DÜNYA BASINI
Foreign Affairs: İsrail’in Trump’ın koşulsuz desteği hakkındaki varsayımları safça
Yayınlanma
Aşağıda çevirisini okuyacağınız Atlantik Konseyi’nde kıdemli araştırmacı olan Shalom Lipner tarafından kaleme alınan makale İsrail yönetiminin yeni Trump döneminden beklentilerine odaklanıyor. 1990-2016 arasında İsrail Başbakanlık Ofisi’nde çalışmış bir isim olan Lipner’in Foreign Affairs’te yayınlanan bu yazısında yüzeysel bakınca oldukça mantıklı görünen bu beklentilerin gerçekleşmeme olasılığının yüksek olduğuna hatta safça olduğuna işaret ediliyor. Makalede Trump’ın dış politikadaki pragmatik ve izolasyonist tutumunun, İsrail’e sağlanan desteği sınırlandırma riski taşıdığına dikkat çekiliyor. Makalede Hamas, Hizbullah ve 7 Ekim’le ilgili “terör” tanımları gibi katılmadığımız birçok nokta olmakla birlikte makale genel beklentinin Trump’ın İsrail’e koşulsuz destek vereceği yönünde olduğu bir dönemde bu genel ön kabulü sorgulaması açısında dikkate değer:
***
Netanyahu’nun Orta Doğu’yu yeniden şekillendirme hedefinin başarı şansı düşük.
Shalom Lipner
Donald Trump’ın ABD başkanlık seçimlerindeki zaferi İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu için daha iyi bir zamana denk gelemezdi. Hamas’ın 7 Ekim 2023’te gerçekleştirdiği terör saldırısının üzerinden 13 aydan fazla bir süre geçtikten sonra İsrail yükselişe geçti. Yılın başından bu yana İsrail hem Hamas’ın hem de Hizbullah’ın üst düzey liderlerinin çoğuna suikast düzenledi, saflarını bozdu ve İran’a hassas saldırılar düzenledi. Netanyahu, 7 Ekim’den sonra halk desteğinin dibe vurduğunu gördükten sonra popülaritesinin yeniden yükselmeye başladığını gördü.
Şimdi Netanyahu ve hükümeti Orta Doğu’nun kapsamlı bir şekilde yeniden şekillenmesi için nadir bir fırsat görüyor. Ateşkes çağrılarına direnen Netanyahu, aşırı sağ kanadının güçlü baskısıyla, ne kadar uzun sürerse sürsün “tam zafer” peşinde koşmaya kararlı. Bu yaklaşım, Gazze savaşını sürdürmeyi, Gazze Şeridi’nin kuzeyinde uzun vadeli bir İsrail güvenlik varlığının altyapısını oluşturmayı; Lübnan’a yeni bir düzen dayatmayı; İran’ın Irak, Suriye ve Yemen’deki vekillerini etkisiz hale getirmeyi ve nihayetinde İslam Cumhuriyeti’nin nükleer tehdidini ortadan kaldırmayı kapsıyor. Netanyahu’nun yönetimindeki koalisyonun bazı üyeleri de iki devletli çözüm ihtimalini sonsuza dek ortadan kaldırmayı hedefliyor. Netanyahu aynı zamanda Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinin eninde sonunda İsrail ile normalleşmeyi kabul edeceğini düşünüyor. Trump’ın Beyaz Saray’a dönmesiyle birlikte Başbakan ABD’nin kendisini destekleyeceğinden emin.
Bu plan cazip ve hatta belli bir mantık taşıyor: Ne de olsa Trump İsrail’de, uluslararası normlar ve kurumlarla -ve ihtiyatlı davranmaya- Demokrat selefinden çok daha az önem veren sadık bir İsrail destekçisi olarak görülüyor. Dahası, Trump; İran’a yönelik “maksimum baskı” kampanyasını sürdürme ve İbrahim Anlaşması’nın genişletilmesine öncelik verme planlarını şimdiden duyurdu.
Ancak bu varsayımlar -hem silah gücüyle neyin mümkün olabileceği hem de Trump yönetimin bunu ne derece destekleyeceği konusunda- tehlikeli bir şekilde abartılıyor. Siyasi ya da diplomatik düzenlemeler olmadan kazanılan taktiksel askeri başarılar kalıcı güvenlik sağlayamaz. İsrail kendini birden fazla sıcak savaşın ortasında ve Gazze ile Lübnan’daki büyük bir sivil nüfusun refahından sorumlu bir durumda bulabilir. Arap dünyasının desteğini kazanmak, Hamas ve Hizbullah’ın yenilgiye uğratılmasından daha fazlasını gerektirecek ve İsrail’in mevcut sağcı hükümeti iktidardayken bu destek pek olası görünmüyor. Öte yandan, Trump son derece öngörülemez bir lider ve onun desteğine güvenerek kumar oynayan İsrail kendisini dünya sahnesinde yalnız halde bulabilir. Başbakan kalıcı bir zafer kazanma çabasıyla İsrail’in durumunu daha da belirsiz hale getirebilir.
BÜYÜK FİKİR!
Trump’ın iktidara gelişi, bölgesel dinamiklerin nihayet İsrail’in lehine dönmeye başladığı bir döneme denk geliyor. Hamas’ın menfur saldırısı karşısında gafil avlanan İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), Gazze’de bir yılı aşkın süredir devam eden yoğun operasyonlar sırasında Hamas’ın komuta yapısını çökertti ve kabiliyetlerini neredeyse tamamen yok etti. Savaş başlamadan önce Hamas’ın övündüğü 24 taburun tamamı ve örgütün tünel ağının önemli bir bölümü devre dışı bırakıldı. Ekim ayında Yahya Sinvar’ın öldürülmesiyle birlikte Hamas’ın bir daha böyle bir katliam yapma ihtimali neredeyse sıfırlandı.
İsrail, İran’ın “direniş ekseni”nin merkezi ve en güçlü kolu olarak görülen Hizbullah’a da benzer bir darbe indirdi. Hizbullah’ın genel sekreteri Hasan Nasrallah’ın yanı sıra örgütün üst düzey yöneticilerinin çoğunu öldüren İsrail’in Lübnan’a düzenlediği kara harekâtı Hizbullah’ın devasa füze ve roket stokunu büyük ölçüde tüketti. Aynı zamanda, İsrail uçakları Suriye üzerinde sık sık operasyonlar düzenledi ve hatta 1,000 milden fazla uzaklıktaki Yemen’deki Husi altyapısını bombaladı. Son olarak, İsrail’in Ekim ayında gerçekleştirdiği hassas saldırılarla askeri tesisleri büyük zarar gören İran’a darbe vuruldu: İsrail, üç dalga hava saldırısını içeren operasyonda, İran’ın çeşitli bölgelerinde nükleer silah araştırma laboratuvarları, balistik füze üretim tesisleri, hava savunma sistemleri ve füze fırlatma rampalarını etkisiz hale getirdi.
Kasım’daki ABD seçimlerinden önce, bu askeri kazanımlar ABD ile artan gerilimler pahasına elde edildi. Biden yönetimi İsrail’i askeri, ekonomik ve diplomatik olarak desteklemiş olsa da- ABD başkanının savaş zamanında İsrail’i ilk kez ziyaret etmesi dahil- İsrail’in savaşı yürütme biçimini sık sık onaylamadığını gösterdi ve ABD Başkanı Joe Biden sık sık Netanyahu ile doğrudan anlaşmazlığa düştü. Netanyahu hükümetinin ateşkes müzakerelerine ilgi göstermemesi ve Gazze’de insani yardım dağıtımını genişletme konusundaki isteksizliği nedeniyle sürekli çatışmalar yaşandı. Başbakan için, Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in seçim zaferi Washington’la daha da fazla gerilime, hatta belki de ABD’nin İsrail’e verdiği desteğin sınırlanması anlamına gelebilirdi.
Buna karşılık Netanyahu ve müttefikleri yeni Trump yönetiminin İsrail’e kayıtsız şartsız ABD desteği getireceğini öngörüyor. Bu varsayım, İsrail’in yükselen sağ kanadının en yayılmacı, hatta mesihçi heveslerini yeniden alevlendirdi; IDF düşmanlarını yok ettiğinde, İsrail karşıtlarının İsrail’i yenmeye çalışmanın beyhudeliğini anlayacağını ve onunla barış arayışına gireceğini umuyorlar. İsrail, Batı Şeria ve Netanyahu’nun bazı koalisyon ortaklarına göre Gazze üzerindeki hakimiyetini güçlendirecek. Herkes -en azından bölgedeki tüm önemli oyuncular- sonsuza kadar mutlu yaşayacak.
İşin pratiğine gelince Netanyahu’nun zümresi Gazze’nin ne kadar tahrip edilirse edilsin Hamas’ı ezip geçmeye devam etme niyetinde. Şimdi İsrailli liderler, Ekim ayında Netanyahu’ya işi bitirmek için “ne yapman gerekiyorsa yap” tavsiyesinde bulunan Trump’ın desteğine de güveniyor. Ayrıca İsrail hükümeti, Gazze’de savaş sonrası yönetim için ciddi bir plan yapmaya pek yanaşmadı; Filistin Yönetimi’nin geri dönmesi çabalarını da engelleyerek IDF’nin süresiz olarak bölgede kalacağı sinyalini verdi. Netanyahu’nun kabinesindeki üyeler, Gazze’nin yeniden inşasını engellemek, bölgede Yahudi yerleşimlerini kurmak ve Batı Şeria’nın ilhakı için hevesle baskı yapıyor.
İsrail, Hizbullah’ın etkisiz hale getirilmesini Lübnan’ı yeniden şekillendirme yönünde daha geniş bir hamleye dönüştürmeye çalışıyor. Trump’ın rahatsız edici bir sorun olarak gördüğü anlaşılan bu konuyu ele almadaki öngörülemezliği, süreci Trump göreve başlamadan tamamlamak için bir teşvik oluşturuyor. İsrail, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı Kararını (2006’da Hizbullah ile İsrail arasındaki savaşı sona erdirmek için hazırlanmıştı) genişletilmiş bir şekilde yeniden uygulamayı kabul ediyor. Bu genişletme, anlaşmanın ihlal edilmesi halinde IDF’nin Lübnan’da operasyon yapma özgürlüğünü garanti altına alıyor. İsrail ayrıca güçlendirilmiş Lübnan ordusunun nihayetinde Lübnan’ın güneyinde tam otorite kurabileceğini umuyor.
Bu cesur projenin kilit noktası, İsrail’in İsrail’in ek müttefikler kazanarak ekibini genişletmesi olacak. Kızıldeniz’deki Husi korsanlığı, ABD’yi ve Birleşik Krallık’ı Yemen’deki Husi mevzilerine füze saldırıları başlatmaya yönlendirdi. İsrail hükümeti, İran’ın nisan ayında düzenlediği büyük füze saldırısı sırasında Fransa, Birleşik Krallık ve ABD’nin yanı sıra, daha dikkat çekici bir şekilde Ürdün, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelen uluslararası desteği hatırlayarak bu dayanışmayı genişletmek istiyor.
İsrail bu örneklerin üzerine bir şeyler inşa etmeyi ve bu işbirliğini genişletmeyi umuyor. Bu bağlamda, ABD ve BAE, Gazze için nihai bir uluslararası misyonda önemli roller oynayabilir (ancak Emirlikler, yalnızca Filistinliler tarafından resmi olarak davet edilirlerse katılacaklarını belirtti). İsrail’in tek başına hareket etmeyi tercih etmeyeceği bir diğer alan da İran. Tahran’ın nükleer programının çökertilmesi ve İslami rejimin devrilmesiyle sonuçlanacak, ABD öncülüğünde İran’la askeri bir çatışma senaryosu ana akım İsrailli yöneticiler tarafından benimsenmemiş olsa da aşırı sağ arasında tartışmalara yol açıyor.
Netanyahu hükümeti son perdede, bu gelişmelerin diğer bölgesel güçlerin İsrail ile kalıcı bir uzlaşmaya varmasına neden olacağını umuyor. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın, ilişkileri normalleştirmek için sıraya giren Arap ve İslami yöneticilere öncülük edeceğini düşünüyorlar. Bu hesaba göre, ilk yönetimi sırasında Suudiler ve Körfez’deki komşularıyla verimli ilişkiler geliştiren Trump, İsrail’in elindeki en önemli koz olacak. Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir gibi koalisyonun radikalleri, Washington’un İsrail hükümetinin istediğini yapmasına izin vermesiyle, geleneksel destekçilerinden yoksun ve ellerinde çok az seçenek kalan Filistinlilerin kendi şartlarını kabul etmek zorunda kalacağını iddia ediyor. Bu da muhtemelen siyasi haklar olmadan medeni hakların tanınması ve İsrail yerleşimlerinin dokunulmaz kalması anlamına gelecek.
DAHA FAZLA SAVAŞ İÇİN SAVAŞ
Netanyahu’nun sağcı koalisyonunun hırslarının şu anda neden bu kadar güçlü olduğunu anlamak için Trump’ın İsrail’de nasıl algılandığını kavramak gerekiyor. Birçok İsrailli, Netanyahu’nun bir zamanlar “İsrail’in Beyaz Saray’da sahip olduğu en büyük dost” olarak ilan ettiği bir adam tarafından yönetilen yeni ABD yönetiminin ülkelerini koşulsuz destekleyeceğini düşünüyor. Trump’ın dış politika ekibine sağlam İsrail yanlısı isimler ataması -Senatör Marco Rubio’yu dışişleri bakanı, eski Guvernör Mike Huckabee’yi İsrail büyükelçisi ve Temsilci Elise Stefanik’i Birleşmiş Milletler büyükelçisi olarak aday göstermesi- bu görüşü daha da güçlendiriyor.
İsrailli yetkililer, Trump’tan gelecek bir onayın yanı sıra, diğer başkentlerden İran’a baskıyı artırma planlarına yalnızca minimum düzeyde direnç geleceğini umuyor. Ağustos ayında Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık Tahran’ı ve müttefiklerini, İran’ın gerilimi daha da tırmandırması halinde bundan sorumlu tutacakları konusunda uyardı. İsrail’in bölgesel ortaklarından gelen diğer güven verici işaretler de dikkat çekiyor; bu ortaklar da İran destekli saldırganlık tehdidi altında. İsrailli yetkililer, İbrahim Anlaşmaları’nın geçen yılki savaş sürecine rağmen ayakta kalmasını ve ABD ile Suudi Arabistan yetkilileri arasında Riyad’ın nihayetinde bir anlaşmaya ikna edilebileceğine dair ısrarlı konuşmaları yakından takip ediyor.
Bu dış etkenlerin yanı sıra Netanyahu, koalisyonunun baskılarını da göz ardı edemez. Çünkü onların desteği olmadan görevde kalması mümkün değil. Bu baskıyı en güçlü şekilde oluşturanlar ise, bir zamanlar geleneksel siyaset için fazla radikal kabul edilen sağcı ideologlar Smotrich ve Ben-Gvir. ABD seçimlerinden bir hafta sonra Smotrich, Trump’ın dönüşünün “Tanrı’nın yardımıyla 2025’in Yahudiye ve Samiriye’de [Batı Şeria] İsrail için egemenlik yılı olacağı” anlamına geldiğini ilan etti. Netanyahu’nun siyasi olarak hayatta kalma içgüdüleriyle eşgüdüm sergileyen bu amansız ısrarlar, IDF’nin saldırısını sonlandırmasını tercih eden güvenlik kurumu üyeleri için sürekli bir engel teşkil ediyor.
Bu görüşler İsrail’de bir ölçüde destek bulmuş durumda. İsrail’in güvenliğine yönelik 7 Ekim öncesi radikal grupların IDF’nin + periyodik operasyonlarıyla kontrol altında tutulabileceği fikrine dayanan “çim biçme” stratejisi gibi yaklaşımların yetersiz olduğuna dair büyük ölçüde görüş birliği var. Pek çok İsrailli artık toplumun zaten tamamen seferber olduğu bir durumda, sürekli savaşın güvenliği sağlamak ve sürdürmek için en iyi yol olabileceği sonucuna varıyor. Son aylarda bu yaklaşımı güçlendiren bir diğer etken, IDF’nin taktiksel başarıları oldu. Bu başarılar, kamuoyunda daha fazlasını isteme iştahını artırdı. Son birkaç ayda Hamas ve Hizbullah’a karşı elde edilen kazanımlar -Gazze ve Lübnan’daki kara operasyonlarının başarısız olacağı yönünde uyarıda bulunan Biden yönetimi yetkililerinin öngörülerine rağmen- bu örgütlerin son kalıntılarını da yok etmek isteyenleri destekler nitelikte. Bu durum, sivil kayıplar ve barışın ertelenmesi pahasına gerçekleşse bile bu görüşü güçlendirdi.
İsrail parlamentosu Knesset’teki muhalefetin etkisizliği göz önüne alındığında, Netanyahu savaşa fazla bir engelle karşılaşmadan devam edebildi. Başsavcı ve İsrail’in güvenlik teşkilatı Şin Bet’in şefi dahil olmak üzere ülkenin olağan güvenlik sorumlularının çoğu savunmaya çekildi. Başbakan için uzun süreli savaş operasyonları, İsrail’in kaybedilen caydırıcılığını yeniden tesis etmek ve 7 Ekim’de ve sonrasında gösterdiği kötü performanstan dikkatleri başka yöne çekmek gibi ikili bir amaca hizmet ediyor. Gazze’deki İsrailli esirlerin ailelerinin protestoları bile ciddi bir engel oluşturmadı. Bu aileler aylardır -Biden’ın güçlü kişisel teşvikiyle- bir rehine anlaşması yapılması çağrısında bulunuyorlar ve kayda değer bir halk desteğine de sahipler. Ancak Netanyahu, Hamas’ın esir değişimi şartlarına karşı çıkanlardan ve sağ kanadındaki destekçilerinden aldığı güçle bu direnişi aşmayı başardı. Ayrıca Trump’ın iktidara gelmesiyle birlikte, ABD’nin İsrail’e askeri operasyonlarını sonlandırması yönünde daha az, hatta hiç baskı yapmayacağı varsayılıyor.
“MAGA”YI YANLIŞ ANLAMAK
Ancak Netanyahu ve müttefikleri bu büyük hedefleri baltalayan sayısız sorunu hafife alıyor. Bir kere İran ve vekilleri ortadan kaybolmayacak. Hamas, Hizbullah ve Husiler daha şimdiden direnç göstermeye ve yeniden toparlanmaya başladılar. Ellerinde hala önemli bir ateş gücü var ve İsrail’i her gün yüzlerce roket, balistik füze ve insansız hava araçlarıyla vurarak İsraillileri öldürme ve mülklerini tahrip etmeye devam edebiliyorlar. Bu gruplar İsrail’in hava savunmasını alt etmekte başarısız olsalar da genel bir tahribat yaratmayı, İsraillileri sürekli olarak sığınaklara doldurmayı ve hayatlarının akışını bozmayı başardılar. Bu grupların yakın zamanda teslim olacağı hayali gerçek dışı. İranlıların, Lübnanlıların, Filistinlilerin ve Yemenlilerin hemen ayaklanıp acımasız zalim liderlerin boyunduruğundan kurtulacakları beklentisi de bilinçli bir analizden çok hüsnükuruntu gibi görünüyor.
Daha da önemlisi, İsrail’in bölgeye yönelik herhangi bir büyük tasarımı Washington’dan önemli bir yardım almadan gerçekleşmeyecek. İsrail’in ABD’ye bağımlılığının hiç bu kadar belirgin olmadığı bir dönemde İsrail’in Trump’ın koşulsuz desteği hakkındaki varsayımları safça görünüyor. Özellikle de Trump’ın zaferini kolaylaştırdıkları için “Arap Amerikalı” ve “Müslüman Amerikalı” seçmenlere seslenmesi Trump’ın genel olarak savaşlardan ve ABD’nin yurtdışındaki askeri angajmanlarından kaçınma eğilimiyle birleşince yeni yönetimin İsrail’in ayrıcalıklarına daha şüpheci yaklaşacağı bir politikanın habercisi olabilir.
Foreign Policy: Netanyahu Trump’ı destekliyor, ancak pişman olabilir
Ne de olsa Trump ilk dönemini Netanyahu’ya hakaretler yağdırarak tamamladı ve İsrail’in çatışmaları uzatmasını istemediğini açıkça ortaya koydu. İki lider temmuz ayında Florida’da bir araya geldiklerinde Trump Netanyahu’ya Biden görevden ayrılmadan önce savaşı tamamlamasını söyledi. Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlerinin destekçileri Trump’ın en büyük destekçileri arasında yer alsa da yakında Trump’ın onların gündemine karşı pek yükümlülük hissetmediğini hatırlatabilirler. Trump’ın kısa ömürlü 2020 İsrail-Filistin barış planı olan “Barıştan Refaha”nın nihai olarak bir Filistin devletinin kurulmasını savunduğunu ve yerleşimci liderler tarafından “İsrail Devleti’nin varlığını tehlikeye attığı” gerekçesiyle eleştirildiğini hatırlatmakta fayda var.
Trump’ın genel dış politika pozisyonları da İsrail için aynı derecede sorunlu olabilir. Eylül ayında gazetecilere Tahran ile “bir anlaşma yapmak zorundayız” dedikten bir ay sonra “Lübnan’daki acı ve yıkımı durduracağını” söyledi. Trump’ın yurtdışındaki ABD güçlerine katkıda bulunma konusundaki isteksizliği, Pentagon’un daha yeni sofistike bir THAAD antibalistik füze bataryası ve onu kullanacak 100 ABD askeri konuşlandırdığı İsrail için büyük bir değişiminin habercisi. Trump, Biden’ın İsrail’e tahsis ettiği kaynakları geri çekmese bile, izolasyonist eğilimleri gelecekte desteğin azalacağına ve dolayısıyla IDF’nin manevra özgürlüğünün kısıtlanacağına işaret edebilir.
Diğer uluslararası güçlerin İsrail’in uzlaşmaz tavrına karşı sabrı daha da azalıyor. İran’ın Ekim ayındaki ikinci füze saldırısına karşı İsrail’in savunma şemsiyesine katılmayan Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık, uluslararası hukuka uyum konusundaki endişelerini gerekçe göstererek İsrail’e silah ihracatını kısıtladı. (Ekim ayında Biden yönetimi de Gazze’ye insani yardım sevkiyatının iyileşmemesi halinde silah transferlerini sınırlama tehdidinde bulundu ancak henüz böyle bir adım atmadı). Birleşmiş Milletler, Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi İsrail’e tarihsel olarak dostane olmayan platformlar da İsrail’in mevcut davranışları konusunda ağırlığını koydu. 21 Kasım’da UCM’nin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında Gazze’de savaş suçu işledikleri iddiasıyla tutuklama kararını onaylaması da buna dahil. Artan bu uluslararası baskı, IDF’nin operasyonel özerkliğinin yanı sıra İsraillilerin ticaret ve yurtdışına seyahatleri üzerinde olumsuz sonuçlar doğurabilir.
FT: Suudi Arabistan Trump’ın İsrail politikalarını dengeleyebilir
Bu gelişmelerin yanı sıra, İsrail’in kendi iç durumu da dikkate alınmalı ve Netanyahu, bu durumun kendisi için göründüğünden daha elverişli olduğunu düşünebilir. Bir yılı aşkın süredir devam eden amansız savaşın ardından yorgun düşen İsrail halkı, Gazze’de hala 100’den fazla rehinenin bulunduğunu ve on binlerce kişinin evlerinden olduğunu biliyor. IDF yedek askerleri yüzlerce günü ailelerinden ve mesleklerinden uzakta üniformalı olarak geçirdi. Bu sorumluluktan kaçanlara (özellikle de Knesset’teki temsilcileri Netanyahu’nun koalisyonunun kilit üyeleri olan ultra Ortodokslara -Harediler-) duydukları öfke aşikar. Aktif görevde olanların birçoğu için hükümetin direktiflerini yerine getirme hevesi azalıyor.
Bu arada Netanyahu’nun üst düzey kurmayları, IDF subaylarının tehdit edilmesi ve hükümetin hatalarını örtbas etmek için resmî belgelerde açıkça sahtecilik yapılması olaylarına karıştı. Sözcülerinden biri, bir rehine anlaşması konusundaki hükümetin inatçılığını haklı çıkarmak amacıyla gizli istihbarat belgelerinde tahrifat yaparak sızdırdığı şüphesiyle ulusal güvenliği tehlikeye atmak suçlamasıyla yargılanıyor. Ve tüm temyiz yollarını tüketmiş olan başbakanın kendisi de nihayet yolsuzluk davasında mahkeme karşısına çıkmak zorunda. Yıl sonundan önce ifade vermesi planlanıyor.
Netanyahu 5 Kasım’da eski bir general ve Biden yönetiminin İsrail’deki en güvenilir muhatabı olan Gallant’ı görevden aldı ve yerine askeri kimliği olmayan bir siyasetçiyi getirdi. Tamamen siyasi bir hamle olan bu değişiklik, Netanyahu’nun, haredi koalisyon ortaklarını memnun etmek amacıyla yapıldı. Haredi gruplar, nüfuslarının IDF hizmetinden muaf tutulmasını hızlandıracak yasal düzenlemeler yapılmazsa hükümeti terk etmekle tehdit etmişti. Gallant (ve İsrail kamuoyunun büyük bir kısmı) bu yasaya karşı çıkıyordu. Netanyahu’nun kendi çıkarlarını ulusal güvenlikten ve sosyal bütünlükten önde tutması, İsrail’in vatandaş ordusu ve modern ekonomisinin bel kemiğini oluşturan geniş bir kesimi giderek daha fazla hayal kırıklığına uğratıyor.
GERÇEKLE YÜZLEŞME
Savaş alanındaki zaferlerine rağmen İsrail gerçek bir tehlikeyle karşı karşıya. Mevcut çatışmaları başarıyla sona erdirme yeteneği, büyük ölçüde Netanyahu’nun bir sonraki ABD başkanıyla ilişkileri nasıl yöneteceğine bağlı olacak. Yeniden seçilme endişesi taşımayan Trump, en pragmatik içgüdülerini takip etmeye daha da hazır olabilir. Netanyahu, Trump’ın hâlâ taşıyor olabileceği kinleri bertaraf ederek hedeflerini uyumlu hale getirmek için ustaca bir denge yürütmek zorunda kalacak. İronik bir şekilde, Netanyahu’nun en zorlu engeli, onu iktidarda tutan aynı sağ partiler olabilir.
Şu anda İsrail güçleri, Gazze ve Lübnan’da daha derinlere çekilme riskiyle karşı karşıya. İsrail’in askeri üstünlüğüne rağmen, bu iki bölge Vietnam tarzı bir bataklığa dönüşme işaretleri gösteriyor. Hizbullah, İsrail’in Beyrut’a saldırmaya devam etmesi durumunda Tel Aviv’e tekrar saldıracağını açıkladı. İran ise İsrail’in misillemesine karşı sert bir intikam yemini etti. Bu arada IDF, yeni asker sıkıntısı çekiyor ve şu an için, daha fazla destek almadan hem saldırı hem savunma mühimmatı eksikliklerini giderebilecek durumda değil. Rehineler hâlâ Gazze’de; kaçının hayatta olduğu kesin olarak bilinmiyor. Ayrıca kuzeydeki köylerinden tahliye edilenler, İsrail’in Lübnan’daki operasyonlarına rağmen evlerine geri dönemiyor.
İsrail’in savunma şefleri Netanyahu’ya Gazze ve Lübnan’da tüm hedeflerine ulaştıklarını bildirdiler. Rehineleri Gazze’den geri getirmek ve Lübnan’daki çatışmayı sonlandırmak için taviz verilmesini destekliyorlar. IDF ve Şin Bet, İsrail’i Hamas ve Hizbullah’tan gelecekteki saldırılara karşı koruyabileceklerinden emin. Bu değerlendirme hem bir an önce sükûnet isteyen Trump’ın hem de başkanlığı sona ermeden Gazze’de ateşkes ve Lübnan’da bir anlaşma görmek isteyen Biden’ın düşüncelerine rahatlıkla uyuyor.
Bir açıdan bakıldığında, Netanyahu’nun da bu yönde hareket etmek istediği görülüyor. Haberlere göre, ABD seçimlerinin ardından o da Hizbullah ile bir ateşkes sağlamak için çalışıyor, bunu Trump’a bir “hediye” olarak sunmayı planlıyor. Mantık şöyle işliyor: Bu adım, İsrail’in dikkatini İran’dan gelen daha ciddi tehditlere odaklamasına olanak tanıyacak ve 2018’de İran nükleer anlaşmasından çekilen Trump’ı, Tahran’a baskı yapmak için harekete geçirebilecek. Ancak Netanyahu’nun bu yöndeki herhangi bir hamlesi, rehinelerle ilgili müzakerelere sürekli müdahale eden ve herhangi bir ateşkese onay vermesi durumunda başbakanı devireceklerini söyleyen Smotrich ve Ben-Gvir tarafından engellenecek. Bu ikilinin Gazze ve Batı Şeria üzerinde uzun vadeli İsrail kontrolünü dayatma çabaları, IDF’nin bu bölgelerdeki varlığını azaltmaya yönelik girişimlerle tamamen çelişiyor ve Netanyahu’nun İsrail’ini Trump ile bir çatışma rotasına sokabilir.
Seçilmiş başkan, Suudi Arabistan ile herhangi bir ilerleme kaydedilmesinin, muhtemelen mevcut İsrail hükümeti süresince söz konusu olmayacağını keşfederek benzer şekilde hayal kırıklığına uğrayacak. Smotrich ve Ben-Gvir, Riyad’ın talep ettiği asgari bedeli ödemeyi yani Filistin devletine giden bir yolu asla taahhüt etmeyecekler. Onların bakış açısına göre, İbrahim Anlaşmaları önemli bir kazanım olabilir, ancak hiçbir şey İsrail’in “Ataların Toprakları” üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmaktan daha değerli değil. Dahası, Suudi Arabistan’ın yanı sıra Ürdün, Mısır, Katar ve Umman gibi Arap devletlerinin İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi’yi samimi bir şekilde karşılamasının da gösterdiği gibi Suudi Arabistan’ın İran’ı kızdırmaya pek niyeti olmayabilir.
Netanyahu’nun bu işaretleri doğru yorumlaması gerekecek. Zamanı iyi değerlendirmeli ve İsrail’in savaşları yarardan çok zarar getirmeye başlamadan ve Trump’la arasını açmadan önce sonlandırmalı. Netanyahu koalisyon ortaklarına karşı durabilirse, çatışmaları sona erdirebilir ve Trump’a istediği temiz masayı bırakabilir. Ancak zaman kısa. Eğer başbakan zamanı tüketmeyi tercih ederse hem Trump’ı memnun etmeye çalışmak hem de Smotrich ve Ben-Gvir’i yatıştırmak gibi imkânsız bir görevle karşı karşıya kalacak. İsrail kendisini daha fazla çalkantıya hazırlamalı.