SÖYLEŞİ

‘İsrail Cumhurbaşkanı Weizman’ın hayali barışı Dolmabahçe’de yapmaktı’

Yayınlanma

Türkiye’nin İsrail’i ziyaret eden ilk dışişleri bakanı olan Hikmet Çetin, Gazze savaşını Harici’ye değerlendirdi.

Başbakan Yardımcılığı, Dışişleri Bakanlığı, Meclis Başkanlığı, NATO Temsilciliği gibi bir çok farklı siyasi mevkide yer almış olan deneyimli siyasetçi Hikmet Çetin, orantısız İsrail-Hamas savaşı, Türkiye-İsrail ilişkileri ve Filistin sorununun çözümü ile ilgili Esra Karahindiba’nın sorularını yanıtladı.

*1948’de İsrail kuruldu ve Türkiye, ertesi yıl İsrail’i tanıdı. 45 yıl boyunca hiçbir dışişleri bakanı İsrail’i ziyaret etmedi. 1993’te Türkiye’nin İsrail’i ziyaret eden ilk dışişleri bakanı olarak Filistin’de Hamas öncesi dönemi de gördünüz. O dönemi ve bugünü nasıl değerlendiriyorsunuz? O dönem nasıl bir İsrail vardı, şimdi nasıl bir İsrail var?

İsrail o önemli insanları kaybetti. İşçi Partisi’nde çok değerli insanlar vardı. Şimon Peres gibi… Başından beri hep koalisyonlarla yönetilen bir İsrail vardı. Fakat İşçi Partisi çok önemli rol oynardı. Barışı da onlar yaptı. İzak Rabin vardı, Şimon Peres vardı, Weizman vardı. Bunlar bir denge kuruyorlardı. Mesela ben İsrail’i ilk ziyaret ettiğimde Weizman Cumhurbaşkanıydı. Normal olarak İsrail’de her Cumhurbaşkanı ilk ziyaretini ABD’ye yapar. Weizman, benim yanımda danışmanını çağırdı. Konuşmalarından biraz anladım. “Ben ilk olarak Türkiye’ye gitsem olmaz mı?” dedi. Yok dediler ama “Ben ilk Türkiye’ye gideceğim” dedi. “İlk ziyaretim Türkiye’ye olacak” dedi.

“Weizman, ‘Ben ve Rabin gidersek barış çok zor olur’ dedi”

*Ziyaretiniz döneminde bölgedeki hava nasıldı?

Ziyaretimden önce Oslo-Madrid süreçlerinden sonra diplomatik ilişkileri Büyükelçilik düzeyine çıkardık. Aynı zamanda Filistin’in de Türkiye’deki temsilcisini de Büyükelçilik düzeyine çıkardık. Filistinli Ebu Firaz vardı. İsrail Cumhurbaşkanı Weizman ilk ziyaretini Türkiye’ye yaptı. Geldi. Ben ona mihmandarlık da yaptım. İstanbul’da GAP’a götürdüm. Eleştiriler de oldu. Tevrat’ta “Nil’den Fırat’a kadar diye bir ifade var. Oraya niye götürdünüz?” diye tepkiler de oldu. “Bir şey olmaz” dedim. Demirel o zaman Başbakandı, Dolmabahçe’de yemek verdi. Yemekte yanımda oturuyordu. Dedi ki “Bir hayalim var. Barış yapılırsa bunu burada (Dolmabahçe’de) yapmak lazım. Çünkü biz o yıl İspanya’dan Yahudilerin buraya gelişinin 500. yılını kutladık. Barış için çabuk hareket etmemiz lazım. Ben ve Rabin gidersek, barış çok zor olur” ve şöyle devam etti: “Biz savaşın ne demek olduğunu iyi bilen insanlarız. Rabin Genelkurmay Başkanıydı. Ben Hava Kuvvetleri Komutanıydım. 1973 olaylarında Mısır uçakları havalanmadan onları ben vurdurdum. Bizim bir an önce barış yapmamız lazım. Aksi takdirde çok zor olur.” Hatırlarsanız radikal dinciler Rabin’i öldürdüler. Rabin ölünce, Peres ölünce, Weizman gidince o zamandan bu zamana İsrail’deki bu denge kayboldu.

*Weizman neyi, nasıl öngörüyordu da kendisinden sonra barış olamayacağını anlamıştı?

O dönem barış süreci devam ediyordu. İzak Rabin, Şimon Peres ve Filistinli Yaser Arafat Nobel Barış Ödülü almıştı. “Bizim zamanımızda barış olmazsa bir daha hiçbir zaman olmayacak” dedi Weizman. Hakikaten de dediği gibi oldu. Çünkü Clinton’ın ikinci döneminde Camp David devam ediyordu. İşçi Partisi’nin o dönemki Başbakanı Ehud Barak ve Yaser Arafat beraber gittiler. Her şey hazırdı. Kudüs’ün bir caddesi var, Zeytindağı’na yakın bir yerde. Onun bir tarafını Filistin’e veriyorlardı. Filistin-İsrail Savaşı’ndan Doğu Kudüs’ü başkent de yapabilirlerdi. Ama Yaser Arafat kabul etmedi. Neden diye merak ettik, araştırdık. Filistinlilerin, eski yerleşim yeri olarak, istedikleri kadar İsrail’e gidebilmelerini istiyordu. Bu mümkün değildi çünkü nüfus artışı bakımından Filistinliler öne geçerdi. Böyle bir varsayımları vardı. Ben o sırada İsrail’deydim. Hükümet, bu işin Camp David’de çözüleceğini düşündüğü için referandum hazırlığı yapıyordu. “Barış olacak, iki devlet olarak beraber yaşayacağız” düşüncesi vardı. Olmadı. O insanlar da yok artık.

‘İsrail siyasetinin Siyonizme kayış süreci’

*1967’de BM’de belirlenen sınırlarla iki devletli bir çözüm tasarısı vardı. 2006’da Hamas gelince, bir siyasi partiden ziyade aşırı dinci bir örgüt olarak görüldü. Son yıllara kadar da Hamas, İsrail’in varlığı reddediyordu. Ancak 2017’de Hamas’ın siyasi lideri Halid Meşal, 1967 sınırlarıyla iki devletli bir çözümü kabul edeceklerini yeni siyaset belgelerinde beyan etmişti. Hamas bunu kabul ettikten sonra da Hamas’a bakış açısından İsrail için, ABD ve iki devletli çözümü teşvik eden taraflar için bir değişiklik olmadı. Neden?

Problem şu: İki tarafta da aşırı dinciler var. İsrail’de koalisyon aşırı Siyonist. İki taraf da mantık dışı hareketler yapıyor. Şu anda İsrail’de bir devlet terörü var. Hamas zaten aslında bana göre de silahlı bir örgüt.

*Peki bunu söylerken 2006’da meşru olarak seçimle gelen bir siyasi parti olduğu ve İsrail’in baskılarına karşı daha sonra silahlı gruplarıyla mücadele eden bir yapı haline geldiği konusunda bir ayrım yapıyor musunuz? Hatta Hamas’ın 7 Ekim saldırısıyla ilgili BM Genel Sekreteri bile “saldırılar durduk yere olmadı” açıklaması yaptı.

Aslında başlangıçta dünya da destekledi. Doğrudur, seçimi kazandı. Meşru da bir seçimdi. Ama Filistin’i bölmek için geldiler. Fakat seçim sonucunu İsrail kabul etmedi.

*Kabul etmemelerinin sebebi seküler Filistinlilerden farklı bir politika izlemeleri miydi?

Tabi. Filistin kökü itibariyle seküler bir yapıydı. Filistin bir daha birleşemedi de. Şu anda Mahmud Abbas, Hamas’ın yok olmasını ister. Ama toprak kaybı olmasını da istemez.

*Sizce Hamas’ın 1967 sınırlarını ve doğal olarak İsrail’in varlığını kabul ettiği dönemden itibaren neden İsrail için bir şeyler değişmedi?

İsrail’de özellikle Netanyahu, kalbinden Gazze’nin Filistin’e verilmesini kabul etmiyor. Filistin toprak olarak ikiye bölünüyor; Batı Şeria ve Gazze. Arada İsrail kalıyor. Son zamanlarda Netanyahu çok katı Siyonist dincilerle koalisyon kuruyor. Onlar kabul etmiyor. Onun ortakları herhangi bir şekilde bir Filistin Devleti’ni de kabul etmiyor. Böyle aklı başında siyasetçiler de gündem de yoklar. Çok iyi Dışişleri Bakanları vardı. Ehud Barak vardı. Hala var ama partileri yok oldu neredeyse. O toprak kazanan siyasetçiler yok artık. Olanlar da konuşamıyor. İsrail siyasetinde ağırlıkları kalmadı.

* İsrail, Mısır’la yaptığı savaş sonucun Sina çöllerini ele geçirmişti ancak geri vermişti. Bugün Gazzeliler Sina çöllerine gitsin diyorlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Vatanı olmayan 2 milyon insanı çöllere salamazsınız. Bunlar ya Mısır’a gidecekler ya Ürdün’e gidecekler ya da başka yere gidecekler. Öldürerek bu işi çözemezsiniz. Dünya buna izin vermez. 2 milyon insanı nasıl öldüreceksiniz?

*Görevinizden sonraki yıllarda İsrail’deki radikal Siyonizme doğru tedrici dönüşü nasıl gördünüz?

Bana göre Camp David kilit noktasıydı. Camp David’de uzlaşma olsaydı bu iş çözülmüş bitmişti. Maalesef olmadı. Olmadığı için Ehud Barak, bedelini siyasette kaybetmekle ödedi. Toprak verdiği için ve de Kudüs’ün bir parçasını da olsa verdiği için siyasi hayatı bitti. Bedel ödedi.

‘Dünyada bir lider sıkıntısı var’

*Bugün bir katliam gerçeği var. Batı dünyasının duruşu ortada. Amerika’da bir gazete “Gazze’de gıda sorunu yok” şeklinde manşet attı. İsrail, Batı’nın bütün imkanlarını kendi propagandası için kullanabiliyor. Gazze’de ise hastanedeki tıbbi teçhizatları çalıştırmak için kullanılan jeneratöre yakıt bile verilemiyor, sınırdan yakıt geçişi yasaklandı. Bunca yıllık siyasetçi ve diplomatsınız. Dünya hiç bu kadar çirkinini gördü mü?

Görmedi. Dünyada bir lider sıkıntısı var. En çok da Batı’da, ABD’de var. Şimdi geniş bakabilecek bir lider Avrupa’da yok. Bir Willy Brandt yok, Gonzalez yok, Tony Blair yok. Bunlar aslında barışçı, sağ duyulu ve sözü geçen liderlerdi. Onların yerine geçecek adam da yok. Türkiye ile ilişkiler dahi öyle. AB’de vizyonu olan lider yok. ABD’de yok. Şimdi Biden ile Trump arasında seçim yapacaklar. Adaylar değişmezse büyük ihtimalle Trump kazanacak. Trump kazandığı zaman daha da kötü şeyler olabilir. Çünkü onun için “önce Amerika”. Biden’ın kazanması çok zor. ABD’nin Ortadoğu politikası yok. Eskiden yapılan anlaşmaların devamını istiyorlar o kadar. Dışişleri Bakanı olan Blinken’ın İsrail’e gidip “ben bir Yahudi olarak geldim” demesi çok yanlıştı.

‘Batı İslam’ı terör kaynağı olarak görüyor’

*Çatışmanın yayılma riski nedir sizce? ABD, İsrail’e her türlü mali ve askeri desteği veriyor. Macron, Netanyahu’ya Hamas’a karşı da IŞİD’e karşı olduğu gibi global askeri koalisyon kurulmasını önerdi.

Öyle gidiyor zaten. Soykırımı göze alırsanız bu gerçekleşir ama dünyanın buna izin vereceğine inanmak istemiyorum. Durum kara harekatının da ilerisine gidebilir. Çünkü IŞİD’le bir tutuyorlar Hamas’ı. Avrupa ülkelerinde şöyle bir algı var: Gelişmişiz, durumumuz iyi, zenginiz, huzur var. Ama iki tane tehdit var. Biri göç, biri de terör. Bunların ikisinin de kaynağı İslam. Batı’nın bu görüşü çok tehlikeli. Dünyanın içinde bulunduğu bu duruma bakışları bu. Müslüman dünyada bunu ortadan kaldıracak bir birliktelik de yok. Yani İslam bu değil. Peki ne olduğunu neden birlikte söylemiyorsunuz? Neden karşı çıkmıyorsunuz? Çünkü birçok Arap ülkesi için Hamas bir tehlike. Nasıl ki Müslüman Kardeşler konusunda böyle bir bakış vardı, şimdi Hamas için durum böyle.

‘Yahudi lobisini kaybetmemeliyiz’

*Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Filistin mitinginde yaptığı konuşma sonrasında İsrail bütün diplomatlarını geri çağırdı. Türkiye de mütekabiliyete göre mi davranacaktır?

Türkiye, geri çekmemeye çalışıyor. Çünkü “one minute” olayında sonra çok ağır bedeller ödendi. En ağır bedel de Ermenistan’ın “soykırım” ifadesidir. Benim zamanımda da gündeme gelirdi. Yahudi lobisi önlerdi bunu. Çünkü şunu kabul etmemiz lazım: Kapıkule’nin dışına çıktığımız zaman dünyada Türkiye’nin lehine olan tek lobi, Yahudi lobisidir. Çünkü 1492’yi (İspanya’dan Yahudilerin Osmanlı topraklarına gelmesi) unutmuyorlar. İkinci Dünya Savaşı’nda bin kadar Yahudi’ye Türkiye’nin kucak açmasını unutmuyorlar. Onların hepsi bilim insanıydı. Hukukçular vardı, doktorlar vardı. O yıllarda Türkiye’nin bazı alanlarında, üniversitelerin modernizasyonunda o bilim insanlarının çok büyük katkıları oldu. Hukuki bakımdan katkıları oldu. Ben öğrenciyken bile Türkiye’de kalan Yahudiler vardı. Bunları unutmuyorlar. Biz rahatlıkla Cumhurbaşkanlarının (Ermenistan konusu hakkında) “soykırım” demelerini engelleyebiliyorduk. Amerika’ya giderdim. Washington dönüşü New York’a geldiğimde bana diyorlardı ki “Bizim takip etmemiz gereken bir şey varsa Kongre’de vesaire haberimiz olsun”.

*Şimdi Türkiye’deki düşünce kuruluşları ve diplomatlar İsrail-Filistin meselesinin çözümü için “Türkiye’nin Garantörlük Modeli”ni tartışıyor. Ne dersiniz?

Olmaz. Keşke olabilse. İsrail kabul etmez. Türkiye o ilk haftadaki etkisini kaybetti. Bu kadar lider İsrail’e gidiyor. Kim Türkiye’yi aradı?

‘Suriye’de Esad gitsin demeseydik…’

*Bu insani krize, bu katliama sessiz kalmadan diplomasi nasıl yapılacak?

Ben olsam teması kesmezdim. İlişkiyi kesmezdim. Konuşarak, diyalogla çözülür. Bakın Suriye’de yaptık, başımıza neler geldi. Suriye’de “Esad gitsin” demeseydik… Vahşeti eleştirebilirsiniz. Hedef Kuzey Suriye’nin, Kuzey Irak gibi olmamasıydı. Bu konuda Türkiye’den başka kim bu oluşumu istemez? Suriye. Diplomasi sabır ister, zor iştir. Atatürk, bir dönem Dışişleri Genel Sekreteri Menemencioğlu ile bir görüşme yapıyor. Diyor ki “Ortadoğu’da ortak dinimiz, tarihimiz, değerlerimiz var. İç işlerine katiyen karışmayın. Kendi aralarındaki ihtilaflarda da taraf olmayın. Sormadıkları sürece akıl da vermeye kalkmayın”. Biz ne yaptık? Başbakanımız o zaman dedi ki “Suriye bizim iç meselemizdir.” İdeolojiye göre dış politika olmaz. İç politikada araç olarak kullanılmaz. Biz kullandık. Tek konu ülke çıkarı olmalı.

Çok sağlam dış politikası vardı Atatürk’ün. Hep barış vardı ağzında. Savaş devam ederken İtalya ve Fransa ve SSCB ile barış yapıp güneyini ve doğusunu garanti altına aldı. Bunları 1921’de yaptı. O barışçı dış politikayla 1936’da Montrö Anlaşması’nı yaptı. Çok eleştirildi ama Ukrayna-Rusya Savaşı zamanında gördük ki çok önemli, çok etkili. Hep beraber gördük.

*Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Şunu asla unutmamak lazım; Özgür Filistin olmadan Ortadoğu’da barış olmaz.

Çok Okunanlar

Exit mobile version