ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın geçen hafta sonu Brookings Institute’ta yaptığı konuşma, Washington açısından ‘malumu ilam’ sayılıyor: Neoliberalizmin ölümünün kabulü, ekonominin gitgide siyasileştirilip askerileştirilmesi ve jeopolitiğin yükselişi. Buna, Donald Trump döneminde ayyuka çıkan ama bundan sonra her ABD Başkanının özel olarak vurgu yapacağı anlaşılan ‘sanayisizleşme’ye tepki de eşlik etmektedir.
Daha önce Los Angeles Başkonsolosu olan ve Brüksel, Şam ve Moskova büyükelçiliklerinde görev yapan Gülru Gezer, Sullivan’ın bu önemli konuşmasının ABD’de bir çizginin devamı olduğunu söylüyor. Ona göre 2024’te yeni başka kim olursa olsun, başta Çin’e karşı mücadele olmak üzere, yarı iletkenler ve yeşil dönüşüm gibi başlıklarda ülkede üretimin ve sanayinin canlandırılması temaları Amerikan siyasetinin göbeğinde yer alacak.
Jake Sullivan’ın konuşması, ABD’nin küresel hegemonyasındaki gerilemeye ilişkin bir süredir dile getirilen düşüncelerin bir yansıması gibi görünüyor. Özetle, neoliberalizm ve küreselleşme, ABD için artık işe yaramamaktadır. Artık iktisadi korumacılık, devlet müdahalesi, jeopolitik gündemdedir. Sizce bu temalar, Biden seçimleri kazansa da kazanmasa da Beyaz Saray’a damga vurmaya devam edecek mi?
Esasında Sullivan’ın konuşması Ekim 2022’de gecikmeli olarak yayınlanan Biden-Harris Yönetimi’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde yeralan tespitlerin, ayrıca Başkan Joe Biden’ın 7 Şubat 2023 tarihinde yaptığı “Birliğin Durumu” konuşmasında verdiği mesajların bir devamı niteliğinde. Dolayısıyla ABD, küresel hegemonyasındaki gerilemenin idrakinde ve bunu tersine çevirmek için bir strateji belirlemeye çalışıyor. Biden Yönetimi, Sullivan’ın konuşmasında vurguladığı üzere, bu yeni stratejinin sadece ABD değil, tüm dünyanın çıkarına olacağını vurgulasa da atılan adımlar Washington’un ABD’yi öncelediğini gösteriyor. Bu durum ABD’nin en yakın müttefiklerini bile endişelendiriyor.
Bu sürecin esasında ABD eski Başkanı Donald Trump döneminde başladığını söylemek yanlış olmayacaktır. Zira Trump “Make America Great Again” (Yeniden Büyük Amerika) sloganıyla seçim kampanyası yürüttü. Trump Başkan olduğu dönemde Kuzey Amerika Ticaret Anlaşması’nın (NAFTA) yerini Yeni Serbest Ticaret Anlaşması (USMCA) aldı. ABD Trans-Pasifik Ortaklığı’ndan çekildi, ayrıca, ABD Trump döneminde Çin’e karşı korumacı politikalar uygulamaya başladı. Biden ise bu politikaları sürdürüyor. CHIPS ve Bilim Yasası ile Enflasyonun Azaltılması Yasası bu doğrultuda kabul edilmiş önemli kanunlardır.
ABD’de hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçi Parti Çin’e karşı daha katı bir tutum benimsenmesi konusunda mutabık. Dolayısıyla 2024 seçimlerinde her kim Başkan olarak seçilirse ABD’nin kritik alanlarda (yarı-iletkenler, yeşil dönüşüm ve ileri teknolojiler için gereken nadir toprak elementlerinin çıkartılması vs.) üretiminin ve sanayisinin yeniden canlandırılması, istihdamın artırılması, tedarik zincirlerinin güvenli ve sürdürülebilir olması ve tüm bu hususlar çerçevesinde dışa bağımlılığın azaltılması amacıyla adımlar atması beklenmelidir.
Sullivan’ın konuşması, ABD’nin müttefiklerine de bir mesaj görünümünde. ABD’nin kendi ortaklarını da ortak bir iktisadi stratejiye sıkı sıkıya bağlamak istediği koşullarda, ABD-Çin rekabetinde taraf olmak istemeyen veya bu rekabetten faydalanmak isteyen ülkeleri ne beklemektedir?
Çin’in yükselişiyle birlikte ve Ukrayna savaşının da etkisiyle dünyada yaşanan değişim sürecinde yerkürenin farklı bölgelerinde bulunan ülkeler kendilerini nasıl konumlandıracaklarını düşünüyorlar. Buna hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler dahil. Fakat durum soğuk savaş döneminden çok farklı. Zira birçok ülke ekonomik açıdan Çin’le değişen oranda ve kapsamda ilişki yürütüyor. Dolayısıyla, Washington’un müttefikleri Çin’e karşı ABD’nin istediği gibi katı bir tutum almıyor, alamıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Çin’e ahiren gerçekleştirdiği ziyaret sonrasında “stratejik özerklik” kavramını yeniden gündeme getirmesi, ABD’nin askeri alandaki desteğine rağmen Hindistan’ın Çin’e karşı cephe almaması bunlara sadece iki örnek.
Burada üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise ABD ve Çin’in ihtiyaç sahibi ülkelere yaptığı yardımlar. Çin bilhassa az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yardım yaparken demokrasi ve insan hakları kartını kullanmıyor. ABD ise geliştirilen işbirliğinin ve yapılan yardımların şeffaflık ve hesap verilebilirlik ilkeleri temelinde olması, ayrıca söz konusu ülkeler geliştikçe demokrasi ve insan hakları karnelerinin düzelmesi gerektiğini savunuyor. Bu durum ABD’nin Afrika’da ve hatta Ortadoğu’da zemin kaybetmesine neden olan unsurlardan biri olarak ortaya çıkıyor. Sullivan’ın konuşmasından, ABD’nin bu bağlamda Çin karşısında yeniden avantaj elde edebilmek için Pekin’in “Bir Kuşak, Bir Yol” girişimine benzer “Küresel Altyapı ve Yatırım Ortaklığı” mekanizmasını devreye sokacağı anlaşılıyor.
ABD’nin verili koşullarda kendisini yeniden sanayileştirmesi mümkün müdür? Üstelik Sullivan, bunun için hem Demokratların hem de Cumhuriyetçilerin bir konsensüse varmasını bekliyor. Amerikan iç siyasetindeki düğümler böyle bir işbirliğine yol verebilir mi?
Sadece Biden Yönetimi değil, birçok düşünce kuruluşu da ABD’nin dünyadaki hegemonyasını kaybetmekte olduğunu ve ulusal güvenlikle doğrudan bağlantılı olan sektörlerde dışa bağımlı olunmasından duyulan rahatsızlığı yaptıkları çalışmalarda ortaya koyuyor. ABD’nin geçmişte yarı iletkenler pazarında kayda değer paya sahip olduğu ve nadir toprak elementlerinin California’dan çıkartıldığı düşünüldüğünde, daha maliyetli olsa da, bunu yeniden yapması mümkün. Nitekim, bu yönde de adımlar atılmaktadır. Bu konuda partiler üstü bir tutum benimsenmesi ülkenin stratejik çıkarınadır. CHIPS ve Bilim Yasası’nın her iki partinin desteğiyle kabul edilmesi buna güzel bir örnektir.
ABD Ulusal Güvenlik Danışmanının Beyaz Saray’ın iktisadi siyasetine dair uzun bir konuşma yapması, küresel ekonominin artık ‘güvenlik’ merceğinden değerlendirildiğinin de bir kanıtı olsa gerek. Bu durumda, Amerikan devleti ile daha büyük bir entegrasyona sahip özel sektör gruplarının daha kazançlı çıkacağını söylemek mümkün müdür? Bu soru tersten de sorulabilir: Önümüzdeki süreçte sermaye grupları arasındaki rekabetin artmasını mı beklemeliyiz, yoksa bazı ‘başların ezildiği’ bazılarının ise uzlaşmaya zorlandığı bir tablo mu göreceğiz?
Covid-19 pandemisi küresel tedarik zincirlerindeki aksamaların dünya ekonomisi ve büyük şirketler üzerinde yarattığı olumsuz etkileri net bir şekilde ortaya koydu. Çin’in yakın zamana kadar uyguladığı “Sıfır Covid” politikası nedeniyle tedarik zincirlerinde yaşanan sorunlara hepimiz tanıklık ettik. Apple başta olmak üzere bazı şirketler tedarik zincirlerini çeşitlendirmek için başka ülkelerde üretime başladı.
Sullivan’ın konuşmasından görüldüğü üzere, ABD tedarik zincirlerinin güvenli, dayanıklı ve sürdürülebilir olması için hem belirli sektörlerde kamu yatırımlarını artıracak hem de halihazırda kabul edilen yasalarla ABD şirketlerine teşvikler verecektir. Esasında Çin’in de uzun yıllardır belirli ölçüde yaptığı budur. Bu süreçte mevcut politikalarla uyumlu hareket etmeyen Amerikalı şirketlerin zarar görebilecek olması muhtemeldir.