılık durumuyla ilgiliydi ve partinin Lübnan topraklarında bulunan tüm direniş liderlerini hangi milletten olursa olsun koruma ve hatta her türlü direniş lideri için gerekli tüm koruma önlemlerinin alınmasına katkıda bulunma taahhüdünü içeriyordu.
Ancak angajman kurallarının Hizbullah’a dayattığı özel durum, işgalin Komutan El-Aruri’ye ya da Lübnan’daki direniş liderlerinden herhangi birine suikast düzenlemek gibi haince bir suç işlemesine karşı yıllarca caydırıcı bir unsur oluşturmuş olsa da, mevcut savaş devam etse de etmese de bu caydırıcılık uzun sürmeyecekti. İşgalin El-Aruri’den intikam alması, Batı Şeria’yı etkisiz hale getirmesi ve buradaki silahlı direnişi ateşleme ve harekete geçirme girişimlerini engellemesi, er ya da geç benzer büyük bir adım atmasını gerektirecekti – ki şehit El-Aruri ve Hamas liderliği bunun çok iyi farkındaydı.
Netanyahu’nun ikilemi ve başarı arayışı
El-Aruri’yi Siyonist suikastlar listesine yerleştiren tüm hususlara rağmen, Netanyahu’nun Gazze Şeridi’nde yaklaşık üç ay süren saldırgan savaşın ardından başarı olarak sunabileceği bir operasyona duyduğu ihtiyaç, Salih El-Aruri’ye suikast kararını fazla hesap gerektirmeyen bir öncelik haline getirdi. İşgal yanıyor ve savaş konseyi bir volkan kraterinin üzerinde oturuyor ve dağılma tehlikesi en üst safhada, buna ek olarak savaş destekçilerinin morali de somut zaferler elde etme olasılığından umudunu kesmelerinin ardından sürekli düşüyor.
Netanyahu çok sayıda başarı imajı arayışıyla savaşı uzatıyor ve bu imajların en önemlileri iki spesifik başarı ile temsil ediliyor: birincisi, direniş tarafından esir alınan yerleşimcileri ve askerleri kurtarmak için operasyonlar gerçekleştirme yeteneği ve ikincisi, direnişin liderlerine, özellikle de “İsrail’in” Aksa Tufanı operasyonunda sorumlulukla suçladığı kişilere karşı suikastlar gerçekleştirme başarısı.
Bu da Netanyahu’nun El-Aruri suikastında, savaşına daha fazla zaman kazandırmak, kötüleşen krizlerin boyutunu azaltmak ve savaş konseyinin uyumunu korumak için istediği şeyi bulduğu anlamına gelirken, suikast, Gazze Şeridi’ndeki muharebe operasyonlarının çamurunda sürekli boğulmaya ve yıpratma savaşına dönüşen bu savaşın sonuçlanmasını sağlayacak bir varlık içeriyor… Direniş, işgal mekanizmalarını ve askerlerini kendi pençesine çekmeyi başarıyor.
Gazze Şeridi’ne yönelik saldırgan savaş tamamen durdurulmadan, esir takası ve pazarlığı konusunu görüşmeyi reddeden direnişin uzlaşmaz tutumu da bu noktada önemli bir unsurdur. Bu tutum ilk olarak, Şalit anlaşmasından bu yana tüm takas müzakerelerinde ve bunların koşul ve kriterlerinde önemli bir oyuncu olan şehit Salih El Aruri tarafından, alçakça suikasta kurban gitmesinden önceki son müzakere oturumuna kadar ifade edilmiştir. Bu pozisyon, işgalcileri hareketin başkan yardımcısına suikast düzenlemek gibi önemli bir karar almaya iten ek bir faktör oluşturdu.
Amerikan müdahalesi ve dahli
Amerika’nın “USS Gerald Ford” uçak gemisini Doğu Akdeniz sularından çekerek Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ana üssüne geri gönderdiğini duyurması ile bu olayın gerçekleşmesi arasındaki kısa zaman marjı bağlantısından kaçınmak ise mümkün değildir.
Akdeniz sularındaki ABD destroyerleri ve uçak gemileri, Biden yönetimi tarafından Gazze Şeridi’ne yönelik saldırgan savaşını sürdürmesi için İsrail’e sağlanan mutlak desteğin bir biçimini oluşturdu ve direniş ekseninin bileşenlerini Gazze Şeridi’ndeki direnişi desteklemeye daha geniş bir şekilde katılmaktan caydırmada, en önemlisi de arenayı etkisiz hale getirmede önemli bir rol oynadı. Lübnan’ı “İsrail”e karşı geniş çaplı bir savaşa girmekten ve Siyonist suç karşısında cephe birliği denklemini uygulamaktan alıkoymuştur.
Suikast operasyonu, Lübnan cephesinde gerilimi daha da tırmandırmayı, Amerikan yönetiminin bölgede kalmasını sağlamayı, işgal için gerekli sigortayı dayatmayı ve Suriye ve bölgedeki parti ya da müttefik gruplar tarafından gerçekleştirilebilecek büyük saldırılara karşı savunmasız bırakmayı amaçlıyor.
Hizbullah ve karşılık denklemleri
Suikast, Hizbullah’ı angajman kurallarının bu bariz ihlaliyle başa çıkmak için çok önemli bir konuma getirmektedir. Bir yandan suikast, Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın Lübnan topraklarında hangi milletten olursa olsun herhangi bir kişiye yönelik suikasta ciddi bir karşılık verme tehdidine karşı açık ve net bir meydan okuma teşkil etmektedir.
Öte yandan suikastın gerçekleştiği yer de önemli anlamlar taşımaktadır, zira suikast Litani Nehri’nin güneyinde ve Lübnan sınırında 7 Ekim’den bu yana devam eden operasyon ve çatışmaların yaşandığı yerlerde gerçekleşmemiştir. Suikast daha ziyade Komutan El-Aruri’yi hedef alarak Beyrut’un güney banliyösündeki bir binada, yani Hizbullah Partisi’nin ana ağırlık merkezinde gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla Siyonistlerin bu bölgedeki saldırıları, 7 Ekim’den bu yana çatışmayı yöneten tüm angajman kurallarının büyük bir ihlalini teşkil etmektedir, zira operasyonlar çoğunlukla askeri hedeflerin karşılıklı olarak hedef alınmasıyla karakterize edilmiştir (her iki tarafın da sınırlı ihlalleri olsa da).
Suikastın boyutuna ve yerine uygun bir karşılık verilmesi talebi Hizbullah için büyük bir zorluk yaratmaktadır. Bir yandan, parti şu anda başarılı bir saldırının pek çok özelliğinden yoksundur. Yaklaşık üç aydır devam eden çatışmalar Lübnan sınırını azami alarm bölgesine dönüştürürken, işgalciler de işgal altındaki Filistin’in kuzeyindeki şehir ve kibbutz sakinlerini tahliye ediyor.
Öte yandan, özellikle Beyrut’ta ikamet eden direniş liderlerinin sayısı az olmadığı için, angajman kurallarını koruyan, güney banliyölerine tahkimat havasını geri kazandıran ve İsrail’in suçu tekrarlama heveslerini caydıran niteliksel bir yanıt aramak zorunda kalıyor.
Hizbullah, işlenen suçun ve güney banliyösünün büyüklüğüne paralel olarak belirli bir hedefi vurmaya çalışacaktır, ancak bu yanıt “İsrail” ile büyük bir savaşa girmemeyi dikkate alacaktır.
Bu yetki ise, işgalin Hizbullah’tan beklediği karşılıkla ilgili bir soruyu gündeme getirmektedir. Eğer işgal Hizbullah’ı hedef alan geniş çaplı bir saldırı başlatmak için temel bir neden arıyorsa, Hizbullah’ın gerçekleştireceği herhangi bir operasyon bölgeyi ateşleyen bir kıvılcıma dönüşebilir.
Filistin direnişi ve Batı Şeria
Suikastın Filistin direnişinin faaliyetlerinin niteliği ve hızı üzerindeki etkisine gelince; Filistin direnişi, özellikle Gazze Şeridi’ni ve Filistin direnişini hedef alan son on yılların en büyük savaşıyla karşı karşıyadır. Liderlerinin bir kısmına suikast düzenlenmesi senaryosu, işgal altındaki toprakların içindeki ve dışındaki liderleri de kapsayan mevcut bir senaryoyu kapsamaktadır.
Şehit El-Aruri’nin suikastı Batı Şeria’daki direniş hareketinin devamı için bir teşvik oluşturacaktır, zira Aruri Hamas hareketinin faaliyetlerine liderlik ettiği alanda büyük bir popülariteye sahiptir ve belki de suikast sürecinin yarattığı bu teşvik, Gazze Şeridi’nin Batı Şeria’sında uzun süredir etkili bir destek faaliyetinin olmamasını telafi edecektir.
Komutan Salih El-Aruri’nin büyüklüğünde ve etkisinde bir kişiliğin yokluğu, şehidin kendisinin liderlik ettiği projeler üzerinde büyük bir yük oluşturacak olsa da, bu, El-Aruri’nin uzlaşma ve birlik dosyalarındaki önemli rolüne ek olarak, işgal altındaki toprakların dışından Filistin direniş eyleminin tırmanmasına, Batı Şeria’daki direnişin devrimcileştirilmesine, silahlandırılmasına katkı sunabilir. Direniş yıllarca suikast senaryolarıyla başa çıkmak için hazırlandı ve yaklaşımı çalışma programlarına dönüştüren entegre bir kuruma dönüştürmek için kurumsal çalışma bağlarını sağlamlaştırmaya çalıştı. Elbette karizmanın herhangi bir görevin yönetiminin doğası üzerinde hala etkisi olduğunu ve Salih El-Aruri’nin karizmasına ve niteliklerine sahip bir kişiliğin yokluğunun doldurulmasının zor bir boşluk oluşturacağını kabul etsek de, ana koordinatörlerin yokluğunda bile çalışma programları tamamlanır.