Putin’le ilgili Rusya halkında hep akılda kalan, üç video görüntüsünde saklı üç moment vardır.
Birincisi, 2001’de Kursk faciasının ardından ailelerin karşısında yaptığı konuşmadır. Bu konuşma o günlerde genellikle Putin’in siyasi güçsüzlüğüne yorulmuştu; ancak bence tam tersine, Putin’in bir lider olarak potansiyel gücüne tanıklık ediyordu, zira hamaset yerine hesap vermeyi tercih ediyordu. Bu, onun aileler ve halk nezdinde itibarını artırmıştır. Ancak bundan da önemlisi şudur: iktidarın Kursk faciasına gösterdiği tepki, başta Gusinskiy, Bezerovskiy ve Hodorkovskiy olmak üzere bir grup oligarka savaş ilanından farksızdır. Putin’in bu toplantıdaki sözleriyle:
“Televizyonlarda herkesten çok bağıran, ama on yıldır bugün insanların ölüp gittiği ordu ve donanmayı yerle bir etmiş insanlar var. On yıldır çala çırpa para bırakmadılar, şimdi de herkesi ve her şeyi satın alıyorlar. … Medyaya gelince, onların mantığı çok basit. Çok basit. Kamuoyuna etki etmek ve böylelikle ülkenin askeri yönetimine, siyasi yönetimine, onlara muhtaç olduğumuzu, onların oltasına takıldığımızı, onlardan korkmamız, itaat etmemiz ve bundan sonra da ülkeyi, orduyu ve donanmayı soyup soğana çevirmelerini kabul etmemiz gerektiğini göstermek.” “Ya kanunlar?” diye sormuştu salondan biri. Putin: “Kanunları da böyleleri yaptılar. Kanunları değiştireceğiz.”
Bu hesap verişte iki vaat önemlidir: 1) oligarkları arzularını siyasi iktidara dikte ettirir güç odakları olmaktan çıkarmak ve siyasi yönetimin bağımsızlığını sağlamak; 2) ordunun prestijini tesis etmek.
İkinci moment 2009’da Pikalyova’da yaşandı. Deripaska şehri ayakta tutan üç fabrikayı kapatmış ve şehir sokaklara dökülmüştü. Putin şehre geldi, grevci ve gösterici aileleriyle görüştü, Deripaska’yı çağırdı, kapatılan işletmelerin açılması için bir sözleşme uzattı; oligark tereddüt eder görününce (“düşünecek ve yakın zamanda karar vereceğiz,” demişti oligark) eliyle çağırdı, tükenmezkalemini masanın üzerine fırlattı, “işte sözleşme…” dedi ve imzalattı. Deripaska kalemi cebine atmaya kalkarken tekrar işaret etti ve “Kalemi geri verin,” dedi.
Bu sahne ve temsil ettiği şey (bir oligarkın dize getirilmesi) kamuoyu bilincine öylesine derinden işlemiştir ki, “kalemimi geri verin” deyim haline gelmiştir.
Üçüncü moment 2019’da bir televizyon programı sırasındaki birkaç saniyedir. Yoksul ve harap bir beldeye gittikleri sırada yaşlı bir kadının ortaya çıkıp “anlaşılmaz bir şeyler söylediğini, ansızın dizlerinin üzerine çöktüğünü” ve kendisine bir pusula verdiğini anlatır: “Muhakkak bakacağımı söyledim. Aldım, yardımcılarıma verdim. Ve pusulayı kaybettik. Bunu asla unutmayacağım.” Anlattığı olaydan çok yüz ifadesi özellikle taşrada Putin’in itibarının hemen hiç azalmamasının nedenlerinden biridir; poker suratıyla ünlü Putin neredeyse ağlamaklı bir ifade takınmıştır.
Bu sahnedeki yüz ifadesi Putin’in itibarını pekiştirmiştir.
Genellikle Putin’in imajının baştan beri tasarlandığı ileri sürülür. Ben, bu imajın bugün bilinçli bir çabayla korunduğunu düşünüyor olsam bile, onun daha en baştan tasarlanmış olduğuna katılmıyorum. Putin gerçekten de ideolojik eğilimleri belirsiz hatta zaman zaman şekilsiz bir dögolcü devlet adamı olarak ortaya çıkmıştır ve tam da bu niteliği bugünkü Putin’i yaratmıştır: belli bir takım oligark gruplarının, belli bir takım siyasi baskı veya lobi gruplarının, belli bir takım nüfuz ve servet gruplarının kendi kararlarını veya arzularını iktidara dikte ettirmesine izin vermeyen; siyasi ve iktisadi tercihi kapitalist sermaye gruplarını önceleyen ancak bu grupların bir bölüğünün baskısını kabul etmeyen ve kapitalist kalkınmayı devletin güçlenmesiyle paralel kılan, sonuç odaklı, en yüksek değer olarak devleti gören bir devlet adamı.
Bunlar zamanla ortaya çıkmış nitelikler değil, Putin ve onu iktidara getiren güçlerin bir önceki dönemin antitezi niteliğindeki programatik yaklaşımının sonucudur. Daha 2000’de ilk başkanlık konuşmasında afaki görünen şu vaat az çok hayata geçtiği ölçüde iktidar da konsolide olmuştur:
“[1990’larda] İktidarın kendisi iç çelişkilerle paralize etmesi sonucu belki de en özgür toplumu elde ettik — ne yazık ki kanunda, düzenden ve ahlaktan bile özgür. Bu çoklarını memnun etti — çünkü kârlıydı. ‘Tatlı hayatın’ bittiği ve düzenle ilgili konuşmalarda düzenin kendisini kurmaya geçtiğimiz bugün eleştiriler yankılanmaya başladı — efendim, bu hürriyete tehdit, demokrasiye tehdit!”
Özellikle ilk dönem bu siyaset bütün gücüyle uygulanmıştır: Yeltsin’in kızı ve damadının iktidar üzerindeki nüfuzuna son verilmiştir; Hodorkovskiy, Berezovskiy ve Gusinskiy bütünüyle tasfiye edilmiştir; oligark gruplarının iktidara siyasi etkide bulunma imkânları törpülenmiş, tersine, iktidarın bunları kendi siyasi ve iktisadi programına göre yönlendirmesinin yolları açılmıştır; her biri belli bir grup oligarkı temsil etmekle kalmayıp bu grupların ta kendisi olan hizipler dağıtılmış, iktidar organlarının kendi yetki alanlarında özerkliği korunmakla birlikte aralarında çatışmalar engellenmiştir; özerklik ve hatta bağımsızlık eğilimleri güçlenen federal bölge yöneticilerinin seçimle gelmesine neredeyse tamamen son verilmiştir, federal çevreler oluşturularak bölge yönetimlerinin yetkisi sınırlanmıştır. Öncelik devletin istikrarıdır; Rusya’ya artık yeni bir devrim gerekmediği düşüncesinin sonucudur ve (çok yazdım bunun üzerine) halkta doğrudan karşılık bulur, çünkü devrimlerin ve karşıdevrimlerin farkı halk nezdinde belirsizleşmiştir. Sarsıntı değil istikrar, belirsizlik değil güvence, zayıflık değil güçlülük.
24 Şubat 2022’ye kadar pek çok gelgitleri olan bu siyaset, o tarihten sonra daha güçlü şekilde devam ediyor. Bunun sosyal temeli, bir önceki yazımda belirttiğim gibi, yeni ve konsolide bir küçük ve orta burjuvaziye dayanıyor ve daha da çok dayanacaktır. Putin’in doktora tezinin de konusu olan ekonomide devletin stratejik planlaması güçlenecektir; bununla birlikte doğal kaynaklara dayalı bağımlı büyüme stratejisi yerine iç pazarın doyurulması ve yatırım yetersizliğinin ortadan kaldırılması öne çıkacaktır. Rusya’dan ayrılan yabancı şirketlerin bir kısmının devletleştirilmesi, bir kısmının kayyım aracılığıyla devlet kontrolüne geçmesi, bir kısmının da yerli sermayeye devri, bu yeni stratejinin parçasıdır.
İktisat alanındaki stratejik yenilenme idare alanında da gözleniyor. Federal bölgelerde ve iktidarın her kademesinde, özellikle de orta ve alt kademelerinde yapılan, siyasi özerklik eğilimlerini boğmaya yönelik yeni düzenlemeler miadını doldurmuş görünüyor. Şundan dolayı: 1) askeri özerklik, ve 2) hukuki özerklik daima siyasi özerklik eğilimlerini doğurur. Vagner faciası siyasi sadakat karşılığı askeri özerklik ihsanının, siyasi sadakatin sigortası olamayacağını gösterdi. Çatışmanın başında ve hatta bu yılın ilk aylarına kadar ordu yönetiminin bütün amatörlükleri, sevk ve idareden başka lojistikte de ortaya çıkan sayısız problem karşısında Vagner’in son derece profesyonel, askeri hedef odaklı, savaş alanında sınanmış ve tahkim edilmiş sevk ve idare yapısı, doğrudan doğruya iç savaş tehdidi olarak temayüz etti. Bu tehdidin bir günü bile aşmadan bertaraf edilmesi, Kremlin’in (ve hakkını teslim etmek gerek: Lukaşenko’nun da) siyasi yeteneğine yorulabilir; ancak sorunun ortaya çıkmış olması, tehlikenin büyüklüğünü gösteriyor.
Putin’in Savunma Bakanlığı kolezyumu toplantısında da dile getirdiği, savaş alanında sınanmış kadroların yönetim kademelerine atanması süreci derinleşecektir;
İdeoloji
Yıl boyunca yazılarımda “ideoloji” meselesi üzerinde ısrarla durdum. Rusya anayasası bir devlet ideolojisini yasaklar; ancak bu mesele mayıs ayında Rusya Soruşturma Komitesi başkanı Bastrıkin tarafından ilk defa gündeme getirilmiş ve “Rusya’da her zaman bir ideoloji bulunduğunu ve bugün de bulunmak zorunda olduğunu” söylemişti. Bastrıkin kasım ayında da aynı görüşü tekrar ederek Rusya’da devlet ideolojisinin anayasada tespit edilmesi gerektiğini söyledi. Ondan kısa bir süre sonra Medvedev, ima yoluyla Bastrıkin’i destekledi, ancak anayasa değişikliği için biraz daha beklemek gerektiğini söyledi.Putin de bu tartışmanın dışında kalmadı; bu ayın başında nedense gözden kaçan kısa bir beyanatla Kiev rejimini şu sözlerle eleştirdi: “Her şeyleri kuruyor, kendi temelleri yok. Kendi temelleri olmadığında, kendi ideolojisi olmadığında, kendi sanayisi, parası olmadığında, kendine ait hiçbir şey olmadığında gelecek de olmaz. Ama bizim var.”
İdeoloji, kuşkusuz, anayasa metninde bulunsun yahut bulunmasın, egemen biçimiyle bütün toplumlarda vardır, zira ancak ideoloji vasıtasıyla rıza mekanizmaları kurulabilir. “Kendi temeli, ideolojisi, sanayisi, parası” gerçekten de bir bütündür ve ideoloji halkasının işlevselliği rızanın sağlanması için zaruridir.
Putin’in kişisel önemi, iktidarın kurumsal yapısının ve devlet ideolojisinin onun kişiliğinde cisimleşmesidir. Putin iktidar içindeki eğilimleri dengelemekle kalmıyor, varlığı Rusya halkının büyük çoğunluğu açısından bizatihi bu devlet ideolojisini temsil ediyor. En önemlisi, bunu toplumun belli bir kültürel, sınıfsal, dini, siyasi vb. kesimini başka bir kesimine karşı düşmanlaştırarak değil bütün bu kesimleri azami seviyede ortak rıza üretimine katarak yapıyor; bu da onun etkisini genişletiyor, pekiştiriyor.
Toplumun büyük kesimini kapsayan rıza üretiminde özgüven arttıkça başka bir görüngü daha ortaya çıkıyor.
Putin’in yıl sonu “Doğrudan Hat” toplantısında üç grup soru vardı: doğrudan salondan alınan sorular; federal bölgelerden video bağlantısıyla alınan sorular; salondaki dev ekrana yansıtılan, SMS’le gönderilen yazılı sorular. Daha önceki toplantılarda da sert sorulara rastlanırdı; ama bu yıl özellikle ekrana yansıtılan sorular, konsolidasyon artarken eleştirilerin sertleşmesine izin verildiğini de gösteriyor. Buna ilk olarak A. Sezer dikkat çekmişti. Sorulardan birkaçı şunlardır: “Salatalığın kilosu 900 ruble, domates 950 ruble, salata 1.500 rubleyi geçti, meyveden hiç bahsetmiyorum. Fiyatları normalleştirin!” “Rusya vatandaşları ne zaman siyah havyar yiyebilecek?” “Her şeyin fiyatının artmasına ne zaman son verilecek?” “Çubays’ın yurtdışına kaçmasına neden izin verildi? Bu uygulamaya ne zaman son verilecek?” “Yeni bir dönem için seçimlere girmeyin. Gençlere yol açın.” “Enflasyon rakamlarında daha ne kadar hile yapacaksınız?” “Rusya MB ne zaman millileştirilecek?” “Birinci Kanal’da anlatılan Rusya’ya nasıl taşınabiliriz?” “Gerçek Rusya ne zaman televizyondaki Rusya’yla aynı olacak?” “Sizin gerçekliğiniz bizim gerçeğimizden neden farklı?” “Gazprom’daki yolsuzluğa daha ne kadar tahammül edilecek?”
Bu soruların sorulabileceği bir siyasi ortamın bilinçli olarak hazırlandığı anlaşılıyor. Kuşkusuz bunun bir çerçevesi var; eğer iktidarla halk arasında beklenen rıza ilişkileri kurulduysa bu ilişkileri tahrip etmeyen her tür eleştiri caiz kabul edilir. Gene de sistemi kişiselleştiren bir figürün kimi düpedüz alaycı sorularla karşı karşıya kalması kurulu özgüveni de gösterir.
Siyaset
VTsİOM’un saha araştırmalarına göre Putin’in genellikle yüzde 65-70 aralığında olan görev onayı 2020’den sonra sadece 2021 yazında yüzde 60’a kadar düşmüştü. Ancak Ukrayna harekâtı kararının ardından muazzam bir sıçrama oldu: 20 Şubat’ta yüzde 67,2’den 3 Nisan’da 81,6’ya tırmandı. Bu tarihten sonra en düşük oran bu yılın 13 Ağustos’unda yüzde 76,7’ydi; şu anda da yüzde 80’e yakın. Komünist Partisi’ne yakın FOM’un saha araştırmaları da neredeyse aynı sonuçları veriyor: görev onayı geçen yılın 16 Ekim’inden beri yüzde 75’le 83 arasında değişiyor, şu anda da yüzde 80 civarında. Liberal çevrelere yakın (Adalet Bakanlığı tarafından yabancı acentası kabul edilen) Levada da aynı verileri elde ediyor. Ancak Levada’nın verileri daha uzun dönemli. Buna göre Yeltsin tarafından atanmış başbakan olduğu 1999 ağustosunda görev onayı yüzde 31’di; ertesi yılın ocak ayında (Çeçenistan’ın dize getirilmesi) 84’e yükselmişti. Bundan sonra en düşük oran 2020 nisanında yüzde 59’du, 2015 haziranında ise yüzde 89’a kadar tırmandı. Levada, geçen ay itibariyle yüzde 85 görev onayı tespit etmişti.
Bu sadece Putin’le ilgili değildir. Levada verilerine göre Başbakan Mişustin’in görev onayı Putin’in başbakanlık dönemi istisna edilirse çağdaş Rusya tarihinde görülmemiş ölçüde yüksektir; 2020’den beri istikrarlı, 24 Şubat 2022’de ise sıçramalı bir şekilde artarak yüzde 48’den 72’ye çıkmıştır. Hükümetin görev onayı da 24 Şubat’tan sonra yüzde 50’den 70’e çıkmış ve o tarihten bu yana az çok istikrarlıdır. Valilerin görev onayı tablosu da hükümetle neredeyse aynı. FOM ve VTsİOM da aşağı yukarı aynı ölçümleri yapar.
Tabloların dikkat çekici bir yanı da 24 Şubat’tan sonra siyasetçilere güvenin genel olarak yükselmiş, güvensizliğin de düşmüş olmasıdır. Eğriler neredeyse aynıdır; bunun tek istisnası Zyuganov ve Medvedev’dir. Komünist Partisi liderine güven duyanların oranı 24 Şubat’tan önce yüzde 25’ten yüzde 30-40 aralığına kadar yükselmiş, güvensizlik ise 60’lardan 45-50 aralığına düşmüştür. Zyuganov’a güven duymayanların oranı, Medvedev’e güvenmeyenlerin oranıyla neredeyse aynıdır; ama bu ikincisine güven duyanların oranı 24 Şubat’tan önce Zyuganov’un üç puan altındayken 24 Şubat’tan sonra 3-7 puan üzerine çıkmıştır.
Güven (görev onayı) potansiyel seçmenin oranını göstermesi açısından önemlidir; demek ki Komünist Partisi’nin oy oranı düşmesine rağmen itibarında yükselme gözleniyor. Medvedev ise Ukrayna çatışmasının başlamasından bu yana sert çıkışları sayesinde itibarını belki de siyasi geçmişinde görülmemiş ölçüde artırmıştır.
Seçime doğru
Mart ayındaki başkanlık seçimleri yaklaşırken Putin’den başka adaylar da var. 23 Aralık itibariyle bunların sayısı 29’du. Bağımsız aday olmak için en az 300-315 bin imza toplamak gerekiyor; üstelik tek bir bölgeden 7.500’den fazla imza kabul edilmiyor. Partili aday olmak içinse 100-105 bin imza ve her federal bölgeden en çok 2.500 imza gerekli. Dolayısıyla, nihai aday sayısının herhalde bir elin parmaklarını aşmayacağı anlaşılıyor.
Liberal Demokrat Parti’nin lideri Jirinovskiy’in ölümünün ardından partinin başına geçen Leonid Slutskiy, Putin’in ardından adaylığını açıkladı. Slutskiy’in görev onayı yüzde 20’ye yakın, güvensizlik oranı ise yüzde 30 civarında.
Komünist Partisi Merkez Komitesi Plenumu partinin Nikolay Haritonov’u aday olarak çıkarmasını önerdi. Haritonov 2004 başkanlık seçimlerine de RFKP’nin adayı olarak katılmış ve yüzde 13,7 oy almıştı. Putin o seçimleri yüzde 71,3 ile kazanmıştı.
Yeni İnsanlar da birleşmeye hazırlandığı Yükseliş Partisi ile birlikte parlamento grup başkanvekili Vladislav Davankov’u aday gösterdiğini açıkladı. Yeni İnsanlar’ın lideri Aleksey Neçayev’in görev onayı yüzde 7, güvensizler yüzde 18.
Yabloko kurucusu Grigoriy Yavlinskiy seçimlere katılmayacağını söylemişti gerçi, ama parti onun için 1,3 milyon imza topladığını açıkladı. Yavlinskiy daha önce de 10 milyon imza toplanırsa aday olabileceğini söylemişti.
Bu adaylardan hiçbirinin kazanması mümkün değil. Dolayısıyla başkanlık seçimleri kimin kazanacağıyla ilgili değil, Putin’in ne kadar oyla kazanacağıyla ilgili. Putin’in 2004’te yüzde 80 görev onayıyla yüzde 71 oy aldığı düşünülürse, bu seçimlerde de yüzde 70’in üzerinde çıkması beklenmeli. Bununla birlikte yüzde 80 ve üzerindeki her oran, bugünkü görünen konsolidasyonun çok ötesinde bir sosyal ve siyasi konsolidasyona işaret edecektir.