Görüş
Filistin ve İsrail ateşkesi hiçbir kazananın olmadığı bir zafer

17 Ocak’ta Hamas ve İsrail, ateşkes anlaşmasını resmi olarak imzaladı ve anlaşma 19 Ocak’ta yürürlüğe girdi. Bu, Hamas’ın “Aksa Tufanı” operasyonunu başlatmasından sonra İsrail’in yoğun misillemelerine neden olup “Altıncı Orta Doğu Savaşı”nı tetiklemesinden 460 günden fazla bir süre sonra, Orta Doğu’da başarıya en yakın ateşkes çabası olarak kabul ediliyor.
Uluslararası toplum Filistin ve İsrail arasındaki ateşkesi genel olarak memnuniyetle karşıladı. Yemen’deki Husilerin İsrail’e yönelik saldırılarının durması beklenirken “Altıncı Orta Doğu Savaşı” sona erecek gibi görünüyor. Ancak bu ateşkes hâlâ kırılgan bir barış öncesi dönemi temsil ediyor. Taraflar arasındaki tarihi anlaşmazlıklar çözülmeden ve “iki devletli çözüm” uygulanmadan, her ateşkes yalnızca bir sonraki çatışma veya savaşın arası olabilir.
Haberlere göre, ABD, Katar ve Mısır’ın birçok tur arabuluculuğuyla Hamas ve İsrail, üç aşamalı bir ateşkes anlaşmasına vardılar. 19 Ocak’ta başlayan ilk aşama 42 gün sürecek. Bu süre zarfında Hamas ve İsrail tamamen ve tamamen ateşkesi uygulayacak; İsrail, Gazze Şeridi’ndeki yoğun nüfuslu bölgelerden çekilecek; Hamas, 33 tutukluyu serbest bırakacak, karşılığında İsrail yüzlerce Filistinliyi serbest bırakacak ve Gazze Şeridi’ne büyük miktarda insani yardımın girmesine izin verilecek.
Anlaşmanın ikinci ve üçüncü aşamalarının detayları, ilk aşama uygulandıktan sonra açıklanacak. Bu aşamalarda, tarafların kalıcı ateşkesi müzakere etmesi, Hamas’ın cenazeleri iade etmesi ve Gazze Şeridi’nde büyük ölçekli yeniden yapılanmanın başlaması yer alıyor.
Amerika, Katar ve Mısır’ın ateşkes anlaşmasını garanti etmesi ve denetlemesine rağmen, ikinci ve üçüncü aşamaların uygulanması ilk aşamanın gerçekleştirilmesine bağlı. İsrail, serbest bırakılacak Filistinli tutukluların listesini veto etme hakkı talep etti ve İsrail’in güvenlik kabinesi, ilk aşama anlaşmasını onaylamayı erteledi. Ayrıca İsrail’in aşırı sağcı güvenlik bakanı istifa tehdidinde bulundu. Bu gelişmeler, iki taraf arasında ciddi bir güven eksikliği olduğunu, İsrail içinde de görüş birliği olmadığını ve ateşkes anlaşmasının her an bozulma veya sabote edilme riski taşıdığını ortaya koyuyor.
Hamas, ateşkes anlaşmasının “Filistin halkının efsanevi direniş ruhu ve Gazze Şeridi’nde 15 ay boyunca gösterdiği kahramanca direnişin sonucu” olduğunu iddia ediyor. İran Devrim Muhafızları ise bunu “Filistin için büyük bir zafer” olarak nitelendiriyor. Analistler, bu tür açıklamaların hem başkalarını kandırmaya hem de kendini aldatmaya yönelik olduğunu düşünüyor. Başarı ve başarısızlık açısından bakıldığında, bu 15 ay süren ve onlarca bölgesel ve dış aktörün dahil olduğu “Altıncı Orta Doğu Savaşı,” önceki Orta Doğu savaşlarıyla karşılaştırıldığında gerçek bir kazanan bırakmadı. Geriye sadece çok taraflı bir kayıp durumu kaldı ve yalnızca kimin daha fazla kaybettiği veya daha kötü yenilgiye uğradığı tartışılabilir.
Hamas veya Filistin Kazanan mıydı?
Gerçekler bunu göstermiyor. Filistin halkı, özellikle Gazze Şeridi’ndeki Filistinliler, İsrail’in bir yıldan uzun süren askeri kuşatması ve ekonomik ambargosu altında büyük acılar çekti. Yaklaşık 50 bin kişi hayatını kaybetti, bunların çoğu kadın ve çocuktu; 100 binden fazla kişi yaralandı veya sakat kaldı; kritik altyapılar tamamen yok oldu ve ekolojik sonuçlar uzun vadeli olacak. Hayatta kalanlar ölümle yaşam arasında mücadele ediyor. Kısacası, savaş sırasında Gazze Şeridi, siviller için adeta bir cehennem haline geldi ve halk inanılmaz acılar yaşadı. Bu, 1948’den bu yana Filistinlilerin yaşadığı üçüncü büyük ulusal felaket ve eşi görülmemiş bir can ve mal kaybına neden oldu. Gelecekte, düşük seviyeli ekonomik yeniden yapılanma ve toplumsal iyileşme bile onlarca yıl alacak.
Hamas’ın İsrail’i kışkırtan askeri eylemleri, İsrail’in orantısız misillemelerine yol açarak Filistin sorununu dünya gündemine taşımış ve İsrail’in daha önce hiç olmadığı kadar izole olmasına neden olmuştur. Ancak bu, Filistinlilerin büyük fedakarlıkları ve felaketleri pahasına başarılmıştır. Ayrıca, tarafları yeni bir kin ve intikam döngüsüne sürüklemiş ve şiddet ve kan dökülme kısır döngüsünü pekiştirmiştir.
İsrail Bu Savaşın Kazananı mı?
Gerçekler aksini gösteriyor. Orta Doğu’nun en güçlü askeri gücü olan İsrail, “yedi cepheli savaşta” üstün performans göstermiş gibi görünse de, Hamas ve Lübnan’daki Hizbullah’a ölümcül darbeler indirerek “Direniş Ekseni”ni paramparça etse de, bu zaferler yanıltıcıdır. İsrail’in karşısındaki çoğu rakip, asker sayısı, teçhizat seviyesi ve dış destek açısından uzun yıllardır ABD’nin güçlü yardımlarıyla desteklenen İsrail ile kıyaslanamayacak olan devlet dışı aktörlerdir. Buna rağmen İsrail, Hamas’ın kalıntılarını yok edememiş, gözaltındaki personelini geri almak için yüksek ödüller vermek zorunda kalmış ve krizi çözmek için nihayetinde esir değişimi ve ateşkesi kabul etmiştir. Bu savaş, İsrail için siyasi ve ekonomik bir başarısızlık olmuş, çok sayıda can kaybına, ülke istikrarının bozulmasına, uluslararası imajının zarar görmesine ve küresel kamuoyu desteğini kaybetmesine neden olmuştur. Dahası, İsrail’in Başbakanı ve eski Savunma Bakanı, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından “savaş suçlusu” olarak ilan edilmiştir.
Eğer ne İsrail ne de Filistin kazanan olmadığına göre, savaşa katılan diğer taraflar bu savaştan fayda sağlayıp kazanan oldular mı? Bana göre, hiçbir taraf kazanan olmadı. Kazanan olarak görülenlerin bile durumunu uzun vadeli ve eleştirel bir bakışla değerlendirmek gerekir.
ABD’nin Durumu
Amerika Birleşik Devletleri tartışmasız büyük bir kaybedendir. Orta Doğu’daki bu çatışmada ilk kez girişim üstünlüğünü kaybetmiş, etkisiz bir rol üstlenmiş ve ne savaşa ne de barışa karar verebilmiştir. ABD, sadece Orta Doğu’daki karar alma ve liderlik otoritesini kaybetmekle kalmamış, aynı zamanda İsrail’in “devlet rehinesi” haline gelmiştir. Savaş boyunca pasif kalmış, sadece retorik destek ve askeri yardım sunabilmiştir. Oysa önceki Orta Doğu savaşlarında ABD baskın bir güçtü:
– 1948’deki İlk Arap-İsrail Savaşı’nda, ABD iki kez ateşkes sağlayarak İsrail’in beş Arap ülkesini yenmesine yardımcı oldu.
– 1956 Süveyş Krizi’nde, İngiltere, Fransa ve İsrail’i geri çekilmeye zorlayarak Orta Doğu’da etkinliğini artırdı.
– 1967 Altı Gün Savaşı’nda, ABD İsrail’i tam donanımlı hale getirerek Sovyet destekli Arap blokunu mağlup etmesini sağladı.
– 1973 Yom Kippur Savaşı’nda, ABD acil askeri yardım sağlayarak İsrail’i kurtardı ve “mekik diplomasisi” ile taraflar arasında ateşkesi sağladı.
– 1982 Lübnan Savaşı’nda, ABD önce İsrail’in askeri zaferini garanti etti, ardından diplomasi yoluyla Filistin Kurtuluş Örgütü liderlerini korudu ancak onları İsrail-Filistin çatışma hattından uzaklaştırdı.
İran’ın Durumu
İran da büyük bir kaybedendir. “Direniş Ekseni” ve “Şii Hilali”nin çift motoru olarak, Hamas ve Hizbullah’ı İsrail’in ağır askeri saldırılarından koruyacak ne isteği ne de gücü vardı. Yemen’deki Husileri ABD, İngiltere ve İsrail’in hava saldırılarından koruyamadı ve nihayetinde Suriye rejimini terk etti. Bu başarısızlıklar, İran’ın etkisini tarihsel olarak Basra Körfezi ve Mezopotamya’ya geri çekilmek zorunda bıraktı. İran’ın İsrail ile doğrudan karşı karşıya geldiği iki durumda da, İsrail’i önceden bilgilendirerek kayıpları en aza indirmeye çalıştı. İran, İsrail’i kızdırmaktan ve durumu kontrol edilemez hale getirmekten kaçındı.
“Altıncı Orta Doğu Savaşı,” İran’ın kritik anlarda çekingenliğini ve zayıflığını ortaya koydu. İran’ın, milli çıkarlarını korumak adına bencilce bir pragmatizmle hareket ettiği ve bölgesel bir güç olarak ahlaki otoriteden ve kapasiteden yoksun olduğu görülmüştür. Bu, İran’ın sahip olduğu hedeflerle gerçek kapasitesi arasındaki uyumsuzluğu göstermekte ve İran’ın arzuladığı “taç” için henüz hazır olmadığını ortaya koymaktadır. Ayrıca bu savaş, İran’ın 50 yıllık İslam Devrimi diplomasi yatırımlarını boşa çıkarmıştır. İran, artık dış politikası, stratejik etkinliği ve hatta rejimin meşruiyeti konusunda iç soruşturmalarla karşı karşıya kalabilir. Bu durum, İran’ın siyasi istikrarını da etkileyebilir.
Rusya da Kesinlikle Büyük Bir Kaybedendir
Rusya, kritik bir dönemde Beşar Esad rejimini terk etmiş, Orta Doğu’daki son stratejik varlığını kolayca kaybetmiş ve on yıl önce büyük askeri ve diplomatik kaynaklar harcayarak koruduğu geleneksel nüfuz alanını bırakmıştır. Filistin-İsrail çatışması sırasında Beşar Esad rejiminin kolayca ve beklenmedik bir şekilde devrilmesi, Şam’ın en büyük müttefiki olarak Rusya’nın, birinci sınıf bir jeopolitik ve askeri güç statüsünü tamamen kaybettiğini göstermektedir. Rusya’nın stratejik istihbarat, değerlendirme, müdahale ve koordinasyon konusundaki yetersizlikleri çarpıcı bir şekilde açığa çıkmıştır. Suriye’yi kaybetmek, Rusya’nın aynı anda iki bölgesel savaşla başa çıkma yeteneğini kaybettiği ve Orta Doğu’da dünya çapında bir güç olarak hareket etme kabiliyetine artık sahip olmadığı anlamına gelir.
Bir Diğer Büyük Kaybeden: Birleşmiş Milletler
Birleşmiş Milletler de “Altıncı Ortadoğu Savaşı” karşısında tamamen çaresiz kalmış, ciddi şekilde dışlanmış ve hatta İsrail tarafından defalarca aşağılanmış ve kışkırtılmıştır. Güvenlik Konseyi’nin Filistin ve İsrail’i ateşkese çağıran taslak kararları, Amerika Birleşik Devletleri tarafından tekrar tekrar veto edilmiştir. Zorla kabul edilen kararlar bile hiçbir tarafça uygulanmamıştır. İsrail, defalarca Birleşmiş Milletler’in meşruiyetini sorgulamış, Genel Sekreter’in istifasını talep etmiş, BM misyonlarını karalamış ve BM barış gücünü açıkça aşağılamıştır. Tarihsel olarak, BM Genel Kurulu 1947’de 181 sayılı kararı kabul ederek İsrail’e “doğum sertifikasını” vermiş ve Filistin sorununu başlatmıştır. 1948 ile 1982 yılları arasında büyük güçler tarafından manipüle edilmesine ve bölünmeye rağmen, BM yine de çatışan taraflar arasında ateşkes sağlama ve 1967’deki 338 sayılı karar ile 1973’teki 242 sayılı karar gibi ünlü Güvenlik Konseyi kararlarını çıkarma konusunda önemli bir rol oynamıştır. Bu kararlar, Orta Doğu barış sürecinin “toprak karşılığı barış” çerçevesinin hukuki temelini oluşturmuştur.
Türkiye’nin Rolü: Kazanan mı?
Bazıları Türkiye’nin bu savaştan en büyük kazanan olarak çıktığını iddia edebilir. Ancak bu yanlıştır. Yüzeysel olarak veya kısa vadede Türkiye’nin Beşar’ı devirmek için isyancılara destek verdiği ve yeni Suriye güç yapısında daha büyük bir söz sahibi olacağı ve Kürtlere karşı baskıyı artıracağı görülüyor. Ancak bölgesel bir güç olarak Türkiye’nin Suriye meselelerine derinlemesine dahil olması, onu Orta Doğu bataklığına daha fazla sürüklemiş, İsrail, Suudi Arabistan, diğer Arap ülkeleri, Rusya, İran ve hatta Amerika Birleşik Devletleri ile rekabetlerini ve sürtüşmelerini artırmıştır. Bu durum, Türkiye’yi “Arap Baharı” sonrası karşılaştığı çok yönlü zorlukların acı sonuçlarını bir kez daha yaşama riskiyle karşı karşıya bırakmaktadır.
Daha Geniş Etkiler
7 Ekim 2023’te, “Aksa Tufanı” operasyonu, İsrail’in yarısını hava, kara ve deniz üzerinden ders kitabı niteliğinde bir taktikle başarıyla vurduğunda, kimse bunun büyük çaplı, uzun süreli, çok taraflı ve yıkıcı bir “Altıncı Ortadoğu Savaşı”na dönüşeceğini tahmin etmedi. Kimse, İsrail liderlerinin savaş suçları nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından küresel çapta aranan kişiler olacağını beklemiyordu. Ayrıca, 13 yıl boyunca iktidarını koruyan Suriye hükümetinin bu kadar hızlı bir şekilde çökeceği ve en beklenmedik kaybeden olacağı da öngörülemedi.
Dünya ve tarihsel gelişmeler açısından bakıldığında, Filistin-İsrail çatışmasının en büyük kaybedeni, tüm bölgenin barışı, kalkınması, refahı ve ilerlemesidir. Bu büyük çaplı çok taraflı kayıp, yalnızca bir ülke ya da bölgenin kazanç ya da kaybı meselesi değil, onlarca ülkenin ve yüz milyonlarca insanın kolektif başarısı ya da başarısızlığıdır. Dünyanın hiçbir kıtası, Orta Doğu kadar uzun süre çatışma, savaş ve kaos içinde kalmamış, hiçbir halk Orta Doğu halkları kadar her gün, her yıl ve her nesil kan dökülmesine, öldürmeye, yıkıma ve şiddete tanıklık etmemiştir. Şiddet bu bölgede, ulusal ve ekonomik gelişmenin sürdürülmesi için bir yöntem haline gelmiş ve halkın günlük yaşamı ve kaderi olmuştur.
Filistin-İsrail çatışmasının bunca çalkantıdan sonra ateşkesle sonuçlanması elbette kutlanması gereken bir olaydır. Çünkü bu, katliamların devamından çok daha fazla akılcılığı ve insaniyeti temsil eder. Ayrıca, çatışan tarafların halklarına bir nefes alma ve yaşama umudu verir. Ancak, taraflar köklü sıfır toplamlı zihniyetlerini, şiddet felsefelerini ve orman kanunlarını terk etmezse, Orta Doğu’da barış asla gelmeyecek ve insanlık medeniyetinin beşiklerinden biri olan bu bölge, tarihin en büyük başarısızlıklarından biri olmaya mahkûm olacaktır.
Prof. Ma, Zhejiang Uluslararası Çalışmalar Üniversitesi (Hangzhou) Akdeniz Çalışmaları Enstitüsü (ISMR ) Dekanıdır. Uluslararası politika, özellikle de İslam ve Orta Doğu siyaseti üzerine yoğunlaşmaktadır. Uzun yıllar Kuveyt, Filistin ve Irak’ta kıdemli Xinhua muhabiri olarak çalışmıştır.