GÖRÜŞ

İran-İsrail savaşı kapıda mı?

Yayınlanma

Hem içerde hem de Gazze’de yürüttüğü ve dünya kamuoyunun büyük bir kesiminin soykırım olarak gördüğü operasyonlar nedeniyle oldukça sıkışmış durumdaki İsrail Başbakanı Netanyahu savaşı İran’ı da içine alacak şekilde genişletmek için elinden gelen her provokasyonu yapmakta kararlı görünüyor. Hafta başında İran’ın Şam’da bulunan büyükelçilik binasını vurması bugüne kadar İran’ı doğrudan savaşın içine çekmek için yaptığı en tehlikeli tahrik oldu. İran’ın buna vereceği yanıtın ne olacağı merak edilirken adının açıklanmasını istemeyen Amerikalı yetkililerin İsrail’in kendilerine bu konuda bilgi vermeden hareket ettiğini söylemeleri bir açıdan Netanyahu’nun bu hareketini ve önceki tahriklerini tasvip etmedikleri anlamına gelmekle birlikte bir İsrail-İran savaşının patlak vermesi halinde tarafsız kalarak vaziyeti seyretmekle yetinecekleri anlamına gelmiyor.

NETANYAHU İRAN İLE SAVAŞ İSTİYOR

Hamas’ın 7 Ekim saldırısı ile başlayan Gazze savaşı gerek Netanyahu gerekse İsrail açısından hiç de iyi gitmiyor. Gazze halkının insafsızca ve acımasızca katledildiği bu kirli operasyonlarda İsrail rehineleri kurtarmak veya Gazze halkını topluca bir yerlere sürmek – Mısır’ın Sina yarımadası, Ürdün veya herhangi bir Afrika ülkesi – gibi akla ziyan hiçbir amacına ulaşamamış görünüyor. Hamas’ı zayıflattığı yönündeki iddiaları ise teyide muhtaç. Bu arada İsrail’in zayiatını gizlediğine dair kuşkular giderek artıyor. Son günlerde İsrail ordusunun Tevrat öğrenen ve eline silah almayı reddeden Haredi grubunu askere almaya kalkışması Netanyahu’nun ucu ucuna oluşturduğu koalisyon hükümetinin çatırdamasına yol açmış görünüyor; çünkü İsrail devletinin kuruluş günlerinden bu yana askerlikten sürekli muaf tutulan bu grubun silah altına alınmasına ve eğitim sistemlerine sağlanan devlet yardımlarının kesilmesine Haredilerin partisi koalisyondan çıkma tehdidiyle karşılık verirken ülke içinde devam eden savaşa desteğin azalmakta olduğu açıkça görülebiliyor. Böyle uzun soluklu bir savaşın kayıpları karşılama kapasitesi çok sınırlı olan İsrail gibi bir devlet açısından sürdürülemez olduğunun altını çizmek gerekir.

Öte yandan kurulduğu tarihten (1948) bu yana medyanın bütün mecraları vasıtasıyla dünya kamuoyuna bu kapsamda İsrail vahşet görüntülerinin yayımlanması ilk defa Amerika ve Avrupa kamuoylarında ciddi İsrail eleştiri oluşmasını beraberinde getirdi. Seçmen profili hızla değişen Amerika’da güçlü Yahudi lobisinin bütün çabalarına rağmen İsrail lehindeki kamuoyunun belirli bir süreçte değişmesi zaten beklenirken Netanyahu hükümetinin Gazze’de yaptıkları bu gidişatı olağanüstü hızlandırmış görünüyor. Hala Kongre’de veya diğer etkili çevrelerde İsrail bütün Filistinlilere karşı nükleer silah kullansa destekleyecek tipler olmakla birlikte özellikle çok kutuplu dünya düzeninin hızla yerleşmesine paralel olarak Gazze operasyonlarını kabul edilemez olarak değerlendiren ciddi bir kamuoyu ve elitin varlığı dikkat çekiyor. Amerika’nın İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz’ı Netanyahu’dan bağımsız ve habersiz olarak Vaşington’a davet ederek resmi görüşmeler yapması ve Yahudi lobisinin bir kısmının zor durumdaki İsrail’i kurtarmak için Netanyahu’yu feda etmekten açık açık bahseder duruma gelmesi ilerde Gazze Kasabı olarak anılması muhtemel Netanyahu’yu sınırlı tercihlerle karşı karşıya bırakmış görünüyor.

Netanyahu’nun krizin başından itibaren ideal tercihi savaşı Amerika ile birlikte İran’a genişletmekti. Hamas saldırısının hemen başlangıcında bunu büyük bir şans olarak gördüğü açıktı. Sonuçta İsrail ve bütün Batı dünyasının terör örgütü olarak kabul ettiği Hamas İsrail’e çok büyük bir saldırıda bulunmuş, İsrail tarihinin bir günde verdiği en fazla insan kaybı yaşanmış ve yüzlerce İsrail vatandaşı rehin alınarak Gazze’ye götürülmüştü. Bunu yapanlar Hamas örgütü mensupları olmakla birlikte bu örgüt ve İsrail’e karşı silahlı direniş yürüten bütün diğer gruplar İran ile bağlantılı olduklarına göre doğrudan Tahran’ı hedef almak Netanyahu’nun ideal senaryosu gibiydi.

Üstelik İran’a karşı girişilecek bir askerî harekât bu defa Hamas saldırısı, İsrail’in kayıpları gibi sebeplerle harmanlanınca Biden yönetiminin bu işe Amerika’yı da doğrudan dahil etmesi mümkün görünüyordu. Fakat Netanyahu açısından evdeki hesap çarşıya uymadı. Baştan itibaren Amerikan yönetimi çok büyük riskler içerdiği için İran’a karşı silah kullanma seçeneğine yanaşmadı. Öte yandan Netanyahu hükümetinin Gazze’de giriştiği soykırımsal etnik temizlik operasyonu ve birbiri ardına gelen sivil katliam haberleri Amerikan yönetimini İran’la savaş seçeneğinden iyice uzaklaştırırken Netanyahu’nun gözden çıkarılmasına kadar bir dizi seçeneği beraberinde getirdi.

Gözü dönmüş durumdaki Netanyahu hiç de azımsanmayacak sayılardaki seçmenleri ve fanatik taraftarlarıyla birlikte Kolektif Batı dışındaki bütün dünyadan İsrail aleyhine yükselen eleştirilere kulaklarını tıkarken İran’ı savaşın içine çekmeye çalışıyor. Önceki haftalarda ve aylarda Hizbullah’ı savaşın içine çekme girişimleri bu örgütün İsrail’in her saldırısına misliyle karşılık verip orada durma taktiği yüzünden sonuca ulaşamamıştı. Yine aynı haftalarda ve aylarda Suriye’deki İran hedeflerine saldırılar düzenleyerek Tahran’ı sert karşılıklar vererek İsrail ile savaşa çekmeye çalışması da İran’ın sınırlı cevaplar vermekte ısrarcı olma kararlılığı sonucunda Netanyahu’nun istediği noktaya ulaşamamıştı. Şimdi Şam’daki İran büyükelçilik binasını vurup orada bulunan ve İran’ın Suriye, Lübnan askeri stratejilerinin mimarı olduğu belirtilen General Zahedi’yi öldürmesi tırmandırma siyasetinin tehlikeli bir şekilde devam ettiğine ve muhtemelen edeceğine işaret ediyor.

İRAN NEDEN SAVAŞTAN KAÇINIYOR?

Tahran’ın neden savaştan kaçınmakta olduğu oldukça anlaşılabilir bir durum. Öncelikle İran, zamanın kendi lehine gelişmekte olduğunun farkında. Tahran, çok kutuplu dünyaya geçişin artık durdurulamaz hale geldiği bir ortamda Amerika ve Kolektif Batı’nın gücünün dengelenmesi İran’ın Orta Doğu’da yürüttüğü Batı ve İsrail karşıtı politikaların uygulama alanlarını daha da kolaylaştıracağını düşünüyor olmalı. Nükleer silah yapmaya çok yaklaştığı hatta belki de elinde nükleer bomba yapacak kadar zenginleştirilmiş uranyum bulunduğu düşünülen İran’ın bu süreci zora sokacak girişimlerden uzak durmaya çalışması da kendisi açısından gayet anlaşılır bir politika. Kaldı ki, Amerika’nın yakıp yıktığı Orta Doğu’da İsrail’in Filistinlilere karşı yürüttüğü acımasız şiddete direnen bütün grupların hamiliğini yapan İran her halükârda bölgede hem büyükçe bir güvenlik ağı kurmuş durumda ve bunun Netanyahu gibilerin politikaları yüzünden daha da güçleneceğinden emin, hem de özellikle Hizbullah ve artık Hamas örneğinde gözlemlendiği gibi, kendisine saldırıldığı takdirde İsrail’in başına neler gelebileceğini gösteren uzak karakollar oluşturmuş durumda. Dolayısıyla her geçen günün İran’ın lehinde buna karşılık Amerika ve İsrail’in ise aleyhinde olacağını hesap ediyor olmalı ki, bu analizinde hiç de yanlış olmadığı söylenebilir. Ayrıca Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ile ilişkilerini Çin sayesinde normalleştiren İran’ın, Irak’tan – hatta belki Suriye’den de -Amerikan kuvvetlerinin çekilmesinin Bağdat hükümeti tarafından müzakere edildiği bir ortamda Netanyahu’nun tuzağına düşmesi ihtimali zayıf görünüyor. Muhtemelen İran bu saldırıya karşılık verecektir; ama bu cevap İran bir yanda ve Amerika ile öte tarafta yer alacak şekilde bir savaşı başlatacak türden olmayacaktır. Çünkü Tahran şunu gayet iyi biliyor ki, Amerika İran ile bir çatışma senaryosuna hiç sıcak bakmamakla birlikte böyle bir savaş çıktığı takdirde her ne olursa olsun İsrail’i yalnız başına bırakamaz.

Bütün bu analizler bizi İran’ın mevcut ılımlı denilebilecek tavrının dışına çıkmayacağı sonucuna götürüyor. Amerika da İran ile bir savaş senaryosunda bölgede başta Irak olmak üzere Körfez ülkelerine konuşlanmış bütün birliklerinin doğrudan İran’ın hedefi haline geleceğinin farkında. Hatta Netanyahu bile böyle bir savaşta İran’ın uzun menzilli füzeleriyle çok küçük bir toprak parçasına sıkışmış durumdaki İsrail’i vurabileceğini ve/veya Hizbullah’ın elindeki füze stokuyla İsrail’i hallaç pamuğu gibi atabileceğini biliyor olmalı; ama her şeye rağmen Tahran’ı savaşa çekmek için tahriklerine devam ediyor ve muhtemelen edecektir. Savaşlar bazen savaşa girmek istemeyen tarafların adeta ayak sürüyerek katılmak zorunda kaldıkları felaketlerdir. Türkiye böyle bir ihtimalde Türk-Amerikan ilişkilerinin daha iyiye gittiği varsayımından hareketle Vaşington ile birlikte hareket etmemeli ve dengeli/dikkatli çizgisini muhafaza etmelidir. Çünkü ihtimal az olsa da böyle bir savaş çıkması halinde kazananı muhtemelen olmayacaktır.

Çok Okunanlar

Exit mobile version