Hamas saldırısı (7 Ekim) ile başlayan, İsrail’in soykırımsal katliamları ile devam eden Gazze operasyonlarının ne zaman ve hangi şartlarda sona ereceğini kestirmek şimdilik zor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Gazze’de saldırılara ‘insani ara’ verilmesi çağrısında bulunan kararına Tel Aviv’in uyup uymayacağı belli değil; ancak İsrail’in bu aşırılıklarının bölgesel ve küresel ölçekte önemli sonuçlar doğuracağına hiç şüphe yok. İlk etki Batı’nın ‘yüksek ahlaki değerler’ (moral high ground) diye köpürterek kullandığı bütün kavramlarla ilgili olacak gibi görünüyor. İsrail’in yaptıklarına başta Amerika olmak üzere bütün Batı’nın verdiği azgın ve ahlaksız destek kolay kolay unutulmayacaktır. Burada mesele sadece İsrail’in yaptıkları değil Kolektif Batı’nın bu katliamları yapması için İsrail’e sağladığı sınırsız destek. Hiçbir sorgulama, kısıtlama ve dizginleme olmadan bu konularda zaten sicili bozuk bir ülkeye üstelik Netanyahu gibi birisinin başbakanlığı sırasında verilen bu destek hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde Amerika ve hatta Avrupa’yı katliamlara suç ortağı haline getirdi.
Aslında aşırılık, etnik temizlik ve orantısız güç kullanma alışkanlığı İsrail’in kuruluşundan itibaren hep olageldi; ama son otuz yılda ve bilhassa Oslo Barış Süreci’nin çöp sepetine atılmasından bu yana karşısında bir ordu olmadığı halde İsrail’in sivillere karşı uyguladığı şiddetin orantısızlığı ve adil iki devletli bir çözüme karşı olduğu gerçeği giderek artan bir oranda dünya kamuoylarının dikkatini çeker hale gelmişti. Özellikle 7 Ekim’den bu yana İsrail’in kitlesel olarak bebek/çocuk öldüren bir devlet görüntüsü vermesi ve bütün bunların Amerika’nın çok kutuplu bir dünya düzeninin yerleşmesine engel olmak için dünyanın her yerinde savaş çıkarmaktan çekinmediği bir ortamda yaşanması Batı’nın ‘yüksek ahlaki ilkeler’ silahının kendisine çevrilmesine neden oldu. Ukrayna’da Rusya’ya karşı çoğu ispatlanamayan iddiaların (Bucha katliamı vd.) katbekat fazlasını İsrail göstere göstere yaparken Vaşington’un ısrarla ateşkes, gerginliği azaltma ve savaş hukuku gibi kelimeleri/kavramları telaffuz etmemesi ve sürekli olarak İsrail’in kendini savunma hakkı olduğuna vurgu yapması hafızalarda uzunca bir süre tazeliğini koruyacaktır.
Artık bu saatten sonra dünya kamuoyları, Amerika ve Kolektif Batı’nın yüksek ahlaki değerler olarak savunduğu ve aslında kirlettiği demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi kavramları veya ‘kurallara dayanan dünya düzeni’ gibi aslında Amerikan çıkarlarını savunmak, tek kutuplu dünya düzenini sürdürmek ve Orta Doğu’da İsrail’in güvenliğini sağlamak için bütün bölgeye kan kusturduğu savaş ve katliamlarını demokratikleşme vs. gibi yaldızlı laflarla süslemesine fırsat vermeyecektir. Bütün bu konularda 7 Ekim’den bu yana süregelen İsrail saldırılarının ve öldürülen binlerce bebek, çocuk, kadın ve yaşlının hayaleti Batı’nın korkulu rüyası olmaya devam edecektir. Bundan sonra pek çok devlet Amerika ve Kolektif Batı ile çıkar temelli ilişkilerini sürdürmeye devam etse de yüksek ahlaki değerler dersleri almayı kuvvetle muhtemelen reddedeceklerdir.
Küresel jeopolitik durum Amerika ve Batı’nın aleyhine hızlı şekillenecek
Amerika’nın Orta Doğu’da İsrail’in güvenliğini perçinleme amaçlı girişimlerinin İsrail’i otuz yıl geriye oranla daha güvenli kılmadığı kesin. Öte yandan bu otuz yılda bölgede ve Afganistan’da boşa harcadığı enerji ve devasa finansal kaynaklar dünyayı çok kutuplu hale getirmeye çalışan rakiplerinin güçlenmesini ve zaman kazanmalarını sağladı. Vaşington’un 11 Eylül Olaylarının ardından tam yirmi yıl süren Afganistan macerası Amerikan silah endüstrisinin tatmin edilemez kar iştahına önemli katkılarda bulunurken Afganistan halkının büyük bir bölümünün hayatını mahvettiğini ve geleceğini kararttığını artık herkes biliyor. Biden yönetiminin çekilme kararını uygularken ortaya çıkan hazin görüntülerin çok kutupluluğa gidiş sürecini hızlandırdığını da…
Afganistan’dan Irak’ın işgaline ve bir milyondan fazla Iraklının ölümüne yol açan Amerikan işgalleri ve bölgeyi karıştırma projeleri Libya ve Suriye ile devam ederken bölgenin başta Irak ve Lübnan olmak üzere İsrail açısından önemli yerlerinde İran’ın nüfuz ve ağırlığının artarak devam ettiğine hiç şüphe yok. Sadece Hizbullah ve Hamas bile İsrail açısından giderek daha karmaşık hale dönüşen güvenlik sorunları olarak karşımızda duruyor ve durmaya devam edecek gibi. Kısacası Orta Doğu’yu kan gölüne dönüştüren ABD harcadığı onca zaman, enerji ve verdiği büyük sayıda kayıplara rağmen aslında İsrail’i bundan otuz yıl öncesine göre daha güvenli hale getiremedi … Mevcut krizin ardından İsrail’in daha güvenli hale geleceğinin de garantisi yok. Tam tersine, Amerika ile iyi ilişkiler içerisindeki Arap ülkelerinin yönetimlerini bile Vaşington ve Tel Aviv’e karşı öfkeli hale getirmiş durumda. Sosyal medyada dolaşan bildirimlerde Orta Doğu’daki ABD diplomatik misyonlarının merkeze çektikleri telgraflarda bölge kamuoylarının tamamen Amerika aleyhine döndüğünü vurgulamaları boşuna değil. Kamuoylarındaki bu Amerikan karşıtlığının dalga dalga bütün dünyayı sarmakta olduğu ve İsrail’e körü körüne destek veren Avrupa ülkelerinde bile halklar düzeyinde bu duruma ciddi bir muhalefet oluştuğu görülebiliyor.
Rusya ve Çin gayet memnun
Öte yandan Amerika liderliğindeki tek kutuplu dünya düzenine kafa tutan ve hatta buna karşı Ukrayna’da silaha sarılarak bütün Batı’ya karşı savaşan Rusya Orta Doğu’da Amerika’nın prestijinin sarsılmasını ilgiyle seyrediyor olmalıdır. Ukrayna’da savaşın ilk haftalarında medya diye anılan Batılı yalan makineleri tarafından askeri olarak diz çökeceği, ekonomik ve finansal açılardan tamamen iflas edeceği söylenen/beklenen Rusya müthiş bir direniş göstermekle kalmamış aynı zamanda cephede de savaşı kazanmıştı. Mart ayından bu yana dile getirilen Ukrayna karşı saldırısı ise cephe hatlarında önemli değişikliklere yol açmadan etkisizleşirken Ukrayna tarafının on binlerce kayıp vermesine yol açmıştı. Ayrıca Batı dünyasının Ukrayna’ya yeterli silah ve mühimmat sağlayamayacağı ve Batılı kamuoylarının da verilen bütün mali destek ve silah yardımlarına rağmen Ukrayna tarafının beklenen/istenen taarruzu ve başarıyı gösterememesinden dolayı yardım konusunda isteksiz hale geldiğine dair çok sayıda haber ve yorum Batılı medya organlarında sıklıkla yer almaya başlamıştı. Şimdi bütün gücüyle İsrail’i korumak amacıyla Orta Doğu’ya yığınak yapmış olan Amerika’nın Ukrayna’ya ilgisinin azalması ihtimalinin arttığına hiç şüphe yok. Bundan dolayı Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski ‘aman bizi unutmayın’ yakarışlarına başladı bile.
Aslında Amerika’nın Afganistan’da başlayıp Irak, Libya ve Suriye’de derinleşerek devam eden savaşları her zaman Rusya’nın işine gelmişti. Yeltsin dönemi çalkantılarına son veren Putin’in Rusya Devlet Başkanı seçilmesiyle Amerika’nın uzun erimli Orta Doğu macerasının adeta başlangıcı olan Afganistan işgalinin aşağı yukarı aynı tarihlere gelmesi ilginç olsa gerektir. Amerika hiçbirini kazanamadığı savaşlar içinde kaynaklarını sokaklara atarken ve ciddi askeri kayıplar verirken Putin liderliğindeki Rusya gücünü toparlamış ve zaman kazanmıştı.
Aynı durum Çin için de geçerliydi. Birinci Körfez Savaşı’ndan bu yana Amerika’nın Orta Doğu’da otuz yılı aşkın bir süredir bir çatışmadan ötekine sürüklenmesi Pekin’in istikrarlı bir şekilde kalkınması ve askeri hazırlıklarını tamamlaması için lazım gelen çok değerli bir zaman kazandırmıştı. Şimdilerde Amerika’nın Ukrayna üzerinden Rusya’yı ve Tayvan üzerinden de Çin’i meşgul etme ve vekalet savaşlarıyla zayıflatma düşüncesi/politikası dikkate alındığında Vaşington’un Biden göreve geldiğinde gücünü/etkisini azaltmak niyetinde olduğu Orta Doğu’ya geri dönmesi Pekin’i neden rahatsız etsin? Tam tersine memnun eder. Nitekim Çin, Amerika’nın bu coğrafyada gücünü ve kaynaklarını yeniden israf ettiğini görerek Vaşington’un eleştirisiyle yetiniyor. İsrail’in yaptığı katliamlardan dolayı Amerika’nın bütün dünya kamuoylarının gözünde hızla dibe vuran prestijini seyrederken Filistin sorununun iki devlet temelinde çözümlenmesini dile getirerek Arap ülkeleri nezdinde itibar sağlıyor. İran ve Suudi Arabistan arasında yaptığı arabuluculuk sayesinde bu iki devletin yeniden diplomatik ilişki kurmasını sağlayan ve böylece tarihi bir başarıya imza atmış olan Çin’in, bölgesel ve küresel düzeyde Amerika aleyhine sonuçlar veren üretmeye devam edecek olan bu süreci bir yandan izlerken öte yandan da Suriye Devlet Başkanı Esad’ı ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı Pekin’de ağırlayarak Orta Doğu’daki ekonomik varlığına siyasi ve diplomatik boyutlar da ekleyeceğine kesin gözüyle bakmak gerekir.
Kısacası Amerikan Derin Devleti’nin, bugünden on yıl sonrasında dünyanın siyasi, askeri ve ekonomik olarak kendi aleyhlerine şekillenmesini engellemeye çalışmak gibi hemen hemen imkansız bir mücadeleyi misyon edinmişken Netanyahu fanatizminin bu süreci Kolektif Batı aleyhine ve çok kutupluluk lehine hızlandırdığını görecek siyasetçilere sahip olmadığı açık. Amerika ve Kolektif Batı açısından çok kutupluğa geçişi tümüyle durdurmak oldukça zordu; Netanyahu’nun yaptıklarına verdiği kayıtsız/şartsız destekten sonra bu mücadele Batı için Don Kişot’un yel değirmenleriyle savaşına dönüştü.