Bizi Takip Edin

ORTADOĞU

Gazze; Suudi Arabistan ve İran normalleşmesini test ediyor

Yayınlanma

Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Gazze savaşıyla gerilimim arttığı ve her an sıcak bir çatışma yaşanma ihtimalinin bulunduğu bölgede, ilişkilerini yakın zamanda normalleştiren Suudi Arabistan ve İran’ın karşılaştığı ve karşılaşma ihtimali bulunan zorluklara odaklanıyor. Makaleye göre “İran ve Suudi Arabistan’ın mevcut motivasyonları ve hedefleri, İsrail’in Gazze’ye açtığı savaşın -en azından kısa vadede- aralarındaki yumuşamayı bozma ihtimalinin düşük olduğunu gösteriyor.” Ancak öngörülemeyen bölgesel dinamikler veya dış faktörler bu durumu tersine çevirebilir:

***

Suudi-İran Paktı Gazze Savaşına Nasıl Dayanıyor?

Gazze savaşı, Suudi Arabistan ve İran arasındaki yumuşamanın stratejik fayda ve dayanıklılığını ortaya koydu. Ancak bunun uzun vadede sürdürülebilirliği, öngörülemeyen bölgesel dinamiklere veya diğer dış faktörlere bağlı olabilir.

Ali Bakır ve Aziz Alghashian

Suudi Arabistan ve İran on yıllardır mezhepsel ve ideolojik farklılıkların yanı sıra jeopolitik çekişmelerin de körüklediği bölgesel çatışmaların karşıt uçlarında yer aldı. Bölgesel ve küresel güçlerin müdahalesi bu rekabeti daha da karmaşık hale getirdi. Ancak Mart 2023’te Riyad ve Tahran, Çin’in arabuluculuğunda ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik anlaşma imzaladıklarını duyurarak diplomatik ilişkilerdeki yedi yıllık kopukluğun ve önceki on yıllarda uzun aralıklarla artan gerilimin ardından ilişkilerini iyileştirmeyi amaçlayan önemli bir değişime işaret ettiler.

Yeni bölgesel düzeni kucaklama

Başlangıçta Irak ve Umman tarafından kolaylaştırılan anlaşma, Çin’in Orta Doğu’daki en büyük iki aktör arasındaki anlaşmaya nezaret ettiğine tanık olan ABD ve Avrupalı güçler için sürpriz oldu. Dahası, İran’ı tecrit etme ve Tahran’la nükleer programı konusunda bir çatışma beklentisiyle Suudi Arabistan ile ilişkileri normalleştirme çabalarını sürdüren İsrail’in hesaplarını da zorlaştırdı. Suudi-İran normalleşmesi, Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme hesaplarında İran ile çatışmanın ana etken olduğu fikrine de meydan okudu. Hem Riyad hem de Tahran’ın bir yumuşama anlaşmasına varmak ve karşılıklı düşmanlığı azaltmak için zorlayıcı iç, bölgesel ve uluslararası nedenleri ve itici güçleri vardı.

Her iki ülke de Orta Doğu ve Güney Asya’da – Yemen ve Suriye’den Irak, Lübnan ve Pakistan’a kadar – büyük insani acılara ve maddi kayıplara yol açan vekalet çatışmaları ve rekabet ağına gömülmüş durumda. Her iki ülke de ekonomik zorluklarla boğuşuyor. Dahası, her iki ülke de ABD’nin Orta Doğu’ya yönelik politikasında, Başkan Joe Biden yönetiminin başta Çin ve Rusya olmak üzere diğer bölgelere ve sorunlara daha fazla önem vermesiyle birlikte gelen değişikliği gördü ve bu da her iki ülkenin birbirine yaklaşması için fırsat yarattı.

İran ve Suudi Arabistan, birbirlerinin güvenlik kaygılarına ve ekonomik hedeflerine saygı göstermeyi taahhüt ederek aralarındaki krizi yatıştırmak için zemin hazırladılar ve çatışma ve şiddeti önlemeyi ya da en azından hafifletmeyi amaçladılar. Ayrıca ticaret, yatırım ve kültürel etkileşimleri canlandırarak ekonomilerini güçlendirmeyi ve gelir akışlarını çeşitlendirmeyi hedeflediler. Ve yaptıkları anlaşmayı Çin’de duyurarak, küresel sahnedeki yeni çok kutuplu gerçekliği benimsediklerinin sinyalini verdiler ki bu da kendilerine ekonomik fayda ve bölgesel istikrarın artırılması gibi önemli avantajlar sağlayabilir. Riyad ve Tahran diyalog ve işbirliği yoluyla dış güçlere olan bağımlılıklarını azaltma ve bölgesel hakimiyet ve özerkliklerini güçlendirme arzusunu somutlaştırdılar. Dahası, on yıllık bir iç ve bölgesel çalkantıdan çıkmakta olan bir bölge için bürokrasinin güçlendirilmesindeki stratejik rollerinin farkına varmış görünüyorlar.

Yumuşama öncelikle hem Riyad hem de Tahran tarafından karşılıklı çıkarların pragmatik bir şekilde kabul edilmesinden kaynaklanıyor. Veliaht Prens Muhammed bin Selman yönetimindeki Suudi Arabistan, bir dönüşümden geçiyor ve Vizyon 2030’un bir parçası olarak iddialı mega projeleri hayata geçirerek bölgesel karışıklıklardan ulusal kalkınmaya doğru stratejik bir geçiş yapıyor. İran’la yumuşama, Suudilerin iç ekonomik zorluklar ile dış güvenlik tehditleri arasında çok fazla sıkışıp kalmaktan kaçınma çabasına işaret ediyor.

Buna karşılık, ekonomik çöküşün hızlanması, iç huzursuzluk ve nükleer programıyla ilgili dış güvenlik tehditleri ve uluslararası baskılar nedeniyle İran, muhtemelen yumuşamayı ABD ve İsrail ile olası çatışmalara karşı bir tampon olarak gördü. Tüm cephelerde savaşamayacağının farkında olan Tahran, Suudi Arabistan ile yaptığı anlaşma ile Körfez Arap ülkeleriyle rekabeti azaltarak Körfez’deki konumunu güvence altına aldı. Böylece Tahran, ABD ve İsrail’den kaynaklanan tehditlere odaklanabilecekti. Suudi Arabistan ve İran arasındaki bu uyum, uzun süredir devam eden çatışmaları çözümsüz bıraksa da mümkün olan her yerde yumuşamaya öncelik vermenin karşılıklı avantajlarına işaret ediyor.

Eylül 2023’te, 7 Ekim Hamas saldırılarından hemen önce, İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emirabdullahiyan Suudi mevkidaşı Faysal bin Ferhan ile Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun oturum aralarında bir araya geldi. Bakanlar ticaret, enerji, güvenlik ve kültür dahil çeşitli alanlarda işbirliğini geliştirme konusunda mutabık kaldılar. Gazze savaşı Riyad ve Tahran arasındaki yumuşamanın akıbeti konusunda soru işaretleri yarattı. Ancak çatışmaların başlamasından bu yana Suudi ve İranlı üst düzey diplomatların sırasıyla Ekim ve Aralık aylarında Cidde ve Cenevre’de olmak üzere en az iki kez bir araya gelmiş olması bu yumuşamanın devam ettiğini gösteriyor.

Gazze savaşı ve Suudi-İran ilişkilerinde yeni fırsatlar

Kasım 2023’te İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Riyad’da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı zirvesine davet edildi. Bu ziyaret, diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesinden bu yana bir İran devlet başkanının Suudi Arabistan’a yaptığı ilk ziyaretti. Zirve, Suudi-İran ilişkilerinin bu yeni dönemi için bir sınav teşkil eden ama aynı zamanda fırsatlar da sunan Gazze’deki çatışmaya odaklandı.

İran açısından savaş, İsrail’in caydırıcılık kabiliyetine ilişkin uzun süredir var olan algıları önemli ölçüde zayıflatmakla kalmadı, aynı zamanda Tahran ve vekillerine Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’deki çatışmalarda oynadıkları kötü rolü aklama ve kendilerini yeniden “direniş ekseni” olarak gösterme imkanı vererek bölge ve ötesindeki nüfuzlarını artırdı. En önemlisi de bu çatışma İran’a, bir sonraki ABD başkanlık seçimlerinde eski Başkan Donald J. Trump’ın Biden’a karşı kazanması halinde İran’ın nükleer programı konusunda olası bir çatışma beklentisiyle İsrail ve ABD’ye karşı vekillerinin kolektif ve koordineli eylemlerinin hazırlığını ve etkinliğini test etmek için eşsiz bir fırsat sağladı.

Bu arada Gazze savaşı Riyad’a bölgedeki etkinliğini göstermek için bir fırsat sundu. Suudi Arabistan hava sahasının ve topraklarının herhangi bir askeri aktör tarafından kullanılmasını reddederek İran’a, kendisine yönelik herhangi bir saldırı planının parçası olmadığı sinyalini verdi. Aynı şekilde Suudi Arabistan Husi insansız hava araçlarını engelleyerek diğer aktörlere kendisini savunmaktan geri durmayacağını hatırlattı.

Her iki ülke de endişeli olmakla birlikte çatışmanın daha geniş çaplı bir bölgesel savaşa dönüşmesini ya da savaşa doğrudan müdahil olmayı arzu etmiyor. Suudi Arabistan İran’ın Gazze savaşında fırsatçı davrandığını ve Yemen, Suriye ve Irak’taki İran yanlısı milis ağlarını kullandığını biliyor. Riyad, İran’ın bölgesel vekillerinin ABD ve İsrail karşıtı eylemlerinden kendine pay çıkarma, baskı arttığında ise bu eylemlerle arasına mesafe koyma eğiliminin farkında. Ancak Riyad bu duruma uyum sağlamış görünüyor ve hedef alınmadığı ve bölgesel istikrar önemli ölçüde zarar görmediği sürece İran’ın bu fırsatçılığını idare ediyor. France 24’e verdiği röportajda Faysal bin Ferhan’a İran’ın bu retorik fırsatçılığı sorulduğunda Suudi Dışişleri Bakanı, İranlı mevkidaşlarıyla yaptığı görüşmelere dayanarak “İranlıların daha geniş çaplı bir savaş istediğine inanmıyorum” dedi. Suudi Arabistan’ın Husilerin deniz tehditlerine karşı ABD öncülüğünde oluşturulan Kızıldeniz görev gücüne katılmayı reddetmesi dikkat çekti. Riyad gerilimi tırmandırmayarak stratejik pragmatizm sergiliyor, iç önceliklerine odaklanmak ve gereksiz bölgesel çatışmalardan kaçınmak gibi daha geniş hedefleriyle uyumlu hareket ediyor.

Buna ek, savaş Suudi Arabistan’a İsrail üzerinde bir koz verdi. İsrail Gazze’de net bir çıkış stratejisi olmayan bir bataklığa saplanmış durumda. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Arap ülkeleryle, özellikle de Suudi Arabistan’la Gazze’de savaş sonrası yeniden inşayı koordine etmeyi ve yardım sağlamayı tartışmayı umuyordu. Ancak Riyad’ın savaş sonrası Gazze operasyonunu iki devletli çözüme yönelik geri dönüşü olmayan adımlar içeren somut bir barış sürecine bağlaması, ABD ve İsrail ile ilişkilerinde elini güçlendiriyor. Dahası, İsrail hükümeti iki devletli bir çözüm ihtimalini reddettiği için Suudi Arabistan İsrail ile normalleşmeyi ancak belirli tavizler karşılığında masada tutarak söylemi değiştirdi ve İsrail’in barış anlaşmasını engellemekten sorumlu aktör olarak görülmesine katkıda bulundu.

İsrail ve ABD’nin bölgede geniş çaplı bir popülarite kaybına uğramasıyla birlikte, Suudi Arabistan’ın herhangi bir anlaşmaya katılması için önemli teşvikler sunmaları gerekecek. Muhammed bin Selman işbirliği karşılığında ABD ve İsrail’den önemli tavizler koparabilecek güçlü bir konumda ve bu kozdan vazgeçmek için acele etmiyor. Suudi Arabistan, ABD ve İsrail İran’la ilgili endişeleri paylaşırken, aynı zamanda Suudi Arabistan ve İran İsrail işgalinin sorunlu ve bölgesel istikrarsızlık kaynağı olduğu algısını paylaşıyor.

Teste dayanmak

Bununla birlikte, Suudi-İran normalleşme anlaşmasını test edecek birçok faktör ve senaryo var; bunların başında da İran’ın vekillerinin ve taşeronlarının gerilimi tırmandırma eğilimi geliyor. İran’ın Husiler gibi gruplar üzerinde bir dereceye kadar etkisi var gibi görünse de bölgedeki yüksek riskli durumlar yanlış hesaplama riskinin de yüksek olduğu anlamına geliyor. Bölgesel iklim ve Gazze’de devam eden savaş göz önüne alındığında, ilgili oyuncuların eylemlerini tahmin etmek zor. Suudi güvenliğini ya da hayati çıkarlarını tehdit eden bir saldırı ya da eylem gerçekleşirse Riyad karşılık vermek ve durumu ölçülü bir şekilde ele almak zorunda kalabilir. Ayrıca Tahran’ın Husiler üzerindeki nüfuzunu daha fazla kullanarak Husilerin Riyad’a yönelik doğrudan tehdidini kontrol altına almasını bekleyecektir. Suudi Arabistan, Tahran’ın yeterince çaba göstermediği ya da Husilerin düşmanca davranışlarını engelleyemediği sonucuna varırsa, tırmanan gerilim Suudi-İran yumuşamasının gücünü test edebilir.

Suudi-İran ilişkilerini test eden bir diğer husus ise yabancı nüfuz. Hem Suudi Arabistan hem de İran, başta ABD, İsrail ve Orta Doğu siyasetinin dinamiklerinde çıkarları olan diğer bölgesel aktörler olmak üzere güçlü müttefik ve düşmanların etkisi altında. Bu aktörlerin eylemleri veya baskıları Suudi-İran ilişkilerinin seyrini önemli ölçüde etkileyebilir.

Bölgesel ve uluslararası komplikasyonlara rağmen, Suudi-İran normalleşmesinin bu testlere dayanması daha olası. Aslında Suudi-İran normalleşmesinin stratejik faydasının boyutunu gösteren de tam olarak bu test senaryoları ve devam eden savaş. Diplomatik kanalların açılması iki ülkenin doğrudan iletişim kurmasını sağlıyor. Bu da her iki devletin de sadece neyin iletildiğini değil, nasıl iletildiğini de kontrol etmesini sağlıyor ki bu da aracılar vasıtasıyla iletişim kurmaktan daha etkili olabilir.

Ayrıca diplomatik ilişkiler her iki devletin, özellikle de Suudi Arabistan’ın gerilimi azaltmaya yönelik ortak çağrılarını daha kolay iletebilmelerine olanak tanıyor çünkü Suudi-İran diplomatik ilişkileri olmasaydı bu tür açıklamaları yapmak çok daha karmaşık olurdu. Elbette sonuçta bu tür diplomatik koordinasyon, yumuşamayı destekleyen iki taraflı stratejik mutabakat için sadece yapı taşlarını temsil ediyor.

Yumuşamanın sürdürülebilirliği İran ve Suudi Arabistan’ın bu yumuşamanın faydasını nasıl gördüğüne bağlı. Şu anda her iki ülke de stratejik hedefleri doğrultusunda anlaşmalarını sürdürmeye istekli görünüyor. Ne Riyad ne de Tahran Gazze’deki çatışmanın tırmanmasını ya da doğrudan müdahil olmayı istiyor. Bu durum, daha geniş hedefleri ve öncelikleriyle uyumlu olduğu için gerilimi azaltma konusundaki kararlılıklarını güçlendiriyor. Bölgesel dinamikler öngörülemez ve beklenmedik bir tırmanış en tehlikeli olasılık olsa da İran ve Suudi Arabistan’ın mevcut motivasyonları ve hedefleri, İsrail’in Gazze’ye açtığı savaşın -en azından kısa vadede- aralarındaki yumuşamayı bozma ihtimalinin düşük olduğunu gösteriyor.

ORTADOĞU

Hamas’ın Batı Şeria lideri İsrail hapishanesinde öldürüldü

Yayınlanma

Hamas’ın Batı Şeria’daki lideri Mustafa Muhammed Ebu Ara, tutuklu bulunduğu İsrail hapishanesinde hayatını kaybetti. 7 Ekim’den bu yana İsrail hapishanelerinde işkence veya ihmal nedeniyle öldürülen tutuklu sayısının 19’a yükseldi.

Filistin Esirler Cemiyeti ile Filistin Kurtuluş Örgütüne bağlı Esirler ve Serbest Bırakılanlar Heyetinden yapılan ortak açıklamada, işgal altındaki Batı Şeria’nın Tubas kentine bağlı Akaba beldesi sakinlerinden Ebu Arra’nın sağlık durumunun kötüleşmesi üzerine hastaneye kaldırıldığı belirtildi.

Rimon Hastanesinden Soroka Askeri Hastanesine sevk edilen Ebu Arra’nın yaşamını yitirdiği aktarılan açıklamada, evli ve 7 çocuk babası olan Ebu Arra’nın 1990 yılından bu yana birçok kez İsrail tarafından tutuklandığı kaydedildi.

Ebu Arra’nın İsrail hapishanelerinde toplam 12 yıl yattığı paylaşılan açıklamada, 63 yaşındaki Filistinlinin son olarak 30 Ekim 2023’te idari tutuklamaya tabi tutulduğu hatırlatıldı.

Açıklamada, “Ebu Ara’nın, tüm mahkumlar gibi, Gazze’ye yönelik imha savaşının başlamasından bu yana, İsrail hapishaneleri ve kamplarındaki mahkûm ölümlerinin başlıca nedenleri olan işkence, açlık ve tıbbi ihmal de dahil benzeri görülmemiş suçlar ve prosedürlerle karşı karşıya kaldığı” vurgulandı.

Ebu Arra’nın tutuklanmadan önce ciddi sağlık problemleri yaşadığı belirtilen açıklamada, “Ebu Arra, ilaçlarından mahrum edilerek ölüme terk edildi. Bu Filistin halkına karşı devam eden soykırım suçları kapsamında yapıldı” denildi.

Filistinlinin ölümünden İsrail hapishane idaresinin sorumlu tutulduğu açıklamada, İsrail hapishanelerinde tutulan 9 bin 700’ü aşkın Filistinlinin akıbetinden de hapishane idaresinin mesul olduğu kaydedildi.

Açıklamada, 7 Ekim 2023’ten bu yana İsrail hapishanelerinde ölen Filistinlilerin sayısının 19’a çıktığı aktarıldı.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Mısır, IMF incelemesi öncesi akaryakıt fiyatlarını %15 artırdı

Yayınlanma

Mısır, Aralık 2025’e kadar sübvansiyonları kademeli olarak kaldırma planının bir parçası olarak akaryakıt fiyatlarını artırdı. Bu hamle, vatandaşların hoşnutsuzluğuna yol açan elektrik kesintilerinin devam ettiği bir dönemde geldi.

Mısır 2022’den bu yana, verdiği kredilere karşılık Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) talep ettiği ekonomik bir “reform” programı uyguluyor. Bu program çerçevesinde para birimi dört kez devalüe edildi, gıda ve enerji sübvansiyonları önemli ölçüde azaltıldı, ancak bazıları hala yürürlükte.

The National’a konuşan mali analistler, akaryakıttaki fiyat artışlarının IMF’nin Mısır’a verdiği 820 milyon dolar tutarındaki kredinin üçüncü diliminin ödenmesi için temel bir şart olduğunu söyledi.

IMF, Mısır’ın gıda ve yakıt sübvansiyonlarının kaldırılması şartını yerine getirmesini beklerken reform programının üçüncü incelemesi 10 Temmuz’dan 29 Temmuz’a ertelendi.

IMF’nin mart ayında kredi programını 5 milyar dolar genişletmesinden bu yana hükümet akaryakıt fiyatlarına ikinci kez zam yaptı. Mısır, anlaşmanın bir parçası olarak yakıt sübvansiyonlarını azaltmayı taahhüt etmişti.

Nisan ayında IMF, Mısır’ın 2024/25 yıllarında yakıt sübvansiyonları için 331 milyar Mısır lirası (6,85 milyar dolar), 2025/26 yıllarında ise 245 milyar Mısır lirası harcayacağını tahmin etmişti.

The National’ın haberine göre hükümetin sübvansiyonları kaldırma çabaları, son yıllarda yaşam maliyetlerinin arttığını söyleyen vatandaşların direnişiyle karşılaştı. Günlük yaşamı sekteye uğratan ve Mısırlılar arasında öfkeye yol açan sürekli elektrik kesintileri durumu daha da kötüleştirdi.

Hükümet elektrik kesintilerini rekor tüketim ve teknik arızalara bağlıyor ancak pek çok vatandaş bu açıklamaları bahane olarak görüyor.

Bazı uzmanlar sübvansiyonların azaltılmasının uzun vadede elektrik sektöründe yeni yatırımlar için alan açacağını ve nihayetinde elektrik kesintilerini ortadan kaldıracağını söylüyor.

Ancak hükümet kısa vadede IMF’nin şartlarını yerine getirmek ve halkın hoşnutsuzluğunu yönetmek arasında tehlikeli bir yolda ilerlemek zorunda.

Akaryakıt fiyatlarına yapılan zamlar, IMF kredilerini güvence altına almak için gerekli olsa da hükümet ile vatandaşlar arasındaki ilişkiyi daha da gerginleştirebilir.

Okumaya Devam Et

ORTADOĞU

Ateşkes müzakerelerine “Biden” rötarı

Yayınlanma

İsrail müzakere ekibi, Hamas ile ateşkes ve esir takası müzakereleri için bugün Doha’da yapılması planlanan görüşmeleri bir hafta sonraya erteledi.

Üst düzey bir İsrailli yetkili, gecikmenin nedeninin Başbakan Binyamin Netanyahu ile ABD Başkanı Joe Biden arasındaki görüşmenin ertelenmesi olduğunu belirterek, Başbakan’ın nasıl ilerleneceğini değerlendirmek üzere ortaya çıkan anlaşmayı Biden’la görüşmeyi planladığını söyledi.

Kaynak ayrıca müzakere ekibinin toplantıdan sonra görüşmeler için yola çıkacağını söyledi, ancak tam zamanını belirtmedi. İsrail medyası heyetin ancak önümüzdeki hafta yola Doha’ya gidevileceğini bildirdi. Kaynak, gecikmeye rağmen müzakerecilerin Arap arabulucularla görüşmeleri uzaktan sürdürdüğünü vurguladı.

Hamas’ın elindeki rehinelerin aileleri, heyetin seyahatinin ertelendiği haberine öfke duyduklarını ifade ettiler.

Rehinelerden Matan Zangauker’in annesi Einav Zangauker, “Netanyahu Kongre önünde masadaki anlaşmayı kabul ettiğini açıklamak yerine, kişisel nedenlerle anlaşmanın ilerlemesini engelliyor” dedi.

Ayrıca aileler, İsrailli müzakere heyetiyle “acil toplantı” yapılmasını talep etti.

“Esir Aileleri Forumu” tarafından yapılan açıklamada müzakereler konusunda güven krizinin olduğuna işaret edildi. Açıklamada, “Başbakan (Binyamin Netanyahu) iki haftadır arabulucuların anlaşmanın uygulanmasına ilişkin taleplerine yanıt vermekten kaçınıyor” denildi.

Esir ailelerine müzakere sürecine dair sağlanan bilgilerin gerçekliği yansıtmadığı aktarılarak, “Bu ayak sürüme, sevdiklerimizi geri getirme şansının kasıtlı sabote edilmesidir. Müzakereleri etkili şekilde baltalıyor ve ciddi bir ahlaki başarısızlığa işaret ediyor” denilen açıklamada, esirlerin geri dönüşüne ilişkin “dürüst rapor” sunmanın güvenlik servislerinin sorumluluğunda olduğu vurgulandı.

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English